İçeriğe geç

Mesnewîya Nûriye Kitap Alıntıları – Bediüzzaman Said Nursî

Bediüzzaman Said Nursî kitaplarından Mesnewîya Nûriye kitap alıntıları sizlerle…

Mesnewîya Nûriye Kitap Alıntıları

Havfın ile muhabbetini dünya ve dünya insanlarından çevir. Fâtır-ı Hakîm’e tevcih et ki havfın onun merhamet kucağına –çocuğun anne kucağına kaçtığı gibi– leziz bir tezellül olsun. Muhabbetin de saadet-i ebediyeye vesile olsun.
imân bütün mü’minleri bir babanın cenah-ı şefkati altında yaşayan kardeşler gibi kardeş addediyor.
İ’lem eyyühe’l-aziz!
Görüyoruz ki Sâni’-i Hakîm, kemal-i hikmetiyle pek âdi şeylerden pek hârika mu’cize-i mensucat yapıyor.
Ve keza abesiyet ve israfa mahal bırakılmamak üzere bir ferdi envaen vazifeler ile tavzif ediyor.
Hattâ insanın başında, insanın muvazzaf olduğu vazifeleri görmek için her vazifeye göre birer tırnak kadar maddî bir şeyin bulunması icab etseydi, bir başın Cebel-i Tûr büyüklüğünde olması lâzım gelirdi ki ashab-ı vezaife yer olsun.
Ve keza lisan sair vezaifiyle beraber erzak hazinesine ve kudretin matbahında pişirilen bütün taamlara müfettiştir.
Ve bütün taamların tatlarını yakîn eden, bilen bir ehl-i vukuftur.
İşte bu faaliyet-i hakîmiyeden anlaşılıyor ki zamanın seyliyle beraber gelip geçen eşya-yı seyyaleden ve geçen günlerden, senelerden, asırlardan, leyl ve neharın takallübü ile pek çok mensucat-ı gaybiye ve uhreviye yapılmaktadır.
Evet, âlemin fihristesi hükmünde olan insan fabrikasında dokunan mensucat o hakikati tenvir eder.
Öyle ise bu fâni dünyada mevt, fena, devair-i gaybiyede safi bir bekaya intikal ederek bâki kalır.
Evet, rivayetlerde vardır ki insanın ömür dakikaları insana avdet ederler.
Ya gafletle muzlim olarak gelirler veya hasenat-ı muzie ile avdet ederler.
Evet mü’min olan kimse, iman ve tevhid iktizasıyla, kâinata bir mehd-i uhuvvet nazarıyla baktığı gibi; bütün mahlukatı, bilhâssa insanları, bilhâssa İslâmları birbiriyle bağlayan ip de, ancak uhuvvettir. Çünki iman bütün mü’minleri bir babanın cenah-ı şefkati altında yaşayan kardeşler gibi kardeş addediyor.
Sen öyle bir za’fiyet, acz, fakirlik, miskinlik gibi hallere mahalsin ki, ciğerine yapışan ve çok defa büyülttükten sonra ancak görülebilen bir mikroba mukavemet edemezsin; seni yere serer, öldürür
İ’lem ey mağrur, mütekebbir, mütemerrid nefis! Sen öyle bir zâfiyet, acz,
fakirlik, miskinlik gibi hallere mahalsin ki, ciğerine yapışan ve çok defa büyülttükten sonra ancak görülebilen bir mikroba mukavemet edemezsin; seni yere serer, öldürür
İ’lem eyyühe’l-aziz! Dualar, tevhid ve ibadetin esrarına nümunedir. Tevhid ve ibadette lâzım olduğu gibi, dua eden kimse de, Kalbinde dolaşan arzu ve isteklerini Cenâb-ı Hak işitir deyip Kadir olduğuna itikad etmelidir.
Ahirette seni kurtaracak bir eserin olmadığı takdirde, fani dünyada bıraktığın eserlere de kıymet verme.
Bir insan en evvel muhabbetini Allah’a verirse, onun muhabbeti dolayısıyla
Allah’ın sevdiği herşeyi sever. Ve mahlûkata taksim ettiği muhabbeti, Allah’a olan muhabbetini tenkis değil, tezyid eder.
kedinin mırmırları Yâ Rahîm, yâ Rahîm, yâ Rahîm dir.
vücut istersen, mün’adim ol ki vücudu bulasın.
iman insanı ebediyete, Cennete lâyık bir cevhere kalb eder.
sineğin kafasındaki o küçük küçük hüceyratın nidalarına Lebbeyk! söyleyen o Sâni-i Semî ve Basîrin, senin dualarını işitmemesi ve o dualara müsbet cevaplar vermemesi imkân ve ihtimali var mıdır?
Şu gördüğün büyük âleme büyük bir kitab nazarıyla bakılırsa, Nur-u Muhammedî (A.S.M.) o kitabın kâtibinin kaleminin mürekkebidir. Eğer o âlem-i kebir, bir şecere tahayyül edilirse, Nur-u Muhammedî hem çekirdeği, hem semeresi olur. Eğer dünya mücessem bir zîhayat farzedilirse, o nur onun ruhu olur. Eğer büyük bir insan tasavvur edilirse, o nur onun aklı olur. Eğer pek güzel şaşaalı bir cennet bahçesi tahayyül edilirse, Nur-u Muhammedî onun andelibi olur. Eğer pek büyük bir saray farzedilirse, Nur-u Muhammedî o Sultan-ı Ezel’in makarr-ı saltanat ve haşmeti ve tecelliyat-ı cemaliyesiyle âsâr-ı san’atını hâvi olan o yüksek saraya nâzır ve münadi ve teşrifatçı olur. Bütün insanları davet ediyor. O sarayda bulunan bütün antika san’atları, hârikaları ve mu’cizeleri tarif ediyor. Halkı o saray sahibine, sâni’ine iman etmek üzere cazibedar, hayret-efza davet ediyor.
Aklım yürüyüş yaparken, bazen kalbimle arkadaş olur.
Kendi nefsime hitaben demiştim: Ey gafil ..! Bil ki: Şu âlemin fenasından sonra sana refakat etmeyen ve dünyanın harabıyla senden müfarakat eden bir şeye kalbini bağlamak sana lâyık değildir. Hususan senin asrının inkırazıyla seni terkedip arka çeviren ve bahusus berzah seferinde arkadaşlık etmeyen ve hususan seni kabir kapısına kadar teşyi’ etmeyen, hususan bir iki sene zarfında ebedî bir firak ile senden ayrılıp günahını senin boynuna takan, hususan senin rağmına olarak husulü anında seni terkeden fâni şeylerle kalbini bağlamak, kâr-ı akıl değildir. Eğer aklın varsa; uhrevî inkılabatında, berzahî etvarında ve dünyevî inkılabatının müsadematı altında ezilen, bozulan ve ebedî seferde sana arkadaşlığa muktedir olmayan işleri bırak, ehemmiyet verme, onların zevalinden kederlenme. Sen kendi mahiyetine bak ki: Senin latifelerin içinde öyle bir latife var ki, ebedden ve ebedî zâttan başkasına razı olamaz. Ondan başkasına teveccüh edemiyor, masivasına tenezzül etmez. Bütün dünyayı ona versen, o fıtrî ihtiyacı tatmin edemez. O şey ise, senin duygularının ve latifelerinin sultanıdır. Fâtır-ı Hakîm’in emrine muti’ olan o sultanına itaat et, kurtul!..
Arslan gibi hayvanların diş ve pençelerine bakılırsa, iftiras ve parçalamak için yaratılmış oldukları anlaşılır. Ve kavunun, meselâ, letafetine dikkat edilirse, yemek için yaratılmış olduğu hissedilir. Kezalik insanın da istidadına bakılırsa, vazife-i fıtriyesinin ubudiyet olduğu anlaşıldığı gibi; ruhanî ulviyetine ve ebediyete olan derece-i iştiyakına da dikkat edilirse, en evvel insan bu âlemden daha latif bir âlemde ruhen yaratılmış da, teçhizat almak üzere muvakkaten bu âleme gönderilmiş olduğu anlaşılır.

Mesnevi-i Nuriye

Cenâb-ı Hak zâtında, sıfâtında, ef’âlinde kâmil-i mutlaktır.
Âyâ bu insan zanneder mi ki, başı boş kalacak? Hâşâ!.. Belki insan, ebede meb’ustur ve saadet-i ebediyeye ve şekavet-i daimeye namzeddir. Küçük-büyük, az-çok her amelinden muhasebe görecek. Ya taltif veya tokat yiyecek.

Mesnevi-i Nuriye

İ’lem eyyühe’l-aziz!
İnsanın havf ve muhabbeti halka teveccüh ettiği takdirde, havf bir bela, bir elem olur.
Muhabbet bir musibet gibi olur.
Zira o korktuğun adam, ya sana merhamet etmez veya senin istirhamlarını işitmez.
Muhabbet ettiğin şahıs da ya seni tanımaz veya muhabbetine tenezzül etmez.
Binaenaleyh havfın ile muhabbetini dünya ve dünya insanlarından çevir.
Fâtır-ı Hakîm’e tevcih et ki havfın onun merhamet kucağına -çocuğun anne kucağına kaçtığı gibi- leziz bir tezellül olsun.
Muhabbetin de saadet-i ebediyeye vesile olsun.
ancak Onun kudretiyle, iradesiyle her müşkül hallolur ve kapalı kapılar açılır.
kudret Sâniin zâtına zâtîdir, ârazî değildir.
herkesin bütün saadetleri, bir Rabb-i Rahîme olan teslimiyete bağlıdır.
Ben mâlikimin hizmetindeyim. Ey musibet! Eğer onun izin ve rızasıyla geldin ise, merhaba, safa geldin! Çünki elbette bir vakit ona döneceğiz ve onun huzuruna gideceğiz ve ona müştakız. Madem herhalde bir zaman bizi hayatın tekâlifinden âzad edecektir. Haydi ey musibet! O terhis ve o âzad etmek, senin elinle olsun, razıyım. Eğer benim emanet muhafazasında ve vazifeperverliğimi tecrübe suretinde sana emir ve irade etmiş, fakat sana teslim olmaklığıma izin ve rızası olmazsa; benim tâkatım yettikçe, emin olmayana Mâlikimin emanetini teslim etmem! der.

Mesnevi-i Nuriye

Ey insan! Senin elinde bulunan nefis ve malın senin mülkün değil, belki sana emanettir. O emanetin mâliki, herşeye kadîr, herşeyi bilir bir Rahîm-i Kerim’dir. O senin yanındaki mülkünü senden satın almak istiyor. Tâ senin için muhafaza etsin, zayi’ olmasın. İleride mühim bir fiat sana verecek. Sen muvazzaf ve memur bir askersin. Onun namıyla çalış ve hesabıyla amel et. Odur ki, muhtaç olduğun şeyleri sana rızk olarak gönderiyor ve senin tâkatın yetmediği şeylerden seni muhafaza eder.

Mesnevi-i Nuriye

Amma Kur’anın hâlis ve tam şakirdi ise, bir abddir. Fakat a’zam-ı mahlukata karşı da ubudiyete tenezzül etmez ve Cennet gibi en büyük ve a’zam bir menfaati gaye-i ubudiyet yapmaz bir abd-i azizdir. Hem halîm selimdir. Fakat Fâtır-ı Zülcelalinden başkasına, izni ve emri olmadan tezellüle tenezzül etmez bir halîm-i âlîhimmettir. Hem fakirdir fakat onun Mâlik-i Kerim’i ona ileride iddihar ettiği mükâfat ile bir fakir-i müstağnidir. Hem zaîftir fakat kudreti nihayetsiz olan Seyyidinin kuvvetine istinad eden bir zaîf-i kavîdir ki, Kur’an hakikî bir şakirdine cennet-i ebediyeyi dahi gaye-i maksad yaptırmadığı halde; bu zâil fâni dünyayı ona gaye-i maksad hiç yapar mı?

Mesnevi-i Nuriye

Ey sefahet ve dalalette bozulmuş ve İsevî dininden uzaklaşmış Avrupa! Deccal gibi bir tek gözü taşıyan kör dehân ile ruh-u beşere bu cehennemî haleti hediye ettin! Sonra anladın ki: Bu öyle ilâçsız bir illettir ki, insanı a’lâ-yı illiyyînden, esfel-i safilîne atar. Hayvanatın en bedbaht derecesine indirir. Bu illete karşı bulduğun ilâç, muvakkaten ibtal-i his hizmeti gören cazibedar oyuncakların ve uyutucu hevesat ve fantaziyelerindir. Senin bu ilâcın, senin başını yesin ve yiyecek! İşte beşere açtığın yol ve verdiğin saadet, bu misale benzer.

Mesnevi-i Nuriye

Kendi nefsime hitaben demiştim: Ey gafil Said! Bil ki: Şu âlemin fenasından sonra sana refakat etmeyen ve dünyanın harabıyla senden müfarakat eden bir şeye kalbini bağlamak sana lâyık değildir. Hususan senin asrının inkırazıyla seni terkedip arka çeviren ve bahusus berzah seferinde arkadaşlık etmeyen ve hususan seni kabir kapısına kadar teşyi’ etmeyen, hususan bir iki sene zarfında ebedî bir firak ile senden ayrılıp günahını senin boynuna takan, hususan senin rağmına olarak husulü anında seni terkeden fâni şeylerle kalbini bağlamak, kâr-ı akıl değildir. Eğer aklın varsa; uhrevî inkılabatında, berzahî etvarında ve dünyevî inkılabatının müsadematı altında ezilen, bozulan ve ebedî seferde sana arkadaşlığa muktedir olmayan işleri bırak, ehemmiyet verme, onların zevalinden kederlenme. Sen kendi mahiyetine bak ki: Senin latifelerin içinde öyle bir latife var ki, ebedden ve ebedî zâttan başkasına razı olamaz. Ondan başkasına teveccüh edemiyor, masivasına tenezzül etmez. Bütün dünyayı ona versen, o fıtrî ihtiyacı tatmin edemez. O şey ise, senin duygularının ve latifelerinin sultanıdır. Fâtır-ı Hakîm’in emrine muti’ olan o sultanına itaat et, kurtul!..

Mesnevi-i Nuriye

Ey insan! Kur’anın desatirindendir ki, Cenab-ı Hakk’ın masivasından hiçbir şeyi ona taabbüd edecek bir derecede kendinden büyük zannetme. Hem sen kendini hiçbir şeyden tekebbür edecek derecede büyük tutma. Çünki mahlukat, mabudiyetten uzaklık noktasında müsavi oldukları gibi, mahlukıyet nisbetinde de birdirler.

Mesnevi-i Nuriye

Ubudiyette ancak teslimiyet vardır. Tecrübe, imtihan yoktur.

Mesnevi-i Nuriye

Ey şek cephesinde, gaflet gölgesinde istirahata çekilen bîçare! Gaflet serinliğinde, şek içinde zevkettiğin lezzeti lezzet sanma! O zehirli baldır. Az bir zaman sonra cehennemî bir azaba inkılab edecektir. Eğer âlâmın lezaize, nârın nura inkılab etmesi emelinde isen, evkat-ı hamsede rüku ve sücud kancasıyla gururun hortumunu bük, sık, başını kır, imanı doldur. Sonra âyâta tefekkür ile taate devam eyle ki, şek ve gaflet perdeleri yırtılsın. Bu dalalât acılığından, necatın halâveti tavazzuh ile münacat lezzeti ortaya çıksın.

Mesnevi-i Nuriye

⟨⟨ Evet, cesedin genç iken latîf, zarif ve güzel gül çiçeğine benzerse de ihtiyarlığında kuru ve uyuşmuş kış çiçeğine benzer ve tahavvül eder. ⟩⟩
Said’ler zümresinde haşret ve Said’lerle beraber, Nebiyy-i Muhtârının şefaatiyle Cennete idhal et Âmin, âmin, âmin.
İ’lem eyyühe’l-aziz!
Ubudiyet, sebkat eden nimetin neticesi ve onun fiyatıdır.
Gelecek bir nimetin mükâfat mukaddimesi ve vesilesi değildir.
Mesela, insanın en güzel bir surette yaratılışı, ubudiyeti iktiza eden sâbık bir nimet olduğu ve sonra da imanın i’tasıyla kendisini sana tarif etmesi, ubudiyeti iktiza eden sâbık nimetlerdir.
Evet, nasıl ki midenin i’tasıyla bütün mat’umat i’ta edilmiş gibi telakki ediliyor; hayatın i’tasıyla da âlem-i şehadet müştemil bulunduğu nimetler ile beraber i’ta edilmiş gibi telakki ediliyor.
Ve keza nefs-i insanînin i’tasıyla, bu mide için mülk ve melekût âlemleri nimetler sofrası gibi kılınmıştır.
Kezalik imanın i’tasıyla, mezkûr sofralar ile beraber, esma-i hüsnada iddihar edilen defineleri de sofra olarak verilmiş oluyor.
Bu gibi ücretleri peşin aldıktan sonra, devam ile hizmete mülazım olmak lâzımdır.
Hizmet ve amelden sonra verilen nimetler mahza onun fazlındandır.
nazar ile niyet mahiyet-i eşyayı tağyir eder.
nimete bakıldığı zaman Mün’im, san’ata bakıldığı zaman Sâni, esbaba nazar edildiği vakit Müessir-i Hakikî zihne ve fikre gelmelidir.
Allah’ım, bizi saadet ehlinden kıl, Said’ler zümresinde haşret ve Said’lerle beraber, Nebiyy-i Muhtârının şefaatiyle Cennete idhal et. Ona ve Âline de, Senin rahmetine ve onun hürmetine lâyık şekilde salât ve selâm et.
Demek kalb, ebed-ül-âbâda müteveccih açılmış bir penceredir. Bu fâni dünyaya râzı değildir.
Herbir nimetin bidayetinde, mü’min olan kimse Besmeleyi okusun. Ve o nimetin Allah’tan olduğunu kasdetmekle, kendisi ancak Allah’ın ismiyle, Allah’ın hesabına aldığını bilerek, Allah’a minnet ve şükranla mukabelede bulunsun.
İ’lem eyyühe’l-aziz!
Kâinat bir şeceredir.
Anâsır onun dallarıdır.
Nebatat yapraklarıdır.
Hayvanat onun çiçekleridir.
İnsanlar onun semereleridir.
Bu semerelerden en ziyadar, nurlu, ahsen, ekrem, eşref, eltaf Seyyidü’l-enbiya ve’l-mürselîn, İmamü’l-müttakin, Habib-i Rabbü’l-âlemîn Hazret-i Muhammed’dir.
عَلَيْهِ اَفْضَلُ الصَّلَوَاتِ مَادَامَتِ الْاَرْضُ وَ السَّمٰوَاتُ
İslâmiyet, bütün insanlara bir nur, bir rahmettir.
O zât (A.S.M.) öyle bir kutub ve nokta-i merkeziyedir ki, onun halka-i zikrinde bulunan bütün enbiya u ahyar, ebrar u sadıkîn onun kelimesine müttefik ve kelâm-ı nutkuyla nâtıktırlar. Ve öyle bir şecere-i nuraniyedir ki, damar ve kökleri, enbiyanın esasat-ı semaviyesidir. Dal ve budakları, evliyanın maarif-i ilhamiyesidir.
Mesnevi-i Nuriye – 22
BİRİNCİ REŞHA:
Arkadaş! Hâlıkımızı tarif eden, pek büyük bir şahsiyet-i maneviyeye mâlik, bürhan-ı nâtık dediğimiz Hazret-i Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâm kimdir? diye yapılan suale cevaben deriz ki:
Hazret-i Muhammed (A.S.M.) öyle bir zâttır ki; azamet-i maneviyesinden dolayı sath-ı arz, o zâtın Mescid-i Aksa’sıdır. Mekke-i Mükerreme onun mihrabı, Medine-i Münevvere onun minber-i fazl-ı kemalidir. Cemaat-i mü’minîne en son ve en âlî imam ve nev’-i beşerin hatib-i şehîridir; saadet düsturlarını beyan ediyor. Ve bütün enbiyanın reisidir; onları tezkiye ve tasdik ediyor. Çünki dini bütün dinlerin esasatına câmi’dir. Ve bütün evliyanın başıdır. Şems-i risaletiyle onları terbiye ve tenvir ediyor.
Mesnevi-i Nuriye – 21
Reşhalar
بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ
TENBİH
Hâlık-ı Âlem’i bize tarif ve ilân eden deliller ve bürhanlar, lâyüadd ve lâyuhsadır. O delillerin en büyükleri üçtür:
Birincisi:
Bazı âyetlerini gördüğün, işittiğin şu kitab-ı kebir-i kâinat tır.
İkincisi:
Bu kitabın âyetü’l-kübrası ve divan-ı nübüvvetin hâtemi ve künuz-u mahfiyenin miftahı olan Hazret-i Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâm’dır.
Üçüncüsü:
Kitab-ı âlemin tefsiri ve mahlukata karşı Allah’ın hücceti olan Kur’an’dır.
Şimdi, birkaç reşha zımnında ikinci bürhanı tariften sonra sözlerini dinleyeceğiz.
Mesnevi-i Nuriye – 21
sen bir şeye malik değilsin nedir bu gururun?
Küre-i Arzı bir köy şekline sokan şu medeniyet-i sefihe ile gaflet perdesi pek kalınlaşmıştır. Ta’dili, büyük bir himmete muhtaçtır. Ve keza beşeriyet ruhundan dünyaya nâzır pek çok menfezler açmıştır. Bunların kapatılması ancak Allah’ın lütfuna mazhar olanlara müyesser olur.
İ’lem Eyyühel-Aziz!

Şu gördüğün büyük âleme büyük bir kitab nazarıyla bakılırsa, Nur-u Muhammedî (A.S.M.) o kitabın kâtibinin kaleminin mürekkebidir.
Eğer o âlem-i kebir, bir şecere tahayyül edilirse, Nur-u Muhammedî hem çekirdeği, hem semeresi olur.
Eğer dünya mücessem bir zîhayat farzedilirse, o nur onun ruhu olur.
Eğer büyük bir insan tasavvur edilirse, o nur onun aklı olur.
Eğer pek güzel şaşaalı bir cennet bahçesi tahayyül edilirse, Nur-u Muhammedî onun andelibi olur.
Eğer pek büyük bir saray farzedilirse, Nur-u Muhammedî o Sultan-ı Ezel’in makarr-ı saltanat ve haşmeti ve tecelliyat-ı cemaliyesiyle âsâr-ı san’atını hâvi olan o yüksek saraya nâzır ve münadi ve teşrifatçı olur.
Bütün insanları davet ediyor.
O sarayda bulunan bütün antika san’atları, hârikaları ve mu’cizeleri tarif ediyor.
Halkı o saray sahibine, sâni’ine iman etmek üzere cazibedar, hayret-efza davet ediyor.

Ey nefs-i emmarem! Sana tâbi’ değilim.
Görüyoruz ki, kalb hangi bir şeye el atarsa, bütün kuvvetiyle, şiddetiyle o şeye bağlanır. Büyük bir ihtimam ile eline alır, kucaklar. Ve ebedî bir devamla onun ile beraber kalmak istiyor. Ve onun hakkında tam manasıyla fena olur. Ve en büyük ve en devamlı şeylerin peşindedir, talebindedir. Halbuki umûr-u dünyeviyeden herhangi bir emir olursa, kalbin istek ve âmâline nazaran bir kıl kadardır. Demek kalb, ebedü’l-âbâda müteveccih açılmış bir penceredir. Bu fâni dünyaya razı değildir.
Kaderden sana atılan bir musibet taşına maruz kaldığın zaman,
اِنَّا لِلّٰهِ وَ اِنَّا اِلَيْهِ رَاجِعُونَ
söyle ve Merci-i Hakikî’ye dön, imana gel, mükedder olma. O seni senden daha ziyade düşünür.
İnsanın çekirdeği olan kalb, ubudiyet ve ihlas altında İslâmiyet ile iska edilmekle imanla intibaha gelirse, nuranî, misalî âlem-i emirden gelen emr ile öyle bir şecere-i nuranî olarak yeşillenir ki; onun cismanî âlemine ruh olur. Eğer o kalb çekirdeği böyle bir terbiye görmezse, kuru bir çekirdek kalarak nura inkılab edinceye kadar ateş ile yanması lâzımdır.
İ’lem Eyyühel-Aziz!
Şu gördüğün büyük âleme büyük bir kitab nazarıyla bakılırsa, Nur-u Muhammedî (A.S.M.) o kitabın kâtibinin kaleminin mürekkebidir. Eğer o âlem-i kebir, bir şecere tahayyül edilirse, Nur-u Muhammedî hem çekirdeği, hem semeresi olur. Eğer dünya mücessem bir zîhayat farzedilirse, o nur onun ruhu olur. Eğer büyük bir insan tasavvur edilirse, o nur onun aklı olur.
Binaenaleyh mâlikiyet davasından vazgeç. Kendini mehasin ve kemalâta masdar olduğunu zannetme. Ve kat’iyen bil ki senden sana yalnız noksan ve kusur vardır. Çünkü sû-i ihtiyarınla, sana verilen kemalâtı bile tağyir ediyorsun. Senin hanen hükmünde bulunan cesedin bile emanettir. Mehasinin hep mevhubedir, seyyiatın meksûbedir.
Evet, insan hüsn-ü zanna memurdur. İnsan, herkesi kendisinden üstün bilmelidir. Kendisinde bulunan sû-i ahlâkı, sû-i zan sâikasıyla başkalara teşmil etmesin. Ve başkaların bazı harekâtını, hikmetini bilmediğinden takbih etmesin. Binaenaleyh eslâf-ı izamın hikmetini bilmediğimiz bazı hallerini beğenmemek, sû-i zandır. Sû-i zan ise maddî ve manevî içtimaiyatı zedeler.
Her iki hayatın levazımatı, Mâlikü’l-mülk tarafından verilmiştir. Fakat o levazımatı, cehlinden dolayı tamamen bu hayat-ı fâniyeye sarf ediyor. Halbuki o levazımattan lâekall onda biri dünyevî hayata, dokuzu hayat-ı bâkiyeye sarf etmek gerektir.
İ’lem eyyühe’l-aziz! İnsan bir yolcudur. Sabavetten gençliğe, gençlikten ihtiyarlığa, ihtiyarlıktan kabre, kabirden haşre, haşirden ebede kadar yolculuğu devam eder.
ölümden sonra haşrin gelmesi, güzden sonra baharın gelmesi gibidir.
o lezzetler ve o nefîs şeyler ibret ve şükre sevk içindir. Çünkü, onlar Cenâb-ı Hakkın ehl-i iman için Cennetlerde ihzar ettiği hakikî nimetlere nümunelerdir.
Allahım, her iki dünyanın efendisi, iki âlemin medar-ı fahri, dünya ve âhiretin hayatı, iki cihan saadetinin vesilesi, zülcenâheyn ve cin ve insin resulü olan şu Habîbine, onun bütün âl ve ashabına ve onun enbiyâ ve mürselîn kardeşlerine salât ve selâm et.
Hadis-i kudsî. Sen olmasaydın ben âlemleri yaratmazdım. Ali el-Kari, Şerhü’ş-Şifâ, 1:6; el-Aclunî, Keşfü’l-Hafâ, 2:164.
Güneşin bir zerre cam parçasındaki timsaline bakıp da Güneş de bu kadardır deme. Çünki o zerre, kabiliyeti kadar o güneşten feyz alır. Sen ise âyinenin büyüklüğü nisbetinde o manevî şemsten feyz alacaksın.
Acz ve fakrımı vesile yaparak Rabbime iltica ettim.
Her anda Allah kelimesine ihtiyaç vardır. Her vakit Besmele ye her saatte Lâ ilahe illallah a ihtiyaç vardır.
Arkadaş! Bildiğimiz, gördüğümüz dünya bir iken insanlar adedince dünyaları hâvidir. Çünkü her insanın tam manasıyla hayalî bir dünyası vardır. Fakat öldüğü zaman dünyası yıkılır, kıyameti kopar.

Mesnevî-i Nuriye

Allah’ı ittiham etmekle işini terk edip Allah’ın işine karışma ki nankör âsiler defterine kaydolmayasın.
hüsn-i zâtî, kubh-u zâtîye inkılâp eder. İnkılâb-ı hakâik ise muhaldir.
Yâ Rabbenâ! onun duasını kabul eyle. Biz de o duayı ediyoruz. Biz de onun talep ettiğini talep ediyoruz.
Feyâ acaba! Ekser-i nâs neden böyle hak şeylerden göz yumuyorlar, hakikatlerden kulak tıkıyorlar?

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir