İçeriğe geç

Makaleler 1 Kitap Alıntıları – Hüseyin Nihal Atsız

Hüseyin Nihal Atsız kitaplarından Makaleler 1 kitap alıntıları sizlerle…

Makaleler 1 Kitap Alıntıları

❞Türklerin cinsi ahlakları da yüksekti. Yuva, aile ve evdeş muhterem sayılırdı. Evli bir kadına taarruzun cezası idamdı. Kadın hürdü. Kocası uzak yolculuğa gitmiş olsa bile eve gelen yabancı erkeği konuklardı. Kendisine saygı gözü ile bakıldığı için bundan bir kötülük de doğmazdı. Anadolu Yörüklerinde ve Türkmenlerinde, Türkistan’ın göçebelerinde bu adet hala vardır.❞
❞Komünizmin iktidara geçtiği günden beri Rusya’nın Türkiye hakkındaki kötü niyetleri Çarlık Rusya’sının kötü niyetlerinden bir parça bile sapmamıştır. Boğazlarda üs istemenin başka mânâsı var mıydı?
3 Mayıs’ı yapan Türkçülerin şuurla ve inançla bildikleri gerçek: Komünizmin Türklüğe kasteden bir tehlike olduğu idi. Son iki yılın olayları, sürüp giden Sıkıyönetim mahkemeleri, bu mahkemelerde ortaya dökülen hakikatler Türkçülere hak vermiştir.❞
❞Kafa ve gönül yapısı bu olan İnönü’nün 3 Mayıs 1944 yürüyüşüne iyi gözle bakmasına şüphesiz imkân yoktur. Bu sebepledir ki “Türkçü” kelimesinden ömrü boyunca ürkmüş, bu ürkmede çevresinin de büyük ölçüde tesirinde kalmıştır. Onda Batı’ya karşı garip bir kompleks vardır. Türkiye’nin manevi kalkınmasını klâsiklerin Türkçe’ye çevrilmesinde görmesi bunun delilidir. Halbuki artık roman ve piyeslerle yahut eski Yunan felsefesiyle milletlerin kalkınma imkânının olduğu çağda değiliz. Bugün her zamankinden çok milliyetçilik çağıdır.❞
❞Uzun yıllardan beri Türk için, mukaddes Türklük için canımın içinde bin naz ve sevgi ile beslediğim, gönlümün en kıymetli köşesinde aklı, fikri ve bütün varlığı kaplayıp tutan coşkun bir aşkın tatlı, altın kanatlı sırrı gibi sakladığım bu hizmeti görünceye kadar ölüm bana aman versin.❞
❞Tarih şuuru, milletlerin hareket hatlarını tâyine yarayan bir millî savunma silahıdır. Hangi milletten düşmanlık gelmiştir? Hangi rejim faydalı veya tehlikelidir? Ne türlü şahıslar iyilik ve kötülük edebilir? İşte bütün bunların cevabını tarih şuuru verir.
Olgun bir insana bir takım zehirlerle muvakkaten hafızası kaybettirildiği gibi, milletlere de, milletlerin zehiri olan propaganda, telkin ve iftira ile tarih şuurunu bir müddet kaybettirmek kabildir. Fakat olgun millet kendisini çabuk toplar. Yalan propagandanın tesiri giderilir. Hakikat meydana çıkar.❞
❞Biz Türkçüler (gerçek ve samimî Türkçülerden bahsediyorum) kanaatlarımızı apaçık söylediğimiz için bazılarına sevimsiz görünüyoruz. Biz siyaset yapmıyoruz. Siyaseti bilmiyoruz. Çünkü bizim davamız bugünün sandalye davası değildir. Bizim davamız asırlara bakan bir davadır.❞
❞Orta Doğu Teknik Üniversitesi’nin kalın duvarları arkasında saklanarak jandarma ile birkaç saat tüfek ve tabanca atışından sonra komutanın havan ateşi açacağım demesi üzerine ödleri patlayıp teslim olan kabadayılar mı Türk Ordusuyla çarpışacak? El yumruğu yemeyen kendi yumruğunu bozdoğan sanır. Faşist ordu diye bağıran, Karşımıza polis yerine asker de çıksa vuruşuruz diyen yalancı kahramanlar nerde? Karşılarındakinin torbacı Menteşeoğlu olmadığını görünce şimdi süt dökmüş kediler gibi teslim oluyorlar. Çünkü Don Kişotların kahramanlığı değirmenin kanadına çarpıncaya kadardır.❞
❞O Türkler’i unutmayız. Unutamayız. Bir aile, nasıl gurbette veya uzakta olmakla bir ferdini unutmazsa, bir millet de başka hakimiyetler altında yaşayan kardeşlerini öylece unutamaz. Bu sebeple nerede olurlarsa olsunlar bütün Türkler’i düşünmek, onların acı ve sevinçlerine ortak olmak, iyiliklerini istemek ve günün birinde bütün Türkler’in birleşeceklerini düşünerek bu uğurda çalışmak her Türk’ün vazifesidir.❞
❞Kerkük Türk’ünün de desteğe ihtiyacı var. Üstelik Kerkük Türk’ü daha da talihsizdir. Nasıl talihsiz olmasın ki Barzani adında bir Kürt eşkıyası devlet kurmaya kalkıyor. Kurtuluş Savaşındaki bir Türk’ü, Yunan gibi aşağılık bir düşmanın Türkiye topraklarına ordu sokmasını:
Ankara’nın taşına bak,
Gözlerinin yaşına bak.
Biz Yunan’a esir olduk,
Şu feleğin işine bak.
mısralarıyla anlatılıyor ve talihin böyle hain bir tecellisine karşı Türk milletinin öfkeli şaşkınlığını belirtmiş oluyordu. Bu acı hatıra yetişmiyormuş gibi, şimdi bir de Kürt devleti kurulacak da 1.000.000 Türk’e azınlık hakkı mı verecek?❞
❞Üzerinde henüz son söz söylenmemiş olan Mayıs günü ise 3 Mayıs 1944’tür. Bilindiği gibi o zamanki tek parti idaresinin komünistleri koruyan milli eğitim bakanına ve onun şımarttığı komünistlere karşı yapılan bir yürüyüş sansürle sessizliğe boğulmuş memleketle bomba gibi patlamış, o zamanki devlet başkanıyla çevresindeki devşirmelerin ödünü patlatarak büyük tutuklamalara, hapislere; işkencelere yol açmış; satılık ve köle basın da tek ağızla bu gardist hareketin (o zaman Almanya ayakta olduğu için faşist diyemiyorlardı) aleyhine açtıkları haysiyetsiz iftira kampanyasını aylarca sürdürmüştü.❞
❞Rumlara insan gözüyle bakılabilir mi? Onlar Londra’da Başbakan Ecevit’i kucaklayarak bizi kurtarsın diye gösteriş yapar ama eline fırsat geçiren Rum’un yapacağı şey Türk’ü arkadan vurmak kadın, çocuk öldürmektir. Rum demek akrep demektir. Akrep nasıl, kendisine iyilik olsun diye derenin karşı kıyısına geçiren kaplumbağa’yı sokmuş ve “ne yapayım, huyum böyle” demişse, Rum da aynı şekilde Türk düşmanlığı huyu ile yoğrulmuştur.❞
❞Ey Türk gençliği! Çanakkale senin vatanındır!.. 18 yıl önce orada korkunç ve nispetsiz bir boğuşma oldu. Bir tarafta her türlü vesaitle pusatlanmış soğuk kanlı İngilizler, cesur İrlandalılar, yaygaracı Fransızlar, çevik Avustralyalılar, sporcu Yeni Zelandalılar; korkunç Senegallılar, diğer tarafta da sessiz ve gösterişsiz Türkler vardı. Bu korkunç boğulmayı harikulade kahramanlıkları ile senin kanından olan Türkler kazandı. Fakat ne korkunç tecellidir ki 18 yıl geçtikten sonra orada yenilen düşmanların âbideleri yükseliyor Senin vatanında düşman abideleri buna nasıl tahammül ediyorsun Türk genci?❞
❞( ) yabancı klâsiklerin tercüme edilerek Türk gençliğine okutulması onlarda bir aşağılık duygusu yaratmaktan başka sonuç vermemiştir. 20-25 yaşındaki gençler şaheser diye hep Yunan, Lâtin, Batı, Acem, Arap, Rus eserlerini okursa “demek benim milletimin şaheseri yokmuş” düşüncesine kapılmasından tabiî ne olabilir?❞
❞Büyük işler, memleket ve ilim aşkıyla yapılabilir.❞
❞Kırım, Kazan heder oldu!
Tuna, Kafkas beter oldu!
Türkistan’da neler oldu,
İşitmedi kulağımız!❞
❞Kendileri kaloriferli lüks dairelerde oturup her yere araba ile giden haftalık dört beş saatlik toplantı karşılığında yedi sekiz bin lira alan siyasiler gecekondudaki sefaleti kavrayamaz. Çünkü senin sefalet var diye feryadına resmî ağızla Türkiye’de sefalet yoktur diye karşılık verilince bütün meseleler kökünden çözülüverir.❞
“Türkçü ülkümüze faşizm adını takanlara güvenmemekte haklıyız.
❞Çoktan beri Türk kamuoyunca bilindiği ve Aclan Sayılgan’ın kitabında da yazıldığı gibi Ruslar, komünizmin ilk aylarında başlayarak Türkiye’de de propaganda faaliyetine başlamışlar ve Türkiye’yi kolay bir oldu‐bitti ile kündeden atıp komünistleştirmek istemişlerdir. Başlangıçta komünizmin ne olduğu bilinmiyor, Lenin’in yalanlarına inananlar bu rejimin milletlere istiklâl, insanlara hürriyet getirdiğine kanıyordu. Gerçekte Lenin bir kin ve intikam grubunun mümessilidir. Gayeye vurmak için her türlü vasıtaya başvurmaktan çekinmez ve onun için ahlâk kaidesi diye de bir şey yoktur.❞
❞Dil bir milletin en değerli malıdır.
Ordusunu kaybeden bir millet tehlikededir. İstiklâlini kaybeden millet korkunç bir felâkete düşmüştür. Dilini kaybeden milletse yok olmuş demektir.❞
❞( ) 3 Mayıs Türkçülerin günüdür. Ona bir bayram diyemeyeceğiz. Çünkü yıllarca süren büyük ıstırabımız o gün başlamıştır. Ona bir matem demek de kabil değildir. Çünkü bunca sıkıntıların arasında bize büyük bir imtihan vermek, yürekliyle yüreksizi er meydanında denemek, yahşi ile yamanı ayırmak fırsatını vermiştir. O güne kadar tehlikelerden gafil bir çocuk toyluğu ile yürüyen Türkçülük 3 Mayısta gafletten ayılmış, maskelerin arkasındaki iğrenç yüzleri görmüş, can düşmanlarını tanımış, dost sandığı hainleri ayırt etmiş, hayalin yumuşak bulutlarından gerçeğin sert topraklarına düşmüştür.❞
❞Türkiye’de sol denen fikir, Batı’da olduğu gibi sosyal adalete yönelmiş bir sistem değil, düpedüz vatan hainliği haline gelmiştir. Okullarda bir takım Yahudi, Çinli, Moskof ve Güney Amerikalı katillerin resimleri; derslerde Bir Numaralı Vatan Haini Nâzım Hikmet dahil, ne kadar solcu varsa onlara dair
dersler ve hattâ vazifeler, satılmış gazetelerde hükümeti tenkit bahanesiyle milliyetçiliğe saldırmalar, halka dönük üniversite hezeyanıyla üniversitede Kürtçe okunmasını isteyecek kadar hayâsızlıklar, ölmüş bir Kürtçü için saygı duruşu yapmak gibi utanmazlıklar, Türk bayrağının lâğıma atıldığı Köy
Enstitüsü adlı akrep yuvalarının ihyasını istemek gibi yüzsüzlükler alıp yürürken ve İstanbul Sıkıyönetim Komutanlığının bir bildirisinden öğrendiğimize göre bazı askerî şahıslar da tutuklanmışken, yani vatan hainleri orduya da bulaşmaya başlamışken ordudan zaten başka bir davranış beklenemezdi.❞
❞Geçmişi anmak insanlara mahsus bir iştir. Hayvanlar geçmişi düşünmez. Onlar yalnız içinde bulundukları ânın kaygısındadır. Geçmiş ne kadar kusurlu olursa olsun bugün ve yarın için vereceği derslerle, göstereceği ibretlerle ihmaline imkân olmayan bir kitap, insanlara milletlerin güç kaynaklarından biridir. Bundan dolayıdır ki bir millete geçmişini unutturmak onu yok etmenin ilk şartıdır.❞
Devletler, kontrollerine aldıkları muhalefet hareketlerini, ayaklanmaları ya da devrimleri, dışında kaldıklarından daha kolay engeller.
❞Bu ne biçim devlet, ne biçim hükümet? Bakan emrini tatbik ettiremezse, söz vermeler, adaklar birer boş laftan ibaret kalırsa ortada bir devlet vardır denilebilir mi? Zaten son otuz yılın hayatında parlak sözlerden başka ne var ki? Herkes söylüyor, ama işe gelince: Sıfır.❞
❞Tutsak Türk Elleri ve onun Osman Batur gibi binlerce şehidi dururken, Zenci Lumumba’ya, Hoşiminh’e, Mao’ya destan düzenlere lânet olsun. Milletin büyük yarını ve övüncüyle uğraşmak dururken işçi gündeliklerini hayatın en mühim meselesi haline getirmek isteyen solaklara lânet olsun. Türk ırkının yüceliği ortada iken “Ben hilâli bir Çingene ile yükseltirim” diyen yobaz köpeği susturmayan haysiyetsiz profesöre lânet olsun!
Türk’ün yıldırımı inecektir.
Tanrı’nın gazabı bunların üstüne inmezse daha müthiş olan Türk’ün yıldırımı inecektir.❞
Eğer yaşanmakta olana başkaldırıyorsanız ve gençseniz, yaşadığınız her ne olursa olsun serüvendir.
Baht utansın!
Baht utansın!
Çünkü siyâset ince iştir. Bizim aklımız ermez.
Unutmayalım ki bütün bu ülkeler Türklerden korkuyor. Türkler birleşirse, eskiden olduğu gibi büyük devletlerini kurarsa ne yaparız diye düşünüyor.
Düşünedursunlar.
Bu devlet kurulacak. Ne olacağı o zaman düşünülür.
Bütün tarih bize şu gerçeği gösteriyor: Milletlerin hayatında üç merhale ve üç değişmez prensip vardır: Bağımsızlık, birleşmek büyümek.
Türk ırkının yüceliği ortada iken Ben hilâli bir Çingene ile de yükseltirim diyen yobaz köpeği susturamayan haysiyetsiz profesöre lânet olsun!
Boş kaplar çok öter. 3 Mayısçılar boş değil, yurt ve ırk sevgisiyle dolu idiler. Onun için susmaktadırlar. Fakat susmak Abdülhak Hâmid’in dediği gibi, bazen en güzel şiirden daha manâlıdır.
İmparatorlukların kemali zevaldir.
Büyük işler, memleket ve ilim aşkıyla yapılabilir.
Türk tarihi, içimizdeki yabancıların ihaneti ile doludur. Tarihimizin biraz aydınlanmaya başladığı çağlardan beri aralıksız süregelen bu ihanetler, yabancı kan taşıyanlara güvenmenin, onlara devlette üstün değil, en aşağı bir yer bile vermenin ne büyük yanlış olduğunu anlatan ebedî bir derstir. Tarih bir “bilim değildir. Fakat tarihin konusu olan hâdiselerin belli kanunları vardır. Türk tarihi için bugüne kadar öğrendiğimiz kanunların en başta geleni yabancı kan taşıyanlara güvenme! buyruğunu vermektedir. Bu buyruk büyük geçmişimizin, ırkımızın, atalarımızın buyruğudur.
Çelik göğsü düşman mermileriyle kalbura dönen Kemalettin Sami Paşa’yı bugünün dünden kalan nankör nesli belki unutabilir, Çünkü onlar Namık Kemal’i ve Ziya Gökalp’i de unutmuşlar ve unutturmak istemişlerdi. Fakat bugünün yarına hâkim olacak nesli Çolak Kemal’in ruh büyüklüğünü örnek alarak maddileştirecektir.
Bu vatan bir boydan bir boya tunç heykeller otağıdır. Ne hain komünistin propagandası ne kahpe Yahudi’nin casusluğu ne sinsi melez vatan hainlerinin çirkefliği bu tunç heykelliği, bu sarp yalçınlığı deviremez.
Hep birlikte yürürsek Türkçülük muzaffer olacaktır.
Gözümüz daima yükseklerdedir.
Fakat ifrat her şeyi bozdu.
İlk işiten de anlar.
Ve Millî Eğitim Bakanlığı, büyümek için olacak, uyuyor.
Yuvasından, ocağından çok uzakta, bir çift şefkatli gözden mahrum olarak sınır boyunda ölen nefer nasıl bir gazanın kahramanıysa, ordunun başındaki keskin kumandan ve tarlasının içindeki sert köylü kadın da öyle bir gazanın granit heykelleridir.
Bu yurt baştan başa şehitler ve gaziler diyarıdır.
En eski zamanlardan beri gaza toprağı olan Türk Elleri dünyanın sonuna kadar da gaza yurdu olarak kalacaktır. Eski al bayrağımız, sonraki gök bayrağımız, bugünkü ay yıldızlı sancağımız nasıl gazalarla yanmış, delik deşik olmuşsa bu toprağın çocukları da öyle yanıyor, öyle delik deşik oluyor.
Bir milletin büyük ölülerini saygı ile anması ilerde de büyükler yetiştireceğinin müjdecisidir. Millet için şahsi menfaat gözetmeden fedakârlık edenlerin hizmeti büyükse onlar milletin hatırasında yer almaya lâyık kahramanlardır. Bunun için yüksek mevkide olmaya lüzum yoktur. Bazen bir neferin hizmeti birçok rütbelilerin hizmetinden daha büyük olmuştur: Çanakkale savaşlarındaki Mehmet Çavuş ve Müstecip onbaşı gibi
Milletin tarifi ne olursa olsun, bir bakıma göre o birlikte sevinip birlikte yas tutan insan topluluğu demektir. Birlikle sevinmek, hele birlikte ağlamak insanları birbirine en sıkı bağlarla bağlayan şeydir. Milyonlarca insanın toplanmasından ibaret olan millet için müşterek sevinç büyük zaferler ve büyük adamların yıl dönümleridir. Müşterek yas da büyük bozgunlardan, düşman istilâlarından başka bir şey olamaz. Bir millet için yalnız zafer günlerinin bayramı kâfi değildir. Bir millet tamamı ile şuurlanabilmek için büyük acı günlerini de yas töreni yaparak anmalıdır. Zafer veya bozgun olsun, bir milleti toptan ilgilendiren günlerin hepsine birden büyük günler diyoruz.
İltimas ne de olsa gayri âhlakî bir harekettir.
Dil bir milletin en değerli malıdır.
Ne mümkün zulm ile bîdâd ile imha-yı hürriyet, Çalış, idrâki kaldır muktedirse âdemiyetten !
Bundan sonra 3 Mayıs Türkçülerin günüdür. Ona bir bayram diyemeyeceğiz. Çünkü yıllarca süren büyük ıstırabımız o gün başlamıştır. Ona bir matem demek de kabil değildir. Çünkü bunca sıkıntıların arasında bize büyük bir imtihan vermek, yürekliyle yüreksizi er meydanında denemek, yahşi ile yamanı ayırmak fırsatını vermiştir. O güne kadar tehlikelerden gafil bir çocuk toyluğu ile yürüyen Türkçülük 3 Mayısta gafletten ayılmış, maskelerin arkasındaki iğrenç yüzleri görmüş, can düşmanlarını tanımış, dost sandığı hainleri ayırt etmiş, hayalin yumuşak bulutlarından gerçeğin sert topraklarına düşmüştür.

Böyle sağlam bir sonuca varmak için çekilen bunca sıkıntılar boşa gitmiş sayılamaz. Bundan dolayı biz 3 Mayıs’a Türkçülerin günü deyip çıkıyoruz.

Hoşlanmayanlar onu benimsemesin. Yalnız kendilerine benzeyenler, yani Türk’e benzemeyenler onu yadırgasın. Biz 3 Mayıs’ı sevmekte devam edeceğiz

3 Mayıs Türkçülüğün tarihinde bir dönüm noktası oldu. O zamana kadar yalnız duygu ve düşünce olan, edebî ve ilmî sınırları pek de aşmayan Türkçülük, 1944 yılının 3 Mayıs’ında birdenbire hareket oluverdi.
Çünkü Don Kişotların kahramanlığı değirmenin kanadına çarpıncaya kadardır.
Bu destanı yazmak için çalıştım
Dert öyle oldu ki derde alıştım
Bir iş edeyim
Ki cihan ana
Millet anlamazsa yazmakta ne fayda var?
Uzunca dinlenmek lazımdı
(Sadakalar) kendilerini Allah yoluna adayan, yeryüzünde dolaşmaya güç yetire­meyen fakirler içindir. İffetlerinden dolayı (başkalarından isteyip dilenmedikleri için), bilmeyen onları zengin sanır. Sen onları yüzlerinden tanırsın. İnsanlardan arsızca istemezler. Siz hayır olarak ne infak ederseniz, şüphesiz Allah onu bilir. (Bakara, 2/273)
El yumruğu yemeyen kendi yumruğunu bozdoğan sanır.
Sarhoş keçinin dövüşmek için dağa çıkıp kurt araması gibi banka soyup adam kaçırmakla kendilerini dev aynasında görmeye başlayan Don Kişotlar da çaldıkları silahlarla dağlarda Türk ordusunu yenmeyi tasarlıyor, bu konuda Amerikalıların Vietnam’daki başarısızlığından cesaretleniyorlarmış.
Disiplin, medeniyetin ana şartıdır. İnsanların hayvanlıktan sıyrılması, hak mefhumunun teşekkülü, gerçek hürriyetin çekirdeğidir.
En büyük sosyal kanunlardan biri taklidi dir. Gazete, dergi, film, sahne, radyo, plaj ve sokakta daima gayrı millî yi, daima gayrı ahlâki”yi gören genç nesillerin birer millî kahraman, ülkücü yiğit olarak yetişmesine imkân yoktur. Sokakları dolduran karı kılıklı erkekler gördüğünü taklidin sonucudur.
Bir millet yalnız Keban Barajı, Ayşe Fırını ve Hilton Oteli ile beslenmez. Geçmişin büyüklüğünden hız alarak daha büyük gelecekler için ümidini bilemezse yozlaşır.
Mühim bir nokta da Türkiye’nin uygun bir yerinde bir Ölmezler Yolu nun yapılmasıdır. Ölmezler Yolu, Türk tarihînin ulu kişilerinin heykel ve anıtlarıyla süslü, en heybetli ağaçların gölgelediği bir tarih yoludur. Şimdilik Alp Er Tunga ile başlayıp Atatürk’le bitecek ve ilerde de yetişecek büyüklerin heykel ve anıtlarının eklenebileceği uzun ve gösterişli bir yol..
Büyük kahramanlar, devlet başkanları, başbuğlar, bilginler, şairler için törenler, Ölmezler Yolu’nda yapılacak, geçit resimleri burada olacaktır. Bütün Türk çocukları en aşağı bir defa bu yolda yürüyecek, her büyüğün anıtında yazılı birkaç satırı okuyarak Türk olmanın gururunu burada tadacaktır.
Türk kültürünün baş unsuru olan Türkçeyi korumak ve geliştirmek derken, tabiî, okullarda öğretilecek sağlam dil bilgisini, sekizinci yüzyıldan beri temel eserleri bilinen Türkçe eserlerden seçme parçaları, Türk lehçelerini kastediyorum. Bu vatanın Türkeli olması için bütün coğrafya isimleriyle her türlü ticarî, ilmî, iktisadî, kültürel ve turistik kuruluş adlarının Türkçe olmasını, bir Dil Akademisi kurulmasını ve utanç verici şekilde hâlâ tespit edilmemiş bulunan imlânın kesin hal almasını, Türk tarihinin millî şuur ve menfaat açısından tedvinini ve Türkiye’de ne kadar Türk mimarî eseri varsa hepsinin onarılarak yıkılmaktan kurtarılmasını kastediyorum.
Toprak reformu beş on yıllık sürede sonuca bağlanabilir. İdaredeki kırtasiyecilik bir iki kanun ve sert uygulama ile çözüm yoluna girebilir. Uçak ve tankları Türkiye’de yapmak biraz sabır ve çalışma işidir. Bütçe açığı ciddi tasarrufla önlenebilir.
Fakat iş eğitime gelince o kadar kolay değildir. Eğitim reformunda bilgi ve millî terbiye söz konusudur. Kurslarla öğretmenlerin bilgi eksiklerini tamamlamak mümkündür ama millî terbiye kursla verilemez. Eğer öğretmenin kafasında Marks, Lenin, Mao gibi hastalıklar varsa o öğretmen kaybedilmiş demektir.
Büyük zaferlerin ve büyük kara günlerin yıl dönümlerini anmak milletleri ruhlandırmak, inançlarını berkitmek için şarttır. Macarlar 1926’da Mohaç bozgununun 100’üncü yıl dönümünde büyük bir tören yapmışlardı. Biz ise 1953’te İstanbul Fethi’nin 500’üncü yıl dönümünü kepaze ettik. Yunanlı dostlarımız gücenmesin diye töreni sönük göstermek için ne lazımsa yapıldı. Yalnız başkalarını düşünmek, kendimizi hesaba katmamak bize mahsus bir özellik. Acaba bu millî bir ruh hastalığı mı?
Türkler nasılsa Osmanlılar Çağı’nı unutmamışlardı. O da hâkimiyette bulundukları içindi.
Milli mazi ancak göçebe Türkler arasında ve destan halinde yaşıyordu.
Günümüzde, geçmişi unutturularak yok edilmek istenen bir milletin en tipik örneğini görmekteyiz: Moskoflar, Sovyetler ülkesindeki en azından 40 milyon Türk’ü ortadan kaldırmak için bu çareye başvurmuşlardır, önce eski ulus, uruk ve boyları sözde ayrı milliyetler hâline getirmişler, alfabelerini ayırarak ortak edebî dili bertaraf etmişler sonra da tarihte görülmemiş bir utanmazlıkla uydurma tarihler düzerek geçmiş le ilgilerini kesmeye başlamışlardır.

Aynı maskaralık İran’da da yürütülmektedir. Türk, Fars, Kürt, Arap, Lor, Bülüç ve Ermeni’den kurulu 25 milyon luk devletin içinde 12 milyonluk nüfuslarıyla en büyük ve en enerjik unsur olan Türklere Türklüklerini unutturmak için her şey yapılmakta, bu Türklerin aslında Fars oldukları halde Cengiz istilâsı sırasında zorla Türkçe konuşmaya zorlandıkları gibi ahmakça bir iddia ileri sürülmektedir.

Geçmişi anmak insanlara mahsus bir iştir. Hayvanlar geçmişi düşünmez. Onlar yalnız içinde bulundukları ânın kaygısındadır. Geçmiş ne kadar kusurlu olursa olsun bugün ve yarın için vereceği derslerle, göstereceği ibretlerle ihmaline imkân olmayan bir kitap, insanlara milletlerin güç kaynaklarından biridir. Bundan dolayıdır ki bir millete geçmişini unutturmak onu yok etmenin ilk şartıdır.
Yunanlılar, eski Bizans’ı diriltmek ve bunu yapmak için de Türkiye’yi yok etmek düşüncesi ardında koşan düşmanlarımızdır. Önce bu gerçeği bilmek, bunu bildikten sonra da onların veya başkalarının koparacağı yaygaralara aldırış etmeden zafer programını uygulamak lâzımdır.
Bir de yabancılara karşı gösterilen çekingenlik dolayısıyla millî törenlerimizden onların kırılıp kırılmayacağı, pek mühim bir mesele imiş gibi, hesaba katılmaktadır.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir