İçeriğe geç

Makaleler 4 Kitap Alıntıları – Hüseyin Nihal Atsız

Hüseyin Nihal Atsız kitaplarından Makaleler 4 kitap alıntıları sizlerle…

Makaleler 4 Kitap Alıntıları

Herkesin çok sağlam karakterli, yüksek ahlaklı olmadığı bir gerçektir. Yüksek karakterli insanlar hangi şartlar içerisinde kalırsa kalsınlar yurtlarına ihanet etmezler. Fakat karakteri zayıf olandan sinirleri zayıf olana kadar derece derece birçok insanlar ihanet etmeseler bile topluma küserler, köşeye çekilirler, bir ruh hastası olarak yurt için ebediyen kaybedilmiş insanlar haline gelirler. Onların bu duruma gelmelerine sebep olanlar suçludur. Memlekete fenalık etmiş kimselerdir.
.
13 Eylül 1921 Sakarya Zaferi bir Sath‐ı müdafaa savaşıdır. Bir kahramanlık destanıdır. Sonuçları bakımından da çok büyüktür. Bu zafer yalnız Türkiye’de değil bütün Türk dünyasında sevinçle kutlanmıştır.
.
.
Karşılıklı suçlamalar Biri ak derse öteki mutlaka kara diyor. Biri kalkınıyoruz diyor, beriki batıyoruz diye bağırıyor. Kendisini herkesten akıllı ve ileri gören manyaklar, yabancıların soytarılığını yaptığı halde milliyetçilikten dem vuran utanmazlar, Türk topraklarından taviz vermeyi öğütleyen hayâsız yazarlar meydanı bir sirke çevirmişler. Sirkte hayvanlarla palyaçolar maskaralık ediyor ve toplumsal alıklığın içinde yüzen bir kalabalık onlara alkış veya kargış tutuyor.
.
.
Sağlam yapılı bir millet iyi bir ham maddedir. İşlenmesi için okutulması, eğitilmesi lâzımdır.
.
.
Türk milletinin yaşaması isteniyorsa önce ele alınacak konu onun sağlığını sağlamaktır.
.
.
Bu memleket geri zekâlılarla, delilerle, ruh hastalarıyla doludur.
.
Hitler’in yanlışları ve kusurları ne olursa olsun, Almanlar’a birleşikliğin ve Prusya millî tarihinin şan ve şevketini tattırmıştır. Milletler bunaldıkları zaman mazinin parlak yapraklarına göz dikerler.
.
Din tüccarı, dinin gerçeğinden korkar. Kumarhanede yakalanan, akla gelen ve gelmeyen herkesi dolandırmış olan ahlâksız, sahtekâr, Allah Peygamber, din, Cennet kelimeleriyle kandırdığı saf insanları sömürürken, en büyük düşmanlığı mantık ve zekâya karşıdır. Çünkü onun yalancılığını kesinlikte ortaya koyan nesne mantık ve zekâdır.
.
Türkiye’nin kurtulacağına inanan ve bu hususta mücadele hazırlığı yapan iki kişi vardır: Mustafa Kemal Paşa ve Kazım Karabekir Paşa İsmet İnönü ise davanın ebediyen kaybedildiğini inanmıştır. Yabancılardan birinin, elverişli olanın mandasına bile yanaşıyordu. Kazım Karabekir Paşa’ya yazdığı bir mektupta Amerikan mandasını kabulden başka çare olmadığını belirtiyordu.(*)
(*) Bakınız: Kazım Karabekir, İstiklal Harbimiz, 1. basım, s.175-177.
Bir Milli Selamet Partisi var. Bu partinin başkanı dünyayı gülpembe görenlerin başında geliyor. Son seçimlerden önce tek başlarına iktidara geleceklerini iddia ediyor ve Türkiye’de milliyetçi, sol, renksiz olmak üzere üç türlü parti bulunduğunu söylüyordu. Bu başkana göre milliyetçi parti kendileri, sol parti CHP idi. Renksizler de öteki partilerdi. Milliyetçi oldupunu iddia, daha doğrusu vehmeden başkan, solcu diye yerdiği CHP ile iş birliği yapmaktan çekinmedi. Kendisinin milli sandığı şeriatçı zihniyeti bunu kaldırdı. Sonra her vilayette bir fabrika açacaklarını, yüzbinlerce traktör, binlerce tank ve uçak yapacaklarını ilan etmesine rağmen bir tezgah bile açamayarak çekildi gitti. Bir başbakan yardımcısının çok ölçülü konuşması gerekirken, sanki içki masası başında şaka yapıyormuş gibi bol keseden vaatlerde bulundu.
Son zamanlarda yurdumuzda görülen anormal davranışlardan biri de Bir Numaralı Vatan Haini ve İslav tohumu Nazım Hikmetof Yoldaş’ı büyük şair ve büyük yurtsever olarak öne sürmek sorusundaki gayretlerdir. Turancıların sıkıyönetim mahkemesindeki beraatini delil kifayetsizliği ne bağlayan akıllı kişilere göre Bir Numaralı Hain’in vakti ile giydiği hüküm adli yanlışlık veya kasıttır.
Nazım Hikmetof büyük bir yurtsevermiş Kendi vatanını Moskofa peşkeş çekmenin adı yurtseverlik olduktan sonra dünyada güdülmeyecek iddaa kalmaz: Dünya dört köşedir. Şeyh Sait isyanı büyük bir yurtseverlik ayaklanmasıdır. Hacıhüsrevli yankesici Çingene kanları sosyal adaleti sağlayan fedakarlıklardır, v.b..
Yurtsever adam yurtdışına çıkınca kendi yurdu aleyhinde bulunmaz, beni Stalin yarattı demez, yabancı soyadı almaz, radyolarda memleket aleyhine konuşmazdı.
Bir milletin dertlerini açık yürek ve iyi niyetle konuşmak varken, eksiklerle yanlışları yurtseverlik duyguları içinde tenkid etmek dururken her konuyu, her çareyi yalnız kendisi bilirmiş gibi tavır takınıp da kendisi gibi düşünmeyenlere hınçla, kinle saldıran, iftira atan o türedi yok mu, işte vatan haini, millet düşmanı tipinin müşahhas örneği odur.
Sen, başka hakimiyetlerdeki Türklerden mi bahsettin? Türedi hemen karşındadır. Seni emperyalistlikle suçlayacaktır. Türk soyunun üstünlüğünü söyledin, azınlıkların ihanetinden mi söz açtın? Sana kafatasçı diyecektir. Gelenek, mazi, din lüzumludur mu dedin? Gericiliği yapıştıracaktır.
Ufak meselelerle büyük dâvalar engellenemez. Türkçülük yürüyecek ve Türk ırkı muzaffer olacaktır.
Tanrı Türk’ü korusun.
Düşmanlık, beşerî duygulardan biridir ve insanlığın sonuna kadar kalacaktır. Onu yok saymak, başını kuma gömmekten ve tasavvuf cezbesiyle kobra yılanını kucağına almaktan farksızdır.
Şerefliler taviz vermezler. Şerefin tavizi yoktur.
Taviz, dostun gönlünü kazanmak için. verilir. Düşmanın bir gönlü yoktur ki kazanılsın.
Taviz bir fedakârlıktır. Ancak dosta karşı yapılır. Düşmana verilen taviz bir nevi yenik düşmeden başka bir şey değildir.
Milliyetçiyim diyen adam kendi tarihinin 3000 yıllık olduğunu bilir. Tarihine 1000 yıllık diye bakan kimse cahildir, yobazdır, yozdur, Türk değildir.
Devletler, kontrollerine aldıkları muhalefet hareketlerini, ayaklanmaları ya da devrimleri, dışında kaldıklarından daha kolay engeller.
Türkiye halkları” diye bağırıp soygunculuk yapan geri zekâlı bir anarşiste “İkinci Atatürk” diyen haysiyetsiz insanlar görüldü. Atatürkçülükten başka hiçbir prensip tanımadıklarını söyleyenler, Atatürk’ün adını unutturmak için elinden geleni yapan, para ve pullardan, resmî dairelerden resimlerini kaldırtan, mezarını yaptırtmayan İnönü’yü millî kahraman ilân ederek Anıtkabir’e gömdürdü. Millî düşmana kardeş diyen alçaklar çıktı.
siyaset palyaçolarına, çocuk aldatır gibi yalanlar söyleyerek olmayacak vaatlerde bulunanlara baktıkça kıyametin kopmakta olduğuna inanmak gerekiyor… Karşılıklı suçlamalar… Biri ak derse öteki mutlaka kara diyor. Biri “kalkınıyoruz” diyor, beriki “batıyoruz” diye bağırıyor. Kendisini herkesten akıllı ve ileri gören manyaklar, yabancıların soytarılığını yaptığı halde milliyetçilikten dem vuran utanmazlar, Türk topraklarından taviz vermeyi öğütleyen hayâsız yazarlar meydanı bir sirke çevirmişler. Sirkte hayvanlarla palyaçolar maskaralık ediyor ve toplumsal alıklığın içinde yüzen bir kalabalık onlara alkış veya kargış tutuyor.
Sık sık gördüğümüz, üç beş yaşındaki çocuklara tecavüz edenlerin yaşatılması insaniyet midir? Şunu asla unutmamalı ki ahlâksızlar ve hainler sertlik karşısında sinerler.
Bu memleket geri zekâlılarla, delilerle, ruh hastalarıyla doludur.
İnsanlardaki canavarlık belki de onların “primat” olduğu devirlerden beri kromozomlarındaki verasetten gelmektedir. Her ne olursa olsun, insan denilen yaratık kendi haline bırakıldığı, tam hürriyete kavuştuğu zaman çoğunlukla iyiden fazla kötüye doğru giden bir karaktere sahiptir. Devlet denen sosyal düzen bu kötülüğü gidermek için kurulmuş, ahlâk denen müessese aynı sebeple ortaya çıkmıştır.
Bir bakıma insan, canlıların en canavarı, canavarlıkta en orijinalidir.
Eğer yaşanmakta olana başkaldırıyorsanız ve gençseniz, yaşadığınız her ne olursa olsun serüvendir.
Din tüccarı, dinin gerçeğinden korkar. Kumarhanede yakalanan, akla gelen ve gelmeyen herkesi dolandırmış olan ahlâksız, sahtekâr, Allah Peygamber, din, Cennet kelimeleriyle kandırdığı saf insanları sömürürken, en büyük düşmanlığı mantık ve zekâya karşıdır. Çünkü onun yalancılığını matematik kesinlikte ortaya koyan nesne mantık ve zekâdır.
En iyi toplum, herkesin kendi vazifesini kusursuz yaptığı toplum, en üstün ahlâk da vazife ahlâkıdır.
Hayâsızlık o dereceye vardı ki bir numaralı vatan haini olan Slav tohumu Nâzım Hikmet Verzanski “büyük vatan şairi” olarak ilân edildi. Atatürk’ün “Bir Türk cihana bedeldir”, “Türk âleminin en büyük düşmanı komünizmdir” gibi sözleri unutularak onun bir sosyalist olduğu ileri sürüldü ve yüzlerce resmi dururken karakalemle çizilip Lenin’e benzetilen resmini duvarlara asmak marifet sayılır oldu.
Partiler, muhalefette iken bağırarak şikayet ettikleri davranışları iktidara geçince aynı ile yaparlar.
Bir memlekete fabrika ve yol yapmak, hatta birçok yüksek okullar açmak da millî şuurun işi değil, ilerleyen zamanın gereğidir. Fabrika ile yol ve okulu, bir ülkeye istilâ eden sömürgeci yabancılar da yapar. İngilizler’in Hindistan ve Pakistan’da yaptığı gibi…
Bazı sosyal kaideler vardır:

-Torun, dedesinden yaşlı olamaz.
-Yüksek öğrenim on yaşında bitirilemez.
-Bizim futbolcular futbol oynayamaz.
-Tıbbiyeden her şey çıkar hatta arasıra doktor bile.
-HALK PARTİSİ seçim kazanamaz.

Bugün İsmet İnönü memlekete büyük hizmetler etmiş bir insan olarak kabul olunuyor. Fakat başlangıçta Kurtuluş Savaşının başarıya ulaşacağına inanmıyor ve Amerikan mandasını tek çıkar yol görüyordu.
Bugün artık gün ışığına çıkmıştır ki Birinci Cihan Savaşı sonundaki büyük bozgundan sonra Türkiye’nin kurtulacağına inanan ve bu hususta mücadele hazırlığı yapan iki kişi vardı: Mustafa Kemal Paşa ve Kâzım Karabekir Paşa… İsmet İnönü ise davanın ebediyen kaybedildiğine inanmıştı. Yabancılardan birinin, elverişli olanın mandasına bile yanaşıyordu. Kâzım Karabekir Paşa’ya yazdığı bir mektupta Amerikan mandasını kabulden başka çare olmadığı belirtiliyordu, (bakınız: Kâzım Karabekir, İstiklâl Harbimiz, birinci basım, s. 175-177).
Bazı insanlar kendilerini her zaman, her konuda haklı zannederler. Yanlış ve kusur kabul etmezler. İsmet İnönü bunların tipik bir örneğidir.
Halk Partisi, kendi başkanlarını Kıbrıs Fatihi ve İkinci Atatürk diye ilân etmek fırsatını kaçırmadı. Kıbrıs harekâtı başlarken Ecevit, Afyon’da haşhaş tarlalarında inceleme yapıyor, Dışişleri Bakanı da Uzak Doğu seyahatinde bulunuyordu.

Kıbrıs harekâtı tamamı ile Genelkurmayın kararı ve başarısıdır. Kalanı boş sözden ibarettir.

Her şeyden önce yarının Türk anaları oldukları düşünülerek yetiştirilmelidir. Dünyadaki muhtelif milletler arasında Türkler, kadına gerçek değerini veren belli başlı milletlerden biridir. Eski Yunanlılar, Romalılar, Araplar, İranlılar ve Hintliler kadını kötü bir yaratık sayıyor ve ona esir muamelesi yapıyorlardı. Türklerde ise saygı görüyor, fakat hiçbir zaman da her işte erkekle eşit tutulmuyordu. Zaten fizyolojik ayrılıklar erkekle kadının tamamı ile müsavi olmasına engeldir.
18 Mart, Türklerle İngilizlerin karşı karşıya çarpıştıkları gündür. 16 mart ise İngilizlerin Türkleri arkadan vurdukları gündür. İngilizler birincisinde bozulmuşlar, ikincisinde kazanmışlardır (!) Bu gösteriyor ki İngilizler arkadan vurmadıkça bizimle boy ölçüşecek askerler değildirler.
Türk!
16 ve 18 Martları unutma.
Komünist, vicdanını Yahudi “Marks”a satmış olan vatansız serseri demektir. Amele diktatörlüğünün kurulduğu yerde cennete varılmış olduğunu zanneder.
Son zamanlarda yurdumuzda görülen anormal davranışlardan biri de bir numaralı vatan Haini ve Islav tohumu Nâzım Hikmetof Yoldaşı büyük şair ve büyük yurtsever olarak öne sürmek hususundaki gayretlerdir.
İnsanlar mizah ve şaka yapabilirler. Fakat bazı konular vardır ki onlar asla şakaya gelmez. Orada ciddî olmak insanlık borcudur. Bayrakla alay edemezsin. Millî tarihle eğlenemezsin. Kuranı mizah konusu yapamazsın. Aile namusunu hiçe sayamazsın. Bunlar millî mukaddesattandır. Millî mukaddesatı olmayan millet, millet değil hayvan sürüsüdür.
İnsanı hayvandan ayıran özellikler konuşma ve düşünmeden önce, fikri uğruna ölmesi ve utanmasıdır. Utanma duygusu, ahlâkın, namusun ve şerefin temellerinden biridir. Bir toplumu yıkmak istiyor musun? Önce ondaki utanma duygusunu kaldırmalısın. Bu iş, Türkiye’de yıllardan beri yapılmaktadır.
1961 anayasasını hazırlayanların hepsi sözde Atatürkçülüğü kimseye vermedikleri halde onun anayasasında Türk devletinin milliyetçi olduğu hakkındaki, kelimeyi çıkarmakla hâtırasına ihanet etmişlerdir. Çünkü o, ömrü boyunca, milliyetçi olduğunu tekrarlayıp durmuştur.
Oy toplamak için kürt şeyhlerine yahut İmroz Rumlarına taviz vermenin bir vatan ihaneti olduğunu anlamaktan âciz aşağılıkların millet kaderinde söz sahibi olması korkunç bir felâkettir.
Türkçülerin iç davası olan ırkçılık, Türkiye’nin kaderine Türklerin hakim olması, kilit noktalarında Türklerin bulunması ilkesidir.
Irkçılık bir takım şarlatan maskaraların ileri sürdüğü gibi kafa ölçmek, kan tahlil etmek,yedi ata saymakla ilgili değildir. Irkçılık kan ve ırka dayanmakla beraber Türklük şuurunda olmak, yabancı bir ırkın şuuruna sahip çıkmamak davasıdır.
Türkçülere: “Milliyetçilik sizin tekelinizde mi?” diye sık sık sorulmuştur. Elbette öyledir. Herkes milliyetçi olsaydı, Türkiye bugünkü güç şartlar içinde bocalamazdı. Parti kavgaları, sınıf düşmanlıkları, kazanç ve kâr davaları tabiidir ki milliyetçilik olamaz. Bunlar bir milleti ancak batmaya götürür. Hele kelime kavramlarının alabildiğine kötüye kullanıldığı çağımızda, Türkçülük düşmanlarının “biz Türkçüler” diye yazı yazdığı, Moskova uşaklarının milliyetçilikten dem vurduğu günümüzde Türkçülük elbette küçük bir zümrenin tekelinde olacak ve Türkçülük olunca da en sarmal sonuç olarak ister istemem ırkçılığa gidilecektir. Bu ırkçılık bir takım şarlatan maskaraların ileri sürdüğü gibi kafa ölçmek, kan tahlil etmek,yedi ata saymakla ilgili değildir. Irkçılık kan ve ırka dayanmakla beraber Türklük şuurunda olmak, yabancı bir ırkın şuuruna sahip çıkmamak davasıdır.
Türkçüler, millî ülkünün temsilcisi olan kimselerdir. Bu türlü temsilcilikler demokratik seçimle değil, düşünceyi ileri sürmekle, onu savunmakla, uğrunda fedakârlığa, hatta belâya katlanmakla elde edilir. Bu temsilcilerin vergi kaçıran tüccarla, yalan söyleyen politikacı ile, satılık kalem sahipleriyle bir tutulmaya tahammülleri yoktur.
Oysa ki Türkiye’de ne istediğini bilen bir zümre vardır. Bu zümre Türkçülerdir ve bütün Türklerin tek devlet halinde birleşmesini istedikleri için, yerine ve zamanına göre maceracılık, emperyalistlik, faşistlik ve kafatasçılıkla suçlanmaktadırlar.
“Kanunları bilenler kurt, bilmeyenler de kuzudur. Kurt kuzuyu her zaman yer.”
Sultanlar kaçıyor, Halifeler boğuluyor, halkı bir ejder gibi asırlardan beri istismar eden tekkelerin, tarikatların, beyni kefenli softaların vücutları kaldırılmasa da nüfuzları kırılıyor ve zararları azaltılıyor.
Eğer alnının teri ile yaşayan işçi ve çiftçilere karşı olan aşkımızda samimi isek, bütün safiyeti ve masumiyeti ile çalışan ve ona mukabil bir sürü emperyalistin husumeti karşısında hayatına kast ile açlığa ve sefalete mahkûm edilen mukaddes bir kütle vardır. O da Türk köylüsüdür.
Eğer her cemiyet içinde ezenlerle ezilenler bulunduğuna inanıyorsak, dünya cemiyetleri içinde asırlardan beri ezilen bir millet vardır. Türk milleti.
Eğer biz geniş beynelmilel manasıyla bir insaniyet aşkının mevcudiyetine inanıyorsak, bu aşkın ilk eseri asırlardan beri kimsesiz kalmış Türk milleti olmalıdır.
Milli ülkü tektir, değişmez. Adı Türkçülüktür. Buna yapışmadıkça, bunu okullara sokmadıkça, basında ve yayında Türkçülük düşmanlığına son verilmedikçe sonumuz karanlıktır.
Korkmak ne demek? Korku hayvanı bir duygudur. Kendini bir ülküye vermiş olan insan ve millet hiçbir şeyden korkmaz.
Düşmanın yok mu? Ölmüşsün demektir. Büyük düşünceler için ölümü göze alamıyor musun? İnsanlıktan çıkmışsındır. Yanı başında veya içinde senin kuyunu kazmakta olanları göremiyorsan zekanı kaybetmişsindir.
Kendi maceramda ben, Türk kanunları bakımından haksızdım. Türkçü ve ırkçı olduğum için, Türk üniforması taşımasına rağmen Bağdatlı bir Arap olan Birinci Mülâzım Mesut Süreyya’ya selâm vermeyi reddettiğim için tardolunmuştum.
Herkesin çok sağlam karakterli, yüksek ahlâklı olmadığı bir gerçektir. Yüksek karakterli insanlar hangi şartlar içinde kalırlarsa kalsınlar yurtlarına ihanet etmezler. Fakat karakteri zayıf olandan sinirleri zayıf olana kadar derece derece birçok insanlar ihanet etmeseler bile topluma küserler, köşeye çekilirler, bir ruh hastası olarak yurt için ebediyen kaybedilmiş insanlar haline gelirler.
Milliyetçilik ana sosyal kanundur. İnsanlar var oldukça milletler ve bunun sonucu milliyetçilikler de var olacak ve milletler, zaman zaman, millî çıkarlar yüzünden çatışacaktır.
Milliyetçilik ölmez bir fikir ve yüzlerce yüzyılın muhassalasıdır.
Milliyetçilik sosyal bir kanundur.
Sen, başka hâkimiyetlerdeki Türkler’den mi bahsettin? Türedi hemen karşındadır. Seni emperyalistlikle suçlayacaktır. Türk soyunun üstünlüğünü söyledin, azınlıkların ihanetinden mi söz açtın? Sana kafatasçı diyecektir. Gelenek, mazi, din lüzumludur mu dedin? Gericiliği yapıştıracaktır.
İlerlemek yurtta yüksek bir ahlâk seviyesi ve aile düzeni, fertler arasında sevgi ve saygı yaratmak, her türlü ahlâksız ve anormal fert ve akımları tasfiye etmek, hak ve ahlâk düşüncelerini kafalara sokmak, siyasî sınırlar dışında kalan soydaşlara yardım elini uzatabilmektedir.
İlerlemek, yurtta herkesi en aşağı ilkokuldan geçirmek ve dünya çapında üniversiteler kurarak dünya çapında bilginler yetiştirmektedir.
Gerçekleri görmek ve hayale kapılmamak mecburiyetindeyiz. Birleşmiş Milletler ideali diye bir şey yoktur. Birleşmiş Türkler idealinin kabul olunmadığı bir devirde Birleşmiş Milletler idealinden bahsetmek, ev yapamayan adamın saray yapmasından bahsetmek gibidir.
Bir yandan Ümmetçilerle Nurcular şeriat prensipleriyle bizi Araplaşmaya sürüklerken öte yandan Marksistler ve aşırı solcular sosyal adalet vaadiyle Moskoflaşmaya doğru götürmek istiyor. İnsanların kardeş olduğu ve olacağı kuruntusundaki başka bir grup, milliyetçiliği lüzumsuz bir engel sayarak Türk milletini hümanizme, Amerikancılığa çekmeye uğraşıyor.
23 Mayıs 1040 günü, Selçukluların kazandığı büyük Dandanakan zaferinin ve Selçuklu devletinin kuruluş günüdür. Bugünkü Türkiye, bu Selçuklu devletinin devamıdır. Gerçi bazı tarihçiler yalnız Anadolu Selçuklularını Türkiye olarak kabul ediyorlarsa da ben bu düşünceye katılmıyorum. Çünkü bir devlet daima aynı sınırlar içinde kalmaz. Türkiye, ilk kurulduğu toprakları kaybedip sonradan aldığı ülkelerde tutunmuş olmanın özelliğine sahiptir. 26 Ağustos 1071 Malazgirt zaferi şan ve şeref, aynı zamanda milli şuur bakımından milli bayram olacak bir gündür. 26 Ağustos aynı zamanda Büyük Taarruzun da başladığı gündür.
Bozkurt millî sembolümüzdür. Türkler çok eski çağlarda, totem devrinde kendilerinin bir Bozkurt’tan türediğine inanmışlardır. Böylece Gök Türkler dişi, Dokuz Oğuz-On Uygurlar erkek Bozkurt’un soyu sayılmış, Kun yani Oğuzlar’a ise Bozkurt büyük yürüyüşlerde kılavuzluk etmiştir.
Bir Türkçü, dik başını eğecek iki kuvvet tanır: Allah ve millî vicdanının mâkesi olan kanun!
Bu topluma yıllardır iyi, insanca, erdemli ve Türkçü olarak ne verildi? Hiç!.. Ama, rezalet, kepazelik adına ne varsa, ne kadar yalan akla gelirse bilim, sanat, ilerilik diye hepsi sunuldu. Kıyıcılığa hak denildi. Milletin çoğunluğuna “kuyruk” adı takılarak aşağılandı. Bir zümrenin ahlâksızca ihbarıyla dört yüz bin kişinin tutuklandığı zamanlar oldu. “Türkiye halkları” diye bağırıp soygunculuk yapan geri zekâlı bir anarşiste “İkinci Atatürk” diyen haysiyetsiz insanlar görüldü. Atatürkçülükten başka hiçbir prensip tanımadıklarını söyleyenler, Atatürk’ün adını unutturmak için elinden geleni yapan, para ve pullardan, resmî dairelerden resimlerini kaldırtan, mezarını yaptırtmayan İnönü’yü millî Bunlara ne sıfat verilebilir? Bir adam ya odur, ya budur, insan aynı zamanda hem Türk, hem İngiliz; hem Müslüman, hem Katolik; hem milliyetçi, hem şeriatçı olamaz. Oldum diyen hiçbirisi değil, sadece ikiyüzlüdür!
Şerefliler taviz vermezler. Şerefin tavizi yoktur!
Taviz bir fedakârlıktır. Ancak dosta karşı yapılır. Düşmana verilen taviz bir nevi yenik düşmeden başka bir şey değildir.
Taviz hangi düşmanı isteğinden vazgeçirmiş, hangi taviz veren kazançlı çıkmıştır?
Vatan hainlerinin millî kahraman gibi gösterildiği çok komik bir çağda yaşıyoruz.
Haddini bilmemek bir dereceye kadar mazur görülebilir, fakat millî ihanet asla!

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir