İçeriğe geç

Menderes’in Dramı Kitap Alıntıları – Şevket Süreyya Aydemir

Şevket Süreyya Aydemir kitaplarından Menderes’in Dramı kitap alıntıları sizlerle…

Menderes’in Dramı Kitap Alıntıları

Köylü, toplumun en kuşkulu ve en sezgili tabakasıdır. Çünkü yaşama şartları, binlerce yıldan beri, hem doğadan hem toplumdan gelen baskılara karşı mücadele içinde geçer.
Son, bir kader midir? Yoksa ağır ağır örülen bir sebepler zinciri mi? Sonumuzu biz mi hazırlarız? Yoksa bu zincirin halkalarıyla birbirine bağlanan şartlar mı?
HAYAT MEKTEBİ NEDİR?

Sorunun cevabı basittir. Hayat mektebi, klasik mektepler dışında, hayatın çarkları arasına vaktinden önce atılan gençlerin, bu çarkların rüzgarları arasında, pişmesi, olgunlaşması demektir. Hayat mektebinin, önceden düzenlenmiş kademeleri, programları yoktur.

❝iç alemimizde nefsimize karşı en güç itiraf ettiğimiz ruh halimiz, aşağılık duygularımızdır. ❞
❝ birinci dünya harbinde orta ve yükseköğrenim çağında olan bu nesil, klasik mekteplerin değil, hayat mektebinin yetiştirdiği nesildir.❞
❝iktidar mevki öyle bir mahluktur ki her gün muvaffakiyet denilen bir gıda ile beslenir. ❞
❝ halbuki İstiklal savaşı bile, birkaç neslin yükünün, bir nesle yüklenişiydi. Çünkü birkaç neslin huzur bedelini, çok defa bir nesil öder. ❞
❛ toprak sınırsız yaratılmıştır. Allah’ın yarattığı toprakta sınır çizgileri yoktur. Toprağa sınırları biz çizeriz. Toprağı biz böler, biz parçalar, biz sınırlandırırız. ❜
Kalpler fethedilebilir. Ama istirdat edilemez. Yani kaybedilen bir kalp,artık kaybedilmiş demektir. Ve o gerçekten seven bir kadının kalbi ise,artık geri alınamaz.
Son, bir kader midir? Yoksa ağır ağır örülen bir sebepler zinciri mi? Sonumuzu biz mi hazırlarız? Yoksa bu zincirin halkalarıyla birbirine bağlanan şartlar mı?
Çünkü birkaç neslin huzur bedelini, çok defa bir nesil öder.
Adnan’nın orta öğrenimi, hem kesintili, hem de biraz amaçsız geçmiştir. Devrin şartları içinde, tamamlanamamıştır da. Ama bunu yadırgamamak lazımdır. Çünkü engelleyici şartlar, yalnız genç Adnan’ın değil, hem bu kuşağın, hem de o kuşağı yetiştirenlerin iradeleri dışında olumsuz etkilerini yapmıştır. Şartlar bu nesli, tam, arızasız ve sistematik bir öğrenimden ne yazık ki mahrum bırakmıştır. Bu gerçek yalnız Türkiye’de, o devrede okuma çağında olan neslin değil,1914’le onu takip eden yıllarda ve dünyanın bütün savaşa katılmış ülkelerinde ki genç nesillerin müşterek kaderidir.
Çok partili rejim, tek adamlar ve kahramanlar rejimi değildir. Çok partili rejimin en iyi temsilcisi, mantık ve kavrayış adamıdır. Dengeli adamdır. Menderes devri , heye­can ve aksiyon adamını verdi. Mantık ve ileri görüşlü si­yasi kavrayış ve kültür adamını vermedi
1957-1960 arası, Menderes ve partisi için, hem yorgunluk, hem yıpranma yılları oldu. Bu devredeydi ki, ya grubun, ya kongrelerin yahut da tecrübeli sayılan eski politikacıların, gidişata müdahale ederek işlere bir yön vermesi, siyasette bir denge sağlanması şarttı. İşte bu olmadı
İktidarın doruk (zirve) noktası, bazen de inişin başlangıcıdır. Ve bu iniş, ekseriya biz onun farkına bile varmadan başlar. Evvela kendimizi oyalar gibi oluruz. Ama temelde ve yapıda yıpratıcı unsurlar, biz onları görmesek de, hükümlerini yürütürler. Ve o zaman, kurulan bina, bir gün, birden çökebilir
Çok partili rejimde bir iktidar partisi, eğer kaderini bir tek adamın veya kahramanın iradesine bağlarsa, o partinin başında Demokles kılıcı daima sallanır..
Partisiz bir memur kendini, işlerinde, nakillerde, tayinlerde devlet denilen gücün değil de şu veya bu parti adamının tehdidi altında hissederse, o zaman memlekette devlet nizamı değil, demagogun, diktatörün, türedinin, oligarkın veya herhangi bir hırs veya menfaat örgütünün tasallutu hakimdir demek olur.
Eğer yaşanmakta olana başkaldırıyorsanız ve gençseniz, yaşadığınız her ne olursa olsun serüvendir.
Devlet mekanizması bir bütündür. Eğer çarkların birinde aksaklık varsa, bütün çarklar bundan etkilenir.
Türkiye, bir yorgun topraklar ülkesidir. Bu topraklar, en bereketli sanılan yerlerde bile yorgundur. Çünkü onlar tarihöncesinden beri çiğnenir..
Devletler, kontrollerine aldıkları muhalefet hareketlerini, ayaklanmaları ya da devrimleri, dışında kaldıklarından daha kolay engeller.
Her gelen hükümetin, kendinden öncekini yetersiz bulması kadar doğal bir hal yoktur. Hatta kendi vaat ettiği şeyleri sonra yine kendisi gerçekleştiremeyip, eskisinden daha kötü neticelere düşse bile. Örneğin Demokrat Parti, borçlanmada, hayat pahalılığını yükseltmede Halk Partisini geçecektir. Altın stoku 130 tondan 19 tona inecek, hele orman, dağ senin, orman senin, keçi senin, el ne karışır! ölçüleriyle yağmaya verilecektir..
Demokrat Parti, Halk Partisinden sadece kadrosunu değil programını da aktarmıştır.
Kim daha ileriyi görürse, diğerlerinin üstünde hükmeder.

Lenin

Menderes’in siyasi dramı, onun başvekil olduğu gün yani 29 Mayıs 1950’de, Büyük Millet Meclisi’nde okuduğu hükumet nutkuyla başlar..
Bir kaç neslin huzur bedelini çok defa bir nesil öder..
Atatürk’ün kendi çağının en hoşgörülü şeflerinden biri olduğunu kabulde hata olmasa gerekir. Ve o çağın en kansız ihtilali de Atatürk ihtilali oldu..
Madalyonun bir de ters tarafı vardır. O da şu ki, yaşamasından çok ölmesi için bu kadar kesin ruh ve telkin ölçüleri altında yetiştirilen bu nesle, memleketin; iş, inşa davaları, mülkün kalkındırılması, yeniden kurulması, ülkenin iktisadi problemleri, hulasa insanı aktif ve yapıcı kılan bilgi ve meseleleri hiçbiri verilmemişti..
Toprak, sınırsız yaratılmıştır. Tanrı’nın yarattığı toprakta sınır çizgileri yoktur. Toprağa sınırları biz çizeriz. Toprağı biz böler, biz parçalar, biz sınırlandırırız..
Toprak ki hem bütün sayfaları açık önümüze serilen bir kitap gibidir hem de bir bilmece, bir muammadır..
Bizde, Amerikan etkisinin İkinci Dünya Harbi’nden önceki nüfuzu ve yerleşmesi devresinden önce Amerikan mektepleri, memleketin hayatına aktif olarak karışan ve ön planda milli görevler alan inanlar veremediler..
Tohumlar vardır; bunlar yeşerecekleri toprağı bulamazlarsa zamanın selleri içinde erir giderler..
Anam okuma bilirdi. Bizim kenar mahallenin okuyanı öğreteni oydu. Kıyamet alametlerini şöyle tarif ederdi:
1. Dinsiz, dindar görünecek,
2. Cahil, âlim görünecek,
3. Alim, ilmini işletmeyecek ve ilmiyle amel etmeyecek,
4. Hem dinsiz, hem cahil olan insanlar da, halka yol göstermek isteyecek, yani halka önderlik tasarlayacak
Ama bir sözü daha vardı:
Kıyamet demek, yerlerin, göklerin yıkılıp birbirine girmesi değil, dünyanın bu bozulmasıdır. Şerrin söz sahibi olması ve âlimin horlanmasıdır.
Bir ülkede milli eğitim varsa siyaset vardır. Çünkü siyasi bilinci, eğitim yaratır ve besler. Yoksa cehaletin kol gezdiği, bir takım cahiller ordusunun dağları taşları doldurduğu bütün işlerin, menfaatlerin, bir avuç insanın tasarrufunda toplandığı herhangi ülkede milli siyasetten elbetteki bahsedilemez.
İktidar, ancak milletin içindeki çelişmeleri, milletin yararına yöneltebildiği sürece ve buna muktedir olabildikçe meşrudur. Ancak, bu sürece onun varlığının hikmeti vardır.
Atatürk 1927’de ve cumhuriyetten sonra ilk defa İstanbul’a giderken, karaları, denizleri saran kalabalıklar için, Hamdullah Suphi’ye ;
Bu gördüğün kalabalık, gün gelir, insanları linç etmek için de böyle toplanabilir; onun sevgisine de nefretine de fazla güvenilmez
Şartlar bir ihtilale gebeyse, onun bayrağını çekecek olan sokak kalabalıkları değil aydındır, ordudur.
Çağımızda üniversitelerin ilk önce harekete gelişi, artık bir kanuniyet halini almıştır. Çünkü fikir yoluyla protesto, önce oradan gelir. Ve onu aksiyon yoluyla müdahale takip eder ki, bunu yapacak da ordudur.
İhtilal bir aksiyondur. İhtilalci, bu aksiyona kendini veren, bunun için de hem kendi ruhunda, hem kendi çerçevesinde teşkilatlanan adamdır.
Bence en büyük şanssızlığı, çok partili bir rejimde kendisini tek adam gibi görmesidir.
Menderes, artık başvekildir. 51 yaşındaydı. Gerçi genç sayılmazdı. Ama bu yaş, olgunluk çağının altın yaşıdır. Eflatun’un, olgun bir devlet adamı olmak için önerdiği yaşın, eşiğidir. Bu yaş gençlik sayılmasa da, gecikmişlik de sayılmaz. Bu yaşta insan, birtakım iğreti değer ölçülerinden kendini kurtarmış olabilir. Bu yaşta insan, ne kadar aşırı olsa da, ihtiraslarını artık, az çok dizginlemiş olabilir.
Menderes’e gelince, o Aydın’dan aday bile değildir. Çünkü bir insanın, kendi doğduğu ve yetiştiği yerde kahraman olabilmesi, az görülmüş bir şeydir. Zira o yer kendi çocuğunu olduğu gibi ve günlük yaşayışıyla tanır. Halbuki kahramana, bazı olağanüstü vasıfların mal edilmesi lazımdır. Bunu da, ancak, onu uzaktan tanıyan insanların muhayyilesi yaratabilir.
Birkaç neslin huzur bedelini, çok defa bir nesil öder.
Hürriyet’in (1908) ilanından sonra yetişme çağında olan kuşak, bu olağanüstü koşulların, elbette ki etkisi altında kaldı. Mektepler boşaldı. Mekteplerin yerlerini askeri talimgahlar aldılar. Harp tanrısı, bu neslin kaderine müdahale etti. Bu müdahale; ölümden, şehadetten başlayarak, sakatlığa, öğrenim aksaklığına, düşman istilalarına ve birçok ailelerin dağılışına kadar vardı.
Evvelde kaydettiğim gibi gerçek şudur ki, Demokratlar iktidara, antidemokratik kanunları kaldırmak vaadiyle gelmişti. Fakat bunları kaldıracak yerde, onlar da antidemokratik kanunlar getirmişti.
Beni Atatürk keşfetti sözlerini, Menderes’in kendisinden dinledim. Evet, Menderes’i Atatürk keşfetti. Ama öyle sanıyorum ki, ne Menderes, ne de onun yakınları, bu keşfe, gereken değeri vermediler.
Adnan da mücadelede, direnişte, teşkilatlanmada, fayda görmüyordu. Bunu yadırgamamak lazımdır. Çünkü herkes Mustafa Kemal olamaz.
Bugün de açıkca ifade edilebilir ki, Türkiye’de imar ve şehircilik bahsinde, Menderes’in heyecan ve karar gücünde bir devlet adamını Türkiye hala beklemektedir. Onun sabahın çok erken saatlerinde, bir taraftan elindeki sandviçleri yerken, diğer taraftan henüz sabah tıraşlarını dahi olmamış belediye imar memurlarına sokak sokak nasıl emirler verdiğini ve onu çok arkadan takip eden otomobilini, bizim mahalleler de hatırlayanlar çoktur. Menderes’in kaybından sonra bu hamlelerin durduğunu ve bugün İstanbul’un hızla betonlaştığını görünce, Menderes’in bu imar, ağaçlandırma ve anayollar tesisi hususunda ki üstün gayretlerini hüzünle ve takdirle hatırlamamak mümkün değildir..
Yargılanma kendi iç alemimizle bir hesaplaşma değildir. Yargılanmada yargıç, bizim kendi nefsimize karşı bile kapalı kalan iç alemimizi açmaya çalışır. Biz kendimizi bazen, ancak mahkemede tanırız..
Olgun siyasetçi, baş döndürücü başarıların ardında yarının getirebileceği gelişmeleri önceden hesap edebilen adamdır. Menderes aktif bir siyasetçiydi ama soğukkanlı ve olgun bir siyasetçi değildi..
Toprak ana, onun dilini anlarsak bize sütünü verir. Onun dilini anlayabilmenin ilk şartı ise, toprağı sevmek ve ona bağlanmasını bilmektir..
İnsan denilen yaratık, biraz da kendi kanunlarıyla yaşar. Onun bir de iç alemi vardır. Şuuru vardır. Şuuraltı vardır. Ve bu iç benliğin derinliklerinde şuur ve mantıktan ziyade hırslar, kıskançlıklar da karmakarışık yaşarlar. Bunların bütünüyse, içimizdeki şeytandır.
Onun ya kendisinin istifadan çekilişi, yahut da istifa etmek istediği zaman Bayar’ın bu arzu’ya mani oluşu ve bizzat parti grubu ve parti genel kurulu içinden gelen istifa taleplerinin Bayar tarafından önlenişi, Menderes’in hızin akıbetin de maalesef şiddetle etkili olmuştur
Ordu tedirgindi üniversite tedirgindi. Adına besleme basın gibi çok küçültücü bir sıfat yakıştırılan bir iki gazete dışında basın tedirgin de. Aydınlar tedirgindi.İzmir’de bir grup avukatlar Atatürk heykeli önüne varıp orada bir saygı duruşundan sonra cübbelerini çıkarmışlar ve heykelin kaidesine bırakarakbuyur atam getirdiğin nizam’ın adaletini biz artık savunamıyor uz dercesine işlerini bırakmışlardı küçük gibi görünen Hadise büyüktü .
Beni Atatürk keşfetti . Sözlerini Menderes’in kendisinden dinledim. Evet Menderes’i Atatürk keşfetti. Ama öyle sanıyorum ki ne Menderes ne onun yakınları bu keşfe gereken değeri veremediler
Şevket Süreyya Aydemir
Son, bir kader midir? Yoksa ağır ağır örülen bir sebepler zinciri mi? Sonumuzu biz mi hazırlarız? Yoksa bu zincirin halkalarıyla birbirine bağlanan şartlar mı? Bu soruları cevaplandırmak hem kolay hem de güçtür
Yassı adada ufuk, hem geniş, hem dardır. Ama bu adada bir oda vardır ki, o da da Menderes’in ruhu, ancak kendi içine açıktı. Ve orada Menderes, kendi ruh penceresinden, ancak kendi içini görebiliyordu. İnsan için mutlak yalnızlık denen hal, işte budur…
Aşk bir günahsa, bu günah insan için galiba mukadder. Yahut da aşklarımız günahlarımız değilse, o halde aşk da hayatımızın bir faslında, ruhumuzu süsleyecek demektir.
Aşklarımız günahlarımız mıdır? Bu sorunun kesin cevabı, hiçbir zaman verilemeyecektir. Çünkü “ilk günahımız, hayata gelişimizdir”
Yoksa ben bir hiç miyim? Daha akmadan tükendim mi?
Yıpranma ve bıkkınlık, çok partili demokratik rejimlerde, sosyal psikoloji bakımından, normal bir haldir. Ve böyle rejimlerde hiçbir iktidar partisi, uzun iktidar alışkanlığına kendini kaptırmamalıdır. Bu gibi rejimlerde iktidar, hak değil, emanettir.
İç alemimizde; nefsimize karşı en güç itiraf ettiğimiz ruh halimiz, aşağılık duygularımızdır.
Beni keşfeden Atatürk’tür.
Yaşamasından çok ölmesi için bu kadar kesin ruh ve telkin ölçüleri altında yetiştirilen bu nesle, memleketin iş, inşa davaları, mülkün kalkındırılması, yeniden kurulması ülkenin iktisadi problemleri, hulasa insanı aktif ve yapıcı kılan bilgi ve meselelerin hiçbiri verilmemişti. Hiçbir öğretilmemişti. Bu nesilde “vatan için ölmek” fedakarlığı vardı ama, “vatan için yaşamak ve onu kalkındırmak” ihtirası dumanlıydı.
Bütün bunlar bir kader midir? Bir tesadüf mü? Yoksa arkamızdan bir el, bize her adımda kendi zevkine göre, şu veya bu serüvenlere mi iter? Bu soruların cevapları elbetteki hiçbir zaman verilmeyecektir. Ama onun esrarlı yolculuğu her engele rağmen, devam edip gidecektir. Bir insan için hayatta bir misyon mukadderse, Tanrı onu ne kadar zayıf yaratmış olursa olsun, bilinmeyen uğursuz eller, onun kadehine ne kadar zehir katarlar katsınlar o yaşayacaktır.
İzmir’in işgali, bir başlangıcın sonu ve bir sonun başlangıcıdır.
Toprak ki, tabiatın temel parçası demektir. Tabiat ki hem asi, hem merhametlidir ama bu merhamet, onun kanunlarına hükmetmesini veya uyumasını bilenler içindir. Toprak ana ise, ancak onun dilini bilenlerle konuşur…
Tarihin mantığı vardır. Hangi acıdan değerlendirilse değerlendirilsin, tarih konuşur.
İnfaz yeri, İmralı cezaevinin bahçesidir. Ve son muamelelerin cereyan ettiği büro kısmıyla infaz mahalli arasında 150 metre kadar mesafe vardır. İşte bu yol, dönüşü olmayan yoldur. Menderes bu yola çıkarılırken ve büro kapısından çıkarken, başını arkaya çevirir. İşitilen şu sözlerdir:
-Hiç muğber değilim.
Ve savcı kendisine o ana uygun bir cevap verince, tekrar eder:
-Evet, hiçbir iğbirar duymuyorum!
Menderes’in bu gök kubbe altında son sözleri bunlardır. İnfaz yerine hareket edilirken saat 2.15’tir. 1899 yılında Aydın’da doğmuş olan İbrahim Etem oğlu Ali Adnan Menderes, bu eserde baştan sona nakledilen serüvenini yaşadıktan sonra, 17 Eylül 1961 günü saat 2.30 sırasında, İmralı’da hayata böylece gözlerini yumar.
İmralı’da ve usulen bir arzusu olup olmadığı sorulur. Dini telkin için bir hoca, karşıdaki odada hazır bulundurulur. Menderes evvela hocayla yalnız kalarak konuşmak ister. Buna kanunlar müsaade etmemektedir. Onun üzerine heyet huzurunda imamla karşılaşır. Dini telkin almak istemez. Yalnız tövbe duasına katılır. İmam bu duanın kelimelerini ayrı ayrı ve yavaş yavaş sıralar. Menderes, her kelimeyi tekrar eder. Bu safhada böylece bitmiş olur.
Son sözleri ise şunlardır:
-Hayata veda etmek üzere olduğum şu anda, devletime ve milletime ebedi saadetler dilerim. Bu anda karımı ve çocuklarımı şefkatle anıyorum.
Mahkemenin hükmü Menderes’e ve heyet huzurunda tebliğ edilir. Menderes artık, çaresiz bir teslimiyet içinde, hatta sakin görünür.
Önce bir kapının kenarında bir koltuğa oturtulur. Elleri kelepçelenir. Fotoğraf servisi onun bu vaziyette resmini alır. Yakasında hüviyeti iliştirilmiştir. Yüz ifadelerini değerlendirmek mümkündür. Bu safha, ölümün eşiği demektir. Ve bu yüz ifadelerinde artık, çaresiz bir teslimiyetin hüznü görülür.
Yüce mahkemenin kararları müzakeresiz ve tutanaksız olarak oylanma kararı alındı. Oturuma başkanlık eden Cemal Gürsel, önce idam kararlarının infaz edilip edilmeyeceğini oya koydu. Oy sonunda, kararların infaz edileceği anlaşılmıştı. Bundan sonra mahkemenin Celal Bayar, Adnan Menderes, Fatin Rüştü Zorlu ve Hasan Polatkan hakkında ittifakla aldığı idam kararları oya konuldu. 9 aleyhte oya karşı 13 oyla idam kararlarının infazı kabul edildi. Ancak, Celal Bayar’ın yaşı 65’i aştığı için idam cezası komitece müebbet hapse çevrildi. Bu arada yüce mahkemenin üyelerinin çoğunluğu ile verdikleri idam kararları da oylanarak müebbet hapse çevrildi.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir