İçeriğe geç

Maskülen Kitap Alıntıları – Carl Gustav Jung

Carl Gustav Jung kitaplarından Maskülen kitap alıntıları sizlerle…

Maskülen Kitap Alıntıları

Bir sorunun anlamı ve amacı çözümünde değil, onun üzerinde durmadan çalışmamızda yatar.
Bir kimse gerçekliğe adapte olmaktan ne kadar kaçınırsa, artarak sürekli yoluna çıkan korku o kadar büyür.
İnsanoğluna acı çektiren işkencenin dışarıdan gelmeyişi, tam tersine insanın kendi avcısı, celladı, kurban bıçağı olduğu gerçeği
Her gerçek ve derin aşk, bir fedakârlıktır.
Bir insana ne yaptığını değil, nasıl yaptığını sorun.
Ve bir ağacın dalları ne kadar yüksekse, köklerinin de o kadar derinlerde olması gerekir. Ve ağacın anlamı ne köklerde, ne de yukarılardaki tacındadır; bu ikisinin arasındaki yaşamdadır.
Toplumsal hedefin ancak kişilikten ödün verme pahasına kazanıldığı gerçeğini görmezden geliriz.
En büyük etkilerin küçücük sebeplerden kaynaklandığı, yalnızca fizikte değil, psikolojik araştırmalarda da açıkça ortaya konmuştur. Yaşamın kritik anlarında her şey çoğu zaman nasıl da ufacık görünen bir şeye bağlıdır!
hepimiz kendimizin tanrısıyız.
Tıpkı fiziksel güneşin evreni aydınlatıp ısıtması gibi insan vücudununda da kalbin içinde bütün vücuda hayat ve sıcaklık veren güneşe benzer bir gizem vardır.
Yaşamın ikinci yarısında kişinin içsel dünyayla tanışmaya başlaması gerekir. Bu genel bir sorundur. Dünyanız, mutlu bir dünyaya benziyordu. Ancak tuhaf olaylar bir şeylerin değişmesi gerektiğini gösterdi.
Duygusal bağların olduğu yerde kişi her daim hayal kırıklığına uğramış bir hayal kırıcıdır.
İkilem çoğu zaman şöyle çözülür: Bize geçmişin verdiği şey geleceğin olasılık ve taleplerine uyarlanır. Kendimizi elde edilebilir olanla sınırlandırırız ve bu diğer bütün psişik potansiyellerimizden vazgeçtiğimiz anlamına gelir.
Dünya tarihi sahnesinde yaşandığını gördüğümüz şey aynı zamanda bireyde de yaşanır. Çocuk daha yüksek bir yazgının yanı sıra ebeveynlerin gücüyle yönlendirilir.
Mizaçları sorun çıkaran insanlar çoğunlukla nevrozludur ancak sorunların varlığını nevrozla karıştırmak ciddi bir yanlış anlama olabilir. İkisi arasında bariz bir fark vardır: Nevrozlu kimse sorunlarının bilincinde olmadığı için hastadır; zorlu bir mizacı olan kimse ise hasta olmaksızın bilincinde olduğu sorunlarından mustariptir.
Simyanın fiziksel amacı altını, her derde deva yaşam iksirini bulmaktı. Ruhani amacıysa ışığın bedenin karanlığından yeniden doğmasını sağlamak, kendilik algısını geliştirmek ve manevi bedeni fiziksel bedenin yozluğundan kurtarmaktı.
Si jeunesse savait, si vieillesse pouvait.
(Gençler bilebilse, yaşlılar yapabilseydi)
Eğer yaşanmakta olana başkaldırıyorsanız ve gençseniz, yaşadığınız her ne olursa olsun serüvendir.
duygusal bağların olduğu yerde kişi her daim hayal kırıklığına uğramış bir hayal kırıcıdır. bu kişinin doğru bir biçimde katılmayı isteyip istemediğini yahut buna zorlanıp zorlanmadığını kendisinin bilmesi gerekir.
bugün bir doktor ensest sorununun gerçekte evrensel olduğunu ve geleneksel yanılsamalar ön plandan çekilince bu sorunun hemen yüzeye çıktığını bilmektedir. ancak büyük öl­çüde sorunun sadece patolojik kısmını bilir ve asıl zorlu kısmı, kilise alegorisinin insanüstü evreninde ve tabiat bilimlerinin erken safhalarında muazzam önemli bir sembolizm yaratmış mütemadi bir sorunun muayenehanenin yalnızca cenin hali olduğu dersini tarihten almadan bu ismin iğrençliğine terkeder. genelde “sıradan maddeyi ve onun aracılığıyla karmaşayı [“materia vilis et in via eiecta’yı] patolojik açıdan görür ve bu­nun ruhani yansımalarına dair bir fikri yoktur. eğer bunu gör­seydi, yok olan ruhun nasıl görünmeden her birimize menfur kılıflarla geri döndüğünü ve birtakım yatkın vakalarda küçük
ve büyük şeylerde sonsuz akıl karışıklığı ve yıkıma sebep oldu­ğunu da anlayabilirdi. psikopatolojik ensest sorunu zıtlıkların birleşiminin sapkın, tabii şeklidir; psişik bir ödev olarak hiçbir zaman bilince taşınmamış ya da taşınmışsa da anında ortadan kaybolmuş bir birleşmedir.
Devletler, kontrollerine aldıkları muhalefet hareketlerini, ayaklanmaları ya da devrimleri, dışında kaldıklarından daha kolay engeller.
kişinin kendi okuyla vurulması bu yüzden bir içe dö­nüklük halidir. bunun ne anlama geldiğini zaten biliyoruz: libi­do “kendi derinliklerine” (Nietzsche’nin en sevdiği imgelerden biridir) batar ve terkettiği yerüstü dünyası için karanlıkta bir ikame keşfeder (“Yüzlerce aynayla çevrili”) en güçlü ve en te­sirlilerinin en eski anılarımız olduğu anılar dünyası. bu, zamanın acımasız kanunu gereği erken çocukluk döneminin cennetvari ortamının dışına sürüldüğümüz çocuğun dünyasıdır. bu yeraltı krallığında, aile ocağımızla ilgili tatlı hisler ve gerçek­leşmesi beklenen bütün umutlar uyur.
libido ister kendi isteğiyle, ister eylemsizlikten, ister kader yüzünden olsun parlak üst dün­yayı terkedince tekrar kendi derinliklerine, çıktığı asıl kaynağa batar ve bedene ilk girdiği yarık noktasına, göbeğe geri döner. bu yarık noktasına anne denir çünkü yaşam dalgası bize ondan ulaşır. ne zaman insanı ürküten, kendi gücünden şüpheye dü­şüren büyük bir iş başarılması gerekse kişinin libidosu asıl kay­nağına geri çekilir ve bu yokolmayla yeni bir yaşam arasın­da gidip gelen tehlikeli bir andır. zira libido bu içsel dünyanın harikalar diyarında sıkışıp kalırsa, üst dünyadaki insan artık can çekişen, ağır hasta gölgeden başka bir şey değildir. ancak libido kendini kurtarmayı başarıp yukarı doğru yolunu bulursa mucizevi bir şey gerçekleşir: yeraltına yapılan yolculuğun genç­ lik pınarına bir dalış olduğu anlaşılır ve belli ki ölü olan libido tazelenmiş bir doğurganlığa uyanır.
insanoğluna acı çektiren işkencenin dışardan gelmeyişi, tam tersine insanın kendi avcısı, celladı, kurban bıçağı olduğu gerçeği, Nietzsche’nin ikiliğin aynı sembolizm yoluyla psişik bir çelişkiye ayrıldığı bir başka şiirinde de açıktır:
ah Zerdüşt
zalim Nemrut
daha düne dek avcısıydı tanrının bile, tuzağıydın her türlü erdemin okuydun fenanın
şimdi kendi kendine av olmuş
kendi kendinden kaçmış
kendi kendine saplanmış
şimdi
tek başına kendinle
iki başına kendini bilmenle
yüzlerce aynayla çevrili
kendine sahte
yüzlerce anıyla çevrili
belirsiz
yaralardan bezgin
üşümekten soğuk
kendi iplerine dolaşmış
kendini bilen, kendini aşan
ne sarıp sarmalıyorsun kendi kendini bilgeliğin sicimleriyle
ne ayartıyorsun kendi kendini kocamış yılanın cennetine
ne kaçırıyorsun kendi kendinden kendikendine- kendikendine

ölümcül oklar kahramana dışardan saplanmaz; avla­nan, savaşan ve kendisine işkence eden yine kendisidir. onun
içinde dürtü dürtüyle savaşır; bu yüzden şair “kendi kendine saplanmış” derken onun aslında kendi okuyla yaralandığını söyler. okun libidoyu sembolize ettiğini bildiğimiz için “sap- lanma’nın anlamı aşikârdır: kişinin kendisiyle birleşmesi, bir nevi kendini döllemesi ve aynı zamanda kendine tecavüz, ken­dini öldürmedir. bu yüzden Zerdüşt haklı olarak kendini (tıpkı kendini Odine kurban eden Odin gibi) kendisinin celladı sa­yar. elbette bu psikolojinin çok da istemli bir şey olduğu düşünülmemelidir: kimse kendine kasten bu tür işkenceler yap­maz, bunlar daha ziyade kişinin başına gelir diyebiliriz. insan bilinçdışı kişiliğinin parçası sayarsa, aslında kendisine karşı öfkelendiğini kabul etmesi gerekir. ancak kişinin acı çekmesiy­le inşa edilen sembolizm arketipsel ve kolektif olduğu için artık kişinin kendisinden ötürü değil zamanın ruhundan dolayı acı çektiğinin bir işareti olarak görülebilir. kişi nesnel, kişisel ol­mayan bir sebep yüzünden, bütün insanlarla paylaştığı kolektif bilinçdışından ötürü acı çekmektedir.

Kavramlar uydurulmuş ve tartışılabilir değerlerdir ; imgeler ise yaşamdır.
Aşk, Tanrı gibidir:her ikisi de kendini ancak en cesur şövalyelerine sunar.
Ölümsüzlük otunu bulmak ne kadar mümkünse, hayatı kolaylaştırmak da o kadar mümkündür.
Yeryüzünde dağ neyse, insanlar arasında büyük öğretmen de odur.
Ve bir ağacın dalları ne kadar yüksekse, köklerinin de o kadar derinlerde olması gerekir. Ve ağacın anlamı ne köklerde, ne de yukarılardaki tacındadır; bu ikisinin arasındaki yaşamdadır .
Kavramlar uydurulmuş ve tartışılabilir değerlerdir; imgelerse yaşamdır.
Aşk ucuz değildir —bu yüzden onu ucuzlatmaktan imtina edelim! Bencilliğimiz, korkaklığımız, dünya bilgimiz, aç gözlülüğümüz, bütün kötü özelliklerimiz— bunların hepsi bizi aşkı ciddiye almamamız için ikna ederler. Halbu ki aşk ancak onu ciddiye aldığımızda bizi ödüllendirir.
Aşkın dini inançla ortak olan birden fazla yanı vardır. Koşulsuz güven gerektirir ve tam bir teslimiyet bekler. Tıpkı inanan birinin dışında hiç kimsenin kendini Tanrıya tamamen teslim edemeyişi ve dolayısıyla onun inayetine nail olamayışı gibi aşk da en derin gizemlerini ve mucizelerini yalnızca koşulsuz şartsız kendisine bağlananlara açar. Ve bu çok zor olduğundan çok az fani bunu başarmış olmakla övünebilir. Ancak en hakiki ve adanmış aşk aynı zamanda en güzeli olduğundan kimse kalkıp da bunu kolaylaştırmaya çalışmasın. Leydisini sevmenin zorluğundan kaçan üzgün bir şövalyedir. Aşk, Tanrı gibidir: her ikisi de kendini ancak en cesur şövalyelerine sunar.
Aşk, derinlik ve sadakat duygusu gerektirir; bunlar olmadan aşk olmaz, sadece geçici heves olur. Gerçek aşk her zaman kendini adayacak ve kalıcı bağlar kuracaktır. Özgürlüğe bu tercihini başarmak için değil, yalnızca sonuca vardırmak için ihtiyaç duyar. Her gerçek ve derin aşk bir fedakârlıktır. Aşık, diğer bütün olasılıkları ya da daha ziyade bu olasılıkların var olduğu illüzyonunu feda eder. Eğer bu fedakârlık yapılmazsa illüzyonları herhangi bir derin sorumluluk duygusunun oluşumunu engeller; bu yüzden de gerçek aşkı yaşama olasılığını yitirir.
Ahlaki nitelikler ancak özgürlükle kazanılırlar ve değerleri ancak ahlaki açıdan tehlikeli durumlarda ortaya çıkar. Sırf hapiste olduğu için hırsızlık yapmayan bir hırsız ahlaklı bir kişi değildir.
Çoğu kadın çaresiz bir erkeğe, özellikle de yaşça bu erkekten oldukça büyük oldukları zaman bayılır. Erkeğin gücünü, erdem ve yeteneklerini değil zayıflıklarını severler. Bu çocuksuluğu çekici bulurlar. Azıcık kekeleyecek olsa bu onları mest eder ya de belki ayağı aksasa bu onlarda anaç bir şefkat ve başka duygular da uyandırır. Çoğunlukla kadın onu baştan çıkarır ve o da kadının anaçlığına teslim olur.
Olgunluk söz konusu olduğunda yirmi yaşındaki bir kız genelde yirmi beş yaşındaki bir erkekten daha yaşlıdır. Yirmi beş yaşındaki çoğu erkek için psikolojik ergenlik çağı daha henüz sona ermemiştir.
Sadece aptallar her şeyin açıklanabileceğini düşünür. Dünyanın gerçek özü açıklanamaz.
Sanki çocuklukla ilişkili hiçbir sorun yokmuş gibi neden ikinci evreyle başladığımı merak edenler olabilir. Normalde çocuğun kendine ait hiçbir gerçek sorunu yokken, onun karmaşık psişik yaşamı elbette ebeveynler, eğitimciler ve hekimler için oldukça tipik bir sorundur. Kendisine ilişkin şüpheleri olan ve kendisiyle çelişen, yalnızca yetişkin insandır.
Mitlere göre erkeği gizlice köleleştiren ve kendisinden kurtulamayacak hale getirip çocuklaştıran kadındır.
Bana ismini bağışla kutsal baba
Zira ismi söylenen yaşayacaktır.
Bir türkü tutturur çoktan yitmiş ve unutulmuş
Bir yuva türküsü, çocuksu bir aşk türküsü
Büyülü bir kuyunun sularında doğmuş
Bütün fanilerin bildiği ancak hiçbirinin işitmediği.
—https://1000kitap.com/yazar/Gerhart-Hauptmann , Batık Çan
Ölümcül oklar kahramana dışarıdan saplanmaz; avlanan, savaşan ve kendisine işkence eden yine kendisidir.
Aklımızın korkunç karanlığını arındır Modern insan öylesine kararmıştır ki zihnin ışığı dışında hiçbir şey onun dünyasını aydınlatamaz
insan değişmez kanunlarla yolunu çizer, yolculuğunu tamamlar ve kendi çocuklarında yeniden doğarak yeni bir döngüyü başlatmak üzere karanlığa gömülür
Dünyadan kork, zira dünya büyük ve güçlüdür. Ve içindeki şeytanlardan kork, zira sayıca çok ve acımasızdırlar. Ama kendinden korkma, çünkü o senin kendiliğindir.
Arketip bir güçtür. Otonomdur ve sizi aniden ele geçirebilir. Nöbet gibidir. İlk görüşte aşk bunun gibi bir şeydir. Kendi içinde bilmeden kadından kadınsı, belirli bir imge olduğunu anlarsın. Sonra kızı ya da en azından kendi türünün güzel bir taklidini görürsün ve anında nöbete tutulup kendinden geçersin. Ve sonra bunun çok pis bir hata olduğunu farkedebilirsin.
Ahlaki düşüklük duygusu, genel kabul gören şeyle, bir anlamda, keyfi ahlak yasasıyla çatışmadan değil, kişinin ruhsal denge eksikliğinin telafi edilmesi arzusu gibi nedenlerle kendi kendisiyle çatışmasından doğar.
Birçoğunun bildiği üzere, Freud’a göre bilinçdışının içerikleri, uyumsuz karakterlerden dolayı bastırılmış çocuksu eğilimlere indirgenebilir. Bastırma, çevrenin ahlaki etkisi altında ilk çocukluk döneminde başlayan ve ömür boyu süren bir süreçtir. Bastırılan şeyler analiz yoluyla kaldırılabilir ve bastırılan istekler bilinçli hale getirilebilir.
Dünyadan kork, zira dünya büyük ve güçlüdür. Ve içindeki şeytanlardan kork, zira sayıca çok ve acımasızdırlar. Ama kendinden korkma, çünkü o senin Kendiliğindir
Cinsel ilişkiden sonra ruhun üzgün olmayacağı sanılır, halbuki çoğu zaman evliliklerde en kötü kavgalar ve yanlış anlaşılmalar cinsel ilişkinin ardından yaşanır,
Karınla cinsel ilişkiye girmen onunla ilişkide olduğun anlamına gelmez.
Karanlıktaki kıpırtılar zorunlu olarak ruhsal gelişimin idealine şeytani bir ihanet gibi görünür. Akıl, aksi yöndeki bütün kanıtlara rağmen kendi yasalarına aykırı her şeyi akıl dışı olarak yaftalamaktan kendini alamaz. Ahlak kendisinin değişmesine mahal vermez çünkü kendisine uymayan her şey ahlak dışıdır ve bu yüzden bastırılmalıdır
Sadece aptallar her şeyin açıklabileceğini düşünür. Dünyanın gerçek özü tam manasıyla açıklanamaz.
Babaların ölümü erkeklerde feci bir çökme ya da olgunlaşma etkisi yapar.
Hayattaki ciddi sorunlar hiçbir zaman tamamen çözülmez. Çözülmüşe benzeseler bile bu aslında bir şeylerin muhakkak kaybolduğunun bir işaretidir. Bir sorunun anlamı ve amacı çözümünde değil, onun üzerinde durmadan çalışmamızda yatar. Bu tek başına bizi küçük düşmekten ve taşlaşmaktan korur. Bu yüzden gençlik döneminin sorunlarını kendimizi elde edilebilir olanla çözmek de sadece geçici bir süreliğine geçerlidir ve derinlemesine kalıcı değildir.
Her kim kendini yeni ve alışılmadık şeylere karşı koruyup geçmişe sığınırsa kendini yeniyle özdeşleştirip geçmişten kaçan adamla aynı nevrotik duruma düşer. Tek fark birinin geçmişten, diğerinin ise gelecekten uzaklaşmasıdır.
Sorunlara yol açan şey her zaman öznel varsayımlarla dış etmenler arasındaki çelişki değildir; bu şey çoğu zaman içsel, psişik zorluklar da olabilir. Bu zorluklar dış dünyada her şey yolunda giderken de var olabilir. Böyle bir zorluk çoğu zaman cinsel dürtünün sebep olduğu psişik dengenin bozulmasıdır; aynı zamanda dayanılmaz bir hassasiyetten kaynaklanan aşağılık hissidir.
Kimse belirli varsayımda bulunmadan yaşama adım atamaz ve kimi zaman bu varsayımlar yanlıştır. Yani kişinin içine atıldığı koşullara uymaz.
Hepimiz gençlik döneminde ortaya çıkan sorunların kaynaklarına aşinayız. Çoğu insan için çocukluk rüyasına acımasızca son veren şey yaşamın gerçekleridir. Eğer birey yeterince iyi hazırlanmışsa, bir mesleğe yahut kariyere geçiş sorunsuz bir şekilde gerçekleşebilir. Ancak birey gerçeğin karşıtı hayallerden kopamazsa, elbette birtakım sorunlar ortaya çıkacaktır.
Normalde çocuğun kendine ait hiçbir gerçek sorunu yokken, onun karmaşık psişik yaşamı elbette ebeveynler, eğitimciler ve hekimler için oldukça tipik bir sorundur. Kendisine ilişkin şüpheleri olan ve kendisiyle çelişen, yalnızca yetişkin insandır.
Mitlere göre erkeği gizlice köleleştiren ve kendisinden kurtulamayacak hale getirip çocuklaştıran kadındır. Güneş tanrısının kardeşi-karısı İsis’in, diğer bütün vücut sıvıları gibi libidonun mübadili sihirli bir güce sahip tükürükten zehirli bir yılan yaratması manidardır.
İnsanoğluna acı çektiren işkencenin dışardan gelmeyişi, tam tersine insanın kendi avcısı, celladı, kurban bıçağı olduğu gerçeği, Nietzche’nin ikiliğin aynı sembolizm yoluyla psişik bir çelişkiye ayırdığı bir başka şiirinde açıktır;

Ah Zerdüşt
Zalim Zerdüşt
Daha düne dek avcısıydı tanrının bile,
Tuzağıydı her türlü erdemin
Okudum fenanın…
Şimdi kendi kendine av olmuş
Kendi kendinden kaçmış
Kendi kendine saplamış
Şimdi
Tek başına kendinle
İki başına kendini bilmenle
Yüzlerce aynayla çevrili
Kendine sahte
Yüzlerce anıyla çevrili
Belirsiz

“Si jeunesse savait, di vieillesse pouvait”
(Gençler bilebilse, yaşlılar yapabilseydi.)
“En ağır yükü aramıştın,
İşte kendini buldun”
Nietzsche
Psişik gerçekler ne ölçülüp tartılabilir, ne de bir deney tüpünün içinde yahut mikroskop altında görülebilir. Bu yüzden de kestirilemezler., Diğer bir deyişle tıpkı renklerin körlere değil, görebilenlere gösterilmesi gerektiği gibi psişik gerçeklerin de onlara yönelik sezgileri olan insanlara bırakılmaları gerekir.
İnsan “doğal” haliyle ne iyi, ne de saftır ve eğer doğal bir şekilde gelişseydi, sonuç bir hayvanınkinden çok da farklı olmayan bir ürün olurdu.
En büyük etkilerin küçücük sebeplerden kaynaklandığı, yalnızca fizikte değil, psikolojik araştırmalarda da açıkça ortaya konmuştur. Yaşamın kritik anlarında her şey çoğu zaman nasıl da ufacık görünen bir şeye bağlıdır!
Bilinçdışının talepleri ilk etapta insanın enerjisi ve üret­ kenliği üzerinde felç etkisi yaratır; bu yüzden de zehirli bir yılan ısırığına benzetilebilir
Ne zaman insanı ürküten, kendi gücünden şüpheye dü­ şüren büyük bir iş başarılması gerekse kişinin libidosu asıl kay­ nağına geri çekilir—ve bu yokolmayla yeni bir yaşam arasın­ da gidip gelen tehlikeli bir andır.
Duygusal bağların olduğu yerde kişi her daim hayal kırıklığına uğramış bir hayal kırıcıdır.
İnsanoğluna acı çektiren işkencenin dışardan gelmeyişi, tam tersine insanın kendi avcısı, celladı, kurban bıçağı olduğu gerçeği.
Libidonun bütün sembolleri arasında en güzeli şeytan ya da kahraman olarak nakşedilmiş insan figürüdür.
Ve bir ağacın dalları ne kadar yüksekse, köklerinin de o kadar derinlerde olması gerekir. Ve ağacın anlamı ne köklerde, ne de yukarılardaki tacındadır; bu ikisinin arasındaki yaşamdadır.
hepimiz kendimizin tanrısıyız.
Bir erkek kendi “tercih” ettiği kadının, denildiği gibi, bir tercih olmadığını, kendisinin yakalandığını anlayabilecek kadar zekidir!
Yaşamın ikinci yarısında kişinin içsel dünyayla tanışmaya başlaması gerekir. Bu genel bir sorundur. Dünyanız, mutlu bir dünyaya benziyordu. Ancak tuhaf olaylar bir şeylerin değişmesi gerektiğini gösterdi.
Tıpkı fiziksel güneşin evreni aydınlatıp ısıtması gibi insan vücudununda da kalbin içinde bütün vücuda hayat ve sıcaklık veren güneşe benzer bir gizem vardır.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir