İçeriğe geç

Mesihpaşa İmamı Kitap Alıntıları – Samiha Ayverdi

Samiha Ayverdi kitaplarından Mesihpaşa İmamı kitap alıntıları sizlerle…

Mesihpaşa İmamı Kitap Alıntıları

Zindandan kurtulan mahpus, şimdi dünyadan da kurtulup bir başka cihana kanat açmış gibiydi.
İşte Halis Efendi de uzun zaman kendini aldatmak savaşında kılıç kalkan oynattıysa da sonunda bütün müdafaa aletlerini atarak teslim oldu: Seviyordu.
Kitaplarının, hocalarının öğretemediği bir hakikati acaba ona sessiz sedasız tâlim eden de kimdi?
Tahir’i Tahir yapan muhakkak ki bir aşktı.
Acaba kaybolan ruhunu bulmasını bilecek miydi?
Taş, toprak, kurt, kuş, su dünyada her ne varsa hep Allah’ın askerleridir.
Bu dünyada zevkin büyüdüğü kadar derdin de arttığını babası ona her zaman söylemez miydi?
Fakat korkuyordu. Bunca yıllık imanına bir leke düşürmekten çok korkuyordu.
Dert vardır el sürülmezse iyileşir; dert vardır bıçak vurulursa şifalanır.
Fakat çocuk, dünya, dünya olalı beri bir tecrübe tahtası olmaktan kurtulmuş muydu?
Her nerede ki aşk derdini arttırır, orada Ebu Hanife de Şafii de ders vermez.
Demek ki, hayatta en sözü geçkin âmil aşktı. Ve her insan vücudu gemisi, aşkı dümenine göre istikamet alıyordu.
Bu dünya bir aşk dünyası idi.
Anladım ki dünya bir ayna biz iyi, biz güzelsek, o da iyi, o da güzel. Biz çirkin, biz kötü isek, o da çirkin o da suratsız.
Öyle ya, insan oğlu fırsat kollayan bir mahluktu; karşısında her arzusuna peki diyen, her derdine çare düşünen birini buldu mu yüklenmek âdeti idi.
Dertli idi; yüreği yaralanmıştı. Görünmez bir el her gün yeni bir sille ile onu tokatlıyor, hırpalıyordu.
Bu makine medeniyeti, hayatı hayat yapan yumuşaklığı, düşünceyi, ruhu, ana rahmindeki cenini kemiren ur gibi doğmasına, yaşamasına meydan vermeden boğmakta idi.
Topkapı surlarından Marmara kıyılarına kadar uzanan bu yarım çemberi gören güzel manzaralı bir camii vardı ki, akşamları tek başına otların üstüne oturur ve kirpiklerini süze süze batan güneşi seyreder, çok defa da, başını sağdan sola döndürmekle, gökyüzünün kişmîrî başına taktığı aydan tacı görürdü.
Şu da muhakkak ki, insanlar hakikatleri ararken, çok defa dalalet çukurları içinde can verip giderler.
Kırılan herşey sağlamından daha çok şey öğretir.Bu bilimsel bir deney veya herhangi bir kuram içinde geçerlidir.Mesela bir proton normalde bize sadece yükü ve kütlesi hakkında bilgi verir.Ama herhangi bir hızlandırıcıda çarpıştırılıp parçalara ayrılan bir proton ,bize bu yükü veya kütleyi nasıl kazandığı hakkında daha detaylı bilgi verir.Yada nöroloji için konuşucak olursak sağlam bir insan beyni bize içindeki hangi kısmın ne işe yaradığı konusunda pek az bilgi verir.Ama nezaman ki bu beynin bir kısmı hasar görür ve bu hasar sonucu kişi bazı duyuşsal yeteneklerini kaybeder.İşte o zaman beynin yapısına dair daha detaylı bilgiye sahip oluruz.Yada biyoloji içinde durum farklı değildir.Mesela tasarımlarında belli hatalara sahip canlılar görmemiz onların varoluşlarını oluşturan mekanizmalar hakkında daha detaylı bilgi sahibi olmamıza yararlar.Aynısı bilimsel kuramlar içinde geçerlidir.Mesela eski insanlar ısıyı,maddenin hareketi olarak değilde maddeden dışarı çıkan birşey olarak düşünüyorlardı.Ve sonra birgün kalayı ısıttıklarında yanan kalay, metal kirecine dönüşüyordu.Ama ilginç bir şekilde yanmadan önceki halinden daha ağır oluyordu.Ve o dönemin bilim insanları bu nasıl olabilir diye düşündüler.Eğer ısı maddenin yanınca dışarıya attığı bir fazlalıksa o zaman bu maddenin yanınca daha hafif olması lazım.Yani bu tarz deneysel bir çatlak o dönemin bilim insanlarına sahip oldukları ısı kuramının yanlışlığı hakkında daha detaylı bilgi verdi.Sosyoloji içinde durum pek farklı değildir.Mesela bir sistemin kendi içindeki çatlakları o sistemin işleyişi hakkında daha detaylı bilgi verir.Aynı bunun gibi insan ilişkilerinde de durum benzerdir.Mesela nezaman ki bir ilişki bozulur ozaman insanlar sahip oldukları gerçek kişilikler hakkında daha detaylı bilgi verirler.Yada konuya dair son bir örnek verecek olursak: Psikolojideki anormal insanlar olmasaydı bugün normal insanın psikolojisinin işleyişi hakkında bukadar detaylı bilgiye sahip olmazdık.Yani demem o ki örnekleri çoğaltmak mümkündür ama bu konunun ana fikrinin önemini arttırmayacaktır.Bu yüzden yazının başında dediğim şeyi tekrarlamakta fayda var:Kırılan herşey sağlamından daha çok şey öğretir!
Bu dünyaya, bilhassa bu memlekete verilecek derslerin en büyüğü, şüphesiz ki ahlak, feragat ve insanlık dersi olacaktı. Bize, tarihi ve milli gerçeklerin beslediği bir şuur ve feragatle istikamet verecek adam lazımdı.
Ahlak olmayınca görülen iş neye yarardı?
Şu anda camiin köhne, perişan ıssızlığı ona, belki her zamankinden daha cazip, hiç insan ayağı basmamış bir dağ başı kovuğu gibi rahat rahat nefes alabilecek tek sığınaktı.
Dünya bozuldu; zira orada kendi kendine yetecek adam azaldı.
Amma bir milletin ruhuna, zevkine, sanatına ve duygularına suikast edip onu bir başka milletin harsi ve hissi boyunduruğuna körü körüne bağlamak, işte tehlike budur, buradadır. Bir milletin dini, dili, duygusu en büyük silahı ve en yenilmez müdafaa aletidir.
Amma bu hayat sofrasında cefa varsa sefa da eksik değildi.
“Yarim gurbet elde, ateşi bende
Vermişim gönlümü sendedir sende…”
“Ayıp görücü kimselerin de ayıplı tarafları vardır.”
On yaşındayken İstanbul’a ayak bastım. Ülkenin en büyük şehrindeyim ve danışacak, sığınacak kimsem yoktu. Başkasının kâbusu olur ama benim için ucu nereye gideceği bilinmeyen bir macera
“Ahlak sahibi olmak için Allah’ı tanımak yeterdi. Yirmi otuz sene dirsek çürütüp mürekkep yalamak değil.”
“Hayatta en sözü geçkin amil aşktı.”
“Hangi irade ve tedbir kalesi vardı ki, bir mukadderat kasırgası önünde kapılarını ardına kadar açmasın?”
“Ne kimseden kırıl ne de kimseyi kır.”
“Ne tuhaf, insan oğlu her şeyi bilmeye çalışıyor da ibretten haberi yok.”
“Dünya bir ayna…”
Bazen ne kadar iyi top sürersen sür, topu sadece kendinde tutmaktan zarar gelir.
“Bir zamanlar mağrur bir bulut gibi göklerde uçarken, şimdi böyle rahmet olup kendini yerlere atmasının sebebi ne idi?”
“Gençliğin, yüzünü görecek aynası yok.”
“Ruhi ve hissi bütün hoşnutsuzlukları, aradığını bilememesinden ve bulamamasındandır.”
“Mademki insan tamamıyla bir hayvan hayatını kabul edemiyor, şu halde onu rahatsız eden, ona tasa ve huzursuzluk veren, tam insan olamayışıdır.”
“Sevip de sevilmemek nasibinin yaman çilesi…”
“Evini çekiştiren, babasının taklidini yapan, anasına sersem tavuk diyen adamdan kime hayır gelirdi?”
“Çocuk, dünya dünya olalı beri bir tecrübe tahtası olmaktan kurtulmuş muydu?”
“Onu müşkülden müşküle sokan, hep kitapla hayatı birbiriyle bağdaştıramamış olması değil miydi?”
“Dertli idi; yüreği yaralanmıştı.”
“Az evvel doğruluktan, namustan bir şeyler söylemiş durmuştu amma, laf başka, iş başkaydı.”
“Mademki hep ölecektik, şu halde ne diye birbirimizin çukurunu kazıyor, birbirimize diş tırnak gösteriyorduk?”
“Şu fani dünyada yalan, hile ne içindi?”
“– Bunlar Allah’tan korkmuyorlar, bari kuldan utansalar… Kul yasağı, sıtmaya yakalanan adamın titremesini kesmek için sırıtını örtüp bastırmaya benzer; eğer şifa lazımda hastalığı içinden kesecek ilacı bul.

– O da var, var amma reçeteyi kaybettik.”

“Bu devirde helali arayan, haramdan korkan da kim?”
Ne ki bir insana zorla “fena ol” deyip fenalık yoluna arkasından itince, belki de iyi bir insan olmaktan çıkardı.
“Bunların hepsi dillerinin derdini çekerler.”
“Yoksa utanması sinsilik, sessizlik kurnazlık, itaat ise bir iki yüzlülük mü idi?”
“Hem sinek olmak hem de kanatları yolunmak müşkül işti.”
“Bu alemde beni güldüren seni ağlatır…”
“İnsanlar hakikatleri ararken, çok defa dalalet çukurları içinde can verip giderler.”
“Ahlak olmayınca görülen iş neye yarardı?”
“Neydi bu insanlardaki merhametsizlik, gaddarlık?”
“İnsanda biraz da insaf olmalı değil mi?”
“Dünya karıştı; belki daha da karışacak.”
“Din, ahlak ve fazilettir.”
“Tanzimat’la başlayan inkılap deresi durmadan akıyor. Amma dikkat olunmuyor ki, şuraya buraya saldığı kolları bataklık haline gelmektedir.”
“Şark da, hakiki garp tekniğine ve maddeciliğine omuz silktiği için harap, yıkık, geri ve tasalıdır.”
“Garp, bugün hakiki şark ruhuna hasret duyduğu fakat bir türlü tenezzül edip bunu itiraf edemediği için hoşnutsuz, sinirli ve şaşkındır.”
“Bu hayat sofrasında cefa varsa sefa da eksik değildi.”
“Aşk kalbe girdi mi, orada yerleşmiş olan riya, kötü ahlak, fesat ve isyan gibi menzili ifsat eden her şeyi harap ve şeytan misillü her ne varsa zelil ve esir eder.”
“Zaten insanlara iyilikle, doğrulukla yaranılmazdı ki… Mutlaka işin içine bir hokkabazlık solmak lazımdı.”
“Sırasında biri yüz eden ve mübtelasını kanatları alınmış bir kuş gibi yerlere seren o muhteşem duygu, muhakkak ki çok şahane bir his olmalıydı. Amma o bu tadı bilmiyordu. Bilmeyecekti de…”
“Şu dedikodu denen büyülü şerbet ne tatlı bir içki idi ki, aynı kaseye gündelik adamlarla beraber ağır başlı geçinen kimseler de birlikte eğiliyor ve elden ele dolaşan bu artıktan, ne iğrenen ne de tiksinen oluyordu.”
“Ammâ yine de insan, beceriksizim, diye bir köşeye çekilip oturabilir miydi?”
“Bu dünyada çok kayıplar vardır ki, bir kere giderse tekrar, onları elde etmek hiçbir faninin başaracağı işlerden değildi.”
“Dert vardır el sürülmezse iyileşir; dert vardır bıçak vurulursa şifalanır.”
“Neden dünya bir zindan ve insanlar da birer zindancı idiler?”
“Pek çok defa Kitap’la kendi fiilleri arasında bir ahenksizliğe şahit olur, kendi kendine çıkışır, amma yine de onları tekrarlamaktan baş alamazdı.”
“Aşk en tesirli terbiye vasıtasıdır.”
“Yeni dikilen fideler çınar oluncaya kadar, asırlık ulu ağaca balta vurulmamalıdır.”
Ne tuhaf, insanlar düşünmek ve karar vermek zorunu bütün şiddetiyle hissettikleri anlarda, düşünceyi ve kararı birbirine karıştıran bir fikir İhtilalinin yağmasına ve kıtaline bile bile boyunlarını uzatırlardı.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir