Ray Bradbury kitaplarından Mars Xronikaları kitap alıntıları sizlerle…
Mars Xronikaları Kitap Alıntıları
Kendinde bugün ahlakça davranmadın, diye belirtti kaptan.
Ne yapabilirdim? Sizinle tartışacakmıydım? Tek başina Dünya’nın çarpık, öğütücü, açgözlü sistemine karşı. O iğrenç atom bombalarını buraya yığıp, savaş için üs kurma mücadelesi yapacaklar. Bir gezegeni mahvettikleri yetmiyormuş gibi, ir başkasınıda mahvetmek, başkasının otlağınıda kirletmek zorundalar mı? Kuşbeyinli gevezeler.
Ne yapabilirdim? Sizinle tartışacakmıydım? Tek başina Dünya’nın çarpık, öğütücü, açgözlü sistemine karşı. O iğrenç atom bombalarını buraya yığıp, savaş için üs kurma mücadelesi yapacaklar. Bir gezegeni mahvettikleri yetmiyormuş gibi, ir başkasınıda mahvetmek, başkasının otlağınıda kirletmek zorundalar mı? Kuşbeyinli gevezeler.
Zorluk, günümüzdeki düşünce kalıplarımızı ileriye götürmek ve kendimizin dışında düşünebilmek konusundaki yetersizliğimizde yatmaktadır. Bunu yapabilinceye kadar evrendeki yaratıkları sadece insan veya insanlık aşamasına ulaşamayanlar olarak gösterebiliriz. İnsan kendi dışında düşünebilmelidir; -işte zor olan budur. Kendi dışında düşünebilme bakımından, her yüzyıl düşünce açısından bir öncekinden daha ileridedir.
Şimdilerde yaşantılarımız, belki de fazlasıyla birbirine benziyor. O uzak mesafeler küçüldü ve toplumun yarattığı yapay eşitsizlikler azaldı. İnsan, maddi anlamda hiç bu kadar iyi durumda olmamıştı. Yine de bizi zengin kılan teknoloji dünyası, aynı zamanda kendine esir de ediyor bizi. Varlığımız, tiktaklarıyla günü donuk bir monotonluğa bölen saat tarafından kontrol ediliyor.
Yağmurlar çiseleyecek ve toprağın kokusu
Titrek sesleriyle Kırlangıçların dönüp duruşu
Titrek sesleriyle Kırlangıçların dönüp duruşu
Geceleyin gölerde şarkı söyleyen kurbağalar
Ve yabani erik ağaçları, titreyen beyazlıklar
Kızılgerdanlar kuşanacaklar alevli tüylerini
Alçak bir çizgi üzerinde şakıyacaklar arzularını
Hiçbirisi bilmeyecek her şey bittiğinde
Önemsemeyecekler Savaşı, sona erdiğinde
Ne bir kuş ne de bir ağaç umursayacak
İnsanoğlu tümüyle yok olsa bile
Ve baharın kendisi uyanınca şafak vakti
Bilmeyecek bile artık gittiğimizi
Yıllar yılları , geceler geceleri kovaladıkça, o kadın hiç neden yokken dışarı çıkar, ellerini gözüne siper eder, nedenini bilmek sizin dünyanın yeşil ışıltısına bakar, sonra içeri girer, ateşe bir odun daha atar, bir rüzgâr çıkar ve ölü deniz ölü kalmaya devam ederdi
Bir insanın başına gelebilecek en kötü şeyin; yalnızlığı, kederi öğrenmek ve ağlamak olduğunu anlatmıştı.
Cehalet ölümcüldür
Eğer gerçeğe sahip olamıyorsan hayal de onun kadar iyidir.
‘Öyleydi ya! Her insan gerçeklerle yüzleşmeliymiş. içinde bulunduğu zaman ve mekânla yüz yüze gelmeliymiş! Böyle olmayan her şey atılmalıymış. Bütün o güzel edebi yalanlar ve uçuşan hayaller havada vurulup yere indirilmeliymiş. Böylece, otuz yıl önce, 2006’nın bir pazar sabahı hepsini, Noel Baba’yı, Başsız Binici’yi, Pamuk Prenses’i, Rumpelstiltskin’i, Ana Kaz’ı bir kütüphane duvarına yasladılar -ah, feryatları gitmiyor kulağımdan- ve onları kurşuna dizdiler. Kağıttan şatoları, peri masallarının kurbağalarını, yaşlı krallarını ve ‘sonsuza dek mutlu yaşayan insanları’ yaktılar.(Çünkü kimsenin sonsuza dek mutlu yaşayamayacağı bir gerçekti elbette!), ‘Evvel zaman içinde’ler, ‘Asla!’ oldu. Hayalet Çekçek’in küllerini, Oz Diyarı’nın molozlarıyla birlikte savurdular, İyi Glinda ve Ozma’nın etini kemiğinden ayırdılar ve çok renkliliği bir tayfölçerde ayrıştırdılar, Biyologların Ziyafeti’nde krema eşliğinde Balkabağı Jack’in servisini yaptılar! Fasulye Sırığı, dikenli bir bürokrasi böğürtlen çalısı tarafından kurutuldu. Uyuyan Güzel, biliminsanının öpücüğüyle uyandı ve onun şırıngasının ölümcül batışıyla göçüp gitti. Alice’e bir şişeden öyle bir meret içirdiler ki, ‘tuhaf ve daha tuhaf’ diye bağıramayacağı kadar ufaldı ve Ayna’ya balyozu indiriverip, onu, Kızıl Kral’ı ve İstiridye’yi binbir parçaya ayırdılar!’
“Bu gece ellerimi dışarıda bırakmalıyım. Avuçlamalıyım yağmuru bu gece.”
Sessizce savrularak, burgaç gibi dönerek, artlarında bıraktıkları yüzlerce can dostunun yüzlerine gizlice baktılar. Zamanın onları bir soluk gibi yüklemiş olduğu lambalarının aydınlattığı insanlar, pencereler tarafından tutulup çerçevelenmiş gibiydiler
Zaman nasıl kokardı? Toz, saatler ve insanlar gibi. Zaman’ın sesi nasıldır diye merak ederseniz, karanlık bir mağarada akan su, ağlama sesleri, boş tabutların kapağına vuran toprak ve yağmur gibidir bu ses. Daha da ileri gidecek olursak, Zaman neye benzer? Zaman, kapkara bir odaya usul usul yağan kara ya da eski bir sinemadaki sessiz filme veya Yeni Yıl balonları gibi, aşağıya ve hiçliğe doğru düşen yüz milyar surata benzer. İşte böyle kokar, görünür ve ses verirdi Zaman.
Marslılar;
Dini, sanat ve bilimi harmanladılar, çünkü temelde bilim asla açıklayamayacağımız bir mucizenin sorgulanmasından başka bir şey değildir, sanat ise bu mucizenin yorumlanmasıdır. Bilimin estetik ve güzel olanı ezmesine izin vermediler.
Dini, sanat ve bilimi harmanladılar, çünkü temelde bilim asla açıklayamayacağımız bir mucizenin sorgulanmasından başka bir şey değildir, sanat ise bu mucizenin yorumlanmasıdır. Bilimin estetik ve güzel olanı ezmesine izin vermediler.
Biz Dünyalılar, büyük ve güzel şeyleri yıkmak konusunda hünerliyizdir.
Biz dünyalılar, büyük ve güzel şeyleri yıkmak konusunda hünerliyizdir.
İnsan olmayanın içindeki insanı göremez misin?
İnsan içindeki insan olmayanı görmeyi yeğlerim
Tanrı ciddi değildir. Aslında O’nun sevgiden başka ne olduğunu anlamak daha biraz güçtür .
Sevginin de mizahla ilgisi vardır, değil mi? Çünkü katlanamadığın birisini sevemezsin, değil mi? Ve birisine gülmedikten sonra da ona devamlı katlanamazsın. Biz de kesinlikle bir Şeker Kâsesinin içinde yuvarlanan küçük, gülünç hayvancıklarız ve Tanrı, her şeyden çok onu güldürdüğümüz için bizi seviyor olmalı
Sevginin de mizahla ilgisi vardır, değil mi? Çünkü katlanamadığın birisini sevemezsin, değil mi? Ve birisine gülmedikten sonra da ona devamlı katlanamazsın. Biz de kesinlikle bir Şeker Kâsesinin içinde yuvarlanan küçük, gülünç hayvancıklarız ve Tanrı, her şeyden çok onu güldürdüğümüz için bizi seviyor olmalı
Devletler, kontrollerine aldıkları muhalefet hareketlerini, ayaklanmaları ya da devrimleri, dışında kaldıklarından daha kolay engeller.
Eğer insan zararsız olsaydı, elleriyle boğamazdı..
Sen Geçmiş’ten gelen bir hayalsin
Eğer yaşanmakta olana başkaldırıyorsanız ve gençseniz, yaşadığınız her ne olursa olsun serüvendir.
Duygulardan iliklerime kadar ıslandım.
Ölüm olmayan bir ölümdü onlarınki, çünkü hiç yaşamları olmamıştı.
Amipler günah işlemezler, çünkü bölünerek çoğalırlar. Birbilerini öldürmüzler, başkasının karısına göz dikmezler. Amiplere de cinsiyeti ekle, kollar ve bacaklar ekle, cinayet ve zinayla karşılaşırsın. Bir uzuv, ya da kişi ekleyip çıkarmakla, olası kötülükleri de ekler ya da çıkarırsın.
Zaman nasıl kokardı? Toz, saatler ve insanlar gibi. Zaman’ın sesi nasıldır diye merak ederseniz, karanlık bir mağarada akan su, ağlama sesleri, boş tabutların kapağına vuran toprak ve yağmur gibidir bu ses. Daha da ileri gidecek olursak, Zaman neye benzer? Zaman, kapkara bir odaya, usul usul yağan kara ya da eski bir sinemadaki sessiz filme veya yeni yıl balonları gibi aşağıya ve hiçliğe düşen yüz milyar surata benzer.
.
Din ile sanatı ve bilimi harmanladılar.
Din ile sanatı ve bilimi harmanladılar.
Çünkü temelde bilim asla açıklayamayacağımız bir mucizenin araştırılmasından başka bir şey değildir ve sanat da bu mucizenin bir yorumudur.
“Artık hiçbir şey beni şaşırtmıyor,” dedi ihtiyar. “Tek yaptığım bakmak. Sadece hissediyorum.
Dünya varsın onların olsundu!
“Bütün dağlar adlandırılmış. Oysa biz, en küçük bir rahatsızlık duymadan o adları değiştireceğiz, kullanmayacağız. Oysa o adlar yaşar. Kanallara, dağlara, kentlere vereceğimiz yeni adlar sudan çıkmış ördeğin sırtındaki sular gibidir.”
Sanki ölmüş gibiyim, diye düşündü Janice ve benden başka her şeyin canlı, hareketli ve hayata ben olmaksızın devam etmeye hazır olduğu bir bahar gecesinde mezarlıktayım.
.
Bilim, asla açıklayamayacağımız bir mucizenin araştırılmasından başka bir şey değildir ve sanat da bu mucizenin bir yorumudur.
Bilim, asla açıklayamayacağımız bir mucizenin araştırılmasından başka bir şey değildir ve sanat da bu mucizenin bir yorumudur.
Eski günahları burada bırakıp Mars’a yeni günahlar bulmaya mı gidiyoruz?
Afrika’ya kar beyazı bir İsa götüren misyonerlerimiz nasıl başarılı oldular diye merak etmişimdir çoğu zaman. Biraz zaman geçse, oradaki İsa da esmerleşmez mi?
Biçim dediğiniz nedir ki? Tanrı’nın hepimize bahşettiği o parlak ruh için bir kadeh.
Sevginin de mizahla ilgisi vardır değil mi? Çünkü katlanamadığın birini sevemezsin, değil mi? Ve birisine gülmedikten sonra da ona devamlı katlanamazsın. Doğru değil mi? Biz de kesinlikle bir şeker kasesinin içinde yuvarlanan küçük, gülünç hayvancıklarız ve Tanrı, her şeyden çok onu güldürdüğümüz için bizi seviyor olmalı.
Günahı gördüğümde tanırım, demişti Peder Stone lafını esirgemeden, Mars’ta olsa bile.
Biz Dünyalılar, büyük ve güzel şeyleri yıkmak konusunda hünerliyizdir.
Bir an önce kitabının başına dönmek istiyordu açıkçası.
Sen hiç böyle yapmazdın.
Eğer gerçeğe sahip olamıyorsan hayal de onun kadar iyidir.
Dünya’daki hayat hiçbir zaman çok iyi şeyler yapılacak denli yerine oturmadı. Bilim hepimizin çok önünde koşuyordu ve insanlar mekanik bir çölde kayboldular, aygıtlar, helikopterler, roketler gibi güzel şeyler yapan çocuklar gibiydiler. Yanlış şeyler vurgulandı, makineleri çalıştırmaktansa, makine üzerinde duruldu. Savaşlar gittikçe büyüdü ve sonunda dünyayı öldürdü.
Savaş, görkemli, yüksek ve sessiz bir katedralin kemerinde ölümüne dövüşen iki sinek gibi önemsiz ve uzak, bir o kadar da anlamsızdı.
Kendimi gerçekten akıllı hissetmediğim ve akıllı olmayı istemediğim zamanlarda, akıllı olmaktan nefret ediyorum, diye düşündü kaptan.
Marslılar yaşamın gizemini hayvanlar arasında bulmuşlardı. Hayvan yaşamı sorgulamaz.Yaşar. Yaşamasının biricik sebebi yaşamdır. Yaşamdan zevk alır ve onda mutluluk bulur.
Ne yapabilirim? Sizinle tartışacak mıydım? Tek başıma Dünyanın çarpık, öğütücü, açgözlü sistemine karşı. O iğrenç atom bombalarını buraya yığıp, savaş için üs kurma mücadelesi yapacaklar. Bir gezegeni mahvettikleri yetmiyormuş gibi, bir başkasını da mahvetmek, başkasının otlarını kirletmek sorundalar mı?
Marslılar yaşamın gizemini hayvanlar arasında bulmuşlardı. Hayvan yaşamı sorgulamaz. Yaşar. Yaşamasının biricik sebebi yaşamdır. Yaşamdan zevk alır ve onda mutluluk bulur.
Bana kalırsa her gezegende bir gerçek var. Hepsi de Büyük Gerçek’in parçaları. Bir gün gelecek ki, hepsi de bir yapboz bulmacası parçaları gibi tamamlanacaklar.
Biz Dünyalılar, büyük ve güzel şeyleri yıkmak konusunda hünerliyizdir.
Adem kendi başına günah işlemedi. Havva’yı ekle, baştan çıkarmayı eklemiş olursun. İkinci bir adam daha ekle, zinayı olası kılarsın. Cinsellik ve insanla birlikte günahı da eklersin. Eğer insan zararsız olsaydı, elleriyle boğamazdı. Bu türden bir günah olmazdı. İnsana kolları ekleyince, yeni şiddet olasılıklarını da eklersin. Amipler günah işleyemezler, çünkü bölünerek çoğalırlar. Birbirlerini öldürmezler, başkasının karısına göz dikmezler. Amiplere de cinsiyeti ekle, kollar ve bacaklar ekle, cinayet ve zinayla karşılaşırsın. Bir uzuv, ya da kişi ekleyip çıkarmakla, olası kötülükleri de ekler ya da çıkarırsın. Mars üzerinde ya bizim aklımıza sığmayan beş yeni duyu, organlar ve göze görünmeyen uzuvlar varsa- o zaman beş de yeni günah olmaz mı?
Zaman nasıl kokardı? Toz, saatler ve insanlar gibi. Zamanın sesi nasıldır diye merak ederseniz, karanlık bir mağarada akan su, ağlama sesleri, boş tabutların kapağını vuran toprak ve yağmur gibidir bu ses. Daha da ileri gidecek olursak, zaman neye benzer? Zaman, kapkara bir odaya usul usul yağan kara ya da eski bir sinemadaki sessiz filme veya yeni yıl balonları gibi, aşağıya ve hiçliğe doğru düşen yüz milyar surata benzer.
Ve Marslılar hayatta kalmak için bir tek soruyu sormaktan kaçınmaları gerektiğini kavradılar: Neden yaşıyoruz? Yaşam kendisinin yanıtıydı.
Doğayla yaşamayı ve onunla geçinmeyi biliyorlardı. Tamamen insan olarak, hayvanlıktan kopmak için çabalamadılar. Darwin ortaya çıktığında bizim yaptığımız hata buydu. Onu, Huxley’i ve Freud’u yüzümüzde gülücüklerle bağrımıza bastık. Ve sonra gördük ki Darwin’le dinlerimiz uyuşmuyordu. En azından uyuştuklarını düşünmedik. Aptaldık. Darwin, Huxley ve Freud’u sarsmaya çalıştık. Fazla kıpırdamadılar. Biz de, budalalar gibi, dini alaşağı etmeye çalıştık.
Zamanın onları bir soluk gibi üflemiş olduğu lambaların aydınlattığı insanlar, pencereler tarafından tutulup çerçevelenmiş gibiydiler
Sabah uyandığında mavi hayaller hâlâ oradaydılar.
Çünkü katlanamadığın birisini sevemezsin, değil mi? Ve birisine gülmedikten sonra da ona devamlı katlanamazsın.
Zaman, kapkara bir odaya usul usul yağan kara ya da eski bir sinemadaki sessiz filme veya yeni yıl baloları gibi, aşağıya ve hiçliğe doğru düşen yüz milyar surata benzer
Bazen tüm lanet gezegende benden başka kimse yokmuş, bir başınaymışım gibi hissediyorum
Burada zaman bile çıldırmış..
Yaşam, kendisinin yanıtıydı.
Eğer sanat, arzuların boş yere dışa vurulmasından başka bir şey değilse, eğer din, sadece kendini kandırmaca ise, neye yarardı yaşamak? İnanç bize her zaman her şeyin yanıtını vermişti. Ama hepsi de Freud ve Darwin’le birlikte lavabodan akıp gitti.
Biz dünyalılar, büyük ve güzel şeyleri yıkmak konusunda hünerliyizdir.
Aynı sevgiyle mi sevmişler, aynı nefretle mi nefret etmişlerdi..
Bugün çok fazla şey oldu. Kendimi sanki bardaktan boşanırcasına yağan yağmurun altında ne yağmurluğum ne de şemsiyem olmaksızın kırk sekiz saat kalmış gibi hissediyorum. Duygulardan iliğime kadar ıslandım.
İnsan her gün ikinci bir yaşam şansı elde etmiyor.
..Dünya’dan kaçmak istediğini söyledi; aklı başında olan herkes buradan kurtulmak isterdi zaten.
Öldüğün zaman daha mutlu olacaksın
Çünkü gece, değişim ve keder vaktiydi..
Yıllar önce ruhumu bedenimden ayırıp geldim.
Dünya’dan kaçmak istediğini söyledi; aklı başında olan herkes buradan kurtulmak isterdi zaten.
Mars’a inzivaya çekilmeye geldim ve bunu, her şeyin farklı olduğu bir yerde yapmak istedim.
Boşluğu bomboş, karanlık geceleri kapkara, yağmurlu geceleri sırılsıklam yapsa bile, nasıl vazgeçebiliriz istediğimiz şeylerin ta kendisinden?
“Hepinize düşünce dolu yolculuk dilerim.”
Biz dünyalılar, büyük ve güzel şeyleri yıkmak konusunda hünerliyizdir.
İnsan olmayanın içindeki insanı göremez misin?
İnsanın içindeki insan olmayanı görmeyi yeğlerim.
İnsanın içindeki insan olmayanı görmeyi yeğlerim.
Maskenin gerisindeki, insan olmayanın içindeki insanı ortaya çıkarmak nasıl da zorlu olacaktı..