İçeriğe geç

Mahşer Kitap Alıntıları – Peyami Safa

Peyami Safa kitaplarından Mahşer kitap alıntıları sizlerle…

Mahşer Kitap Alıntıları

Bugün seni aradım. Bulsaydım belki yaşardım.
Utanmasa haykıracak, sebepsiz ve mânâsız haykıracak.
Vicdanları tertemiz gençler
Onların sefaleti neye delâlet ediyor? Bütün bu kıymetli unsurların gece gündüz didindikleri halde, bir öğle yemeği yiyememeleri neden? Gayet basit: Bunların hepsinde, hayat mantığının “kibir ve gurur telâkki ettiği izzet-i nefis var. Bunların alınları yüksek. Dalkavukluk bilmiyorlar. Hile bilmiyorlar. Bilmiyoruz. Öyle bir kargaşalık içindeyiz ki, ancak yaşamak sanatına vâkıf olanlar sağ kalabilirler.
Zaafın en son derecesi. Ölüm, sağken ölüm.
Bir Türk’e, Türkiye’de, Türk olduğunu unutturan bu gizli ve galip ruha karşı, milli bir kin duydu
– Ne biçim insan bunlar? Ne acaip mahlûklar! Bunların mefkureleri nedir? Ne için yaşıyorlar? Vatanları yok,
vicdanları yok, Allah’a da, güzelliğe de, fazilete de inanmıyorlar, bunu anladık, peki? Para için mi yaşıyorlar? Servetin hududu yok mu? Debdebe için mi yaşıyorlar?
İstanbul’da bunun fevkinde hangi saltanat var? Hayır, bunlar için değil hayır, ne vatan, ne vicdan, ne Allah, ne güzellik, ne para, ne debdebe, ne saltanat için, hayır, hiçbiri için değil. Fenalık için, yalnız günah işlemek, yalnız başkalarının ıstıraplarına bir zebani istihzasıyla çirkin çirkin gülmek için, rezaletlerin gübresinde iğrenç bir
taaffünle pişmek için yaşıyorlar. Hay Allah cezalarını versin! Çanakkale’de, gözlerimin önünde kafaları futbol topu gibi, koparak havaya fırlayan Türk gençleri bunlar için mi can verdiler? Tevekkeli değil, ordu, ahali açlıktan, hastalıktan kırılıyor. İki milyon kilometre murabba arazinin mahsullerini İstanbul’da üç beş yüz kişi yiyor. Yine kör boğazlarına doymuyorlar. Hay Allah topunu Kahr ismiyle kahretsin İnsan vatanperver olduğuna değil enayi yerine konduğuna yanıyor.
Ruhuna hiçbir gün tahakküm edemedi, macerayı sevmediği halde,maceraperest, bedbinliği sevmediği halde bedbin, parayı sevmediği halde ona muhtaç oldu.
Yirmi, otuz, nihayet elli sene sonra ister istemez yakalayacak bir hal: Ölüm, ölüm, ölüm, ölüm. Çok tekrar edildiği halde, sesine bir türlü alışılmayan meşhur kelime.
Hasta bir ümit, sağlam bir yeisten daha fenadır.
Kalpten kalbe yol vardır.
“İnsanda ümitsizliğin bir derecesi vardır ki ,o vakit irade sevkitabii gibi kördür, nasılsız ve nicesizdir .Gayesinde sarhoş gibi körkütük gider ve o vakit insiyaki bir iş gören zekâ ,ne yaptığını bilmez.”
Bu memlekette iş böyle. Cahiller, dalkavuklar, mürailer, rahat rahat yaşıyor.
”Alelâde incizabları , büyük aşklardan ayırmak lâzım, her aldatıcı sevgiye aşk ismini vermek bir israftır ”
Bazı, uzun nutuklardan fazla bir de his, fikir uyandıran sabit, temiz bir bakış; Gönlün en kuvvetli ifadesi.
Kahrolsun mantık, akl-ı selim, kaide, prensip, hepsi kahrolsun. Zaten gençlik ne demek yahu? Gençlik, gençlik gençlik, aklın bir sürü kaidelerine harp açan ordunun ismi değil mi?
Mahzun gönül! Sükût et! Güneş bulutların arasında da neşr-i envâr eder. Senin bahtın da herkesin bahtı gibidir: Her hayatta fırtına saatleri, kederli, mazlum günler
olmak gerek!
Hayat güzel bir şeydir, demiyorum, fakat çirkin de değildir, hiç olmazsa mahiyetini anlamak için idâme* edilmeye değer.
Saadetin bir serap olduğunu bütün şairler söylemişlerdir. Hâlâ insanlar bu vehim peşindedirler.
Diyoruz ki memlekette ”kaht-ı rical* ” var: idareci, diplomat, ilim adamı, sanatkâr yok; musikîmiz münkariz*, tiyatromuz başlamamış. Edebiyatımız iptidâî, resmimiz basit, felsefemiz kopya; okuma yazmak bilmek bir irfan sayılıyor; hattâ bu devlet kuruldu kurulalı, imlâ yanlışından kurtulmuş bir tek münevvere tesadüf edilmemiş, en ziyade pazularımıza güvendiğimiz halde, adalî kuvvetimiz de pörsümüş, cüce, hasta ve şaşkın bir insan yığınıyız. Bunu hep itiraf edebiliyoruz. Fakat sonra yine tebekkürden vazgeçmiyoruz.
Onlar ki bir türedi nesildirler, yalnız kendi ömürlerini iyi sürmek için memlekete kahraman görünerek toprağı satarlar.
İnsanlar iki türlü doğarmış. Ya kendi kendi için, ya başkaları için. Memleketim, kendi kendi için doğanlarındır. Burada hodbinler sağ kalacak.
Bazı kitaplar diyorlar ki felâketlerimiz , kendi hareketlerimizin cezasıdır. Yaşamasını bilsek, mes’ud oluruz. Birçok ıstıraplarımız, kendi kendimize uydurduğumuz bir kuruntudan ibarettir. Hep bize saadet vermek için etrafımızda bekleyen şeylerden çoğunun farkında olmayarak yaşıyoruz.
Ne istiyorlar? Bütün bu felâketlere rağmen hâlâ didişmekteki ısrarları neden?
Eğer yaşanmakta olana başkaldırıyorsanız ve gençseniz, yaşadığınız her ne olursa olsun serüvendir.
Açıkça söyle, gizli hisler çirkindir.
Hasta bir ümit, sağlam bir yeisten daha fenadır.
Devletler, kontrollerine aldıkları muhalefet hareketlerini, ayaklanmaları ya da devrimleri, dışında kaldıklarından daha kolay engeller.
Hayatta herşeye katlanılır. Yaşamağa razı olan adam etrafında herşeyin vukuuna da razı olmalıdır.
Biz, bu millet, lokomotifinden kaymış, bayır aşağı, gerisin geriye giden Fransız bir vagon içindeyiz. Şu farkla ki, biz uçuruma gittiğimizi bilmiyoruz.
Bu memlekette iş böyle. Cahiller, dalkavuklar, mürailer, rahat rahat yaşıyor.
Küçük yaşımdan beri nereden gelip nereye gittiğimi bilmiyorum. Yaptığım hayat programlarının hepsi maskaraya döndü.
”alelâde incizabları, büyük aşklardan ayırmak lâzım; her aldatıcı sevgiye aşk ismini vermek bir israftır ”
”Mahzun gönül! Sükût et! Güneş bulutların arasında da neşr-i envâr* eder. Senin bahtın da herkesin bahtı gibidir: Her hayatta fırtına saatleri, kederli, mazlum günler olmak gerek! ”
Bazı kitaplar diyorlar ki felaketlerimiz, kendi hareketlerimizin cezasıdır.
Madem ki biz kör talihin yumruğu altında doğduk, madem ki bu kör talih, talihlerin en körüdür, ona gözleri yummalı. Reyi sorulmaksızın hayata mecbur edilen insan, yaşamak için bazı fedakarlıklarda bulunmağa mecburdur, bu fedakarlıklardan birincisi ;nasibine tahammül etmek! Noksanlarımızın mes’uliyeti başkalarınındır, cezalarını biz çekeriz. Bu böyle.
Hayır, alelâde incizabları, büyük aşklardan ayırmak lâzım; her aldatıcı sevgiye aşk ismini vermek bir israftır
Kahrolsun mantık, akl-ı selim, kaide, prensip, hepsi kahrolsun. Zaten gençlik ne demek yahu? Gençlik gençlik.. gençlik, aklın bir sürü kaidelerine harp açan ordunun ismi değil mi?
Ağlamak, ağlamak yahut katılırcasına gülmek. İşte onu tatmin edebilecek iki ruhi vaziyet.
adi hayat mücadelesi, yaşamak için şu hergün yaptığımız kavga, harpten bin kat müthiştir.
Mahzun gönül, sükut et! güneş bulutların arasında da neşr-i envar eder. senin bahtın da herkesin bahtı gibidir: her hayatta fırtına saatleri; kederli mazlum günler olmak gerek!
Bu ıstıraplarımı nerede dinlendirdim biliyor musunuz? Gözlerinizde
Hepsinin Allah cezasını versin, çünkü Türk kanunları buna muktedir değil.
Kalpten kalbe yol vardır.
Her aldatıcı sevgiye aşk ismini vermek israftır.
– büyük ıstıraplardan sonra kavuşulan hürriyete cehennemde bile katlanılır.
Bitkindi, çok bitkin. Ayrılık ve yalnızlıkla mücadeleye hiç takatı yok. Mindere serildi. Sigara bile içemiyecek halde, kolunu kırıpdatmaya bile muktedir değil. Başı dönüyor. Gözlerinin içinde, gözlerinin arkasında, başının içinde, etrafında, mazide, istikbalde, her yerde ve her zaman, yalnız onu görüyor:
Mahzun gönül! Sükût et! Güneş bulutların arasında da neşr-i envâr eder. Şikayeti bırak! Senin bahtın da herkesin bahtı gibidir: Her hayatta fırtına saatleri, kederli, mazlum günler olmak gerek!
şimdi kendimi ümitsiz buluyorum. İçimdeki o şair ses, fena şeyler söylüyor.
Cephede küme küme insanların geride küme küme insanlara tatlı uyku verebilmek için kan akıtmaları. Sebep? Geçelim.
”Hasta bir ümit, sağlam bir yeisten daha fenadır. ”
”Müşterek felaketlerin ısdırabı azdır. ”
O yanımda oldukça bir kere daha söylüyorum: kürre-i arzı bile sırtıma alırım. Elverir ki beni böyle kaldırım üstlerinde fazla bekletmese, bir an evvel çıka gelse!..
Hafızaları aynı manzarayı alan iki fotoğraf makinesi gibiydi. Hâtıralar çok benziyordu. Genç kız, bol bir neşe içinde söyledi:
– Ne iyi! Sizinle birlikte uzak şeylerden bahsedebileceğiz.
Felâketlerimiz,kendi hareketlerimizin cezasıdır.Yaşamasını bilsek,mes’ud oluruz.Birçok ıstıraplarımız,kendi kendimize uydurduğumuz bir kuruntudan ibarettir.Hep bize saadet vermek için etrafımızda bekleyen şeylerden çoğunun farkında olmayarak yaşıyoruz.
Başım döndü. Yahut başım koptu. Artık ben o eski başımı taşımıyorum. Dünyayı anlayışım birdenbire değişti. İdrâkimi kaybettim, Muazzez Hanım.
Yaşamasını bilsek, mesud oluruz.
Felaketlerimiz , kendi hareketlerimizin cezasıdır.
Nitekim herkes farkında olmadan, kederi sever, ona hem koşar, hem de ondan kaçar.
Ben bu kalbden çıkmak istiyorum. Ne güzel hayal
Hasta bir ümit, sağlam bir yeisten daha fenadır.
Bazı kitaplar diyorlar ki felaketlerimiz, kendi hareketlerimizin cezasıdır. Yaşamasını bilsek, mes’ud oluruz. Birçok ıstıraplarımız, kendi kendimize uydurduğumuz bir kuruntudan ibarettir. Hep bize saadet vermek için etrafımızda bekleyen şeylerden çoğunun farkında olmayarak yaşıyoruz.
Ölüm, ölüm, ölüm, ölüm. Çok tekrar edildiği halde, sesine bir türlü alışılmayan meşhur kelime..
İnsanların sırf yaşamak için, sonsuz arzular, bayağı, muvakkat heveslerle küre üstünde dolaşmalarına, koşmalarına, itişip kakışmalarına kızıyor. Ne istiyorlar? Bütün bu felaketlere rağmen hâlâ didişmekteki ısrarları neden?
Bu his onun katili olacak: En küçük şeyden çarçabuk ve çok tesir almak.
İnsanda ümitsizliğin bir derecesi var ki , o vakit irade sevki tabiî gibi kördür , nasılsız ve nicesizdir , gayesinde sarhoş gibi körkütük gider ve o vakit insiyakî bir iş gören zeka yaptığını bilmez .
“ Evet , felaketin hududu yoktur !”
Bırak , bu sefer de ümidin sana ihanet etmiş olsun , kalk yerinden . Kendini topla , yürü . Hayatın yolları nâmütenahidir . En büyük zevkle , en büyük ıstırap da seni aynı boşluğa götürür . Hepsi hiç . Düşünme .
Bir şey gayri tabiî olsaydı , vuku bulmazdı . Felsefi olarak her şey tabiîdir.
Hasta bir ümit, sağlam bir yeisten daha fenadır.
Müşterek felaketlerin ızdırabı azdır.
Mahzun gönül! Sükut et! Güneş bulutların arasında da neşr-i envâr eder. Senin bahtın da herkesin bahtı gibidir: Her hayatta fırtına saatleri, kederli, mazlum günler olmak gerek!
Memlekette herkes, fazileti saadetin zıttı sandığı için, ya namuslu kalmaya karar vererek bir köşeye çekilip oturuyor, miskin, faidesiz, çekingen yaşıyor; yahut namussuzluğu kabul ederek bir taraftan halka faideli olmaya çalışıyor, öte taraftan çalıp çırpıyor
Kuvvetin diğer ismi cinayet ve zekanın bir diğer ismi dolandırıcılıktır.
İnsanın topraktan yaratıldığı doğru bir tespit: biz tabiata çok benziyoruz. Ruhlarımız, tabiatın ruhu gibi iki büyük tezatla örülür: iyi ve fana, güzel ve çirkin, doğru ve eğri.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir