İçeriğe geç

Medarı Maişet Motoru Kitap Alıntıları – Sait Faik Abasıyanık

Sait Faik Abasıyanık kitaplarından Medarı Maişet Motoru kitap alıntıları sizlerle…

Medarı Maişet Motoru Kitap Alıntıları

&“&”

İnsan denilen mahluk yalnız edemez. Yalnız kalırsa aklına ya delilik ya fenalık gelir.
İnsanları sevmezken sever olduk. .
İnsan konuşurken daha samimi olmasa bile daha ümitleri söndürmez yahut da dinleyenin haletiruhiyesine göre söylenen sözlerin mahiyeti değişirdi.
Arkadaş ben feylesofum. Benim kendime mahsus iyi bir dünyam var.
İnsaniyet kalkmış dünyadan. . .
Bu yalan dünyada ne ekersen onu biçersin.
İyi, basit, bağlarını koparmış insanlar her yerde uyuyabilirler.
İnsan kısmı, hastalık bulup bulup da beni mi bulacak? der.
Hem bizim yaradılışımızdaki insanlar birbirine sevgi için doğmuştur .
Ben, en köpek ruhlu insanın birdenbire
köpürdüğünü, menfaatini ayaklar altına aldığını gözümle görmüşümdür.
Yazıdan, genç kızın bir korkusu vardı. Laf uçar giderdi. Fakat yazının en fenasının bile, bir uzun zaman kalışı vardı ki …
Benim dünyamda boş laflar bitmiştir. Büyük laflar söylenmez. Kimse kalkıp;Şöyleyim, böyleyim, şöyleyiz, böyleyiz, böyle
yapacağız" demez. Yapar.
Güzel olan muhakkak güzel ahlaklıdır,demeyeceğim. Sonra fena ruhlu güzel yüzün de,insanı perişan eden, mahveden sihrini de inkar etmeyeceğim. Yalnız şunu demek istiyorum ki, ahlakın yüze eklediği mimikler, hatta renkler,yüz, ahlak her ikisi güzelken de vardır.
İnsan etrafındaki ne olursa olsun, insanlardan kaçmamalı.
İnsan denilen mahluk yalnız edemez. Yalnız kalırsa aklına ya delilik ya fenalık gelir."
Şimdi insanları daha iyi anlıyordu. Onları oldukları gibi değil, olmaları lazım geldiği gibi sevdiğini anlamıştı…
— İnsanları sevmezken sever olduk…
İnsan konuşurken daha samimi olmasa bile daha ümitleri söndürmez yahut da dinleyenin haletiruhiyesine göre söylenen sözlerin mahiyeti değişirdi.
Benim kendime göre yapılmış mis gibi bir dünyam vardır. Daha güzel, daha yepyeni bir dünya da tahayyül etmiyor değilim…
Bir ferdi olduğum insanlık, ah ne kadar az idi gerçekten; derinliklerine erişemediği yeraltı ile sonsuzluğa uzanan gökyüzü arasındaki dünyasında, ancak basabildiği toprakla ve varabildiği menzille sınırlıydı; ne kadar âciz, bilgisiz ve çaresizdi!
— Arkadaş ben feylesofum. Benim kendime mahsus iyi bir dünyam var. Bu dünya ergeç, hatta benim bile ümit etmediğim şekilde, insanı hayretlere garkedecek şekilde, düzelecektir.
Sana bir nasihat:
Bir insanı yanında uşak gibi kullandıracak her işten sakın!
— İnsaniyet kalkmış dünyadan…
Kolumuzda kuvvet kaldıkça, kafamızda o deli ışık yandıkça bir şeyden korkmam, Allah’tan başka!
“Ekinos kosmos (dünya böyledir)”. Sonra birisi ölmüş gibi ilave eder: “Pseftikos kosmos” (yalancı dünya!) der.
Güzel olan muhakkak güzel ahlaklıdır demeyeceğim. Sonra fena ruhlu güzel yüzün de, insanı perişan eden, mahveden sihrini de inkâr etmeyeceğim. Yalnız şunu demek istiyorum ki, ahlakın yüze eklediği mimikler, hatta renkler, yüz, ahlak her ikisi güzelken de vardır.
Dünya büyüktür, güzeldir. Geceleri yıldızlar parlar.
İnsanoğlu ana rahmine bulanık su gibi düşer de dokuz ay on gün sonra capcanlı fırlar. Sen adam olmazsın
Deli olmasına bir adım kalmıştı
Yarabbi, kiminle bir satır konuşabilirim kiminle?
Tuhaf, züppe bir muhit içine düştüm.
Ben ne istediğini adamakıllı bilen birisi değilim.
Benim kendime göre yapılmış mis gibi bir dünyam vardır..
yüzle ahlak arasında herhalde müthiş bir münasebet vardır.
—Benim babam bile yok.
Ekinos kosmos(dünya böyledir)"
Herkes beni deli diye gösteriyor.
Karıncalara basmamak için gözlerim önümde yürürüm.
Ona öyle geliyordu ki yazı ne kadar samimi olursa olsun laf kadar kati ve canlı değildi.
Seni seviyorum, evlenelim.
Nasıl olursa olsun, zengin olmamıza imkan yok
Ne olur canım? Ne olur? Gel evlenelim.
insanlar anasından ne Yahudi, ne Müslüman, ne Hıristiyan doğarlar.
Su buz gibidir. Balıkçıların elleri bir pancar kadar kırmızı.
—Batmaz korkmayın, batar mı bu Medarı Maişet ?
Gözlerinin altı her zaman çürüktür.
Neredeydi? Bu dünyanın nesinden zevk almalıydı?
Bazen kendisine bir çocuğun gülümsemesiyle, bazen yeni yapılmış bir tanışın samimi selamıyla, bazen bir yerde birtakım insanlarla birdenbire ahbap oluşun verdiği saadetle günlerce mesut, şen olurdu.
Bütün anlaşamamazlık belki de kuvvetlinin zayıftan aldığı toprak yüzünden çıkmış. Hala da çıkmakta…
“Mühim” diyoruz ama, bu kendi kendimize verdiğimiz bir peşin hükümden başka bir şey değildir.Doğru olması bir şey ifade etmez. Bir insanın mühim veya saçma şeyler düşündüğünü nasıl bilebiliriz.
Benim kendime mahsus iyi bir dünyam var. Bu dünya ergeç, hattâ benim bile ümit etmediğim şekilde, insanı hayretlere garkedecek şekilde, düzelecektir.
İnsanın en fenasında bir iyi tarafın bulunduğunu biliyoruz. Biz o iyi tarafı bulmaya, ondan istifade etmeye mahkûmuz, mecburuz.
… dediğim gibi, bu yalan dünyada ne ekersen onu biçersin.
  — Ulan, insan körmüş! Görmeyince görmüyor işte.
— Hadin kalkın başka bir yere tüyelim be! Ekşidik burda yahu!
İnsanın en fenasında bir iyi tarafın bulunduğunu biliyoruz. Biz o iyi tarafı bulmaya, ondan istifade etmeye mahkûmuz, mecburuz.
“Para insanı ahlaksız ediyor. Karnı doyunca insanın kötü huyları da meydana çıkıyor.
Bütün anlaşamamazlık belki de kuvvetlinin zayıftan aldığı toprak yüzünden çıkmış. Hâlâ da çıkmakta.
Acaba bütün insanların hayatı da bu şekilde birtakım kopuk, yarım şeritlerden mi ibarettir?
İnsanın en fenasında bir iyi tarafın bulunduğunu biliyoruz. Biz o iyi tarafı bulmaya, ondan istifade etmeye mahkûmuz, mecburuz.
“Böyle olacağı belliydi” dedi kendi kendine, “İnsan denilen mahluk yalnız edemez. Yalnız kalırsa aklına ya delilik ya fenalık gelir.”
“Öyle bir dünya düşünelim ki hiçbir şairi yoktur. Öyle bir memleket düşünelim ki, müzik yasak edilmiştir. Meyhanelerin şarabı sirkeleşmiştir. Düşünelim ki, bütün evlerin kapıları sokağa kapanmış, herkes evinin içinde perdeleri sımsıkı kapanmış eğlenir…”
“Bu zamanda herkesin burnu Kaf Dağı’ndaydı.”
Akşama yorgun, bir ateş yaktığı zaman, bu fiziki yorgunluktan ziyade daha iç taraflarda adeta akciğerinde, karaciğerinde, midesinde, kafasında bir yorgunluk duyuyordu."
Bir aralık başı dönmüş, ona bir alemin içine yuvarlanıyormuş gibi gelmişti. Bu alemin kendine mahsus aydınlığından o kadar çabuk uyanmıştı ki kalbinin demir bir elle sıkıldığını duydu."
İnsanlar birbirlerinin sıhhatleri, hastalıklarıyla ne kadar yakından, lüzumsuz da olsa, bir alaka duyuyorlardı."
Onun yanında küçülüyor, büyüyordu. -Fransızca şarkıdaki gibi: "Je me sens tout petit…"- (Kendimi çok küçük hissediyorum.)"
Benim dünyamda boş laflar bitmiştir. Büyük laflar söylenmez. Kimse kalkıp, "şöyleyim, böyleyim, şöyleyiz, böyleyiz, böyle yapacağız" demez. Yapar. Hiç kimse şaraplı, av etli, meyveli yemekten sonra çıktığı gezintide ağzının kokusunu burnunun dumanının yüzümüze üflemez. Yahut bizimle aynı kötü elbiseleri giyip, aynı cıgaraları içiyor görünerek evine saadetler, ocağını bin sene tüttürecek erzakı, refahı yığmaz. Muhabbetler ne ana, ne baba, ne çocuğa matuftur, insanoğluna… Böyle bir dünyanın açı yoktur. Su kıyısında serseri değil, şairi gezer. Yozgat’a deniz, İstanbul’a Yozgat gündüzleri karışmıştır. Memleketler şu veya bu avantajından dolayı özlenilmez. Deniz seyretmeye gidilebilir. Çalışmak hesaplıdır. Ekilmeyen yer yoktur. Beyhude ormanlar, beyhude göller yoktur. Mevsimler beyhude gelmez."
Bir insanı yanında uşak gibi kullandıracak her işten sakın! İnsanoğlu birbirinin uşağı değildir, olamıyor. Sen o uşak gibi gözükene bakma! Ben en köpek ruhlu insanın birdenbire köpürdüğünü, menfaatini ayaklar altına aldığını gözümle görmüşümdür. Hem bizim yaradılışımızdaki insanlar birbirine sevgi için doğmuştur."
Hani köylü çocukları vardır. Ateş gibi çocuklardır da insan onların biraz daha tahsil görmediğine üzülür. İşte ben bu toprağa, bu bakımsız toprağa acıyorum. Yoksa herif zengin olmuş, umurumda mı?"
Her adam, bu toprak denilen şeyden bir şey anlamaz. Toprak canlı gibidir. Ahbaplık, dostluk, arkadaşlık ister."
Bana toprak sahibi olmaktan bahsetme arkadaş! Toprağın asıl sahibi onunla dövüşendir. Arabayla, kırbaçla, bir yağız atla mağrur, harman savrulurken seyretmek, toprak sürülürken cıgara yakmak, patatesler çıkarken ceviz gölgesinde uyuyup uzanıp, &‘Hadi karılar, biraz gayret!’ demekle çalıştım zanneden adamın benim nazarımda kıymeti yoktur. Ben şu karıncalara basamam. Karıncalara basmamak için gözlerim önümde yürürüm. Ama bu herifin gırtlağına basarım."
Hem ne olursa olsun… Nasıl olursa olsun, zengin olmamıza imkan yok, korkma! Hiçbir şey çalmış olmayacağız. Allah’a karşı değil, insanlara karşı, en az günah işleyen biz olacağız; bu muhakkak!"
Bu ne bir çiftlik sahibi olmak arzusu ne de ağa olmak yoludur. Diyeceksin ki, "Bu yalnız senin hayatın boyunca böyle olur da çocukların, ağır ağır ağa olmaya giderler." Gidemezler! Oğullarımız bizden daha bilgili, daha müsamahakar, daha mütekamil olmaya doğmadan namzettirler. Onlardan korkum yok."
İlk insanların karada, kendilerine mahsus birkaç dönüm arazileri muhakkak varmış. Bütün anlaşamamazlık belki de kuvvetlinin zayıftan aldığı toprak yüzünden çıkmış. Hala da çıkmakta…"

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir