İçeriğe geç

Meşrutiyet Kıraathanesi Kitap Alıntıları – Rıfat Ilgaz

Rıfat Ilgaz kitaplarından Meşrutiyet Kıraathanesi kitap alıntıları sizlerle…

Meşrutiyet Kıraathanesi Kitap Alıntıları

Uyuyor millet! dedi. İstediğin kadar dürtükle, kılı kıpırdamıyor namussuzum kimsenin
Geçen gün bizim takayla Urfa’ya kadar gittim geldim. Gözlerimi kırpmadan! Aya gitmek iş mi be! Onlar kabadayıysa Urfa’ya gidip gelsinler bakalım!
Bu memlekette olumlu bir öğrenci
yetişiyorsa, birçok engelleri sağ duyusuyla
aşabildiği için yetişmiştir. Fizik Hocası bile
Arşimet Kanunu’nu öğretirken, çocuğun yakasını bırakmaz, kendi kanunlarını da öğretir. Tarih hocalarının çoğu, çocukları kelle kesen, kan içen bir canavar haline getirmek için elinden geleni, ardına koymaz!
Sakalla bıyıkla ne yobazlık olur, ne devrimcilik Her kravat takan, aydın olsaydı memleket nur içinde kalırdı.
”Çay var mı? Çay!”
Öğretmen emeklisi bu konuşmalara kulak misafirliği ettiği için, dayanamadı:
”Hurşit Bey’çiğim!” dedi, ”Bizim gibi emeklilerden biri, bir gazinonun önünden geçiyormuş. Çengi, cümbüş, kıyamet kopu-yormuş içerde. Yanaşmış, kapıdaki adama sormuş, ne oluyor böyle içerde; diye. Nedir bu gürültü? Ne olacak, demiş; içerde adam kazıklıyorlar da Sesi, sadası duyulmasın diye veriyorlar cayırtıyı!”
Değirmenci, değirmenin gürültüsünü, ancak çarklar zınk diye durunca farkedermiş!
Fikret demiş galiba Şair Tevfik Fikret Kadın, deniz gibidir, hiç inanmak olmaz haaa!..
”Biz nasıl bindiysek öyle ineriz attan, çivi gibi!”
Sarıyer’de öğretmendim bir zamanlar Rum kızlarıyla kolkola Kasap Oyunu oynardık, çekerdik Mastikayı da
Her kravat takan, aydın olsaydı memleket nur içinde kalırdı.
”Zerdeçalı biraz fazlaca koymuşsun. Oğlan, kayısı gibi sapsarı çıkmış!”
”Sonra maydanoz deyip geçmeyin, ilâç bile yaparlar maydanozdan Çok şifalı olduğunu söyler eski hekimler Uyandırır derler erkekliği ”
Öğretmen emeklisi:
”Öyle mi?” dedi, ”Ben hiç sanmıyorum!”
”Neden yahu?”
”Çok yerim de, avuç avuç Ya maydanozun eski hızı kalmamış, ya da bizim hızımız.”
”Karga mandayı hayrına bitler mi? Her şey karşılıklı ”
İnsanda biraz buluş olmalı Yani kafa olmalı biraz, yaratıcılık!
Fransız işçisi sofrasında şarapla, biftek bulamazsa basar yaygarayı, açlıktan ölüyoruz, diye Biz simidi bulduk mu ağzımızı açıp gık bile demeyiz.
«Uyuyor millet!» dedi, «İstediğin kadar dürtükle, kılı kıpırdamıyor namussuzum kimsenin!»
Devletler, kontrollerine aldıkları muhalefet hareketlerini, ayaklanmaları ya da devrimleri, dışında kaldıklarından daha kolay engeller.
«Biz!» dedi, «Ortak Pazar’a girerken, çok gelişmiş bir milletiz. Amerika’dan, ya da Almanya’dan yardım isterken, az gelişmiş hattâ hiç gelişmemiş bir milletiz!
Sakalla bıyıkla ne yobazlık olur, ne devrimcilik Her kravat takan, aydın olsaydı memleket nur içinde kalırdı.
Bir sabır İki sabır Biz de insanız be!
«Kurdum derneği, dedim ya!»
«Adı?»
«Veremlileri Kurtarma Derneği!» «Kimden? Veremden mi, doktordan mı? Yakınlarından mı?»
«Herkesten!»
Ne telâşlanıyorsun be! Bize neler gösterdiler de neler yutturdular bugüne kadar.
Abi be, sana bir şey diyeyim mi? Biz bilmeyiz haddimizi. Bakmayız da donumuzun yırtığına, rüzgara karşı gideriz. Neyimize gerek ırkçılık bizim! Aç açına insan kalkar da taa Orta Asyalar’a gider mi? Atalarımız zor kurtarmış kendilerini oralardan!
Eğer yaşanmakta olana başkaldırıyorsanız ve gençseniz, yaşadığınız her ne olursa olsun serüvendir.
«Çok konuşma! Bana bi çay yap! İşte o kadar!»
Fransız işçisi sofrasında şarapla, biftek bulamazsa basar yaygarayı, açlıktan ölüyoruz, diye Biz simidi bulduk mu ağzımızı açıp gık bile demeyiz.
Hocanın birini köye göndermişler Bir gün akşam namazından sonra, bir köylü sokulmuş yanına. Hocam, demiş, izin verirsen bir şey soracağım, İsa Peygamber, gökyüzünde ne yer, ne içer, çok merak ettik de Hocanın tepesi atmış, ulan, demiş tam üç gündür köyünüzdeyim, bizim hoca, ne yer, ne içer diye sormazsınız da, gökteki İsa’yı sorarsınız!
Açlık yenilmiş. Afiyet olsun! Açlık bile yenilip tüketilmiş!
«Hiç olmazsa altı ay vermeliydi Hâkim. Haydi diyelim ki beraat ettirdin, ne demeye gazetelere verirsin. İt uğursuz okusun da fırınlara saldırsın diye mi?»
Ulan fırıldak gibi adam be! Gericiler ağır basınca Nizamettin İlericiler kıpırdanınca Nizami Yalçın oluyor. Kendisine sorarsan İttihatçıdır.
Hükümet adamlığımız anlaşılmış olsun. Sen eşeğini kaybettireceksin, ben bulduracağım. İşte «Âsiyab-ı devlet» böyle döner. Anlaşılıyor değil mi dostum?
Binecek var! Demokrasi geliyor geriden!»

«Sana bir şey diyeyim ben! Demokrasinin binmesini beklersek sabah olur. Onu geç

Asacaksın beyim, asacaksın!
       Bakmayacaksın gözlerinin yaşına!»
       Öğretmen emeklisi Cemal Zülfü, dalına basmak için, bir «öhhööö!» çekti, «Çamaşır mı asıyorsun Cevdet Bey! » dedi.
7

Hocam, demiş, izin verirsen bir şey soracağım, İsa Peygamber, gökyüzünde ne yer, ne içer, çok merak ettik de Hocanın tepesi atmış, ulan, demiş tam üç gündür köyünüzdeyim, bizim hoca, ne yer, ne içer diye sormazsınız da, gökteki İsa’yı sorarsınız!»
15

«Ulan, burda müşterilerin sözü geçer. Demokrasi var be!»
       «Burası Meşrutiyet Kıraathanesi Müşteriden önce patron gelir!»
20

Asacaksın beyim, asacaksın!
       Bakmayacaksın gözlerinin yaşına!»
       Öğretmen emeklisi Cemal Zülfü, dalına basmak için, bir «öhhööö!» çekti, «Çamaşır mı asıyorsun Cevdet Bey! » dedi.
Sandığın dört ayağını ileri geri çekerek yerine oturttuktan sonra:
“Buyur abi!” dedi.
“Kaçtan boyadın ihtiyarları?”
“Teklik! Bahşiş nanay bu tekavitlerde. Neredeyse el uzatıp dilenecekler!”
PTT emeklisi:
       «Hiç açmaz beni bu çarşaflılar » dedi, «Gözünü sevdiğim! En iyisi, en pratiği plaj! Seç seç al! Mal meydanda kabak gibi!»
Köpeksiz köy buldular da değneksiz geziyor namussuzlar.
Dedikodunun kökü kurudu mu halk açlığının farkına varacak!
       Değirmenci, değirmenin gürültüsünü, ancak çarklar zınk diye durunca farkedermiş!
Bir kadın, köy yerinde, hem de cahil bir kadın, tutar da köyü idare eden bir otoriteye kafa tutarsa , bu komünistlik değil de ne?
Gecekondularda oturan kari-koca, birbiriyle ancak gündüzleri kan-koca olabilir, çocuklar arsaya çıktıklar ıza-man, ya da Durun, size bir hikâyecik anlatayım, sırası gelmişken. Karısı, burnunda mis gibi tüten genç bir koca, gündüz izin alıp gelmiş gecekondusuna. Çocuklardan ikisi sokakta Biri komşuda, ikisi okulda En küçüğü de pencerenin önünde oturuyor. Oğlum demiş, sen pencerenin önünden sakın ayrılma. Her asker geçende sana on kuruş Anladın mı? Aç gözünü Sakın kaçırmayasın. Peki babacığım demiş, sen bana bırak!.. Ev, gece-konduymuş ama, sokak da sokakmış hani. İki dakika geçmeden bir asker görmüş karşıdan. Babaaa! demiş, bir asker geliyor! Al şu on kuruşu Peşinen ikinci asker Baba bir asker daha geliyor! Şu on kuruşu da al!.. Adam daha karısının elini tutmadan, lirayı toslamış Bir asker Peşinden bir asker daha Tam işin partıtılı zamanı, bir bando mızıka kopmuş dönemeçten. Bandonun arkasında tam kadro bir alay Çocuk boynunu bükerek dönmüş, babasından yana Babacığım demiş, gel sen vazgeç bu işten, çok pahalıya patlıyacak sana!»
«Hocanın biri cerre çıkmış, bir zamanlar!» diye başladı, «İnmiş konuksever bir köye. Açlıktan zifiri kesilmiş hocanın. Gözünü karartmış, Peygamberin devesi gibi çökmüş, karşısına çıkan ilk biçimli evin önüne! öyle ya, deve bile hamur yutturacak evi hesaplayıp çökmüş olacak. Hoca da öyle yapmış. Evin erkeği çiftinin çubuğunun başında. Evin kadını, oğlundan bir çömlek pekmez göndermiş hocaya. Bir de somun Hoca batırıp batırıp indirmiş gövdeye. Bakmış ki, ekmek batırmakla çömlekteki pekmezin tükeneceği yok. Çocuktan bir kaşık istemiş. Başlamış bu sefer kaşıklamaya. O da olmamış, kaldırmış
       çömleği dikmiş. Lıkır lıkır Hâlâ tüketememiş çömlekteki pekmezi. Oğul, demiş pekmeziniz halis üzüm pekmeziymiş. Siz böyle her gelen Hoca’ya bol bol pekmez çıkarır mısınız? Yok, demiş çocuk, çıkarmayız!
       Hani Hoca biraz da böbürlenmemiş değil. Ya, demiş; çıkarmazsınız demek? Peki, bana neden bu kadar bol pekmez çıkardınız? Oğlan, neden çıkaracağız demiş, küpe sıçan düştü de Ziyan olmasın diye çıkardık. Hocanın kavuk tepesinden fırlamış. Kaldırdığı gibi pekmez çömleğini vurmuş yere; tuz buz etmiş. Olandan bitenden ürken çocuk, seslenmiş içeri. Anneee! Hoca, babamın sidik kabını kırdın!»
«Uyuyor millet!» dedi, «İstediğin kadar dürtükle, kılı kıpırdamıyor namussuzum kimsenin!»
«Biz!» dedi, «Ortak Pazar’a girerken, çok gelişmiş bir milletiz. Amerika’dan, ya da Almanya’dan yardım isterken, az gelişmiş hattâ hiç gelişmemiş bir milletiz!
Fransız işçisi sofrasında şarapla, biftek bulamazsa basar yaygarayı, açlıktan ölüyoruz, diye Biz simidi bulduk mu ağzımızı açıp gık bile demeyiz.
«Biz açlık deyince ne anlıyoruz. Sorarım size! Türkiye’de kaç memur öğlenleri sıcak yemek yer? Kaç memur sandviçle nefis körletir? Kaçı, sabah yediği ile durur, kaçı akşam yiyeceğini düşünür de oyalar kendini? Memur diyorum, dikkat buyurulsun: Hademe değil, kapıcı değil, işçi değil, işsiz değil
Hocanın birini köye göndermişler Bir gün akşam namazından sonra, bir köylü sokulmuş yanına. Hocam, demiş, izin verirsen bir şey soracağım, İsa Peygamber, gökyüzünde ne yer, ne içer, çok merak ettik de Hocanın tepesi atmış, ulan, demiş tam üç gündür köyünüzdeyim, bizim hoca, ne yer, ne içer diye sormazsınız da, gökteki İsa’yı sorarsınız!»
«Hiç olmazsa altı ay vermeliydi Hâkim. Haydi diyelim ki beraat ettirdin, ne demeye gazetelere verirsin. İt uğursuz okusun da fırınlara saldırsın diye mi?»
      
       Yargıç emeklisi Nihat Haktanır:
       «Hiç üzülme sen!» dedi, «İt uğursuz gazetedeki yazıyı okumaya başladığı gün ekmek çalacak adam kalmaz memlekette »
Asayiş dediğin bir sırçadan şişedir, fazla elledin mi, elinden düşürürsün. Bir düştü mü de, var sen, hayrını gör!
Ulan fırıldak gibi adam be! Gericiler ağır basınca Nizamettin İlericiler kıpırdanınca Nizami Yalçın oluyor. Kendisine sorarsan İttihatçıdır.
Deveye ne iş yaparsın diye sormuşlar, terzilik demiş.
Eline ayağına da yakışır ya demişler
İnsanda biraz buluş olmalı Yani kafa olmalı biraz, yaratıcılık!
Açlık yenilmiş Afiyet olsun! Açlık bile yenilip tüketilmiş!..
Geçen gün bizim takayla Urfa’ya kadar gittim geldim. Gözlerimi kırpmadan! Aya gitmek iş mi be!
Peki seni bindirseler gider misin, bu ecel teknesine
Şoför Cemil:
Neden gitmeyecekmişim! dedi, Uyku dersen uyku! Kayıntı dersen kayıntı! Üst baş da patrondan! Yol dersen ayna gibi! Ne geriden sollayan var, ne karşıdan toslayan! Gel keyfim, gel!
Toprak Mahsulleri Ofisinin gücüne gitmesin, ekmekten başka her şeye benziyor bu mübarek! Ne karıştırırlar içine bilmem ki Geçen gün bizim Ömer’in, ilkokul ikinci sınıfta kızı sordu bana: Dedeceğim, dedi, ekmek neden yapılır? Öğretmen ödev verdi de Kızım, dedim, bu öylesine bir soru ki, bunu ne Fırıncılar Derneği Başkanı çözer, ne Belediye Başkanı, ne de Toprak Ofisi! Ne yazayım diye sıkıştırdıkça sıkıştırdı. Yaz, kızım, dedim, ekmek değirmende öğütülebilen her şeyden yapılır bu memlekette, yalnız buğdaydan yapılmaz! Öğretmeni, kafası işleyen bir adammış. Aferin kızım demiş, al sana Hayat Bilgisinden on numara!
Veresiye tembelhane işletmektense,elli kuruşa milletin karnını doyururum !
Bakmayız da donumuzun yırtığına,rüzgara karşı gideriz.
«Sayın müşterilerim!» dedi, «Meşrutiyet
Kıraathanesi bugünden itibaren paydos!        Meşrutiyet İşkembecisi oluyor Veresiye tembelhane işletmektense, elli kuruşa milletin karnını doyururum! Halka küçük bir hizmetimiz dokunur hiç olmazsa! Bugün bütün Çaylar, kahveler benden, için afiyetle!»        -SON-
Jandarma komutanı gazeteyi fırlatıp attı:
«Tuh anasını!» dedi, «Koçero’yu gene enseliyememişler! Yahu bu ne beceriksizlik! Ah canına yandığım, şu emoroitlerden biraz göz açabilsem, çekeceğim çizmeleri        Jandarma Umum Komutanına çıkıp, beni memur edin eşkiya tenkiline, diye dayataca ğım! Koçero’ya da bir haber; ben, Cevdet Barlas, ya teslim olursun, ya postunu delik de şik eder, leşini Hükümet’in önüne uzatırım! Bu emoroit yüzünden değil ata binmek, dolmuşa bile çıkıp oturamıyorum.»
Bu memlekette olumlu bir öğrenci
yetişiyorsa, birçok engelleri sağ duyusuyla
aşabildiği için yetişmiştir. Fizik Hocası bile
Arşimet Kanunu’nu öğretirken, çocuğun yakasını bırakmaz, kendi kanunlarını da öğretir. Tarih hocalarının çoğu, çocukları kelle kesen, kan içen bir canavar haline getirmek için elinden geleni, ardına koymaz!»
Benim bildiğim Tüketim Kooperatifleri, çocuğa kârsız mal satar. Biz not defteriyle tehdit edip çocuklarımızı soymaya kalkışıyoruz!»
Vali emeklisi:
«Bir memlekette asayiş bozuldu mu, çekiver kuyruğunu! Her şeyin başı asayiş!»       
Öğretmen emeklisi:       
«Her şeyin başı maarif. Hurşit Beyciğim,
asayiş dediğin, olsa olsa ancak her şeyin kuyruğu olur!»
Hadi dedi, tehlikeyi atlattınız!
Ne tehlikesi dedim. Basın Kanunu mu! Hâlâ
başımızda Hele faşist İtalya’dan alınmış bir Ceza Kanunu var ki sorma!
Geçen gün, ikili koalisyon neden tutmaz, diye bir yazı döşendim, valla ben bile beğendim. Verdim veriştirdim partizanlara. Ne Paşası        kaldı, ne Ağası
Değirmenci, değirmenin gürültüsünü, ancak çarklar zınk diye durunca farkedermiş!»
Kaymakam’ın arkasında Vali! Vali’nin arkasında Ankara. Hani İcracıyı kolundan tutup atsalar iş bitecek! Atmazlar bir türlü . Halkı oyalamak lâzım. İstasyon Müdürü’nü verseler bir yere daha iyi atlaya atlaya gidecek ama, neden versinler. Dedikodunun kökü kurudu mu halk açlığının farkına varacak!
Hiç güven olmaz kadına, Fikret demiş galiba Şair Tevfik Fikret Kadın, deniz gibidir, hiç inanmak olmaz haaa!..»       
Öğretmen emeklisi: «Hayır Hurşit Beyciğim!» dedi, «Fikret öyle dememiş. Deniz kadın gibidir!» demiş.       
«Aynı kapıya çıkmaz mı?»       
«Çıkmaz Hurşit Beyciğim, çıkmaz!
Şoför Cemil: «Valla Beybaba!» dedi,
«Ben baktım baktım da o dedikleri şeyden göremedim bu Yılanların Öcü’nde. Sıkı filim Bir Irazca var ki muhtara bile sert yapıyor. Avukat gibi karı. Köyün erkekleri tüm yılıyor ondan.»       
Komutan emeklisi atıldı: «Hah!» dedi, «Tamam! Kendi ağzınla yakalandın işte. Bir kadın, köy yerinde, hem de cahil bir kadın, tutar da köyü idare eden bir otoriteye kafa tutarsa , bu komünistlik değil de ne? Komünistin boynuzu kulağı mı olur!»
Yılanların Öcü Gözüm tutmadı ki adını
Adında meymenet yok bi kere. Yılan ne oluyormuş sanki. Olsa olsa kendileri        İçimizdeki yılanlar Öcü kimden alacaklar, gene bizden! Sansür heyetine beni alacaklardı ki, gösterecektim onlara!»       
«Gene görmeden yazardın raporu!»        «Neden yazmıyayım.. Yakardım bu filimi, cayır cayır! Oynayanlara gelince »       
«Aman gelme Komutanım. Bir kaza çıkarırsın sonra!»
«Oyuncularını ipe çekerdim sıradan. Asardım sinema kapılarına! Ha? Hurşit Beyciğim, haksız mıyım? Bize gelmez bu filimler!»
  «Nasıl?» dedi, «Beğenmedin mi?»       
Şoför Cemil: «Beğendim beğenmesine!» dedi, «Beğendim ya, komünistlik neresinde bu filmin, baştan sonuna kadar gözümü dört
açıp baktım da bir türlü bulup çıkaramadım.» Jandarma Komutanı: «Anlayamazsın sen!» diye çıkıştı, «Bunu sen de anlarsan zaten komünistlik , komünistlik olmaktan çıkar.
Geçen gün bizim takayla Urfa’ya kadar gittim geldim. Gözlerimi kırpmadan! Aya gitmek iş mi be! Onlar kabadayıysa Urfa’ya gidip gelsinler bakalım!»
«Demek inanıyorsun, aya ayak bastıklarına, öyle mi Hocam?»
«Plaket mi?»       
«Üzeri yazılı bir çelik levha!»
«Ne yazılmış üzerine?»       
«Biz bütün insanlık adına, barış için geldik buraya!»       
«Savaş için geldik diyemezler ki!» dedi Barlas, «Bu adamlar, nerde bir tek insan görse onunla savaşmadan yapamazlar!»       
«Ya savaşırlar, ya da dolarla satın almaya kalkarlar »       
«Ayda savaşacak tek insan bulamadıkları içindir, barış için gelişleri..
Nizami Yalçın biraz daha açtı radyoyu. Bu, tartışmaya bir son vermek içindi.
«Aydan havalanan Kartal »
Üniversiteli Tuncer bağırdı: «Yalan!»       
«Ne yalanı be! Yani havalanmadı mı Kartal?» «Hayır havalanmadı!»  «Tüm inkarcı bunlar be! Tüm anarşist! Bozguncu!»
«Neden inkarcı oluyormuşuz! Kartal nasıl havalanır! Havamı var ki ayda! Spikerin uzaylandı demesi gerekirdi!.. Kartal, havalandı değil! Kartal uzaylandı!»       
«Haaa! . . Bak, bu doğru işte! . .»

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir