İçeriğe geç

Meselenin Özü Kitap Alıntıları – Graham Greene

Graham Greene kitaplarından Meselenin Özü kitap alıntıları sizlerle…

Meselenin Özü Kitap Alıntıları

Sen kendinden başka kimseyi severmisin,Ticki?
Hayır, yalnız kendimi severim, o kadar
Peder Rank, Size garip gelecek ama, dedi, çok yanlış şeyler yaptığı halde, benim bildiğim kadarıyla Tanrı’yı gerçekten seven bir adamdı o.
Louise, Scobie’ye kin beslemediğini demin söylemişti ama ağlaya ağlaya kurumuş gözpınarlarından birkaç damla gözyaşı sızabildiği gibi, biraz daha kin sızdı Louise ‘in içinden: Tanrıdan başka hiç kimseyi sevmediği besbelliydi.
Bu söylediğiniz de belki doğrudur, dedi Peder Rank.
Ağrıdan ötürü beynindeki mekanizmanın gıcırdadığını, zıngırdadığını; çarkın kayan dişlerinin birbirine geçmediğini hissetti.
Şeytanla birlikte yemek yiyebilmek için, çok uzun saplı bir kaşık gerekir derler.
Memura sordu: Bir şeyler yazıp bıraktı mı? Onların çoğu bir şeyler yazarlar. Kendilerinden gevezece söz etmeye meraklıdırlar ölmek üzere olan insanlar.
İlmik gırtlağınızı sıkarken açık seçik düşünmek güçtür, Peder.
Keşke sana bu parayı borç verebilsem. Ama bir kilise faresi kadar yoksulum.
“Aşk, aşk, aşk diyen hiç kimseye inanmam. Aşk demek, ben, ben, ben demektir aslında.”
“Onu ağzından öpmek istemiyordu; çünkü birçok şey meydana çıkar dudaklar birbirine değerken.”
“Cehennemlik olma yeteneği, ancak iyi niyetli insanların yüreğinde bulunur her zaman.”
“Cinsel birleşme sürecinin tekdüze bir gelişimi olduğu gibi, avutma sürecinin de tekdüze bir gelişimi vardı.”
Gençliğinde, sevginin karşısındaki insanı anlamakla bağıntılı olduğunu sanırdı. Ama yaşlandıkça, hiçbir insanın hiçbir başka insanı anlamadığı kanısına varmıştı. Sevgi, karşısındakini anlama isteğiydi. Ne var ki insan, karşısındakini anlamaya anlamaya, bu istek de yok oluyordu; ya da bu acı veren sevecenliğe, bağlılığa, acıma duygusuna dönüşüyordu.
Aşk demek, ben, ben, ben demektir aslında.
Herhangi bir insan ilişkisinde acı çekmenin önüne geçilemeyeceğini, acının hem çekileceğini hem de çektirileceğini ömründe ilk kez kavradı. Ne kadar aptalca bir şeydi aslında yalnızlıktan korkmamız!
Aslında gerçeğin hiçbir insana yararı olmamıştır. Matematikçilerin ve felsefecilerin peşinden koştukları bir simgedir gerçek. İnsan ilişkileri söz konusu olunca, merhamet ve bağlar bin gerçeğe bedeldir.
Bana mutlu bir insanı gösterin, ben de onun ya bencil ve kötü olduğunu ya da tam bir bilinçsizlik içinde bulunduğunu göstereyim size.
Haydi, anlat şimdi dehânın nasıl heba olduğunu, dostlukta nasıl hainliğe uğradığını, aşkta nasıl aldandığını.
Beni bir kitapta okusa, belki anlardı.
Eğer yaşanmakta olana başkaldırıyorsanız ve gençseniz, yaşadığınız her ne olursa olsun serüvendir.
Cehennemlik olma yeteneği, ancak iyi niyetli insanların yüreğinde bulunur her zaman.
zavallı ruh
Bir suç işlediği için
Mezar gibi bir bedene hapsedildi.
Güvenmenin ne olduğunu unuttum.
Başkaları ne olursa olsun, insan kendi ruhunun selametine bakmalı..
Ama insanın her istediği de olmaz ya…
“Merhamet” sözcüğü, “sevgi” sözcüğü gibi gelişigüzel kullanılır. Ama pek az kişinin duyduğu, ayrım gözetmeyen korkunç bir tutkudur merhamet…
Devletler, kontrollerine aldıkları muhalefet hareketlerini, ayaklanmaları ya da devrimleri, dışında kaldıklarından daha kolay engeller.
Hiç bir durum insanın korktuğu kadar kötü değildir, çoğu zaman..
Böylesine acı dolu bir dünyadan mutluluk ummak öyle saçmaydı ki!…
Ne kadar aptalca bir şeydi aslında yalnızlıktan korkmamız!
Cehennemlik olma yeteneği, ancak iyi niyetli insanların yüreğinde bulunur her zaman.
…öyle korkunç günler yaşıyoruz ki, ne olacağımız belli değil.
“Senle ben
Papatyaları iterken
Boş veremez miyiz
Nedenine niçinine?”
“Söyleyecekleri varken hep bekleyemez insan…”
“Eh, insan değişiyor.” …
Burasını neden böyle seviyorum? diye merak etti. Burada insan denilen yaratık, kendini gerçekten olduğundan başka türlü göstermeye vakit bulamadığı için mi acaba? Burada hiç kimse yeryüzünü cennete çevirmekten söz edemezdi. Cennet yerli yerindeydi, ölümün ötesindeydi. Başka yerlerde herkesin kurnazca örtbas ettiği haksızlıklar, zulümler, bayağılıklar ise burada güzel güzel serpilip gelişiyordu. Tanrı kullarını nasıl seviyorsa -yani en kötü yanlarını bile bile nasıl seviyorsa- siz de neredeyse öyle severdiniz insanları. Sevdiğiniz, sahte bir davranış, göz alıcı bir giysi, ustaca dile getirilen bir duygu değildi burada.
“Bir yüz, on beş yılda kesin biçimini alır; bir insanın yaşantısı, o insanın tatlılığını yok eder.”
kilise kuralların hepsini bilir. ama bir tek insanın yüreğinde neler olup bittiğini bilmez.
helen tanrı’ya inanır mısın? diye sordu.
bagster bıyığını çekiştirdi: eh işte, inanırım herhalde.
keşke ben de inanabilsem, dedi helen. keşke ben de inanabilsem.
ölmeye hepimiz katlanabiliyoruz, bizim asıl katlanamadığımız şey yaşamak.
scobie gençliğinde, sevginin karşısındaki insanı anlamakla bağıntılı olduğunu sanırdı. ama yaşlandıkça, hiçbir insanın hiçbir başka insanı anlamadığı kanısına varmıştı. sevgi, karşısındakini anlama isteğiydi.
“merhamet” sözcüğü, “sevgi” sözcüğü gibi gelişigüzel kullanılır. ama pek az kişinin duyduğu, ayrım gözetmeyen korkunç bir tutkudur merhamet.
biliyorum bunlar yalnızca kuruntu. ama bomboş hissediyorum kendimi. bomboş.”
“yaşama mutluluk içinde başlamak, sonrası için de çok önemli olsa gerek. mutluluk bir alışkanlık haline gelemez mi o zaman?”
böylesine acı dolu bir dünyadan mutluluk ummak öyle saçmaydı ki!
suriyeli bir şair der ki: iki yürekten biri her zaman sıcak, biri de her zaman soğuktur. soğuk yürek elmastan daha kıymetlidir. sıcak yüreğin ise hiçbir değeri yoktur, bir kenara atılır.
zavallı ruh
bir suç işlediği için
mezar gibi bir bedene hapsedildi
Önemli olan söylenen değil, yapılandı.
“Boyuna yalan söylemek durumunda olanların başkalarına da güveni kalmaz.”
savaş her şeyi berbat ediyor, değil mi?
yaşamının büyük bir bölümü, mutsuzluğu ertelemek, ayrı bir zamana bırakmaktan başka bir şey değildi. ama ertelenmekle hiçbir şey yok olmuyordu. mutsuzluğu uzun süre ertelerse, o mutsuzluk belki ölür, kendi de durumu idare etmek zorunda kalmaz artık diye belli belirsiz bir düşüncesi de vardı scobie’nin.
“Bana mutlu bir insan gösterin, bende onun ya bencil ve kötü olduğunu ya da tam bir bilinçsizlik içinde bulunduğunu göstereyim size.”
Ben seni bıraktım ama sen beni bırakma.
Bir şeyi bir daha ele geçirememek üzere temelli yitirdiğiniz duygusuymuş cehennem
Aşk,aşk,aşk diyen hiç kimseye inanmam.Aşk demek,ben,ben,ben demektir aslında.
Ölmeye hepimiz katlanabiliyoruz,bizim asıl katlanamadığımız şey yaşamak.
Bir yıl sonra geçer, demek bir işe yaramaz. O yılı yaşamam gerekecek.
Ama uğruna hiç kimsenin yolunu değiştirmeyeceği bir yüze,hiç kimsenin gizlice bakmayacağı bir yüze,çok geçmeden terslenmeye ve umursanmamaya alışacak olan bir yüze candan bağlanma zorunluluğu duyuyordu.
Birine sensiz yaşayamam dediğimiz zaman,senin acı çektiğini,mutsuz olduğunu,yoksul kaldığını bilerek yaşayamam demek isteriz aslında.Ancak bunu söylemek isteriz.O ölünce bizim sorumluluğumuz da biter.Artık yapabileceğimiz bir şey yoktur.Huzur içinde kalırız.
Bana mutlu bir insanı gösterin, ben de onun ya bencil ve kötü olduğunu ya da tam bir bilinçsizlik içinde bulunduğunu göstereyim size.
Umutsuzluk,erişilmesi olanaksız bir şeyi amaç edinmenin bedelidir.Bunun bağışlanamayacak bir günah olduğunu söylerler.Ama dürüstlükten yoksun ve kötü olanlar hiç işlemezler bu günahı.Çünkü hep bir umudu kalır kötülerin.Onlar sıfır noktasına varıp yüzde yüz başarısızlığa uğradıklarını hiç kavrayamazlar.Cehennemlik olma yeteneği ancak iyi niyetli insanların yüreğinde bulunur her zaman.
Senle ben
Papatyaları iterken
Boş veremez miyiz
Nedenine niçinine?
Haydi,anlat şimdi dehanın nasıl heba olduğunu;/Dostlukta nasıl hainliğe uğradığını,aşkta nasıl aldandığını
Beni bir kitapta okusa anlardı.
Birine sensiz yaşayamam dediğimiz zaman, senin acı çektiğini,mutsuz olduğunu,yoksul kaldığını bilerek yaşayamam demek isteriz aslında.
Dostluk insanın ruhundan gelen bir duygudur.Insanın hissettiği bir şeydir.Karşınızdaki size iyilik etti diye dost olmazsınız onunla.
Insan yaşayabilmek için sonsuza dek dikkat kesilmeli.
Umutsuzluk,erişilmesi olanaksız bir şeyi amaç edinmenin bedelidir.
“Beni bir kitapta okusa, anlardı,” diye düşündü Scobie.
“Ama Louise bir roman kişisi olsa, ben anlayabilir miydim onu? O tür kitaplar okumuyorum ben.”
Beni hazırlamak için ‘Doktorun umudu var’ demesi kadar umutsuz bir söz olmazdı.
Suriyeli bir şair der ki: İki yürekten biri her zaman sıcak, biri de her zaman soğuktur. Soğuk yürek elmastan daha kıymetlidir . Sıcak yüreğin ise hiçbir değeri yoktur, bir kenara atılır.
“Bana kalırsa, çok kötü bir şiir bu. Ama ben şiirden anlamam.”
Bir zamanlar tanıdığı, çekip gitmiş birinin yüz çizgilerini hatırlamaya çalışmak gibiydi. İnsan o yüz çizgilerini tam da böyle gözünün önüne getirebilirdi önce burun, sonra dikkatinizi yeterince yoğunlaştırırsanız alın; gözleri ise hatırlamak zordu.
Acıma,bir değirmentaşı gibi ezer insanın yüreğini.
Her suçlamaya başka bir suçlamayla karşılık vermenin yolu vardı bu sömürgede. Bir yolsuzluğa işaret edince, her zaman o yolsuzluğun daha kötüsü çıkıverirdi ortaya.
Haydi, anlat şimdi dehanın nasıl heba olduğunu; / Dostlukta nasıl hainliğe uğradığını, aşkta nasıl aldandığını
Scobie gençliğinde, sevginin karşısındaki insanı anlamakla bağıntılı olduğunu sanırdı. Ama yaşlandıkça, hiçbir insanın hiçbir başka insanı anlamadığı kanısına varmıştı. Sevgi, karşısındakini anlama isteğiydi. Ne var ki, insan, karşısındakini anlamaya anlamaya, bu istek de yok oluyordu; ya da bu acı veren sevecenliğe, bağlılığa, acıma duygusuna dönüşüyordu.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir