İçeriğe geç

Malte Laurıds Brıgge’nin Notları Kitap Alıntıları – Rainer Maria Rilke

Rainer Maria Rilke kitaplarından Malte Laurıds Brıgge’nin Notları kitap alıntıları sizlerle…

Malte Laurıds Brıgge’nin Notları Kitap Alıntıları

Sanma ki ben burada hayal kırıklıklarından ötürü acı çekiyorum,tersine.Bütün beklediklerimi,kötü bile olsa gerçek için kolayca feda edişime bazen şaşırıyorum…
Ah Malte, geçip gidiyoruz ve bana göre herkes geçip giderken pek bir dalgın, meşgul ve dikkatsiz; gidişimizin farkında bile değiller bile. Sanki yıldız kayıyor da kimse dilek tutmamış. Asla bir şeyler dilemeyi bırakma Malte. İnsan dilemekten vazgeçmemeli. Sanırım gerçekleşme yoktur da uzun süren bütün bir ömür süren dilekler vardır, öyle ki, onların gerçekleşmesini zaten bekleyemez insan.
Kendi içine yürümek ve saatler boyu kimselere rastlamamak.
Mektup da yazmayacağım artık. Başkasına değiştiğimi söyleyip de ne olacak ki? Değişiyorsam, eski halimde kalmıyorum demektir; eski ben olmaktan çıkınca da belli ki tanıyanlar kalmamıştır beni. Yabancılara, beni tanımayanlara hiç yazabilir miyim?
Tanımak mı ? Gerçekte tanımak mı yalnızca ? – Bağışlamak. Neyi bağışlamak? – Muhabbet. Tanrım: muhabbet.
Sevgili olmak, tutuşmak demektir. Seven olmak: bitmez bir yağlı ışık saçmak. Sevilmek fani olmaktır, sevmekse baki olmak.
Sendedir yalnızlığım, varlığım sana dönüşmüş.
Tanrım, çılgınca aklıma geldi, demek ki varsın. Varlığına deliller var. Bunları bütünüyle unuttum ve hiçbirini arzulamadım hiçbir zaman; çünkü seni kesinlikle bilmek ne çok büyük sorumluluk olurdu.
Seven kadın, sevilen erkeği her zaman aşar; çünkü hayat, kaderden daha büyük. Kadının teslimiyeti, sınırsız olmak amacını güder: Onun mutluluğudur bu.
Kader, örnekler ve figürler yaratmayı seviyor. Kaderin zorluğu, karışık oluşundadır. Hayatsa basitliğinden dolayı güç
Bütün kitapları okumayı görev saymıyorsak bir kitabı açmaya hakkımız olmamalı. Kitaplara başlamadan önce dünya eksiksizdi, tamdı ve kitaplar bitirildikten sonra belki yine bir bütün olacaktır.
Yalnızlardan söz etmemiz insanlardan fazla anlayış beklemektir. İnsanlar, neden söz ettiğimizi anlarlar sanıyoruz. Hayır, anlamazlar. Bir yalnızı görmemişlerdir asla; ondan, tanımaksızın nefret etmişlerdir yalnızca. Insanlar, onu tüketen komşular olmuşlardır.
HEM bir ölüm ânının tasvirini, cüzdanımızın derinlerinde, yıllar boyunca taşımak ne demektir, şimdi iyi anlıyorum. Olağanüstü cinsinden birini aramaya gerek yok; bütün ölüm dakikalarında adeta kendine özgü bir şey var..
Bugün bunca şey değişip dururken kendimizi değiştirmek biz erkeklerin de görevi değil mi ? Bir parça gelişmeyi, aşktaki çalışma payımızı zamanla ve yavaşça üzerimize almayı deneyemez miyiz?
Ey eşyasız gece. Ey dışarıya bakan kör pencereler, ey dikkatle kapanmış kapılar, öteden beri gelenekle gelmiş, asla tamamen anlaşılmamış tertibat.
Sendendir yalnızlığım, varlığım sana dönüşmüş.
Seslerin içinde bir an doğarsın;
Uçup giden kokularda bir an varsın.
Ah, hepsini kollarımda yitirdim,
Bir sen doğmaktasın, tekrar, yeni:
Hiç tutmadım, o yüzden tutmaktayım seni.
[ ] şöhret, arsasına baskın eden kalabalıklar yüzünden, taşlarının yerleri bozulan bir yapının resmen yıkılışıdır.
Senin müziğin: Yalnızca dünyanın çevresini sarmalıydı; bizi değil.
Harpım yakınış oldu, zurnam, bir ağlayış!
Şimdi ise ruhum kendi üzerime boşanıyor, berbat zamanlara tutuldum.
Ah ey Tanrım, benim üzerimde çatı yok ve yağmur gözlerimin içine yağıyor.
Ah, kitap okuyanlar arasında olmak ne güzeldir. İnsanlar, niçin hep böyle değiller?

Birinin yanına gidip hafifçe dokunabilirsin:
Hiçbir şey duymayacaktır. Ayağa kalkarken yanındakine bir parça çarpar ve özür dilersin, senin geldiği yere bakar, başını kaldırır, ama görmez seni ve saçları uyuyan bir insanın saçı gibidir

Sanki bu malikanenin hayali, sonsuz bir yükseklikten içime düşmüş, ruhumun derinlerinde paramparça olmuştur.
Havanın her zerresinde Korkunç’un varlığı. Korkunç’u sen Saydam’la teneffüs ediyorsun; Korkunç, senin içinde tortulanıyor, katılaşıyor, organların arasında sivri geometrik şekiller alıyor; çünkü idam yerlerinde, işkence odalarında, tımarhanelerde, ameliyat salonlarında, sonbahar sonraları köprü altlarında geçmiş olan bütün eza ve dehşetler, çetin bir direnme gösterir; bütün bunları yaşamakta ısrar eder, bütün gerçeklikleri kıskanarak korkunç gerçeklerine sarılır.
Sanma ki ben burada hayal kırıklıklarından ötürü acı çekiyorum, tersine. Bütün beklediklerimi, kötü bile olsa gerçek için kolayca feda edişime bazen şaşıyorum.
Çocukluğum için Tanrı’ya yakardım, işte geri geldi çocukluğum ve öyle hissediyorum ki, çocukluk, eskiden nasılsa yine öyle ağır ve hiçbir şeye yaramamış yaşlanmak.
Hangi kentteydim, bu kentin bir yerinde oturacak bir odam var mıydı, artık yürümemek için ne yapmalıydım, bilmiyordum.
Bazen kendime böyle dolu bir vitrin almayı ve yirmi yıl bir köpekle birlikte bu vitrinin arkasına oturmayı istediğim olmuştur.
Ah ey Tanrım, benimse üzerimde çatı yok ve yağmur gözlerimin içine yağıyor.
Ah, kitap okuyanlar arasında olmak ne güzeldir. İnsanlar, niçin hep böyle değiller?
Mısralar sanıldığı gibi, duyguların değil (duygu erkenden vardır birçok kişide) yaşamış olmanın verimidir. Bir mısra yazabilmek için insan, birçok şehir görmeli, insanları, nesneleri görmeli, hayvanları tanımalı, kuşların nasıl uçtuğunu hissetmeli, küçük çiçeklerin sabahları açarken nasıl titreştiğini bilmeli..
Demek buraya yaşanacak yer diye geliyorlar; burası ölünecek yer desem daha doğru.
Ah, birazcık çabayla hepsini kavrayıp hoş karşılayabilirim. Yalnızca bir adım yeter, derin sefaletim mutluluğa dönerdi. Ama bu adımı atamam ki, düşmüşüm, parçalanmışım, bir daha yerden doğrultamam kendimi.
Bilmiyorum neden, her şey içimde daha derinlere işliyor, her zamankinden daha derinlere. Bir iç dünyam varmışta bilmezmişim.
Görmeyi öğreniyorum. Bilmiyorum neden, her şey içimde daha derinlere işliyor, her zamankinden daha derinlere. Bir içdünyam varmış da bilmezmişim. Her şey şimdi oraya gidiyor. Orada neler olup bittiğini bilmiyorum.
Düşünüyor, mümkün müdür, henüz hiçbir Gerçek ve Önemli, görülmemiş, bilinmemiş, söylenmemiş olsun? Mümkün müdür, görmek, düşünmek ve yazmakla binlerce yıl geçmiş bulunsun ve binlerce yıl, tereyağlı bir dilim ekmekle bir elma yenen bir okul teneffüsü gibi kaybedilmiş olsun?

Evet, mümkündür.

Ah, gençken yazılan mısraların değeri zaten nedir ki? Beklenmeli ve bütün bir ömür, mümkünse uzun bir ömür boyunca anlam ve lezzet toplanmalıydı ve sonra, en sonunda belki iyi on mısra yazılabilirdi.
Hiç kimseniz ve hiçbir şeyiniz yoktur, elinizde bir valiz ve bir kitap sandığı, çevrenize karşı ilgi duymaksızın, dünyada dolaşır durursunuz. Hayat mı bu!
Asıl sorun yaşamaktı. Buydu asıl sorun.
Tanrım, kerem eyle, geceyi atlata­lım. Daha sonra hastalığı. Daha sonra aşkı.
bu yüzyıl, cenneti de, cehennemi de dünyalık bir şey hâline getirmişti cidden.
İnsanlar, neden söz ettiğimizi anlarlar sanıyoruz. Hayır, anlamazlar.
Abelone’nin bana, bir başka gökyüzü açabileceğini hiç bilmiyordum.
iyilik etmek, onun adeti değildi. Çocukları sevmez, hayvanları yanına yaklaştırmazdı. Bil­miyorum, acaba sevdiği başka bir şey var mıydı?
Bütün anlamımı kaybetmiş, yok olmuştum. Bir an, kendime, tarif edilemez, umutsuz ve boş bir özlem duydum, sonra yalnızca o kaldı; ondan başka hiçbir şey.
Bu ölüm, cidden yersiz bir ölümdü hani. Odalar soğuktu, sobalar tütüyordu ve malikaneyi fareler basmıştı.
Çiğnenen bir böcek gibi içinden dışarı taşarsın; üstündeki azıcık sertlik, kaldı ki uyum sağlamanın da bir anlamı kalmamıştır.
Hangi kenttey­dim, bu kentin bir yerinde oturacak bir odam var mıydı, artık yürümemek için ne yapmalıydım, bilmiyordum.
Yalnızca bir adım yeter, derin sefaletim mutluluğa dönerdi. Ama bu adımı atamam ki, düşmüşüm, parçalanmışım, bir da­ha yerden doğrultamam kendimi.
Kimdir bu insanlar? Ne isterler benden?
Beni beklerler mi? Neremden tanırlar beni? Sakalımın biraz bakımsız olduğu ve çok, çok az da olsa, onların bende her zaman güçlü bir etki bırakan solgun, hasta ve yaşlı sakallarını hatırlattığı doğru. Ama sakalımı ihmal etmek, hakkım değil mi benim?
Sanırım, bir parça çalışmaya başlamalıyım, madem görmeyi öğreniyorum. Yirmi sekizimdeyim ve başarılmış hiçbir şey yok.
Ya bu tıkanış ve bekleyişin sonu gelmezse?
Gülünç şey. Ufacık odamda, işte oturuyorum, hak­kında kimsenin bir şey bilmediği ben, yirmi sekizindeki Brigge. İşte oturuyorum ve bir hiçim.
Yalnızlardan bahsetmemiz insanlardan fazla anlayış beklemektir. İnsanlar neden bahsettiğimizi anlarlar sanıyoruz. Hayır, anlamazlar. Bir yalnızı görmemişlerdir asla; ondan tanımaksızın nefret etmişlerdir sadece. İnsanlar, onu tüketen komşular olmuşlardır.
Rakamlardan anlamıyorum ki. Ama onlara çok fazla değer verilmemesi gerektiği belli bir şey; rakamlar, intizam için devletçe konulmuş bir disiplin adeta.
Kibar hırsızlar, daima büyük çapta iş yaparlar.
Ama yalnız olduğum vakitlerde de korkuyordum. Ölüm korkusuyla oturuyor bir halde, ölüler oturamadıkları için, hiç olmazsa oturmak fikrine sarıldığım geceler geçirdim
( ) Ama daha önceleri de korkmuştum. Meselâ köpeğim ölürken. Beni ebediyen suçlu gören köpek. Çok hastalanmıştı. Bütün gün yanıbaşında diz çökmüştüm; birdenbire odaya bir yabancı girdiği zamanlarda olduğu gibi kesik kesik ve kısa kısa havladı. Bu havlayışı bu an için sanki kararlaştırmıştık, elimde olmadan kapıya baktım. Ama artık hayvanın vücuduna girmiş bulunuyordu. Telâşla bakışlarını aradım, o da benimkileri araştırıyordu; şu var ki vedalaşmak için değil. Bana sert, hayretle bakıyordu. İçeri salıveren benmişim gibi sitem ediyordu. Mâni olabilirmişim gibi kanaati vardı. Beni o ana kadar gözünde haddinden fazla büyüttüğü meydana çıkmıştı. Kendisine izahat verebilmek için vakit kalmamıştı artık. Son dakikasına kadar sitemli sitemli ve terk edilmiş, bana bakıp durdu.
İnsan, ebediyen kaybetmek istemediği taktirde çocukluğunu tamamlamalıdır.
Muayyen bir kıyafetin doğrudan doğruya yapabileceği tesiri o zamanlar öğrendim. Bu elbiselerden birini sırtıma geçirir geçirmez o elbisenin hükmü altına girdiğimi itirafa mecburdum; o elbise benim hareketlerimi, yüzümün ifadesini, evet hatta ilhamlarımı tayin ediyordu..
( ) Çünkü bir başlangıç var, muhakkak; insan bu başlangıcı ele geçirebilse bari
Şöhret, arsasına baskın eden kalabalıklar yüzünden, taşlarının yerleri bozulan bir yapının resmen yıkılışıdır.
İçinden, seni ürperten bir şeyler yükselen genç adam, kimse tarafından bilinmeyişinden istifade et. Seni hiçe sayanlar, sana itiraz ederlerse, münasebette oldukların senden tamamen el çekerlerse, düşüncelerinden dolayı seni yok etmek isterlerse; seni kendi benliğine toplayan bu gözle görülür tehlike, seni dağıtmak suretiyle zararsız hale sokan sonraki şöhretin sinsi düşmanlığı karşısında hiç kalır.
Bir mısranın ilk kelimesi hatıralardan tecelli eder.
( )Ve kadınlarda ne hüzünlü bir güzellik vardı; gebe olup ayakta durdukları vakit, ince uzun ellerinin, kendiliğinden üzerine düştüğü şişkin karınlarında iki meyva taşıyorlardı: biri çocuk, biri ölüm. Tamamen boşalmış yüzlerinde görülen kesif, adeta besleyici gülümseme, bazen bunların her ikisinin birden büyüdüğünü düşünmelerinden ileri gelmiyor muydu?
Fakat insanlar düşüncelerinde rahatsız edilmemelidirler. Ola ki düşündüklerini bulurlar.
Mektup yazmayacağım artık. Bir başkasına değiştiğimi söyleyip de ne olacak sanki? Değişiyorsam, evvelki halimde kalmıyorum demektir; olduğumdan başka türlü olunca da tanıdıklarım yok anlaşılır. Ve yabancılara, beni tanımayan kimselere yazmam imkânsız.
Bilmem söyledim mi? Görmeyi öğreniyorum
Meselâ, ne çok insan yüzü olduğunun şimdiye kadar hiç farkına varmamışım. Bir yığın insan var, ama çehre daha fazla, çünkü her insanın birkaç çehresi mevcut. Aynı çehreyi yıllar yılı taşıyanlar var; tabi eskir bu çehre, kirlenir, kıvrımlarından aşınır, seyahatte giyilen eldivenler gibi bollaşır. Tutumlu, mütevazi insanlardır bu gibiler; yüzlerini değiştirmezler; temizlemeye vermezler bile. Canım, daha gider iddiasındadırlar, ve kim onlara bunun aksini ispat edebilir? Şimdi, madem birçok çehreleri vardı, ötekilerini ne yaptıkları sorusu akla gelir. Saklarlar. Çocukları kullansın. Ama bu çehreleri köpeklerinin de takınıp sokağa çıktıkları olur. Neden olmazmış? Surat, surattır.
Ne çok insan yüzü varmış da hiç farkına varmamışım. Bir sürü insan var, fakat yüzler daha da fazla; çünkü her insanın yüzü birkaç tane. Aynı yüzü yıllar yılı taşıyanlar var; tabii eskir bu yüz, kirlenir, kıvrımlarına açılır, yolculukta giyilen eldivenler gibi bollaşır. Tutumlu, basit kimselerdir bu gibiler; yüzlerini değiştirmez, temizlemeye bile vermezler. Nesi varmış derler ve kim onlara bunun aksini kanıtlayabilir? Şimdi madem birçok yüzleri var, ötekilerini ne yaparlar sorusu gelir akla. Saklarlar. Çocukları kullansın. Ama bu yüzleri, köpeklerinin de takınıp sokağa çıktıkları olur. Neden olmasın? Yüz yüzdür.
Ah, kitap okuyanlar arasında olmak ne güzeldir? İnsanlar, niçin hep böyle değiller?

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir