İçeriğe geç

Masumiyetin İncisi Hazreti Meryem Kitap Alıntıları – Nurdan Damla

Nurdan Damla kitaplarından Masumiyetin İncisi Hazreti Meryem kitap alıntıları sizlerle…

Masumiyetin İncisi Hazreti Meryem Kitap Alıntıları

Sevgili kalp vadisine inince yabancılar oradan çekip giderler.
Şeb-i yeldayı müneccimle muvakkit ne bilir,
Mübtelâyı gama sor kim geceler kaç saat.

(En uzun geceyi; işi¸ onu hesaplamak olan müneccime¸ muvakkite sorma; onlar bilmez. Gecelerin kaç saat olduğunu gama tutulmuş olana sor.)

‘Unutma! Kula teşekkür etmeyen Rabbine şükretmez.’
‘Dünya bir sofradır. Elindeki elması şekere değişen çocuklar gibi olma . Bezm-i elest meclisinde ahdettiğin o sözü unutma sakın . Bela her ne vakit gelirse göndereni düşün ve sus.’
Ani bir ışık çarpmasıydı yaşadığım. Öyle bir beyazdı ki bulutun beyazlığı onu tarif edemezdi. Bakamamıştım gözlerine. Yeşilin en koyusuyla nurlanmış gibiydi. Baktığım anda derinliğiyle insanı yere serecek bakışlar
Şu çivisi çıkmış dünyada tek yol, Allah aşkına adanmış o güzel insanları tanıyıp onlarla doğrulmaktır.
Onlarla beraber olmak, insana huzur ötesi bir şevk verir..
..Kalemler Meryem’i tasvir etme kudretini yakalayınca ortaya en anlamlı cümle olan suskunluk çıkardı.
Hoşça bak zâtına kim zübde-i âlemsin sen
Merdüm-i dîde-i ekvân olan âdemsin sen
Şeyh Gâlib

(Kendine dikkatlice bir bak; sen âlemin özüsün.
Sen varlıkların gözbebeği olan insansın)

Kızlar için anneler üstü örtülü hazinelerdir.
Ancak yine de uyarısını yaptı:
Allah’ tan korkan biriysen yaklaşma bana!
Ardında aynı ses ve kararlılıkla devam etti:
Her türlü taşkınlıktan Allah ‘ a sığın!
Mabedin taş sinesine iki tecelli düştü:
Kork ve sığın!
Kork ve sığın !
Oldukça bilinçliydi.
İsa Nebi gerçeği açıkladı:
“Ey gerçeği anlamak istemeyen adam,”dedi “ahmaklık Allah’ın bir kahrıdır.Hastalık,körlük sağırlık ise bir beladır,kahır değildir.Hastalığa ,belaya uğramış kimseye acınır.Ahmak olan ise başkasına acı verir ve incitir.”
Esasında aşk, insanın kendi değerini ölçme ve bilme macerasıydı. Aşk ki varoluşun en kadim nimetiyken insan, bir ömür kendini aramaktaydı. O sebeple de kendini çok sevene, değer verene, düşünene, sır verene, fedakârlık edene, iltifat edene, mutlu edene bağlanıp kalırdı. Oysa ki bu kavram çok büyüktü. Gecelerin ortasından karanlığı delip geçen bir kamer gibi aşk da bağrımı delip geçti.
Aşka gelince gördüm ki bir uzun hece imiş
Kadın olunca can olacaksın, derman olacaksın insanlığa, yılmayacak, mücadeleden vazgeçmeyeceksin. Çünkü Mevla en değerli varlığı size emanet etti. İnsanı sizin bedeninizde yeşertti ve onu sizin ellerinize verdi. Kadın bünyesinde büyük bir sabır, tahammül, şefkat ve merhamet vardır. Yaratıcı, kadına ‘terbiye etme’ özelliği vermiştir. O sebeple insanı annelerin yüreğine emanet etmiştir.
Hiçbir kalp kendi iç hazinesini keşfetmeden mutlu olmaz.
Aynadan sunulan bal tat vermez.
Rüyada yanan kandil aydınlatmaz.
Kimsenin ahı kimseye kalmaz.
Gönül kaynamayınca göz yaşarmaz.
Zalim azmadıkça bela gelmez.
Zulüm artmadıkça Mesihler gelmez.
~Hz. Zekeriya
Kitapların bildirdiğine göre yüzlerce seçilmiş
peygamber arasından seçilip süzülmüş altı peygamber vardı. Onlar, yüklendikleri sorumluluk karşısında yılgınlık göstermeden, her zorluğa katlanarak sebat gösterenlerdi, Allah’ın emirlerine uyma konusunda çok dikkatli, titiz, gayretli ve kararlı kimselerdi. Onlar ülü’l-azm peygamberlerdi. En seçkinler ve en dürüstlerdi. Dini dosdoğru tutan, ayrılığa düşmeyen, asla sarsılmayan, vazgeçmeyenlerdi. Zalimlere, zorbalara, haksızlara, yolsuzlara savaş açan, zulmün karşısında bütün sıkıntıları, güçlükleri, zorlukları, anlayışsızlıkları omuzlayan, ihanetlere ve işkencelere göğüs gerenlerdi. Onlar, dünyada ve ahirette şeref sahibi olan salihlerdi. Çok kıymetli kimselerdi ancak insanların çoğu onlardan habersizdi. Hak edişlere göre namları vardı. İsa Mesih’ten beş yüz sene sonra gelecek olan Son Peygamber Muhammed Mustafa’nın (s.a.v.) namı Habibullah”tı. Rabbi onu çok sevdiği için “En Sevgili” namını almıştı. Âdem Safiyullah idi, Allah’ın ihsanı ile seçilmiş ve beğenilmişti. İsmet vasfıyla tertemiz,
doğrulukta emsalsizdi. Fetanet sahibiydi. Üstün bir akıl ve zekâya, kuvvetli bir hâfızaya ve yüksek bir mantık ve ikna kabiliyetine sahipti. Masum ve günahsızdı. Safiyet makamının has kuluydu.
Nuh Nebi, Neciyullahtı. Gemi ile bütün insan ve hayvan soyunu kurtardığı için Neciyullah yani kurtarıcı unvanını almıştı. O, insanları Allah’ın yoluna çağırmış ancak kabul eden çok az kimse olmuştu. Allah’ın Peygamberini yalanlayıp, onu deli sayıp onunla alay etmeleri sebebiyle:
Rabbim, demişti kavmim beni yalanlıyor, benimle onlar arasındaki hükmü Sen ver, beni ve beraberimdeki müminleri kurtar.
Duası hürmetine iyiler ve salihler necata ermiş, kurtulmuşlardı.
İbrahim Nebi, Halilullahtı. Allah’ın dostluğunu kazanmıştı. O, Rabbini dost edinince melekler:
Ey Rabbimiz, İbrahim Sana nasıl dost olabilir? Nefsi var, malı var, evlâdı var. Kalbi bunlara meyyaldir demişlerdi. Bunun üzerine İbrahim, ağır imtihanlara tabi tutulmuş ama asla dostu olan Rabbinden incinmemişti. Mancınıklarla ateşlere atılırken dahi onun dostluğunu ve rızasını istediği için Halilullah unvanını almıştı. Canını, evlâdını, malının tamamını Rabbine adamıştı. O büyük
teslimiyetle ram olunca kulluğun mutlak noktasına erişmişti. Suretlerden sıyrılmış, sirette derinleşmiş, gerçek dostun dostluğunu seçmişti. Ateşe atılacağı zaman, melekler ona yardım etmek için Allah’tan
izin alarak ona bir isteği olup olmadığını sormuşlardı. Ateşin yakıcı kıvılcımları yüzünü yalarken:
“Dostla dostun arasına girmeyin, demişti İbrahim Nebi O bana yetişir; O ne iyi vekildir!
Onun bu güzel teslimiyeti ve tevekkülü neticesinde daha ateşe düşmeden Rabbi, ateşe emretmişti:
Ey ateş! Ibrahim’in üzerine serin ve selâmet ol!”
Yüce emirle alev, tatlı bir pınar olmuştu.
Gördüğü rüya üzerine oğlunu feda ederken melekler telaş içinde:

Bir peygamber, bir peygamberi kurban etmeye götürüyor! demişlerdi.
Rabbi onun teslimiyetine Cebrail’i göndererek Cennetten koç indirmişti.
Sıra mala gelmişti. Rabbi İbrahim’e sayılamayacak kadar koyun sürüleri vermişti. Cebrail insan kılığında gözükerek:
“Bu koyunlar kimindir? Onları bana satar mısın? demişti.
İbrahim:
Onlar Rabbimindir, bana emanet edildi. Rabbimin adını zikredersen ve ona secde edersen hepsini al, götür! diye yanıtlamıştı Cebrail olduğunu bilmediği adamı.

Yabancı Rabbini tazim edince İbrahim:
Onlar senindir, demişti “hepsini alıp götürebilirsin.
Bunun üzerine yabancı:
“Ben insan değil, meleğim, alamam” derken İbrahim’in hayreti artmamış:
Sen Onun meleğiysen ben de Onun dostuyum,” demişti “verdiğimi geri alamam.
Canı, evlâdı ve malı ile geçirdiği ağır sınavlardan sonra Rabbine karşı en ufak bir tereddüt göstermemişti. Büyük bir teslimiyetle O’na ram olarak kulluk rütbesinin mutlak noktasına erişmişti. Suretten kurtulduğu için Rabbi onu Halilullah” olarak künyelemişti.
Halilullah, Allah’ın dostu demektir. Çünkü İbrahim Peygamberin kalbinde, Allah sevgisinden başka, hiçbir mahlukun sevgisi yoktu. Musa Nebi, Kelimullahtı. Rabbinin kelimelerine erendi.
“Ya Rabbi! Benim ümmetinden daha üstün bir Ümmet yarattın mı?” diye sual ettiğinde Rabbi cevap vermişti:
Ey Musa! Muhammed’in (a.s.v.) ümmetinin diğer mahluklara üstünlüğü, benim, yarattıklarıma olan üstünlüğüm gibidir” buyurmuştu. Bunun üzerine Musa Nebi;

Ya Rabbi! Keşke ben Muhammed’in (a.s.v.) ümmetini görebilseydim. dediğinde Rabbi:
Sen onları göremeyeceksin. Keşke onların sözlerini işitmeyi isteseydin. buyurmuştu.
Bunun üzerine Musa (a.s.):
Onların sözlerini işitmek istiyorum. deyince Yüce Allah:
Ey Ümmet-i Muhammed! diye hitap buyurdu. Biz de babalarımızın sulbünden, analarımızın rahminden Lebbeyk Allahümme lebbeyk, la şerike leke lebbeyk, innel-hamde ven-ni’mete leke vel-mülke la şerike lek” diye cevap verdik. Yüce Allah:
“Ey Muhammed’in (a.s.v.) ümmeti! Benim rahmetim gazabımı, affım cezamı geçmiştir. Ben, size istemeden verdim. Kim bana kıyamet gününde, Allah’tan başka ilâh olmadığına, Muhammed’in (a.s.v.) benim peygamberim ve kulum olduğuna şehadet ederek gelirse onun yerini Cennet yaparım. Günahları, deniz köpükleri kadar çok olsa bile.” buyurmuştu.
Rabbiyle konuşan Musa Veliyullah, daha birçok mucize yaşamıştı.
Rabbi ona:
“Ya Musa! buyurmuştu “sana peygamberlik vermeme sebep olan şeyi biliyor musun?
“Hayır, Ya Rabbi! Sebebi nedir? demişti.
Sen bir gün koyun bekliyordun, demişti Rabbi bir koyun sürüden ayrılarak kaçtı. Sen onu sürüye katmak için arkasından yürüdün. Bir hayli yol gittin. İkiniz de çok yorulmuştunuz. Nihâyet koyunu yakaladın ona şöyle dedin:
Ey Koyun! Ne zorun vardı da hem kendini hem beni böyle yordun?’
Oysaki sen o anda çok yorgun ve öfkeliydin. O öfke anında hiddetini ve hırsını yenerek hayvana rıfk yani iyilik ve güzellik ile muamele ettin. Ölçülü ve şefkatliydin. İşte bunun için sana peygamberlik verdim.

Musa Nebiye Rabbi şöyle seslenmişti:
Bilir misin Ey Musa! Cennete en son girecek olanlar, gıybetten tövbe edenlerdir. Cehenneme ilk girecekler de gıybete devam edenlerdir.
Musa Nebi “Ya Rabbi! Kullarının en kıymetlisi kimdir? dediğinde ise Rabbi:
Gücü yettiği zaman affeden Müslüman kimsedir buyurmuştu. Musa Nebi, sıkıntı içinde kıvranan bir mümin görmüştü de çok
acıyarak:
“Allah’ım ona merhamet et! diye dua ettiğinde ise Rabbi:
Bundan daha büyük rahmet ve merhamet olur mu? Ona verdiğim bu bela ile günahlarını mahvediyor ve derecesini yükseltiyorum. buyurmuştu.
Meryem’in kucağındaki bebek ise İsa Nebiydi. Lakabı Ruhullahtı. Yarattığı her şeyi güzel yaratan, insanı başlangıçta çamurdan, sonra onun soyunu bir nutfeden yaratan, onu şekillendirip ruhundan ona üfleyen Allah, Cebrail’in Meryem’e üflemesiyle İsa’yı halk etmişti. O sebeple ona ruh denilmişti. İsa, alışılmış sebeplerin dışında, tenasül yoluyla değil, hava yoluyla meydana gelmişti. Rabbinin “Kün emri onda aşikâr tecelli etmişti. Toprağı, nuru, ateşi yoktan yaratan Allah, Adem’i topraktan, melekleri nurdan, cinleri ateşten yaratırken İsa’yı babasız olarak, ruh üfleyerek yaratmıştı. İffetini korumuş olan Meryem’i ve onun oğlunu cümle âlem için
bir ibret kılmıştı. Ruhun letafetini ve iffetine olan düşkünlüğünü hatırlatmak için de adını kutsal kitabına yazacaktı. Onun kadim terbiyesi çağlar boyu iyilikle anılacaktı. Ruhun gücüydü bu. Nefesti, şeffaftı, latifti ruh.
❤İşte bunun için Muhammed Mustafa (a.s.v.) Habibullah, İbrahim Nebi Halilullah, Musa Nebi Kelimullah, İsa Nebi Ruhullah, Adem Nebi Safiyullah, Nuh Nebi Neciyullah olarak kayıtlara geçecekti.
Yaşanılan ve ders alınması gereken çok şey vardı ve zaman kutlu tecellilere gebeydi. Hoşça bakın zatınıza şüphesiz okuduklarınız size çok şey kattı ve buraya kadar geldiyseniz En Sevgili’yi yâd etmeyi unutmayın
(a s.v.)

Sevgiliden gelen ezaya tahammül edebilmekti âşıklık.
Kadere tevekkülü az olanın derdi çok olur.
Allah’tan başkası önünde eğilen başlar asla abat olamazlar.
Büyük insanlar ikballeri uğruna duruşlarından vazgeçmez ve kınayıcıların kınamasına aldırmazlar.
Erkek cesarette, Kadın ise şefkatte ileridir.
Hayatın her karesi okunacak bir kitap değil miydi zaten ?
Meryem Rabbinin Hizmetçisi
Hana(annesi) Lütfa eren demekti.
-Davut                Yukarıdan aşağı babalar ve
-Süleyman                         oğulları
-Rahbeam
-Ebya
-Asa
-Yeh Afaz
-Yarem
-Ahzihu
-Yavş
-Amsiya
-Azriya
-Yusam
-Ahaz
-Hazkiya
-Minşa
-Amun
-Yaşhem
-Masan
-İmran Kızı Meryem Oğlu İsa.
Basit bir sarmaşık gibi önüne gelen her cisme sarılmamalı insan. Ruhunu dolandırmamalı. Asırlarca ayakta kalıp dal budak salan bir çınar olmalı. Ruhundaki çocukları kör ve çaresiz bırakmamalı. Her çocuk bir çığlıktır ruhumda; kimi arzu, kimi istek, kimi heves. O çocukları besledikçe sakinleştiğini görür insan. Aç bırakınca da ruh sağa sola saldırır. Kalp sızlar, akıl acı çeker. Hayat, bin pareye dönmüş pencerelerden kırık ve sönük gözükür. Bakire Meryem’in eteğine tutunduktan sonra iffet denen zırhın korumasına girdim. Korunaklı dünyamın huzuruyla doluyum. Edep Ya Hu!
Ümitsizlik Sevgiliyi incitir Ey Meryem!
Hırs ve haset, insanları çağlar boyu yakıp kavurmuştu. Yeryüzü kavgalarını çoğu hırs ve haset üzerine değil miydi? Hırs ve hasretin özünde ise benlik davası vardı. Benlik hastalığına yakalananlar asla mutlu olamazdı. Bu, Rabbinin büyüklüğü karşısın da kendi küçüklüğünü kabul etmeyenlerin ateş çukuruydu.
“Karun,hırsın ve kibrin çukuruna gömülürken kibri onu mahvetmişti.Süleyman’ın zenginliğini Rabbi için,Karun’un ise kendisi için sarf etmiş olması ne anlamlı ve hüzün vericiydi Asırlar sonrasında biri saltanatı ve kulluğuyla,diğeri hırsı ve aç gözlülüğüyle anılır olmuştu.İşte bu sebeple insan olmak iki ucu keskin bıçaktı.
“Hırs ve haset,insanları çağlar boyu yakıp kavurmuştu.Yeryüzü kavgalarının çoğu hırs ve haset üzerine değil miydi?Hırs ve hasedin özünde benlik davası vardı.Benlik hastalığına yakalananlar asla mutlu olamazdı.Bu,Rabbinin büyüklüğü karşısında kendi küçüklüğünü kabul etmeyenlerin ateşli çukuruydu.İnsanların çoğu bu hastalığa tutulmuş ve Rablerini unutmuşlardı.
Sinsi tuzaklar sahibini yutardı. Hain yürekler sahibini tüketirdi. Hırslı ve hasetli arzular sahibini yer bitirirdi.
İnsanı en yaralayan şeydi ihanet. Her şeyden önce de kişinin başta kendi haysiyetine yaptığı bir katliamdı.
Kalbin hakkını veremeyenler bedenin mahkumu olurlar.
Aşk bir oluştur, varoluştur.
Arzular insanın kör noktasıdır, oradan batar ve oradan çıkar insan. İç sesler insanı çamura da batırır çiçeğe de götürür.
Bazen kendimize ya da ötekine karşı adil olamıyoruz. Ya çok kolay affediyoruz ya da hiç affedemiyoruz.
Ses insanın içini ele verir, kişinin sesi iç ahenginin resmidir; kelamı ise iç terbiyesini gösterir.
Kişi işini sağlam yapmalı. Her ne yaparsa yapsın düzgün ve kaliteli yapmalı insan. Ruhunun kalitesini yansıtmalı ki insanın nezaketine saygı duyulsun.
Sadece yaralanmış olanlar yara alanların halini anlardı. Yarası olmayan şifacı olamazdı. Kimsesizliği, yokluğu, açlığı, sürgünü bilenler çaresizlere derman sunabilirdi. Dibe vuramayanlar göğü seyredemezdi.
Hiçbir suç tek başına işlenmemiştir yeryüzünde. Ortada bir suç varsa onu bir de yaptıran vardı ve bundan kimsenin haberi yoktu.
Kadını bedenden ve tenden bir varlık olarak görüp algılayan zihinler utansın.
Anne kıymetliydi. Anne toprak, anne su, anne cevherdi.
Annenin yüreği, çocuğun ilk mektebidir. Çocuk, hayatın devasa dalgalarına karşı nasıl duracağını anneden öğrenir. Sevgiyi, sabrı, şefkati, duruşu anneden alır yavru.
Kadın olmak insanlığın talihini üstlenmektir. Her kadın anne kabiliyetindedir. Kadın eştir, kardeştir, evlattır, arkadaştır. Onun etki sahası öylesine geniştir ki kalbinde var olan tohumla kaç kuşak birden beslenebilir.
Kadın yüreğinde bir sır vardır, o sır tüm şefkatleri, tüm sevgileri ve tüm hazineleri bağrında barındırır.
Ruhunun kalitesini yansıtmalıki insanın nezaketine saygı duyulsun
Hiçbir kalp kendi iç hazinesini keşfetmeden mutlu olamaz.
Ne çok sözü vardı hayatın; insana her anın okunması ve üzerine düşünülmesi gereken bir kitap olduğunu söylüyordu adeta.
Her şafak, doğacak güneşi bekler.
İç güzel olunca dışta aydınlanır. İç ahengi güzel olmayanın yüzünde yıldız parlamaz.
Bütün olumsuz şartlara rağmen Allah’tan istemeyi bilenler için ümit asla kesilmezdi.
İnsan yeter ki istesin; eğer isterse ve gayret ederse en güzel işleri çıkarabilirdi. İş, istikrar isterdi. Sabır ve bıkkınlık göstermeden gayret etmek gerekirdi. Çabuk bıkan, usanan, vazgeçen insan sonuç elde edemezdi. Hayatın her karesinde geçerli bir kanundu bu. En kaba, en zor, en akıl almaz olaylardan ince, düzgün, hoş bir ahenk çıkarmaktı esas olan. Yeryüzüne güzel izler bırakmaktı. Güzel işler yapmaktı. Bu bir yaşama sanatıydı.
İnsan kalbi en çok incelikten hoşlanırdı; sert ve haşin yanlarını yontmalı, sabır iğnelerinde incelmeliydi. Sağlam ve dayanıklı olmak zor olsa da insana çok yakışırdı.
El sanatı, insan ruhunun tüm nakışlarını ortaya koyan bir aynaydı. Ruhu rahatlatan, kalbi hafifleten bir yanı vardı.
Dünyanın zarafeti kadın kalbi üzerine kuruluydu. Hayatı işleyen, nakışlayan, güzelleştiren varlıklardı onlar.
Issızlığın nefesini keşfedenler, hayatın sırlarını çözenlerdir.
Kendini bilen insan için yalnızlık, dostlar meclisine açılmış bir gizli saraydı.
Halden hale çevrilen, yanardöner bir özelliği vardı kalbin. Çabuk cezbedilir, çabuk etkilenir, çabuk kırılır, çabuk yorulur. Sevince tam sever. Orada bir tek gerçek sevgi hüküm sürer.
Sevgiliden gelen ezaya tahammül edebilmekti aşıklık.
İnsan, varoluşun derin olgusu içinde yaşadıklarına bir anlam yüklemediği zaman işin içinden çıkamaz, kendini tanımadığı için dertlerini tanımlayamazdı.
Her varlığın, her insanın bir sırrı vardı.
Anne kokusu, huzur kokusuydu. Şefkat, bilgelik, merhamet kokusuydu.
İnsan iradesi tam ve ölçülü bir eğitimle muhteşem çiçekler açardı.
Kız çocukları toplumun can damarlarıydı.
İnsanlar verdikleri sözü tutmalılardır. İnsan sözünü tuttuğu kadar değerlidir.
Büyük insanlar ikballeri uğruna duruşlarından vazgeçmez ve kınayıcıların kınamasına aldırmazlar.
Şefkatte öyle bir sır vardır ki doğru kullanılırsa sonsuz Cennetlerin anahtarı olur.
Anne, evladın bekası için canını hiçe sayar.
İnsanın en ağır yüküdür söz.
Toplumların kimsenin bilmediği gizlilikte derin kulağı, keskin gözü, görünmeyen ağzı vardır. Gözüyle görür, kulağıyla işitir, yüreğiyle tıpkı bir kuyumcu terazisi gibi hassas mizanlarla tartar, değer biçer sonra da görünmez bir ağızla çağlara bırakır malumatını.
Gök kubbe altında hiçbir ses kaybolmaz, hiçbir dua cevapsız kalmazdı.
Hayatın her karesi okunacak bir kitap değil miydi zaten?
İnsanın kendi varlığını keşfetmesi için şöyle bir dönüp göğe ve kuşlara bakması yeterliydi.
Kızlar için anneler üstü örtülü hazinelerdi.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir