İçeriğe geç

Mavi Bir Köpeğin Gözleri Kitap Alıntıları – Gabriel Garcia Marquez

Gabriel Garcia Marquez kitaplarından Mavi Bir Köpeğin Gözleri kitap alıntıları sizlerle…

Mavi Bir Köpeğin Gözleri Kitap Alıntıları

Ama ölümü öylesine kabullenmişti ki hayatta olsa bile teslimiyetten ölecekti.
Bir adamla birlikte olduktan sonra hem ondan hem bütün erkeklerden tiksinti duyduğu için o adamı öldüren bir kadın, sence de rahat bırakılmamalı mı?
Mutlu olmanı istiyorum, diye tekrarladı. Aniden olduğu yerde durup kadının oturduğu tarafa doğru döndü. Seni çok sevdiğimi biliyor musun?
Hayatın zorlukları seni katılaştırıyor.
Sadece varlığı bile zamanın yılmadan aşındırdıklarını onarmaya yetmişti.
Bu akşam hiçbir şeyi anlamıyorsun, kraliçem, dedi, terleyen yüzünü elindeki bezle silerek. Hayatın zorlukları seni katılaştırıyor.
Kollarını alevin üstünde kavuşturarak konuşmayı sürdürdü: Hep kırların ortasında bir evde yaşamayı arzulayan ama şehirden bir türlü çıkamamış bir kadın o.
Altı ev ötede bir kadın kendisini beklerken sokağın köşesinde kararsızlıkla öylece dikilmiş bir adam olmaktan öteye gidemediği için suçluluk duyuyordu. İçini işgal eden bu tezatlarla dolu hissin, bedeninde konuşlanan bu ıstıraplı tatsızlığın sebebini ilk başta anlayamamıştı. Ama şimdi (düşününce) hiçbir şey yapmazsa duyacağı pişmanlıkla birlikte yaşamanın ne kadar zor olacağını idrak ediyordu.
Korku her yanını kaplamıştı ve neredeyse elle tutulur yoğunluğuyla, kımıldamadan, inatla onu sarmalıyordu; odasını asla terk etmemeyi kafasına koymuş, görünmez bir insan gibiydi. Huzurunu en çok kaçıran şey de bu korkunun herhangi bir temele dayanmamasıydı; benzersiz, sebepsiz, hiç yoktan var olan bir korkuydu bu.
Ama ölümü öylesine kabullenmişti ki hayatta olsa bile teslimiyetten ölecekti.
Ben seni bulmamı sağlayacak cümleyi her gün aklımdan geçirmeye gayret ediyorum. dedim.
Birileri rüyasında bu odayı görüp eşyalarımı karıştıracak diye ödüm kopuyor.
Çıngırak sözcüğü neden bir çıngırak gibi çınlıyor?
Kendisiyle mezarı arasında yalnızca kendi ölümü vardı.
Ama ölümü öylesine kabullenmişti ki hayatta olsa bile teslimiyetten ölecekti.
Ne de olsa ölüler, durumlarının dermansızlığına rağmen mutlu olmasını bilirdi.
hastalığı, ölüm dolayısıyla ölmekti.
Eğer yaşanmakta olana başkaldırıyorsanız ve gençseniz, yaşadığınız her ne olursa olsun serüvendir.
Bu gidişle yaşlandığımla kalacağım,
Köpük içindeki dişleri dünyaya son bir gülümseme göndermişti, insanın kanını donduran, dehşet verici bir gülümseme ve ölüm, küllerinden oluşan bir ırmak gibi kemiklerinin üstünden akmıştı.
Devletler, kontrollerine aldıkları muhalefet hareketlerini, ayaklanmaları ya da devrimleri, dışında kaldıklarından daha kolay engeller.
Rüyalar renkli midir ?
Belki de ölümün koku duyusunu cezbetmek için baruttan bir gül kullanmalıydım.
Ama ölümü öylesine kabullenmişti ki hayatta olsa bile teslimiyetten ölecekti.
Ne de olsa ölüler, durumlarının dermansızlığına rağmen mutlu olmasını bilirdi. Yaşayanlarsa teslim olup canlı canlı gömülmeye göz yummazlardı.
Bir elma ağacının kılcal damarlarından yukarı tırmanıp sonbaharda olgunlaşacak bir elmanın içine konuşlanacak veaç bir çocuğun ısırığıyla uyanacaktı. Böylelikle bütünlüğünü kaybettiğinin, artık sıradan bir ölü, alelade bir ceset bile olmadığının farkına varacaktı, işte buna üzülüyordu.
Şekli şemali belli, fiziksel bir ceset değilde hayal ürünü, soyut, yalnızca ebeveynlerinin bulanik hatıralarında kalan bir ceset olduğunu hissedecek ve geçmişi belli belirsiz özleyecekti.
Ölümünü yaşamak için nefes alması bile gerekmiyordu.
Seni öyle çok seviyorum ki seninle yatamam dedi. Sonra kadının oturduğu yere yaklaştı. Karşısına dikilip onu süzmeye koyuldu, kuvvetli kollarını kadının hemen önünde bara dayamıştı. Gözlerinin içine bakıp, Seni öyle çok seviyorum ki her akşam seninle birlikte buradan ayrılan adamları öldürebilirim.
.
.
.
Benimle gitmesinler diye onları öldüreceğin konusunda ciddi misin? dedi kadın.
Seninle gitmesinler, diye değil dedi José. Seninle gittiler, diye.
İkisi de aynı şey dedi kadın.
Hayatın zorlukları seni katılaştırıyor.
“Ne de olsa ölüler, durumlarının dermansızlığına rağmen mutlu olmasını bilirdi. Yaşayanlarda teslim olup canlı canlı gömülmeye göz yummazlardı.”
Artık her şey aynıydı.Kendisiyle mezarı arasında yalnızca kendi ölümü vardı.
Bütün günler birbirinin aynıdır,
Sadece varlığı bile zamanın yılmadan aşındırdıklarını onarmaya yetmişti.
Oturduk. Görünmez bir güneş omuzlarımızı ısıtmaya başladı. Ama güneşin varlığı bile ilgimizi çekmiyordu.
En azindan ona ölmesini dileyecek kadar değer verdik, diye düşündük hep birlikte. Ama onu böyle istiyorduk; çirkin ve soğuk, gizli zaaflarımıza sefilce katkı sağlayarak
Geceleri, uykusuzluğun iğneleri gözlerine bakarken herhangi bir cazibesi olmayan, sıradan bir kadın olmayı diler olmuştu.
Birden güzelliğinin kendisine yük olmaya başladığının farkına vardı. O acı güzelliği, bir tümör gibi,bir tür kanser gibi canını yakar olmuştu.
Ölümü öylesine kabullenmişti ki hayatta olsa bile teslimiyetten ölecekti.
Senõra, oğlunuz ağır bir hastalıktan müzdarip; oğlunuz yaşayan bir ölü.
Kefenine sarılmış halde kendini pek yakışıklı bulmuştu; ölesiye yakışıklı.
Sülalesine sövdü. Uykusuzluğu onların suçuydu.
Birden güzelliğinin kendisine yük olmaya başladığının farkına vardı. O acı güzelliği, bir tümör gibi, bir tür kanser gibi canını yakar olmuştu.
Korku! Ne kadar derin, ne kadar anlamlı bir sözcük!
Keyifli,kolay ve ideal bir dünyaya daldı; cebir denklemleri, sevgi dolu vedalar ve yerçekimi gücüyle kirlenmemiş; adeta bir çocuğun elinden çıkmış bir dünyaydı bu.
Ölümü o kadar kabullenmişti ki hayatta olsa bile teslimiyetten ölecekti.
yaz mevsiminin diğer mevsimleri bastırarak sonsuza dek sürmesini arzuluyordu.
Ölmüş müydü ki? Hayır. Yalnızca âlem değiştirmiş, fiziksel dünyadan çok daha kolay, çok daha az
karmaşık, bütün boyutların bertaraf edilmiş olduğu bir
dünyaya gayet normal bir geçiş yapmıştı.
Onu asıl dehşete düşüren şey, kendini ifade edememekti; hayatında ve ölümünde tecrübe ettiği en büyük dehşetti bu.
Hanımefendi, bana sözcüklerin ne renk olduğunu söyleyebilir misiniz?
Alkol ve eczane karışımı bu pis koku karşısında şüpheye düşmek mümkün değil.
Korkunun hayaletlerine karşı kapana kısılmış bir vahşi hayvan gibi kendini savunması, yaralı bir köpek gibi dişlerini göstermesi fayda etmiyordu.
Ölüm, öfkeden kudurmuş bir örümcek gibi sarıp sarmaladığı yaşamı ısırarak pes ettirmeye çalışıyordu.
Güzellik artık güzellik olmaktan çıkmış, engellenmesi ve bir an önce kökünün kurutulması gereken bir hastalığa dönüşmüştü.
Ama ölümü öylesine kabullenmişti ki hayatta olsa bile teslimiyetten ölecekti.
“Artık her şey aynıydı. Kendisiyle mezarı arasında yalnızca kendi ölümü vardı.”
Her şey, ölmüş olduğunu yalanlar nitelikteydi. “Koku” hariç her şey.
Uzun lafın kısası, oğlunuz ‘yaşarken ölüm’den mustarip. Sahici ve somut bir ölüm bu…
-Çocukluğunu hiç yaşayamamış, ölü olarak geçirmişti.
-“Artık her şey aynıydı. Kendisiyle mezarı arasında yalnızca kendi ölümü vardı.”
-“Artık her şey aynıydı. Kendisiyle mezarı arasında yalnızca kendi ölümü vardı.”
“Artık her şey aynıydı.Kendisiyle mezarı arasında yalnızca kendi ölümü vardı.”
Ama ölümü öylesine kabullenmişti ki hayatta olsa bile teslimiyetten ölecekti.
Doğrulmaya, tükenmiş kuvvetini toparlamaya, hala hayatta olduğunu ve onu canlı canlı gömdülerini anlasınlar, diye karanlık ve dar tabutunun içini yumruklamaya çalışacaktı boşuna. İşe yaramayacaktı
Birkaç dakika öncesine kadar ölümünden dolayı mutluluk duyuyordu,zira ölü olduğunu zannediyordu. Ne de olsa ölüler, durumlarının dermansızlığına rağmen mutlu olmasını bilirdi. Yaşayanlarsa teslim olup canlı canlı gömülmeye göz yummazlardı.
Ne de olsa ölüler, durumlarının dermansızlığına rağmen mutlu olmasını bilirdi. Yaşayanlarsa teslim olup canlı canlı gömülmeye göz yummazlardı.
Ama korku hissi aniden sırtına bir şaplak gibi iniverdi. Korku! Ne kadar derin, ne kadar anlamlı bir sözcük!
Oğlunuz ‘yaşarken ölüm’ den mustarip. Sahici ve somut bir ölüm bu
Keyifli, kolay ve ideal bir dünyaya daldı; cebir denklemleri, sevgi dolu vedalar ve yerçekimi gücüyle kirlenmemiş; adeta bir çocuğun elinden çıkmış bir dünyaydı bu
Köpük içindeki dişleri dünyaya son bir gülümseme göndermişti, insanın kanını donduran, dehşet verici bir gülümseme ve ölüm, küllerden oluşan bir ırmak gibi kemiklerinin üstünden akmıştı.
Hanımefendi bana sözcüklerin ne renk olduğunu söyleyebilir misiniz? Sözcükler de çıngıraklar gibi çatlayabilir mi?
Kendisiyle mezarı arasında yalnızca kendi ölümü vardı.
ve odanın tavanının tam ortasında beliren iri bir su damlası yere damladı.Adam, damlanın sesini duyunca hiç şaşırmadı, çünkü odanın tavanındaki ahşabın eskimiş olduğunu biliyordu, yine de bu damlayı oluşturan suyun taze, hoş ve dostane olduğunu, göklerdeki daha güzel, daha geniş ve aşk, sindirim sistemi ve ikizler gibi aptal olaylarla dolu olmayan bir yerden geldiğini hayal etti.
Kişisel ahenginde, (gündelik ve biçimsel bölünmezliğinde) bir şeylerin eksik olduğunun farkındaydı.
Ölüm, öfkeden kudurmuş bir örümcek gibi sarıp sarmaladığı yaşamı ısırarak pes ettirmeye çalışıyordu. Ama o son an, bir türlü gelmek bilmiyordu.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir