İçeriğe geç

Mesnevi Deryasından Ab-ı Hayat Katreleri Kitap Alıntıları – Osman Nuri Topbaş

Osman Nuri Topbaş kitaplarından Mesnevi Deryasından Ab-ı Hayat Katreleri kitap alıntıları sizlerle…

Mesnevi Deryasından Ab-ı Hayat Katreleri Kitap Alıntıları

Sen,kaskatı bir taş veya mermer parçası olsan dahî,bir gönül sahibine erişebilirsen,işte o zaman cevher,yani zümrüd,pırlanta, elmas olursun.Temiz erlerin sevgisini gönlüne yerleştir.Âriflerin muhabbetinden başka bir şeye gönül verme.
Şu,ten içinde bulunan rûh,mânâdan, aşktan habersiz ise,o kın içindeki tahta kılıç gibidir.O tahta kılıç, kınında bulundukça,görünüşte kıymetli,işe yarar sanılır;kınından sıyrılıp dışarı çıkınca,ancak yanmaya yarar.Eğer o tahtadan ise,git başka bir kılıç ara.Eğer elmastan ise, sevinerek,iştahla ileri atıl.Elmas kılıç,velilerin silâhlığındadır.Onları görmek size kimyadır.Mânevî güçtür.
Günah kirlerine batmış olanlarla oturup kalkmak baş ve gönül gözünü kör eder.
“Te­ni aşı­rı bes­le­yip ge­liş­tir­me­ye bak­ma! Çün­kü o,so­nun­da top­ra­ğa ve­ri­le­cek bir kur­ban­dır. Sen,asıl gön­lü­nü bes­le­me­ye bak!Yü­ce­le­re gi­de­cek ve şe­ref­le­ne­cek olan,odur.Be­de­ni­ne,yağ­lı bal­lı şey­le­ri az ver.Çün­kü onu ge­re­ğin­den faz­la bes­le­yen,nef­sâ­nî ar­zu­la­ra dü­şü­yor ve so­nun­da re­zîl olup gi­di­yor.Rû­ha mâ­ne­vî gı­dâ­lar ver.Ol­gun dü­şü­nüş,in­ce an­la­yış ve rû­hî gı­dâ­lar sun da, gi­de­ce­ği ye­re güç­lü, kuv­vet­li git­sin.” 
Hazret-i Mev­lâ­nâ âşı­ğı bir mü­te­fek­kir [düşünür],on­da­ki de­rû­nî hâl­le­rin id­râ­kin­de in­san­la­rın ek­se­ri­si­nin ac­ziyet için­de ol­du­ğu­nu ifâ­de sa­de­din­de şöy­le der:
“–Biz,Mev­lâ­nâ Ce­lâ­led­dîn’in vec­di­nin fer­yatla­rı­nı din­le­dik.Dal­dı­ğı hu­zur de­ni­zi­nin de­rin­lik­le­ri­ni gör­me­mi­ze im­kân yok.De­ni­zin tâ di­bin­den sıy­rı­lıp,su­yun yü­zü­ne ne vur­du ise onu gö­rü­yo­ruz.Biz Haz­ret-i Mev­lâ­nâ’nın aş­kı­nı de­ğil,sa­de­ce aş­kı­nın di­le ge­len feryatlarını el­de et­tik.Pel­tek di­li­miz­le an­lat­ma­ya ça­lış­tı­ğı­mız,bü­tün bun­dan ibâ­ret. Hu­zur de­ni­zi­ne yal­nız o dal­dı.Bi­ze vec­di­nin fır­tı­na­sın­dan çı­kan ses­ler
kal­dı.Hey­hât!Onu Mev­lâ­nâ zan­ne­di­yo­ruz.”
“Ben,Mesnevî’yi hülâsâ [özet] olarak yazdırdım.Eğer esrar ve hikmetleri
biraz daha şerh edecek olsaydım,
onu kırk merkep zor taşırdı.”
buyurarak Allâh’ın ilim ve hikmet denizinin nihâyetsizliğine işaret etmişlerdir.
Mevlânâ’nın eserlerinde geçen ney,aslında “insan-ı kâmil”i temsil etmektedir.Sazlıktaki bir kamışın ney hâline gelene kadar geçirdiği devreler,insanın olgunlaşmasını,yani “nefsi tezkiye ve kalbi tasfiye” basamaklarını ifade eder İnsan da kemâl yolunda hep bu safhalardan geçer.
Öncelikle ilahi takdir ve tasarruftaki hikmet ve sırları idrak etmeyi ve bununla teselli,tatmin ve huzur bulmayı talim eder.Tasavvufun özü:
Hâlık’ın nazarıyla mahlûkata bakış ufku;zor dönemlerde şifalı bir sevgi,
muhabbet ve şefkatin derinleştirdiği bir hissiyat ile zayıf,mağdur ve mazlumlar için en müstesna bir sığınak,barınak ve adeta bir ana kucağı vazifesi görmüştür.
Aşk ve muhabbet merkezi olan gönle,akıldan ziyade ağırlık verilmesinden doğmuş olan tasavvufi akım ve üsluplar,denilebilir ki,her türlü harici tesirden korunmak için inşa edilmiş olan bir binayı,dört duvardan ibaret bırakmayıp onu güzelce tahkim [sağlamlaştırma] ve sonra da tezyin [süsleme] etmek faaliyetidir.
Gül,o güzel kokuyu diken ile hoş geçindiği için kazandı.Bu hakikati gülden de işit.Bak,o ne diyor:
Dikenle beraber bulunduğum için neden gama düşeyim,neden kendimi kedere salayım?Ben ki gülmeyi,o kötü huylu dikenin beraberliğine katlandığım için elde ettim.Onun vesilesiyle aleme güzellikler ve hoş kokular sunma imkânına kavuştum..
Hâl-i has’tan anlamaz bir türlü ham,
Söz az olsun, özlü olsun vesselâm..!
Anlayışlı adam hasretiyle öleceğim..!
(Mevlânâ Hz.)
Kalbin,bir nazargâh-ı ilahî olduğunu unutmamak lazımdır.
Bir kimsenin sûretine değil sîretine, yâni gönül âlemine nazar et.
Zîrâ, bir kimseyi zirveleştiren, ancak onun güzel huyu ve yüksek ahlâkıdır.
Gafilane bir hayat; çocuklukta oyun, delikanlılıkta şehvet, erginlikte gaflet, ihtiyarlıkta elden gidenlere hasret ve binbir türlü çırpınış ve nedâmetten ibârettir.
Kişiye muhabbet duyduğu kimsenin kaderinden müspet veya menfi bir pay isabet eder. Bu yüzden kişi, ünsiyette bulunduğu insanlara dikkat etmek mecburiyetindedir.
Zira, haram gıda ve gafilane davranışlar, negatif enerji vermek sureti ile idraki matlaştırır.
Bazen ne kadar iyi top sürersen sür, topu sadece kendinde tutmaktan zarar gelir.
Bil ki, bakır, altın olmadıkça bakırlığını bilmez. Gönül de manevi kıvamı ulaşmadıkça hatalarını görmez, sufiliğine anlamaz.
Ey insan, başkalarından gördüğü zulümler, kötülükler, senin kendi kötü huyunun onlardan aksetmesidir, görünmesidir.
On yaşındayken İstanbul’a ayak bastım. Ülkenin en büyük şehrindeyim ve danışacak, sığınacak kimsem yoktu. Başkasının kâbusu olur ama benim için ucu nereye gideceği bilinmeyen bir macera
Bu dünyâ, bir rüyâdan ibarettir..
Nefsin en büyük cinâyeti bir gönül kırmaktır.
Peygamberlerin îmândan sonra en mühim vazîfeleri, mü’minleri nefsânî vasıflardan kurtarıp ahlâk-ı hamîdeye yükseltmeleridir.
Onlar, Kur’ân’ı inceden inceye düşünmezler mi? Yoksa kalplerinde kilitler mi var?
İdarecinin en mümtaz vasfı; merhamet, şefkat, samimiyet sahibi olması ve mes’ûl olduğu kitleyi gönlünde taşımasıdır.
Muhabbet arttıkça, yöneldiği varlıkla alakalı her şeyi içine almaya başlar ve onlara nüfûz ile sirâyet eder. Mesela bir kimseyi şiddetle seven, onun doğduğu şehre, o şehrin insanlarına veya sevdiği insanın hâllerine benzer hâller taşıyanlara, onun ismini taşıyanlara… ilh. derece derece muhabbet eder. Buna muhabbetin “şuurî derinlik” kazanması da denir.

Pakistan’ın meşhur mütefekkiri Muhammed İkbal, Mevlânâ Celâleddin Rûmî’ye o kadar muhabbet hâlinde idi ki, uçağı Türk hava sahanlığına girdiği zaman heyecandan gayr-i ihtiyârî ayağa kalkmış:

“–Şimdi Mevlânâ’nın yurduna girdik!..” demiştir.

Liyâkatsiz bir gönle dûçâr olmak, ne hazin bir yıkımdır!
Bununla meşrû beşerî aşk, yani Allâh’tan gayri bir varlıkla kalbî ünsiyet ve bağlılık geçici bir merhale olarak yaşandığı takdirde, bu hoş görülür. Zîrâ bu takdirde o, muhabbetullâha giden yolda bir merhale olur. Ancak kalb, o fânî varlığa takılıp kalırsa, muhatap putlaşır ve ilâhî vuslata engel olur. Eğer Mecnûn gibi, “Leylâ diye diye Mevlâ’yı buldum.” diyebilir ve fânî bir varlığa teveccühle başlayan meşrû muhabbeti, o fânî varlığa takılıp kalmayarak ilâhî aşka bir basamak olarak kullanabilirse ne mutlu!.. Yani aslolan “mutlak cemâl”dir. Onun tâlibi olmak, dünya hayatındaki en büyük ve ulvî gâyedir.
Bu âlemde Allah’tan gayri sevgiye mazhar olacak bütün dostlar, mutlak bir sûrette fânîdir.
İnsan, muhabbet ettiği kişinin kaderinden pay alır.
Selim akıl, bir başka selîm akılla, yani vahiyle terbiye edilmiş akılla birleşince güçlenir,nûru çoğalır, yolunu iyi görür.

Nefs ise bunun aksine, bir başka nefsle sırf nesfsânî tatminkârlık arzusuyla dost olmaktan hoşlanır,böyle olunca o yolda karanlık artar; hakîkat görünmez olur.

Bulamayacağımı ben de biliyorum. Ama, yine de aramaktan zevk alıyorum!
Gülün tarâveti(tazeliği) bozulup, gül bahçesi hazân mevsimine girince, artık bülbülün hoş nağmeleri ve feryatları işitilmez olur.
Zîrâ günah kirlerine batmış olanlarla oturup kalkmak baş ve gönül gözünü kör eder.
İçimi dökecek, beni anlayacak bir kişinin hasretiyle gidiyorum!..
Nefsânî arzularına râm olan günümüz, insanları maddenin cenderesinde rûhânî hayatını zaafa uğratmış ve Moğol istilâlarından daha beter bir mânevî yıkıma uğramıştır.
“Gül, o güzel kokuyu diken ile hoş geçindiği için kazandı. Bu hakîkati gülden de işit. Bak, o ne diyor: Dikenle beraber bulunduğum için neden gama düşeyim, neden kendimi kedere salayım? Ben ki, gülmeyi, o kötü huylu dikenin beraberliğine katlandığım için elde ettim. Onun vesîlesiyle âleme güzellikler ve hoş kokular sunma imkânına kavuştum…”
iman, edebden ibârettir!
Allah için gerçek dostluk , bedenleri ayrı olan iki varlığın bir kalpte yaşamasıdır.
Diğer bir ifâde ile dostların, birbirini yıkayan iki el hâline gelmesidir.
Tıpkı muhâcir ve Ensar gibi
Hazret_i Mevlânâ:
Teni aşırı geliştirmeye bakma!
Çünkü o, sonunda toprağa verilecek bir kurbandır.
Sen, asıl gönlünü beslemeye bak! Yücelere gidecek ve şereflenecek olan odur.
Topraktan yaratılmış olan bedenimiz, aşk sâyesinde göklere yükseldi, ulvîlik kazandı.
( c.1, 25)
İlahî aşk sayesinde nefsâniyetten kurtulan, benlik elbisesinden sıyrılan kimse; hırstan, her türlü ayıp ve cirkinlikten tamamıyla temizlenir.
( c.1, 22 )
Harîslerin, yani dünyayı çok sevenlerin göz testisleri hiç dolmaz.
Sadef de kanaat edici olmayınca, içi inci ile dolmaz
Şeriatte “Senin malın senin, benimki ise benim.” iken,
Tarikatte “Senin malın senin, benimki de senin.” olur.
Hakikatte ise “Ne seninki senin, ne de benimki benim, hepsi Allâh’ındır!”
Huzurun en büyük düşmanı “kıskanma” ve onun netîcesi olan “hased”dir.
“Arkadan çekiştirmeyi (yani gıybeti), yüze karşı eğlenmeyi âdet edinen herkesin vay hâline!” (el-Hümeze, 1)
“…Sakın o çok aldatıcı şeytan, sizi Allâh’ın affına güvendirerek aldatmasın.”
(Lokmân, 33)
“Nefsini (maddî ve mânevî kirlerden) temizleyen kurtuluşa erdi. Onu günahlarla örten ise helâk oldu.” (eş -Şems, 9-10)
“İnsan kendisini ucuza sattı. O, çok değerli atlas bir kumaşı gibi idi; tuttu, kendini bir hırkaya yamadı.”
Uyanıgör gafletten
Geç bu fânî lezzetten
İç kevser-i vahdetten
Tevhîde gel, tevhîde
–Dünya nedir? suâline büyükler:
– Allâh’tan alıkoyan herşey! cevabını vermişlerdir.
“İyi talihli ve insan olan kişi bilir ki; zeki olmak, akıllı geçinmek iblisin yoludur;
aşk ve kulluk da Âdem’indir.”
İki şeyi unutma:
1. Allâh’ı ve
2. Ölümü.
İki şeyi de unut:
1. Sana yapılan fenalıkları
2. Yaptığın hayır ve iyilikleri.
İncitmemek, nispeten kolaydır. Ama incinmemek elde değildir. Zîrâ o, bir gönül işidir. Dolayısıyla incinmemek, ancak fânîlerden gelen ve kalblere saplanan zehirli okların tesirsiz kalması ile mümkündür.
“İnsanı inciten kişinin, Allâh’ı incittiğinden haberi yoktur. O bilmiyor ki, bu küpün suyu, Hakk ırmağının suyu ile birleşmiştir.”
“…Rabbimiz! Bize bol bol sabır ver (üzerimize sabır yağdır) ve müslüman olarak canımızı al!” (el-A’râf, 126)
“Onlar, Kur’ân’ı inceden inceye düşünmezler mi? Yoksa, kalblerinde kilitler mi var?” (Muhammed, 24)
“Aşk, muhabbet, dostluk gibi hususların cümlesi vefâya bağlıdırlar ve dâimâ vefâlı olan kimseyi ararlar.Onlar, vefâsız bir gönle aslâ yaklaşmazlar.”
“Mecâzî aşk”dediğimiz bu gibi sevgilerin, insanları aşkları uğrunda hayat fedâ etme derecesinde dehşetli bir diğergâmlığa sevk edebildiği düşünülürse, “ilâhî aşk” yolunda, binlerce kere can fedâ etmek bile az kalır. Seven, sevilen yolunda, sevdiği nisbette kendi benliğinden fedâkârlık etmeye ve bazen de tamamen vazgeçmeye meyil duyar.
Mesnevî: “Herkesin, her şeyin Kendisine muhtaç olduğu, lâkin kendisinin hiç bir şeye ihtiyacı bulunmayan Allâh’ın tertemiz Zât’ına yemin ederim ki, kötü yılan, kötü dosttan iyidir!”
Bu âlemde Allâh’dan gayri sevgiye mazhar olacak bütün dostlar, mutlak bir sûrette fânîdir. Bu yüzden sevginin, aşkın, vefâ ve dostluğun asıl hedefi Cenâb-ı Hak olmalıdır.
Sâdıklarla beraber olunuz!” (Tevbe,119)
Teni besleyip geliştirmeye bakma, çünkü o, sonunda toprağa verilecek bir kurbandır. Sen, gönlünü beslemeye bak.Yücelere gidecek, şereflenecek odur.
Hz. Mevlânâ şöyle ifâde buyurur:

“İnsanı inciten kişinin, Allâh’ı incittiğinden haberi yoktur. O bilmiyor ki bu küpün suyu, Hak ırmağının suyu ile birleşmiştir.”

“Bilgisizliğimiz, körlüğümüz yüzünden, Hakk’ın velîlerini hor görmek, onları incitmek istiyoruz.”

“İbtilâ, belâya uğrayış bir hastalıktır, belâya uğrayan kişiye acırlar, ama ahmaklık öyle bir hastalıktır ki başkalarını da yaralar ve incitir.”

“Ahmaklar, insan yapısı mescide saygı gösterirler de, gönül sahiplerinin gönüllerini kırmaya çalışırlar.”

“Bu gönül evinin içinde kimin bulunduğunu biliyorsanız, bu gönül sahibinin kapısı önünde ettiğiniz terbiyesizlik nedendir?”

“Oysa bir Allâh adamının, yani bir peygamberin veya velînin gönlü incinmeyince, Allâh hiç bir kavmi rezîl ve rüsvâ etmemiştir.”

Dolayısıyla tasavvuf, incitmemek bahsi üzerinde ziyadesiyle durur. Öyle ki, incinmemek derecesinde…

Muhabbetullah, kalbi dünya muhabbetinden temizlemedikçe tam olarak gerçekleşmez.
Zira zihni alaka, zamanla kalbi akrabalığa döner.
Muhabbet ettiği kişinin kaderinden pay alır; onunla temayül ve duygularda müştereklik kazanır.
Daima salihlerle beraber olan, salihleşir; zalimlerle beraber olan da zalimleşerek onların zulüm ve cürüm ortağı olurlar.
“Anlayışlı adam hasretiyle öleceğim!..” (Mevlana)
Teni aşırı besleyip geliştirmeye bakma! Çünkü o, sonunda toprağa verilecek bir kurbandır Sen asıl gönlünü beslemeye bak! Yücelere gidecek ve şereflenecek olan odur. (Mevlana)
Toplum hayatında huzurun ve saadetin birinci şartı, Allah’ın bizim için takdir ettiğine razı olmaktır.
Zira toplum, gayr-i ahlaki bir anaforun içinde selde yüzen kütükler gibi meçhul bir akıbete doğru sürüklenmektedir. Bu büyük buhran karşısında ayakta kalabilmek için yine gerçek bir sığınak ve barınak olarak tasavvufun sunduğu sükun ve huzur limanına sığınmak zarureti vardır.
“Gül, o güzel kokuyu diken ile hoş geçindiği için kazandı.” (Mevlana)
İnsanın iç dünyası bir ormana benzer. Orada, en vahşi ve yırtıcısından, en munis ve sevimlisine kadar bütün hayvanlar sergilenmektedir.
İnsanın asıl hüviyeti, dilinin altında gizlidir. Şu dil, insanın iç aleminin sergisidir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir