Üstün Dökmen kitaplarından Mektup kitap alıntıları sizlerle…
Mektup Kitap Alıntıları
İrademiz dışında doğduk, fakat bir kısmımız kendi irademizle öleceğiz.
İnsan insanın kurduymuş; daha da ötesi, insan insanın utanç kaynağıdır. İnsanın insana ettiğini hiçbir canlı ötekine etmedi.
Yalnızlık göreceli ya da iç içe girmiş matruşkalar gibi.
Coşkuyla yapılan fedakarlıklara aşk deniyordu.
– O okuduğu kitaplar kızımızı böyle asi yaptı hanım; okumak çocuklar için iyi bir şey ama gençler için tehlikeli bir şey. Ben insanın cahilini severim. Bunlar kitapları dinleyince büyükleri dinlemiyorlar ( )
– Belki romanlar çeliyor kızımızın aklını, belki de çağ değişiyor. Her roman farklı bir imkan. Onlar romanları da anlıyorlar, bizi de. Biz romanları da anlayamıyoruz, onları da.
– Belki romanlar çeliyor kızımızın aklını, belki de çağ değişiyor. Her roman farklı bir imkan. Onlar romanları da anlıyorlar, bizi de. Biz romanları da anlayamıyoruz, onları da.
Beğendiklerimizin her hallerini güzel bulmasak nasıl beğenirdik onları.
( ) sonra bazı kişisel gelişimcilerin, “Eğer bir şeyi çok istersen bütün bir evren sana yardım eder; iste, iste!” dediğini hatırladı. Bu görüşün arkasına galiba güncel kapitalist sistem vardı. Kapitalist sistem var olmak için “İste, para iste, unvan iste, eşya iste, araba iste, ev iste” diye öğütlüyordu.
Hayalinizde değişmeden hayatınızı değiştiremezsiniz.
Belki de senin kaderin önemli değildir, birilerinin sana biçtiği kader önemlidir.
Bu din denen şey ateş sanki, karanlıkta kalan kiminin önünü aydınlatıyor, eline alıp silah yapmak istersen, önce senin elini yakıyor. Bir de bu din denen ateşe gözlerini dikip bakanlar, sorgulayanlar var, onları da kör ediyor bu ateş.
Bütün bir hayatım, bir saniyeden kısa bir süre gözlerimin önünden geçebiliyorsa, demek ki az yaşadım.
Şu dürüstlük ile doğruluk bir araya gelmez mi?
Ve insan doğası gereği, ilk yalanınıza inanıldığında, peş peşe başka yalanlar da söylemek zorundaydınız.
Bir insanın kendi kültürüne karşı objektif olması zordu.
Bu insanlar, gecede de gündüzde de gerçekler karşısında uyuyorlar.
Sanki kendisine ait olmayan bir dünyada ikamete mecbur edilmişti.
İnsan insanın kurduymuş; daha da ötesi, insan insanın utanç kaynağıdır. İnsanın insana ettiğini hiçbir canlı ötekine etmedi.
Çünkü öğretmenlerin itibarları vardı, paraları yoktu.
Bazen yaşam öyle şaşırtıcı olaylar çıkarır ki karşınıza, o günden başlayarak ya yanlış yaşayacağınızı hissedersiniz ya da o günden önce yanlış yaşamış olduğunuzu.
Ağlamak, ne kadınlara özgüdür ne zayıflara. Ağlamak insanlara özgüdür.
Adamın biri, zaten karanlıktan korkarmış. Bir gün büyük bir hangarda elindeki mumla tek başına kalmış, o an o kadar korkmuş ki elindeki mumu üfleyivermiş.
Ancak umutlar, rüzgârlara dirençli kimi mum alevleri gibi, söner gibi oldukça sürekli yeniler kendini.
Rüzgâra saygıyla eğilmeyen başak kırılıyor sonuçta. Biz kırıldık.
Kader belki de sadece doğmaktı. Doğduktan sonrası, topluma ve size kalmıştı. Belki de doğumumuz bile toplumdan soruluyordu; kimin kiminle evleneceğine toplum kadar veriyordu.
Fikirlerimin suçu yoktu, onları savunduğum için ben suçlandım.
Bazıları eşeklerin anırmasını çirkin bulsalar da aslında eşeklerin anırması, bazı insanların konuşmalarına göre çok daha saf ve zararsızdır; ayrıca bu anırmalar, çocuksu bir coşku taşır.
Düşünen Adam heykelinden daha yalnızdı.
Bu dünyada hiçbir fikir, sorgulanmayı hak edecek kadar suçlu değildir.
Bazen yaşam öyle şaşırtıcı olaylar çıkarır ki karşınıza, o günden başlayarak ya yanlış yaşayacağınızı hissedersiniz ya da o günden önce yanlış yaşamız olduğunuzu.
Rüzgâra saygıyla eğilmeyen başak kırılıyor sonuçta. Biz kırıldık.
Kader belki de sadece doğmaktı. Doğduktan sonrası, topluma ve size kalmıştı. Belki de doğumumuz bile toplumdan soruluyordu; kimin kiminle evleneceğine toplum karar veriyordu.
Dış dünyaya yönelik algımızın kaynağı, dış dünya değil, içimizdeki, sert ya da ılıman iklimlerdir.
Bazen yaşam öyle şaşırtıcı olaylar çıkarır ki karşınıza, o günden başlayarak ya yanlış yaşayacağınızı hissedersiniz ya da o günden önce yanlış yaşamış olduğunuzu.
Bu dünyadaki en değersiz varlık insandır ve en değerlisi de. Bazen çabucak harcarsın, bazen de harcamaya kıyamazsın.
Ağlamak, ne kadınlara özgüdür ne zayıflara. Ağlamak insanlara özgüdür.
Aristo, her şeyi sorguladı ama Atinalıların dinini sorgulamadı, Sokrates ucundan sorgulamaya kalktı, kendisi sorgulandı. Aristo hemen her konuya dolu dolu değindi, “Yıldızlar nedir?” diye de sordu ama bir konuya hiç dokunmadı, o da kölelikti. Bütün filozoflar ve tek tanrılı dinler, “Lütfen kölelerinize iyi davranın.” dediler fakat hiçbiri köleliğin insan onuruna yakışmadığını, tümden kaldırılması gerektiğini söylemedi. Bazı konular tabudur dünyada.
Teknoloji denilen meret, gerisinde kalanları utandırıyordu.
İster saygı de ister yalakalık; rüzgara saygıyla eğilmeyen başak kırılıyor sonuçta. Biz kırıldık.
Oysa sistem, yararlı olanı değil, kendine uygun olanı seçiyordu. Belki doğru, belki yanlış.
Bazen masallarda ve gerçek dünyada, insanlar ve düşünceleri, uzaklara kolaylıkla gider ancak geri dönmekte zorluk çekerdi.
İnsanların anlamadan, “anladım” anlamında kafa sallamaları, “evren”in en ekonomik iletişim şekillerinden biridir.
Karargahta bir şey yapamıyorsan cepheye gitmelisin.
Başkalarının başına göçük veya grizu patlaması geldiğinde herkes, “Kaza, bu işin fıtratında var” derdi. Öyleydi tabii, grizu madende olurdu, arabada, yolda veya evinizde grizu patlamazdı, yalnızca madenlerde patlardı, demek ki işin fıtratı böyleydi. Güvenlik önlemi alınması, şirketlerin fıtrat paketleri içinde yer almazdı. Kadere ve fıtrata bu sessiz boyun eğiş, iş kazalarını değil, yalnızca insanların kaygılarını azaltırdı; çaresizliklerine çare bulunmuş gibi hissettirirdi onlara.
( ) gözyaşları, pencereden süzülen yağmur damlaları gibiydi, içlerindeki gerginliği gideriyordu ama aynı zamanda dış dünyayı görmelerini zorlaştırıyordu.
Sadece suçlular sorgulanmayı hak ederler. Bu dünyada hiçbir fikir, sorgulanmayı hak edecek kadar suçlu değildir.
zincir yerine kredi kartı taşıyan işçileri olurdu.
Hayalinizde değişmeden hayatınızı değiştiremezsiniz.
Ağlamak, ne kadınlara özgüdür, ne zayıflara. Ağlamak insana özgüdür.
Putlarımız da ibadethanelerde değil, insanların zihninde yaşıyor
Kendinizi ve başkalarını ezmediğiniz günlerde görüşmek üzere.
Ağlamak, ne kadınlara özgüdür ne zayıflara. Ağlamak insanlara özgüdür.
Her şey çıkar için değil mi ? Koyunları bize süt verdikleri için seviyoruz, elma ağaçlarını elma, şu çınarları gölge verdikleri için seviyoruz.
Kimse yazmıyordu artık. Herkes konuşuyordu. Uzun uzun konuşuyorlardı telefonla. Sarf edilen cümleler birbirine benziyor, hiçbir harfin, kelimenin, cümlenin kendi rengi ve kokusu kalmıyordu.
Insanlar ;bazen yaptıkları ,bazen de yapmadıkları şeyleri açıklamak için ,bazen dini bazen de felsefi yorumlara başvuruyorlardı.
Din ,elektrik enerjisinden ,rüzgâr enerjisinden ,nükleer enerjiden daha etkili insanların zihninde .Bir de farklı mezheplere inananlar ya da inanmayanlar arasında çatışma çıktı mi ,inanılmaz patlamalar çıkıyor ortaya .En büyük zelzele galiba beyinde .
Yabancının yazarı camus ,romancı ve gazeteciymiş ama ülkesinin Cezayir’de öldürdüğü milyonlarca insandan tek cümleyle söz etmemiş .Belki biz de aynısını yapıyoruz :Ülkemizde insanlar ölüyor susuyoruz,bu köyde bebekleri boğuyorlar susuyoruz .Faili meçhulün ,cahili meçhulü çok oluyor galiba.
Imkansız diyorsun .Imkânsız bir anlam aslinda anlamsızdır da.
Dış dünyaya yönelik algımızın kaynağı,dış dünya değil ,içimizdeki sert ya da ılıman iklimlerdir.
Fikirlerimin suçu yoktu,onları savunduğum için ben suçlandım.
Üflediğiniz mumun söndüğünü görebilirsiniz ancak o mumdan yola çıkmış olan ışık ,evrenin uzak köşelerine doğru ,sönmüş güneşin ışığı gibi yoluna devam ederdi,kaybolmazdi.Bir kere yanan bir ışığı evren içine hapseder ,bağrına basar bir daha unutmazdı .
“Bu dünyadaki en değersiz varlık insandır ve en değerlisi de. Bazen çabucak harcarsın, bazen de harcamaya kıyamazsın.”
Gül, üzerine oturduğu küçük halının püsküllerini düzeltmeye başladı. Düzeltti, düzeltti. Kadınlar bir püskülü düzeltmeye başladıklarında, yaşamlarında düzeltemedikleri başka bir şeyleri düzeltmeye çalışıyorlardır aslında.
Ulusal eğitim, süreklilik isterdi, önüne gelenin değişiklik önerisiyle işler yürümezdi; değişiklik yapılacaksa bile en üstteki yetkililer bu değişiklikleri yapardı, yeniyetmelerin düşünme yetilerine, ukalalıklarına güvenilmezdi.
Ağlamak, ne kadınlara özgüdür ne zayıflara. Ağlamak insanlara özgüdür.
Ben seni kazara sevmedim, kazaya sebep olsan bile sevdim.
Ölüm, müebbetin sonunda gelen bir kurtuluştur katile.
Yaşam güzeldi fakat değişim, çok gerekli de olsa zor geliyordu dünyaya.
Eğitim şarttı ama zordu!
Atom içinde belirsizlik varmış; o da laf mı? Asıl belirsizlik insanın içinde!
İnsan insanın kurduymuş; daha da ötesi, insan insanın utanç kaynağıdır. İnsanın insana ettiğini hiç bir canlı ötekine etmedi.
Dünyanın dört bir yanında farklı gerçeklerle çocukları, insanları öldürüyorlar; görüyoruz, duyuyoruz, biraz söylenip susuyoruz. Kimi insan para için, kimi ‘kendimi savunuyorum’ diye, kimi de burdaki gibi din diye çocukları öldürüyor.
Belki de dünyadaki en büyük bilimsel devrim, insanın mantığı anlaşıldığında ortaya çıkar
Romanlarda öğrendiği kadarıyla, coşkuyla yapılan fedakarlıklara aşk deniliyordu.
Has Bey: O okuduğu kitaplar kızımızı böyle asi yaptı hanım; okumak çocuklar için iyi bir şey ama gençler için tehlikeli bir şey. Ben insanın cahilini severim. Bunlar kitapları dinleyince büyükleri dinlemiyorlar, evlenince alsın götürsün kitaplarını. Ailemizin asaletini romanların asiliği bozmasın dedi.
Ayhayat Hanım: Belki romalar çeliyor kızımızın aklını, belki de çağ değişiyor Has Bey’im. Her roman farklı bir imkân. Onlar, romanları da anlıyorlar, bizi de. Biz romanları da anlayamıyoruz, onları da diye karşılık verdi.
Ayhayat Hanım: Belki romalar çeliyor kızımızın aklını, belki de çağ değişiyor Has Bey’im. Her roman farklı bir imkân. Onlar, romanları da anlıyorlar, bizi de. Biz romanları da anlayamıyoruz, onları da diye karşılık verdi.