Stefan Zweig kitaplarından Lyon’da Düğün kitap alıntıları sizlerle…
Lyon’da Düğün Kitap Alıntıları
&“&”
Hiçbirimize tek nefeslik bir yaşam dahi ikinci bir kez verilmeyecek ve böyle bir anda aşkı bulan onun keyfini çıkarmalıdır.
Fakat birinin yüreğinden kopan çığlık diğerinde karşılık buluyordu, çünkü onların acıları akrabaydı.
Ağır ağır konuşan Papaz sessizliği bozdu, iki gence yaşamda ve ölümde birleşmek istiyor musunuz diye sordu. Genç kız son derece kararlı bir sesle Yaşamda ve ölümde " dedi.
Hayır, o mutluydu, sonsuzca mutluydu, çünkü sevdiğiyle aynı saat öleceğini biliyordu ve biri diğeri için yas tutmak zorunda kalmayacaktı.
…Fakat birinin yüreğinden kopan çığlık diğerinde karşılık buluyordu, çünkü onların acıları akrabaydı.
Şimdiye kadar hiç kimseye söyleyemediklerini, hatta kendilerine bile itiraf edemedikleri şeyleri birbirlerine anlatıyordu bu iki yalnız insan, oysa birbirlerini doğru dürüst tanımıyorlardı bile. Fakat birinin yüreğinden kopan çığlık diğerinde karşılık buluyordu, çünkü onların acıları akrabaydı.
Beni üzen onlar değil ki. Her şey, tüm yaşamım üzüyor beni. Bazen kendimi düşündüğümde, ben bile kendimden tiksiniyorum. Ben neden bu kadar çirkinim? Benim elimde değil ki. Fakat hayatım boyunca bu yükü taşıyorum. Daha çocukken bana bakıp güldüklerini hissediyordum. Bu nedenle başka çocuklarla oynamayı hiç istemedim, onlardan hep çok korktum ve onları kıskandım.
Acısını azaltmak istemiyordu, acı çeken herkes gibi acı çekmekten memnundu.
Fakat hayat mucizeleri sevse de,gerçek mucizeler konusunda cimri davranır.
Fakat hayat, mucizeleri sevse de,, gerçek mucizeler konusunda cimri davranır
Mahzendeki hükümlüler, yeni gelenlere soğuk soğuk baktılar, çünkü insan doğasının bir garip yanı da her yere çabucak uyum sağlaması, geçici olarak bulunduğu yerde kendini evinde hissetmeyi bir hak olarak görmesidir. Bu nedenle daha önce gelenler, rutubet kokan boğuk mahzeni, küf kokan saman çuvallarını, sobanın çevresindeki yeri farkında olmadan kendi malları gibi görmeye başlamışlardi ve yeni gelen her insan onlar için istenmeyen, davetsiz misafirdi.
Ancak olayların bu kadar hızla cereyan etmesi, bir sınavdan geçen bu insanların hissetme ya da net düşünebilme yetilerinin tümünü yok etmişti; çoğu bu karanlık mahzende mezarlarını hayal ediyormuş gibi hiç hareket etmeden, hiç konuşmadan, bir yere yaslanmış öylece duruyordu; artık hiçbir beklentileri kalmamıştı, hayata, yaşayanlara çoktan sırt dönmüş, hiç hareket etmiyorlardı.
Avazı çıktığı kadar bağırmak istiyordu. Daha fazla dayanacak gücü kalmamıştı, üzerinde zaman baskısı vardı. Zaman sonsuz gibiydi, geçmek bilmiyordu.
Yukarıda oturan oğlunun güçlü nefes alıp verişi ince duvardan geçip sessizliği adeta keserken, dünyanın zalimliği karşısında tek başına olan bir anne, kentteki o insanları, kayıt defterlerini, celpleri, belgeleri nasıl kandırabileceğini düşünüp acı çekiyordu.
Ah , bütün bu insanlara karşı tek başına olmak, bunları konuşabileceği birinin olmaması ne kadar zordu.
Ancak belediyedeki o kahrolası defterde kayıtlıydı. O deftere kayıt olan bir daha özgür olamıyordu.
“Kendi çirkin vücudundan başka hiçbir şeyi olmayan Sedlak’ın bir şeyi vardı artık. Kendisinden sonra da yaşayacak, ona muhtaç, ona ihtiyaç duyan bir canlı yaratmıştı.”
İnsanlardan nefret edecek gücü olmadığı gibi onları sevme arzusu da yoktu.
Kusurlarını görmeden birbirlerini anlamanın kör duygusu bu iki yalnız insanın üzerine bir mutluluk gibi inmişti.
“Şimdiye kadar hiç kimseye söyleyemediklerini, hatta kendilerine bile itiraf edemedikleri şeyleri birbirlerine anlatıyordu bu iki yalnız insan, oysa birbirlerini doğru dürüst tanımıyorlardı bile. Fakat birinin yüreğinden kopan çığlık diğerinde karşılık buluyordu, çünkü onların acıları akrabaydı.”
Hiç kimsenin hayatı benim hayatım kadar zor olamaz. Benim hiç annem olmadı, hiçbir insan bugüne kadar bana güzel bir şey söylemedi. Her genç kız sevgilisiyle gezmeye çıkarken, ben hep yalnızım ve bunun hep böyle devam edeceğini, böyle devam etmek zorunda olduğunu biliyorum, başkaları gibi hissetsem de bu durum değişmeyecek. Tanrım neden bu böyle?
Adam kızın anlattıklarını titreye titreye dinliyordu, yaşadığı onca acıyı adama anlatıyordu ve adam da kızın neler hissettiğini anlayabiliyordu. Çünkü adamın içinde sakladığı binlerce korku dolu, öldüğünü sandığı saatler yeniden uykularından uyanıyordu.
Beni üzen onlar değil ki. Her şey, tüm yaşamım üzüyor beni. Bazen kendimi düşündüğümde, ben bile kendimden tiksiniyorum. Ben neden bu kadar çirkinim? Benim elimde değil ki. Fakat hayatım boyunca bu yükü taşıyorum. Daha çocukken bana bakıp güldüklerini hissediyordum. Bu nedenle başka çocuklarla oynamayı hiç istemedim, onlardan hep çok korktum ve onları kıskandım."
Kız yine hızlı hızlı konuştu. Çünkü acısını azaltmak istemiyordu, acı çeken herkes gibi acı çekmekten memnundu."
Bak Jula, böyle bir şeyi ciddiye almamalısın. Yarın
sabah tek başına kırlara gidebilirsin. Pazar günlerini evde geçirmek istemeyen başka insanlar da var. Tek başına hiç dışarı çıkamayanlar da, çünkü ayakları onları ancak fabrikadan eve kadar taşıyabiliyor. O insanların da hayatı kolay değil, hep aksadıkları ve başkaları onlarla birlikte olmaktan sıkıldığı için hep yalnız bu insanlar. Bu nedenle bu kadar dert etme Jula. Birkaç kendini bilmez aptal için üzülme!"
sabah tek başına kırlara gidebilirsin. Pazar günlerini evde geçirmek istemeyen başka insanlar da var. Tek başına hiç dışarı çıkamayanlar da, çünkü ayakları onları ancak fabrikadan eve kadar taşıyabiliyor. O insanların da hayatı kolay değil, hep aksadıkları ve başkaları onlarla birlikte olmaktan sıkıldığı için hep yalnız bu insanlar. Bu nedenle bu kadar dert etme Jula. Birkaç kendini bilmez aptal için üzülme!"
Bana ne oldu bilmiyorum ama sabrım taştı, ne kadar aşağılık insanlar olduklarını yüzlerine haykırdım. Ve -o zaman- o zaman beni dövdüler…
Serin akşam sisi uzaklardaki karanlık tarlalardan yükselen yakında olgunlaşacak mahsulün tatlı kokusunu bastıramıyordu. Uzaklardaki kahkaha sesleri kesilmişti. Arada sırada bir ağustos böceği tek başına ötüyordu. Onun dışında her yerde sessizlik vardı, suskun düşüncelerle konuşmaya başlayan bir sessizlik.
Sakatlığı, onu yalnız kalmaya alıştırmıştı ve bu yalnızlığı içinde de dünya nimetlerinden feragat eden birinin umursamazlığıyla, içine kapanık bir filozof yapmıştı.
Çünkü acısını azaltmak istemiyordu, acı çeken herkes gibi acı çekmekten memnundu…
Kusurlarını görmeden birbirlerini anlamanın kör duygusu bu iki yalnız insanın üzerine bir mutluluk gibi inmişti.
Fakat hayat mucizeleri sevse de, gerçek mucizeler konusunda cimri davranır.
Hayat mucizeleri sevse de, gerçek mucizeler konusunda cimri davranır.
Kadınlar uzaklaştıklarında sakinleşirler. Neticede ağlayacakları kadar ağlamış olurlar.
Fakat doğa bizi yasalarındaki ahenge, uyuma öyle bir alıştırmıştır ki, onun görmeye alışık olduğumuz uyumundaki en ufak bir kayma bizi tiksindirir, korkutur.
Her şey, tüm yaşamım üzüyor beni.
Acı çeken herkes gibi acı çekmekten memnundu.
Fakat hayat mucizeleri sevse de, gerçek mucizeler konusunda cimri davranır.
Ağlamakla hiçbir şey halledilmez.
Belki de sürdürdüğüm yaşam, sürdürmem gereken yaşam değildir ?
Kız yine hızlı hızlı konuştu. Çünkü acısını azaltmak istemiyordu, acı çeken herkes gibi acı çekmekten memnundu."
… hiçbirimize tek bir nefeslik bir yaşam dahi ikinci bir kez verilmeyecek ve böyle bir anda aşkı bulan onun keyfini çıkarmalıdır.
Fakat hayat mucizeleri sevse de, gerçek mucizeler konusunda cimri davranır.
Sinesinde milyonlarca yüreğin çarptığı bu koca kentte, yapayalnızdı.
Fakat hayat mucizeleri sevse de, gerçek mucizeler konusunda cimri davranır.
Hiçbirimize tek bir nefeslik bir yaşam dahi ikinci bir kez verilmeyecek ve böyle bir anda aşkı bulan onun keyfini çıkarmalıdır.
Fakat hayat mucizeleri sevse de, gerçek mucizeler konusunda cimri davranır.
Koleksiyoncular mutlu yaratıklardır.
İnsanlar artık İsa’nın sözlerine kulak asmıyorlar.
Çünkü insan doğasının bir garip yanı da her yere çabucak uyum sağlaması, geçici olarak bulunduğu yerde kendini evinde hissetmeyi bir hak olarak görmesidir.
Hayata dair hiçbir nefes bize bir kez daha geri verilmeyecek ve bu anlarda aşk, esirgenmeden kime verildiyse, onun tadını çıkartmalıdır.
Şu birkaç saatin tadını çıkarın, hiçbirimize tek bir nefeslik bir yaşam dahi ikinci bir kez verilmeyecek ve böyle bir anda aşkı bulan onun keyfini çıkarmalıdır."
O anda hiç kimse ölümü aklına getirmiyordu, ölümü hissedenler de artık ondan korkmuyordu.
Mutluluğunu gölgeleyen tek bir şey vardı, Tanrı katına sevdiğinin ismiyle, onun eşi olarak çıkamayacaktı.
… genç kız her türlü acımayı gururla reddetti. O mutluydu çünkü sevdiğiyle aynı saat öleceğini biliyordu ve biri diğeri için yas tutmak zorunda kalmayacaktı.
Çünkü sevdiğinin artık yaşamadığı, kendisinin ona kavuşmak için can attığı bu dünyada yapacağı bir şey kalmamıştı.
Birden bir ateşin iki alevi gibi iki gencin bedeni ve dudakları birbirini buldu, o kadar içten, o kadar için için yanıyorlardı ki ikisinin de yanaklarından sevinç gözyaşları süzülüyordu, hıçkırıkları tek bir boğazdan çıkıyordu sanki.
…
Hayret ve şaşkınlıkla kendilerine yaklaşanlara aldırmaksızın, duygunun sonsuzluğunda tek başınalarmış gibi ağlıyorlar, hıçkırıyorlar ve adeta tek bir soluktan çığlık atıyorlardı.
…
Hayret ve şaşkınlıkla kendilerine yaklaşanlara aldırmaksızın, duygunun sonsuzluğunda tek başınalarmış gibi ağlıyorlar, hıçkırıyorlar ve adeta tek bir soluktan çığlık atıyorlardı.
Tam o anda kopan tiz, berrak ve başka bir dünyadan geliyormuş hissini veren bir çığlık birdenbire bu sessizliği yırtıp parçaladı; en ilgisiz insanın bile hissiz kalamayacağı, huzurunuzu, bezginliğini elinden alacak aydınlık, titrek bir çığlıktı bu.
Mahzendeki hükümlüler, yeni gelenlere soğuk soğuk baktılar, çünkü insan doğasının bir garip yanı da her yere çabucak uyum sağlaması, geçici olarak bulunduğu yerde kendini evinde hissetmeyi bir hak olarak görmesidir.
Kusurlarını görmeden birbirlerini anlamanın kör duygusu bu iki yalnız insanın üzerine bir mutluluk gibi inmişti.
… Fakat hayat mucizeleri sevse de, gerçek mucizeler konusunda cimri davranır."
İnsanları unuttu, insanlar da onu unuttu.
Fakat doğa bizi yasalarındaki ahenge, uyuma öyle bir alıştırmıştır ki, onun görmeye alışık olduğumuz uyumundaki en ufak bir kayma bizi tiksindirir, korkutur.
Fakat doğa bizi yasalarındaki ahenge, uyuma öyle alıştırmıştır ki, onun görmeye alışık olduğumuz uyumundaki en ufak bir kayma bizi tiksindirir, korkutur.
Ağlamakla hiçbir şey halledilmez.
Acısını azaltmak istemiyordu, acı çeken herkes gibi acı çekmekten memnundu.
Fakat hayat mucizeleri sevse de, gerçek mucizeler konusunda cimri davranır.
İnsanlardaki çirkinliği fark etmeyen, yalnızca iyiyi hisseden hayvanlar dışında hiç kimsenin gözbebeğine baktığını, bir gözü yakından gördüğünü hatırlamıyordu Ruzena.
… Şaşı bir göz, yamuk bir dudak, yarılmış bir ağız gibi doğanın bir kereliğine yaptığı bir hata, bir insanın gittikçe artan acısına, ruhunda onarılmayacak bir yaraya dönüşebilir; etrafımızı saran, dünya dediğimiz ve inanmakta güçlük çektiğimiz gezegendeki anlam ve adalete olan inancımızı şeytani bir felakete dönüştürür.
Kusurlarını görmeden birbirlerini anlamanın kör duygusu bu iki yalnız insanın üzerine bir mutluluk gibi inmişti.
“Bir zamanlar başka çocuklarla oynamak isteyen, fakat oynayamayan bir çocuk vardı.”
Çünkü acısını azaltmak istemiyordu, acı çeken herkes gibi acı çekmekten memnundu.
Sakatlığı, onu yalnız kalmaya alıştırmıştı ve bu yalnızlığı içinde de dünya nimetlerinden feragat eden birinin umursamazlığıyla, içine kapanık bir filozof yapmıştı.
Fakat hayat mucizeleri sevse de, gerçek mucizeler konusunda cimri davranır.
Ancak önlerinde uzun bir hayat olmayanlar için dünyevi bir hediyenin ne önemi olabilir ki…