İçeriğe geç

Lozan – Zafer mi, Hezimet mi? 1 Kitap Alıntıları – Kadir Mısıroğlu

Kadir Mısıroğlu kitaplarından Lozan – Zafer mi, Hezimet mi? 1 kitap alıntıları sizlerle…

Lozan – Zafer mi, Hezimet mi? 1 Kitap Alıntıları

Mustafa Kemal, fırkasının Elli Yedinci Alayı’ndan iki yüz kişiyi saat beş buçukta Şunuk Bayırı istikametine sevk ederek ilerlemekte olan düşmana karşı süngü hücumu yaptırdı. Fakat hiç bir netice alamadı. Daha sonra alayın mütebaki kısmını, süngü hücümuna kaldıran ve bunun da erimesinden sonra emrindeki iki Arap alayı ile aynı taarruzları tekrarlayan M.Kemal yine hiç bir netice elde edemedi.

(Düşmana parça parça taarruz ettirmek suretiyle yok edilmiş bulunan bu alay hakkında M.Kemal Paşa diyor ki:
Elli Yedinci Alay – Meşhur bir alaydır. Çünkü hepsi şehid olmuştu. – Kumandanları )

Şiddetli topçu ateşiyle Türk kıtaları çekiliyor, Çanakkale’ye hâkim bütün tepeler boşalıyordu. Birdenbire topçu ateşi kesildi. İngiliz kıtaları süngü nizamında ilerliyorlardı. Sarıbayır’ı işgal ettiler. Birkaç adım daha atabilseler, Boğaz sâhiline inmiş bulunacaklardı.

Bu arada tarihte ender rastlanan bir hata ile İngilizler donanmalarından kendi bataryalarına şiddetli bir ateş açtılar. Birçokları yaralandı ve kalanlar da mütereddid bir sürette”! kaçmaya başladılar. İşte o zaman Türkler, eski mevzilerini yeniden işgal edebildiler.

Balkanlarda aleyhimize girişilen hazırlıkları fark eden bazı mebusların bu hususta ne düşünüldüğünü sorması üzerine Hariciye Nâzırı Asım Bey:
-Balkanlar’ın aleyhimize birleşmeleri külliyen yalandır. Balkanlardan imanım kadar eminim! diyordu.
Vukuatın nihayet bir kaç ay sonra tekzip ettiği bu nazır hakkında nasıl bir hüküm vermek gerektiğini tayinden, insan adeta aciz kalmaktadır.
Balkan Devletleri arasında öteden beri birleşmelerini önleyen pek çok ihtilâflı mes’ele vardı. Bunların başında da mukaddes sayılan birtakım mektep ve kiliselerin taksimi gelmekteydi. İttihatçılar,
3 Temmuz 1910’da kabul ettikleri bir kanunla “nüfus ekseriyeti”ni esas alarak bu ihtilâflı yerleri onlar arasında paylaştırmış ve resmen devir ve teslim yapmışlardı. Hâlbuki Sultan Il. Abdülhamid Han’ın, bütün Balkanlar’da ırk, mezhep ve menfaat ayrılıklarından istifade ederek tâkip ettiği uyanık siyâset, onların anlaşmalarını dâima önlüyordu.
Lozan muâhedesi imzalandığı günkü hâliyle aynen devam etmiş değildir. O, tam iki kere bizim, bir kere de Yunanistan tarafından “tâdil” veya “ihlâl” edilmiştir. Hem de bizim tâdil, yani değiştirme veya ihlâllerimiz, o Lozan’ı çok beğenen
M. Kemal Paşa tarafından yapılmıştır.

Bilindiği üzere İstanbul ve Çanakkale Boğazları’nın Lozan’da on beş kilometre derinliğinde, her iki cihetten de “gayr-ı askeri” olması karalaştırılmıştı. On iki sene sonra, yani 1936’da bu durum, “Montrö Antlaşması” ile değiştirilmiş ve Boğazlar bugünkü statülerine kavuşturulmuştur. İkinci tâdil veya ihlâl ise, 1939’da “Hatay’ın ilhâkı”dır. Bu da M. Kemal Paşa tarafından başlatılmış ve O’nun vefatından az sonra gerçekleşmiş bir ihlâldir.

Yunanistan ise, Ege Adaları’nın, yine Lozan’da kabul edilmiş bulunan “silâhsız” olması keyfiyetini ihlâl etmiştir. Şöyle ki; önce bu adalarda -bizim da tasvibimizle Nato’ya âid askeri üsler kurulmuştur. Daha sonra NATO’dan çıkan Yunanistan, -yine bizim tasvibimizle yeniden NATO’ya girerken -bizim Ege Ordumuz gibi bu adaları hâriç tutarak oradaki askeri üsleri millileştirmiştir.

Bütün bunlar, tâdil veya ihlâl değil de nedir?! Hatta bunlara, bugün Kıbrıs’taki fiili durumu da eklemek lâzımdır. Gâliba Kuzey Kıbrıs’ın kaderi de -Rumların bir türlü uzlaşmak bilmeyen tutumları sebebi ile pek yakında Hatay gibi olacaktır! Üstelik İngilizler’in bu adayı kendi kaderine terk ederek çekilmelerini bile Lozan’ın tâdili süretinde telâkki etmek mümkündür!

Bu gerçekler muvâcehesinde Lozan Muâhedesi’nin bugüne kadar değişmeyip aynı kalabildiğini iddia etmek doğru olabilir mi?! Aslâ!.. O hâlde Lozan meddahlarının bu iddiaları da -ötekiler gibi yalan veya en azından yanlıştır!..

Lozan muâhedenâmesinin uzun müddet mer’iyette kalmasını, onun mükemmelliğine hamletmek de yanlıştır. Bu doğrudan doğruya Türkiye’nin, kaybettiği toprakları dâvâ etmeyen, Batı Âlemi karşısındaki korkak ve pısırık siyâsetinin neticesidir.
Çanakkale Boğazı’nın trafiğine hakim olduğu cihetle re’sen ve münâkaşasız bir sürette bize terk edilmiş dört adadan biri olan “Limni”, murahhaslarımızdan Tevfik Bıyıklıoğlu’nun onu zuhülen (unutarak) kayda geçmemesi sebebiyle kaybedilmiştir. Musul için vâki talep ve ısrarlarda ise, sayısız hatalar yapılmış ve bugüne kadar Kerkük Türkleri’nin çektiği eziyete zemin hazırlanmıştır.

Lozan’da mâruz kalmış olduğumuz mânevi kayıplarımız için de durum aynıdır.
Hatta denilebilir ki, bu gibi tavizler, murahhas heyetimizce gönüllü olarak verilmiştir. Akıl hocaları Hahambaşı Hayim Nahum olunca, başka ne beklenebilirdi ki!

Türk murahhas heyeti başkanı İsmet Paşa, “Musul” ve “Antakya”nın önündeki “Meis Adası”ndan gayri hiçbir yeri dâvâ etmemiş, almaya çalışmış da muvaffak olamamış değildir.

Şâyân-ı hayrettir ki, bu dâvâ edip istediği şu iki yer de – ileride izah edileceği üzere-   O’nun belli başlı birkaç hatası sebebiyle kaybedilmiştir. Yine hayret edilecek bir husüstur ki; İsmet Paşa, Batı Trakya’yı Yunanlılardan kurtarıp Bulgarlar’a vermek için çalışmıştır. Sâhillerimize sekiz yüz metre mesâfedeki İstanköy Ada’sını talep etmezken Romanya’da Tuna Nehri içinde mevcud olan “Adakale” adındaki kuş gözü kadar bir ada için gereksiz ve mantıksız bir gayret sarfetmiştir.

Lozan müdâfileri “mümkün olanın yapılmış bulunduğunu” ileri sürmektedir ki, bu da yanlıştır.

Şöyle ki; Lozan müzâkerelerine âid zabıtnâmeleri baştan başa okuyanlar, hayretle görürler ki; Milli Misâk’a dâhil oldukları hâlde Batum, Batı Trakya, Ege Adaları, Antakya ve Halep aslâ talep edilmemiştir. Talep edilmeden, bu vatan topraklarının kurtarılıp kurtarılamayacağına hükmetmek için kâhin olmak gerektir!.. Demek oluyor ki; Bir hân-ı yağma (yağma sofrası) hâlinde paylaşılan imparatorluk topraklarından, mümkün olan kısmının kurtarılabildiği iddiası da Lozan zabıtları ve binnetice tarihi gerçekler muvâcehesinde propaganda maksadına bağlı bir yalandır.

Türk – Yunan Harbi’ne öncelikle cidal-i milli denilmiş,bu tabir daha sonra Milli mücadele veya Kurtuluş Savaşı haline getirilmiştir. Bu tabir, bilahare, amillerine mitolojik bir hüviyet kazandırmak için İstiklal Harbi olarak değiştirilmiştir.
Lozan’ın Türk Milleti’nin istiklâli ile hiçbir alâkası yoktur. Bu mantıkla “Milli Mücâdele”ye “Türk İstiklal Harbi” denilmesi de yanlıştır. Zira Türk Milleti, Lozan’dan evvel istiklâlini ortadan kaldıran herhangi bir muâhedeyi kabul etmiş değildir. Sevr, birçok kereler belirtilmiş olduğu üzere, sadece bir “proje”den ibârettir. Üstelik o bile, devletimize son veren bir esâret anlaşması değildir. O, ülkeye toprak kaybettiren bir anlaşma olduğu cihetle, esâret vesikas! addedilemez!..

Bu sebepledir ki, târihte hiçbir zaman istiklâlini kaybetmemiş olan bir milletin onu Lozan’da yeniden kazanmış olduğunu iddia etmek, hem târihi gerçekler ve hem de mantik önünde tutarlı değildir. Ülkemiz bir istilâya mâruz kalmış bu istilayı canhıraş bir mücadeleyle defetmiş bulunduğumuza nazaran, istiklâlimize karşı sadece bir tecavüz mevzubahistir.

Osmanlı İmparatorluğu’nun taksimine müteallik olmak üzere İtilâf Devletleri daha harp bitmeden birçok gizli anlaşmaya imza atmışlardı.

Meselâ İtalya’nın Müttefikler safında harbe iştirâkinin şartlarını tespit eden gizli “Londra Antlaşması” (26 Nisan 1915);

Suriye, Kilikya ve Musul’a müteallik bulunan ve sonradan Çarlık Rusyası’nın da iltihak ettiği Fransız-İngiliz gizli anlaşması (Sykes-Picot, 16 Mayıs 1916);

Büyük Britanya, Fransa, Rusya ve İtalya arasında akdolunan ve İtalya’ya İzmir bölgesini vaadeden “St. Jean de Maurienne Anlaşması” (Nisan 1917) gibi.

Lozan’ın getirdiği sakat muhtevâyı ilk defa ve askeri otoritesine cezâi müeyyideleri terfikan kullanmak süretiyle kabul ettirmek isteyen Mustafa Kemal Paşa’nın meşhur nutku da bu suretle müdafaa etmiştir. Yani Lozan’ı muvvaffak gösterebilmek için, onu sayfalarca Sevr Sulh Projesi’yle mukayese etmemiş ve bu süretle muvaffak göstermek için âdeta çırpınmınıştır.!

Bkz. Mustafa Kemal paşa- Nutuk, Ankara 1927 sh. 427 vd. Bkz. BELGELERLE TÜRK TARİHİ DERGİSİ s.34,Temmuz 1970,İstanbul

Lozan Muâhedenâmesi ile Sevr Sulh Projesi’yle mukayese etmek ve bu mukayeseden hareketle “Lozan”ı muvaffak göstermek, kelimenin tam mânâsıyla göz boyamaktan ve Güneş’i balçıkla sıvamaktan başka ne mânâ ifade eder?
Adaletin zıddı, zulümdür.
Meydanlarda kan dökülerek kazanılan savaş,masada atılan imzalar ile kaybedildi.
M.Kamâl, İsmet ile beni bir tarafa çekti dedi ki : -Esaslarımız budur. Baktınız ki, hattâ Trakya’yı alamıyorsunuz, sözlerinden dönüyorlar, uğraşmayın, terk edip sulhu yapın, hattâ icap ederse, İstanbul’dan da vazgeçmek lâzımdır. Musul için hiç uğraşmayın!..

Dr. Rıza Nur

Devletler, kontrollerine aldıkları muhalefet hareketlerini, ayaklanmaları ya da devrimleri, dışında kaldıklarından daha kolay engeller.
Lozan; muazzam bir İmparatorluk mirasının yağma sofrasıdır.Türk’ün şahsında İslâm’dan intikam alınarak bütün bir İslâm dünyasının başsız bırakılmasıdır.
Lozan’ın getirdiği; Adalarla Yunan çemberine alınmış, iktisadi kaynaklarından mahrum bırakılmış, her türlü ünvan ve sıfatı yolunmuş, gayri tabii hudutların çizildiği küçük bir Türkiye’dir
Halka o kadar yalanlar yutturuldu ki, canı yanan biçare millet, artık doğruya da inanamayacak hale geldi.
Eğer yaşanmakta olana başkaldırıyorsanız ve gençseniz, yaşadığınız her ne olursa olsun serüvendir.
Lozan’ı zafer sayıp alkışlayanların hemen hiçbirisi antlaşmanın tam metnini okumuş değildir.
Meydanlarda kan dökülerek kazanılan savaş,masada atılan imzalar ile kaybedildi.
(Operatör Cemil Paşa) Avrupa’ya eski Sadrazam Tevfik Paşa’nın riyaseti altında gönderilecek murahhas heyetinin âzâsı meyanında ben de vardım

Bakınız, kısa bir vakfeden sonra, elinde bir tomar kâğıt olduğu hâlde ayağa kalkan Klamenso ne diyordu:

«—Efendiler! Siz de harbe sebepsiz girdiniz. Çanakkale’yi yıllarca kapattınız. Muhârebenin dört sene uzamasına, milyonlarca insanın ölümüne sebebiyet verdiniz!.. Bundan dolayı, bugün size teklif etmekte olduğumuz muâhede şartları çok ağırdır. İçindeki maddeleri aslâ müzâkere ve kat’iyyen münâkaşa etmeyeceğiz. Onların bir kelimesini bile değiştirmeyeceğiz!
Küll hâlinde ve aynen -birkaç gün içinde tetkik ettikten sonra kabul eylemenizi istiyoruz.

-» Klamenso’nun bu sözlerinden sonra muâhede metnini, daha doğrusu idam hükmümüzü hâvi dosyayı bize uzattılar.
Tevfik Paşa ayağa kalktı, verilen bir deste kâğıdı eline aldı. Fakat zavallının zaten titrek olan vücudu zangır zangır titremeye başlamıştı.

Sevr Sulh Projesi’ni imzalayan Osmanlı Murahhasları; Devleti bir mâcera mantığı ile idâre eden İttihadçılar’ın çeşitli ihmal, ihânet ve hesapsızlıkları yüzünden, mağlup duruma düşürülmüş bir devleti temsil etmek mevkiindeydiler.
“Lozan”ı “Sevr” ile mukayese, mantiken O’nun “iyi” değil, “az kötü” olduğunu söylemek demektir. Zira “Sevr’i bir “ölüm fermanı” ilân edip yerin dibine batırdıktan sonra, “Lozan, O’ndan iyidir.” demek, selim muhâkeme önünde, O’nun “az kötü” olduğu neticesini hâsıl etmez mi?
Türk’ün asırlardan beri İslâm ile yoğrulan ruhuna gayr-i islâmi her davranış yabancı gelecek ve aslâ tasvibe mazhar olmayacaktır!.. Nitekim demokrasiye geçildiği günden beri yapılan her seçim, bu gerçeğin aldatmaz bir göstergesi olmuştur.

Hakikaten İnönü ve partisinin çok partili hayata geçtğimiz günden beri girdiği her seçimi kaybetmiş olması, bu gerçeği doğrulayan bir vâkıadır. Buna göre, CHP’ye verilmeyen her rey, Kemalist inkılâplara bir veto demektir. Bu neticeyı, büyük halk kitlesinin, her türlü ifsad edici telkine rağmen bir takım sözde okumuşlar derecesindeyanıltılamamış olmasına borçluyuz. Gerçekten Türk umümi efkârı, fevkalâde hâllerde çok kere hislerine tercüman olacak dirâyetli bir “baş” bulamadığından, gerekli aksülâmeli gösterememişse de hiç olmazsa “isâbetli teşhis” ve “pasif mukavemet” ile zararı bertaraf etmeye ve böylece maddi ve mânevi varlığını korumaya çalışmıştır.

Yunan askerinin İzmir’e çıkmasını müteâkip tuğyan eden “dini” ve “milli heyecanı”nı temsil üslübu ile işe başlayan M. Kemal Paşa, zaferden önce, bilfarz Sakarya Muharebesi arefesinde müstakbel plânlarını ifşa ederek garblılaşma yolunda daha sert adımlar atacağını ilân etseydi, zaferi temin edebilir miydi? Eğer İslâm yazısını, İslâm kıyafetini, İslâm kanunlarını ilh. değiştirerek kendinden evvelki garblılaşma taraftarlarının aslâ cür’et edemedikleri mevzularda milli ve dini müesseseleri kanla yıkıp bunların yerine garbtaki muâdillerini ikâme edeceğini açığa vursaydı; etrafında ayyaşlık ve cinâyetlerle iştihar etmiş bulunan birkaç pespaye yâverinden başka kimi bulabilirdi?
(DİPNOT)
(Amerika’nın yerli halkına karşı Yaptıklarını) hem bir din adamı (papaz) hem de bir görgü şâhidi olan birinin Türkçe’ye de çevrilmiş olan eserini tavsiye etmek isteriz. Bu, Bartolomo de Las Casas isimli yazarın “Yerlikrin Gözyaşları” (Ankara, 2009) isimli eserdir. Bu kitapta:

“Bir gün adanın Hıristiyan vâlisi, altmış süvari ve üçyüz piyadeyle (aslında sadece bu kadar süvari bile hem bu adayı, hem de bütün kıtayı harabeye çevirmeye yeterdi) sarayın yakınına geldi. Üçyüz kadar yerli soyluyu yanına çağırdı ve kendilerine herhangi bir zarar vermeyeceğine söz vererek samandan yapılmış çok büyük bir yerli evine soktu. Sonra da evin kapısını kapatıp ateşe verdi. Evin içindeki soyluları diri diri yaktı. Alevlerden kurtulanları kılıç ve bıçak darbeleriyle öldürttü. Bu arada soylu olmayan sayısız yerliyi de kılıçtan geçirtti. Kraliçe Anacaona ‘ya ise ayrıcalık tanıyarak kendisini asmasına izin verdi.

Bu valinin askerleri bir ara yerde oturan çocuklara saldırıp bacaklarısı kesmeye başladılar. Birkaç İspanyol, ya hakikaten acıdıkları için ya da açgözlülüklerinden köle olarak kullanmak amacıyla bu çocuklardan bazılarını yakalayıp atının terkisine attı. Ancak başka Hıristiyanlar arkadan yaklaşıp bu çocukları mızrak darbeleriyle öldürdüler. Bu Hıristiyan vâli, bu insafsız katliâmdan sağ kurtulup 8 mil kadar uzaktaki adaya kaçan soybu yerlileri hayat boyu köleliğe mahküm etti. ” (Bkz: a.g.e., sh: 44 vd.)

Bu ve benzeri yüzlerce mezâlim hikâyesini okuduktan sonra geçmişleri böyle sâbıkalarla dolu olan Batılıların, biz Müslümanları ne cür’etle barbarlıkla itham ettiklerine şaşmamak kaabil midir?!

Lozan Muâhedenâmesi’ni bir zafer olarak göstermeye çalışanların, onu “Sevr Muâhedenâmesi”yle kıyaslamaları, başlıca taktikleridir. Hâlbuki Sevr Muâhedenâmesi, İttihatçı gürühunun sebep olduğu bir felâket olarak hazin bir mağlubiyetten sonra mağlüp bir devlete karşı teklif edilmiş bir düşman sulh projesidir.(1)

KAYNAKÇA:
(1)Bkz. M. Kemal PaşaNutuk, Ankara, 1927, sh: 403-404te de Sevr’den “Proje” tavsifi ile bahsedilmektedir. Hattâ İnönü bile Ulus Gazetesi’nde yayınlanan “Hâtırat”ında aynen bu tâbiri kullanmıştır. (BKZ. İnönü’nün Hatıraları, Ulus Gazetesi, 24 Temmuz 1968 tarihli nüsha.)

Lozan’da öyle bir muâhedenâme imza edilmişti ki, Türk’ün şahdamarı Boğazlar dahi sağlam bir garanti altına alınamamış, bu durum, ancak 1936 yılında düzeltilebilmiştir.

Bir avuç mâceraperest İttihatçının kısmen ihmal ve basiretsizliği ve kısmen de ihâneti ile güngörmüş yüce bir milletin -tâbiri câizse omurgasında feci bir kırılma olmuştur. Birinci Cihan Harbi’nin mânâsı budur. Lozan Muâhedenâmesi, Cihan Harbi’ni takib eden Milli Mücâdele’nin kazanılmış olması na rağmen bu kırıkları yanlış kaynatan bir tedâvi olmuştur. Bu sebeple siyâsi, içtimâi ve iktisâdi bünyenin ağrı ve sızılar! dinmemektedir.

Aziz gençler!..  Unutmayınız ki, devletinizi, âlemşümul bir imparatorluktan mânâ ve maddede küçük bir Türkiye hâline getiren dâhili ve hârici düşman faaliyetlerine cevaz, meşrüiyyet ve hattâ itibar bahşeden Lozan’dır!.. Yeniden büyük devlet olma imkân ve ümitlerimizin yegâne kaynağı olan gençler!.. Unutmayınız ki, Lozan’ı yırtıp çiğnemedikçe Büyük Türkiye nin şafağı sökmeyecektir.
                           Kadir MISIROĞLU
    27 Ramazan 1390/ 26 Teşrinisani 1970
                          Serencebey/İstanbul
İsmet Paşa’nın başlangıçta Milli Mücâdele’ye inanmadığını Kâzım Karabekir’e: “Çiftlik kuralım; Kâzım Ağa, İsmet Ağa olalım!..”

AÇIKLAMASI:

Burada böyle kısaca temas edilmiş olan bu mes’elenin tafsilâtı şudur: Kâzım Karabekir, 30 Ekim 1918 tarihinde “Mondros Mütarekesi”nin imzâlanışını anlattıktan sonra şöyle demektedir: “İstanbul’da ilk görüştüğüm İsmet’ti. 29 Teşrin-i sâni”de (Kasım’da) Zeyrek’te misafir olduğum birâderimin bahçesinde Çamlıcalara kadar uzanan geniş manzara içinde İtilâfın (İtilâf Devletleri’nin) bir yığın tekneleri ile sanki istihzâ eden muazzam Süleymaniye Câmii, karşımızda Türklüğün bir heykel vekarı gibi mağrur duruyordu. Pek eski ve pek samimi arkadaşım İsmet çok bedbindi:

“Gördün mü Kâzım? Herşey mahvoldu. Vaktile gördüğün gibi sürüklediler ve bitirdiler. Derdin ki; batıracaklar ve hayatımızla biz didişeceğiz. Fakat benim hiçbir ümidim kalmadı. Ben kararımı sana söyleyeyim mi Kâzım! Köylü olalım. Askerlikten istifâ edelim. Senin kaç liran var. Birleşelim Kâzım Ağa, İsmet Ağa olalım. Çiftlikle hayatımızı sürükleyelim.

“İsmet ne söylüyorsun?!” dedim. “Zannediyor musun ki; bizi yaşatacaklar, Ermeni, Rumlar şarktan, garptan Türk’ü boğacaklardır. Bırak ki, benim bir tarla alacak param yok, fakat olsa da ayaklar altında zelilâne ölmektense, milletimizin bu kadar sene yediğimiz ekmeğini namuskârâne ölmekle ödemek daha çok yaraşmaz mı?!”

“-Kâzım ne diyorsun? Sen vaziyeti henüz bilmiyorsun. Ordularımız mahvoldu. Boğazlara İtilâf hâkim, bütün cenup hududları açık bir hâlde Asıl felâket, bizim içimizden Kâzım! Tasfiye yapacaklar, tasfiye! Anlıyor musun? Bugün harpte kazandığın paşalığı alacaklar; bir, belki de iki rütbe kaybedeceksin. Artık bize her şey düşman Ben çok düşündüm. Neyimiz varsa birleştiririz, ne mümkünse alırız. Kâzım Ağa, İsmet Ağa Ben başka türlüsünü göremiyorum, Kâzım. Sen de bir iyi düşün!”

“İsmet, ben kararımı vermiş bulunuyorum. Bütün bu şeyleri vaktile Çanakkale’den içeri sokmamıştık. Nazarımda bostan korkuluğu gibi duruyorlar. Biz ölümü göze alınca hepsini yine dışarı atarız. Milletin mahvolduğunu görmek zilletindense, yaşadığını görerek ölmek daha türkçe olur. Ben dün boğazdan gelirken ahdımı verdim. Tek bile kalsam veya tek dağ başı dahi kalsa uğraşmak!.. Silâhımı, üniformamı kimseye vermeyeceğim. Azim ve tedbir, her ümide yol açar. Vaziyeti sen de anlarsın!..”

“Kâzım, millete karşı mümkün olanı yapalım, fakat yapılamayacaktan fayda yoktur. Vaziyeti sen de anlarsın!”

“-İsmet acele etme! Daha görüşürüz. Yalnız hepimizin İstanbul’a toplanması feci. Beni getirmemeliydiniz. Yapılacak ilk iş, ordularımızın başına gitmektir. Ne yap yap, beni bir kolorduya tâyın ettir. Anadolu’da olsun mümkünse kendi kolorduma Hepimiz buradan uzaklaşalım. Yoksa günün birinde toptan bir ihânete kurban gidersek her ümit mahvolur!..”

İşte Harbiye Nezâreti müsteşarlığı vazifesini son günlerde görmekte bulunan İsmet”le ilk temâsımız!..

Efendiler ! Milletimizin bu kadar yüksek kahramanlıklarla dört senedir devam ettirdiği mücadelenin neticesinde elde edilen bu muahede gönlüm isterdi ki tedbir ve teşşeküre layık olsun.

Fakat pek çok teesüf ederimki , bu anda ne bu vazifeyi ifaya muktedir değilim. Bu imkanı bulamıyorum.

Siz ki Mısır için , Kıbrıs için kaç defalar didindiniz . Dedeleriniz atalarımız bunlar için ne kadar uğraştı ?
Efendiler ! Yanlız bu kadarda değil muhadaname dünkü imparatorluğun tasfiyesini ihtiva ediyor.
Filistin’den Musul hariç olmak üzere , Irak tan Suriye’den bütün Arabistan kıtasından el el çekmemizi tazammum ediyor
1965 senesi Kıbrıs görüşmeleri dolasıyla Millet Meclisinde söyledği gibi Biz çocuklarımıza Lozan Muahedenamesini alkışlatırırız ama , onlar bunun içinde ne olduğunu öğretmeyiz. İstikbalde Türk çocuklarının Lozan mushdenemesini reddecekleri muhakaktır
Rauf Orbay ‘ın bu işte üzerine aldığı ( Anadolu’da Milli Meclisin dolasıyla Milli Hükümetin kurulması temin için İngilizleri İstanbul’da toplanacak Meclisi BASMAYA tahrik için gerekirse , nefsini feda etmek vazifesi bir büyük fedakarlıktır.
Osmanlı’yı yıkmak için büyük çabalar harcayan Rus Elçisi General İgnatiev, anılarında Mahmud Nedim Paşanın Sadrazamlıktan istifa ettiği gün Patrikhaneyi ziyarete gittiğini ve Patrik Germanos’un, patrikhanede yapılan inşaat sırasında bulunan bir sandıktan çıkan, V. Gregorius’un Çar Alexander’a yolladığı mektubu gösterdiğini yazar. “Mektup sadece Osmanlı Devletini ortadan kaldırmak değil Türk milletini tarih sahnesinden silmek için neler yapılması gerektiğini anlatıyordu.”

“Türkleri maddeten ezmek ve yıkmak imkansızdır. Onlar, dinsel inançları gereği hem çok sabırlı hem de dirençli (mukavemetli) insanlardır. Gayet mağrur ve inançlıdırlar da. Bu özellikleri; dinlerine bağlılıkları ve kadere boyun eğmelerinin yanısıra, komutan ve büyüklerini sevip saymalarından ve onların buyruklarını sorgusuz sualsiz yerine getirmelerinden kaynaklanmaktadır.

“Zekidirler ve kendilerini olumlu yolda yönetecek reislere sahip oldukları sürece de çalışkandırlar. Gayet kanaatkardırlar. Onların bütün meziyetleri, hatta kahramanlık ve şecaat (yiğitlik) duyguları  da, geleneklerine olan bağlılıklarından, ahlaklarının güzelliğinden ileri gelmektedir.

“Türklerin önce itaat duygusunu kırmak ve manevi bağlarını kopartmak, dinsel inançlarını yok etmek gerekir. Bunun en kısa yolu milli geleneklerine, maneviyatlarına uymayan harici fikirlere, hareketlere ve davranışlara alıştırmaktır.

“Maneviyatları sarsıldığı gün, Türklerin kendilerinden sayısal olarak çok daha kudretli, kalabalık ve görünüşte egemen güçler önünde zafere götüren gerçek kudretleri sarsılacak ve onları maddi araçların üstünlüğüyle yıkmak mümkün olabilecektir. Bu nedenle Osmanlı Devletini tarih sahnesinden silmek için savaş meydanlarında başarı yeterli değildir. Hatta salt bu yolda yürümek Türklerin haysiyet ve gururunu tahrik edeceğinden, durumu anlamalarına neden olacaktır.

“Yapılacak olan, Türklere bir şey hissettirmeden, bünyelerindeki tahribi tamamlamaktır

Bir avuç maceraperest ittihatçının kısmen ihmal ve basiretsizliği ve kısmen de ihanet ile güngörmüş yüce bir milletin tabiri caizse kemik iskeletinde feci bir kırılma olmuştur.

-Birinci Cihan Harbinin manası budur.

Lozan , Türk zaferinin bedeli değildir. Eksiktir , noksandır , kusurludur . Oluk gibi akan Türk kanı ve zafere bağlanan Türk ümidinin karşılığı olmamıştır.
Lozan murahhası : Dr. Rıza Nur
İçimizdeki beyinsizlerin işlerdikleri yüzünden bizi helak eder misin Allah’ım ?

A’raf 155

“Irkına, vatanına, târihine ihanet
etmiş olan efrad ve akvâmın
hiçbirini unutma! Türkoğlu!
Unutma!. Ve afv etme!.“
Süleyman Nazif
Lozan’ın getirdiği Adalarla Yunan stratejik çemberine alınmış, iktisadi kaynaklardan mahrum, her türlü ünvan ve sıfatı yolunmuş, gayr-ı tabiî hududların çizdiği küçük bir Türkiye’dir.
Yıllarca bayram nutuklarının üslubu ile yürütülen sistemli propaganda tesirini göstermiş ve Lozan’da uğradığımız kayıplar unutturulmuştur.
İngiliz delegesi Lord Gürzon diyor ki;
Venizelos, Türk murahhas heyetinin taleplerini öğrendiği zaman benliğini saran korkuyu yendi. Bütün delegasyonların Türkler’den daha çok ağır şartlar beklediği muhakkaktı.
Gerçekleri bilmekte her zaman fayda vardır. Millet olarak ne kaybetmişsek biraz da hakikatleri bilmediğimizdendir.
-Mehmetçiğin süngüsü ile kazanılan muazzam zaferin Lozan’da hebâ edildiğini söyleyerek Lord Gürzon’un oyunlarına ve desislerine kurban gittiğimizi ifade etti.
Trabzon Meb’usu Ali Şükrü Bey
Zira Dünya’nın hiçbir yerinde tren yolunun hudûd olarak tâyin ve tesbit edildiği görülmemiştir.
Medenileştikçe Müslümanlıktan çıktığımızı tabii ve hoş gören eblehler uzağa değil Balkan devletlerinin şehirlerine kadar gitsinler.
Celal Bayar demişti ki; Size hak veririm. Lozan, Mîsak-i Milli’yi gerçekleştirememiştir.
Lozan da sınır tesbiti galip devlet olmamıza rağmen aleyhimize olmuş ve Yunanistan kayırılmıştır. Biz Lozan’ı kutlarız ama ezberden kutlarız. Evlatlarımız Lozan Antlaşmasını istemeyecekler ve bunu mutlaka değiştireceklerdir.
Biz, çocuklarımıza Lozan Muâhedenâmesi’ni alkışlatırız ama onlara bunun içinde ne olduğunu öğretmeyiz. İstikbâlde Türk çocuklarının Lozan Muâhedenâmesi’ni reddedecekleri muhakkaktır!..
Tahsin Banguoğlu
Resmi ve tek taraflı bir propaganda ile nesiller, yıllarca doğru düşünmekten alıkonulmuş ve uyuşturulmuştur.
Keçecizade Fuad Paşa Avrupa diplomatları huzurunda yarı mizahi bir surette; ‘En kuvvetli devlet, bizim devletimizdir.
Zira siz dışardan, biz içerden yıkmaya çalışıyoruz, yine yıkılmıyor.’
Yunanistan’ın Anadolu’da icra eylediği korkunç mezalim kendisine bağışlanmış ve faciaların hesabı görülmemiştir.
Gerçekten resmi beyanların hilafına bir çok ‘hain’ ilan edilenlerin ‘kahraman’, ‘kahraman’ ilan edilenlerin ‘hain’ oldukları tebeyyün etmeye başlamıştır.
İnönü dessas İngiliz diplomatı Lord Gürzon’un ısrar ve ricâlarına boyun eğerek Patrikhane’yi bütün günahlarından berâet ettirmiştir. Çünkü o gün, Lord Gürzon cenaplarının doğum günüydü. İsmet paşa’dan Patrikhane’yi bir doğum günü hediyesi olarak talep eden İngiliz diplomatı, O’na boyun eğdirmiş bulunuyordu.
Keçecizade Fuad Paşa Avrupa diplomatları huzurunda yarı mizahi bir surette; ‘En kuvvetli devlet, bizim devletimizdir.
Zira siz dışardan, biz içerden yıkmaya çalışıyoruz, yine yıkılmıyor.’
Lozan’ı zafer sayıp alkışlayanların hemen hiçbirisi antlaşmanın tam metnini okumuş değildir.
Ne mutlu Rabbin kendi davası için seçip vazifelendirdiklerine
Geldi İsmet kesildi kısmet !
Kader yâr ve yaver olunca yokuşlar inişe döner.
Kader yar ve yaver olunca yokuşlar inişe döner.
Keçecizade Fuad Paşa Avrupa diplomatları huzurunda yarı mizahi bir surette; ‘En kuvvetli devlet, bizim devletimizdir.
Zira siz dışardan, biz içerden yıkmaya çalışıyoruz, yine yıkılmıyor. ”
Bizim mesleğimiz Allah yolu ve maksadımız Allah’ın dinini yaymaktır. Yoksa ”kuru kavga ve cihangirlik davası ” değildir.
Yanlış, yanlıştır; kimden sadır olursa olsun
Lozan’ı zafer sayıp alkışlayanların hemen hiçbirisi antlaşmanın tam metnini okumuş değildir.
Lozan da sınır tesbiti galip devlet olmamıza rağmen aleyhimize olmuş ve Yunanistan kayırılmıştır. Biz Lozan’ı kutlarız ama ezberden kutlarız. Evlatlarımız Lozan Ant. istemeyecekler ve bunu mutlaka değiştireceklerdir.
Yunanistan’ın Anadolu’da icra eylediği korkunç mezalim kendisine bağışlanmış ve faciaların hesabı görülmemiştir.
Halka o kadar yalanlar yutturuldu ki, canı yanan biçare millet, artık doğruya da inanamayacak hale geldi.
Geldi İsmet kesildi kısmet !

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir