İçeriğe geç

Lokman’ı Dinlerken Kitap Alıntıları – Necmettin Şahinler

Necmettin Şahinler kitaplarından Lokman’ı Dinlerken kitap alıntıları sizlerle…

Lokman’ı Dinlerken Kitap Alıntıları

&“&”

Anne bağlılığın, fedâkârlığın, cömertliğin, karşılık beklemeden sevmenin remzidir. İlâhî rahmete benzer anne. Hep bağışta bulunur; fakat bir şey beklemez. Bir velînin deyişiyle: Anne zemine, baba semâya benzer. Ve üzerine bastığımız yer semâdan üstündür."
Pozitif bilimlerin hastalık tanımı içinde insanın inançlarının değeri, manevi birtakım değişme ve başkalaşmaların organizma üzerinde ki etkisi hesaba katılmaz veya katılamayacak kadar önemsizdir; çünkü bunlar tanımları gereği metafizik alana girerler. Pozitif bilimin ise metafizikle ilişkisi olamaz. Her ne kadar Alexis Carrel, İkinci Dünyâ Savaşı sırasında inanmış hristiyanların ateistlere oranla yaralarının daha erken kapanıp iyileştiğini tespit etmişse bile bu, modern tıp ve pozitif bilimler açısından yine de metafizik ve irrasyonel" bir anlam taşır. İnanç, manevî güç, duâ, ilâhî yardım talebi ve manevî şifânın organik tedavideki yeri pozitif bilimin alanına girmez. Çünkü modern in¬san bunların hiçbirine inanmıyor.26

Fritjof Capra da, Dünyâ’mızı bir bunalımın eşiğine getiren modern Batı kültürünü ve bu kültürün tıbba yansımasını eleştirirken yukarıda ifâde ettiğimiz görüşlere paralel şu tespitleri yapar: "Galileo, Descartes ve Newton’dan itibaren kültürümüz rasyonel bilgi, nesnellik ve niceleştirmeyle o kadar meşguldür ki insanî değerlere ve dengeye kuşkuyla bakmaktayız. Tıpta sezgi ve öznel bilgi her iyi hekim tarafından kullanılır. Ama bu, ne profesyonel literatürde kabul görmüştür ne de tıp okulları¬mızda öğretilir. Tam tersine, tıp okullarının bir çoğuna kabul edilmenin ölçütü, tıbbı sezgisel olarak uygulama becerisine sâhip olmamaktır."

Yine Capra, son üç yüzyıldır "parçalarına bakılarak çözümlenen bir makina tarzındaki insan vücudu görüşünün" Batı kültürüne hâkim olduğunu belirterek bu görüşün, evreni makinadan çok canlı bir sistem olarak gören -ki bu görüş tüm fenomenlerin karşılıklı olarak birbirine bağımlı olup dayanışma içinde bulunduklarını vurgular ve doğayı temel yapılarına değil, temeldeki dinamik süreçlere bakarak anlamaya çalışır – bütüncül ve ekolojik bir Dünyâ anlayışı tarafından yavaş yavaş çökertildiğini söyler.27

Modern tıp şifâ ve tedavi yöntemlerinde de başarısızdır. Bu, insanın canlı organizmasının salt mekanik bir araç olarak görülmesinden kaynaklanır. Oysa insan, bizzat kendisi de canlı olan bütün bir evrenin özel, anlamlı ve kompleks bir parçasıdır.

Varlık alemindeki varlık mertebeleri arasında dinamik, karşılıklı ve dâimî etkileşim hâlinde sürekli bir ilişki ve bu ilişkinin sürdüğü kutsal
bir düzen var. Bu kozmik, ekolojik ve manevî düzen tek bir ilkeye da-yandığından varlıklar arasında mutlak bir tâbiiyet yok, karşılıklı ve fakat görece bağlılık ve üstünlükler vardır. En yüksek otorite, bütün varlığa hayat veren Allah’tır.

Bu anlamlı düzen içinde organik bir hastalığın nedeni rûhî, rûhî bir hastalığın nedeni sosyal ve sosyal bir hastalığın nedeni de ekolojik, siyasal vb. olabilir. Mevcut sistemin kendisinin, sağlığımıza yönelik temel bir tehdit olduğunu düşünmekten kaçmanın hiçbir yolu yoktur. Bizler, değer sistemimizde ve toplumsal organizasyonumuzda köklü değişiklikler yapmadıkça sağlığımızı düzeltemeyeceğimiz gibi koruyamayız da. Bu gerçeği doktor Leon Eisenberg şöyle ifâde eder
"İnsanların rahatsızlıklarıyla gündelik uğraşlarımız bizi, sağlık sorunlarının hangi ölçüde siyâsal, ekonomik ve toplumsal kurumlarımızın başarısızlıklarından kaynaklandığı konusunda uyandırmaktadır. Bu kurumların yeniden tasarlanması, önümüzdeki yüzyıla karşı bir meydan okuma niteliğinde olup halk sağlığının düzeltilmesi için çok büyük umutlar vaad etmektedir."28

26. Ali Bulaç, İnsanın Özgürlük Arayışı, s. 73.
27. Fritjof Capra, Batı Düşüncesinde Dönüm Noktası, s. 383-385.
28. Eisenberg, 1977.

Lokman’ın halk arasında yayılmış birçok hikmetli söz ve davranışları olduğunu söylemiştik. Şimdi onlardan bâzı örnekler verelim:

Hz. Lokmân’a sormuşlar: Hikmete ne sebeple nail oldun?" Şöyle cevap vermiş: "Doğru söz söylemekle, emâneti edâ etmekle ve gereksiz şeyleri terk etmekle nâil oldum."

Yine bir gün Hz. Lokmân’a: "İnsanların en zavallısı kimdir?" diye sormuşlar. O da şu cevabı vermiş: "İnsanların en zavallısı, işlediği günahları hamladığında üzüntü duymayan kimsedir. Böyle kimseler hemen kendini toparlayıp günahlarından üzüntü duyacak hâle gelmelidirler. Yoksa hem günah işleyip hem de bunlardan üzüntü duymamak, İmandaki zayıflığın işaretidir. Bunun sonucu da imansızlığa doğru hızla yol alış olur."

Hz. Dâvûd, bir koyun keser. Koyunun en iyi uzvundan ikisini getirmesini Hz. Lokmân’a emreder. Hz. Lokman koyunun diliyle yüreğini getirir. Diğer bir vakitte en kötü uzvundan ikisini getirmesini emrettiğinde yine diliyle yüreğini getirir. Hz. Dâvûd: "Hayvanın en iyi uzuv¬larını istedim, bunları getirdin. En kötü uzuvlarını istedim yine bun¬ları getirdin. Bunun hikmeti nedir?" dediğinde, Hz. Lokmân’ın cevabı şu olur: "Bu iki uzuv, eğer iyi olursa her şeyden iyidir; eğer kötü olursa her şeyden kötüdür."24 Hz. Lokmân’a âit olan bu güzel düşünüş, ne yazık ki Batılılar tarafından Yunanlı Ezop’a mâl edilmiştir. 24. M. Vehbi, Hulâsatü’l-Beyân, XI, 4315-4316.

Hz. Lokmân’a denilmiş ki: "Bize peygamberlerden öğrendiğiniz ilimleri özetleyip nefs terbiyesi üzerine en özlü sözü söyler misin?" Buyurmuş ki: "Evet, peygamberlerin ilimlerinden kendim için özetleyip Dünyâ ve âhiret işlerimi üzerine oturtmuş olduğum kısa bir sözü size de söyleyeyim: Sekiz şeye dikkat etmek herkese gereklidir ki, öncekilerin ve sonrakilerin ilimleriyle amel edilebilsin. Bunlar: Dört şeyi korumak, iki şeyi hatırdan çıkarmamak, iki şeyi de tamamen unutmaya çalışmak.

Korunacak şeyler: Namazda gönül, halk arasında dil, yiyip içme sırasında boğaz, bir kimsenin evine girilince de gözden ibarettir. Hiç hatırdan çıkmayacak şeyler: Allah’ın büyüklüğü ile ölüm hâlidir. Unutulması gerekenler de: bir kimseye yaptığın iyilik ve kardeşlerinden gördüğün kötülüktür. İnsanın yapmış olduğu iyiliği hatırda tutması, iyilik ettiklerini minnet altında bırakmaya sebep olabilir. Kendisine yapılan kötülükleri unutmamak ise kin ateşini tazeler ve öç alma duygularını kamçılar. İşte bu anlattıklarım peygamberlerin ilimlerinin özetidir.25
25. H. Cisrî, Risâle-i Hamîdiye, s. 528

Hz. Lokmân’a bir gün "Bilgeliği kimden öğrendin?" diye sordular. "Körlerden öğrendim" dedi ve "Çünkü onlar elindeki deynekle araştırmadan, önünü iyice taramadan adım atmazlar. Basacakları yerin sağlamlığına iyice kanaat getirdikten sonra yürürler; yoksa o yönü bırakıp başka semti ararlar. Bundan dolayı ben de bir iş yapacağım ve konuşacağım zaman düşünür, faydalı bir söz ise konuşurum; yararlı bir iş ise yaparım. Faydasızlarsa bırakmayı ve susmayı tercih ederim" cevabını verdi.

Lokmân’ın hayat tecrübesi/yaşam gerçeğine dayanan özlü sözlerinin bir kısmı da hekimliği ilgilendirir. Bu nedenle Hz. Lokman halk arasında ilk planda "Hekim" lakabı ile tanınır ve Lokman ismi hekim sıfatıyla birleşerek "Lokman Hekim" şeklinde kaynaşmıştır.
Kaynaklara baktığımızda Hz. Lokmân’a âit dikkatimizi çeken önemli bir Özellik ise onun için "Hekim" lakabından daha çok "Hakim" lakabının kullanıldığıdır. Bunun nedeni "Hakim" isminin hem hikmet ve hem de hekimlik anlamlarını kendinde toplamasıdır. Başka bir ifâde ile söylemeye çalışırsak "Hakim" olmak demek, "Hikmet ile hekimliği birleştirmek" demektir. Gerçekten de hemen hemen geleneksel kültürlerin tümünde Hekim ile Hakîm’in aynı kişide toplandığı görülmüştür.

Bu gerçeklik, "İnsanın metafizik anlamını araştırmayan birinin salt dünyâdaki konumunu esâs alarak insana şifâ vermesinin hikmet anlayışına göre imkânsızlığından" kaynaklanmaktadır. Çünkü insan organizması sadece mekanize bir araç değil, bu yapının da ötesinde rûhî/aşkın yönü olan bir varlıktır.

Hikmeti bilen hekim, insanın organik varlığıyla metafizik varlığı -metafizik varlığındaki özü temsil eden derûnî varlığı da dahil ederek arasındaki o anlamlı ve ezelî bağın sırrını keşfedebilirse iki varlık alanının birbirlerine kargı etki ve tepkilerini hesaba katarak hastalığı teşhis eder, rahatsızlığın maddî ve maddî olmayan gerçek nedenlerini araştırır sonra da şifâyı amaçlayarak tedavi yöntemlerini geliştirir. Bu nedenle ideal doktor, evrendeki tüm modellerin nasıl hep birlikte faaliyette bulunduğunu bilen, her hastayı bireysel bir temel üzerinde tedavi eden, teşhisini hastanın belirli bir rahatsızlığı olması şeklinde kategorize etmeyip bireyin olabildiğince tam bir şekilde topyekûn rûh ve beden hallerini ve onun doğal ve toplumsal çevresiyle ilişkisini hesaba katarak koyan bir bilge olmalıdır.

Hikmet sözcüğü ilim, fıkıh, adalet, sebep, felsefe, Kâinatın incelik¬lerini üstün ilimlerle bilmek" gibi çok çeşitli anlamlarda kullanılan geniş kapsamlı bir kelimedir. Hikmet, her şeyi yerli yerince değerlendirme¬yi sağlayan ölçüler koyma ve ilâhî emirlerin arka planındaki gayeleri/ sırları anlama özelliğidir. Kısaca söylemek gerekirse Allah’ın "Hakîm" isminin kuldaki yansımasıdır.
Bâzı âlimlere göre hikmet sözcüğü Kur’ân-ı Kerîm’de 4 anlam¬da kullanılmıştır:

1) Kur’ân’ın nasihatleri: "Allah’ın üzerinizdeki nimetini ve size öğüt vermek için indirdiği kitabı (Kur’ân’ı) ve Kur’ân’daki hikmeti düşünün." Bakara/231. Bu âyetteki hikmet, nasîhat ve Öğüt manasınadır.

2) İnce anlayış ve ilim: Lokman Sûresi’nin on ikinci âyetinde şöy¬le buyruluyor: "Andolsun biz, Lokman’a hikmet verdik." Yani ince anlayış, ilim ve isabetli görüş…

3) Nübüvvet-Peygamberlik: Bakara Sûresi’nin 251. âyetinde şöy¬le buyrulmaktadır: "Allah, Dâvûd’a saltanat ve hikmet verdi." Bu âyetteki hikmet Peygamberlik manasınadır.

4) Kur’ân’ın incelikleri ve sırları: "Allah hikmeti, kime diler¬se ona verir. Kime de hikmet verilirse muhakkak ki ona çok hayr verilmiştir. Bakara/269. Ve "İnsanları Rabb’inin yoluna hikmetle, gü¬zel öğütle davet et." Nahl/125. Meallerini verdiğimiz âyetlerde de hik¬met kelimesi Kur’ân’ın incelikleri ve sırları anlamında kulla¬nılmıştır.

Müfessirler, Kur’ân-ı Kerîm’in bâzı âyetlerinde geçen hikmet ke¬limesini ise sünnet olarak tefsir etmişlerdir. Örnek olarak Âl-i tmrân Sûresi’nin "Kitap ve hikmeti onlara öğretir" mealindeki 164. âyetinde Kitap’tan maksat Kur’ân, hikmetten maksat da sünnettir. Resûlullâh’ın sünnetine hikmet denmesinin bir sebebi, onun hikmet sahibi oluşudur. Bu hikmet sebebiyle O’nun her sözünde ve davranışında bir incelik ve mânâ vardı. Hakka uymayan söz ve davranış kendisinden meydana gel¬mez, az sözle engin ve çok değerli mânâları dile getirirdi. (Şamil İslâm Ansiklopedisi, H, 422, Hikmet Maddesi.)

Özetlersek; yukarıda belirttiğimiz anlamların hangisi için kullanı¬lırsa kullanılsın hikmet, Allah’ın kullarına verdiği, kendisinin hakkıy¬la anlaşılmasında ve bilinmesinde önemli rolü olan büyük bir nimettir. Şüphesiz her nîmet gibi bu nimetin de şükrü ifâ edilmelidir. Zâten bu nimetin insanoğluna verilişinin tek gayesi, insanın kendini ve içinde yaşadığı âlemi kavrayarak yaratıcıya ulaşması, O’nu tanıması ve ken-disine verilen bunca nimetlerin karşılığını verememiş olmasının aczi-yetini duymasıdır.

Bu nedenle bâzı İslâm âlimleri şükrü "şükür, şükürden âciz kalındı-ğını idrâk etmektir" şeklinde târif etmişler ve bu konuda Hz.Dâvûd’un bir duasını örnek göstermişlerdir. Hz.Dâvûd: "İlâhî, Sana nasıl şükre-

deyim ki, şükretmek de Senin bir nimetindir" dediğinde Allah’tan ken¬disine şöyle bir vahy gelmiştir: "İşte şimdi şükrettin. "14
Şükür nimeti değil, nîmeti vereni görmektir.
Abdülkerim Kuşeyri, Kıüşeyi Nsalesi, s. 316.

Kur’ân-ı Kerîm’de adı geçtiği halde peygamber olup olmağı tartışılan ve hakkında değişik rivayetler bulunan kişilerden birisi Hz. Lokmân’dır. Bu isim, aynı zamanda Mekke’de inen, 34 âyetten müteşekkil, içinde Ulûhiyyet, âhiret, tevhîd konularını ele alan bir sûrenin de adıdır. Hz. Lokman’ın Benî İsrail arasında kadı olarak bulunduğu veya Habeşli bir dülger olduğu gibi çeşitli bilgiler (rivayetler) vardır.5 Lokman ismini taşıyan zât hakkında kesin olan tek şey, Kur’ân-ı Kerîm’in onu Allah’ın kendisine hikmet" verdiği bir kişi olarak tanıtmasıdır.

"And olsun ki Biz Allah’a şükret diye Lokmân’a hikmet verdik"6

Şükretmenin karşılığı olarak verilen Hikmetin ne olduğu sorusuna daha sonra cevap aramak üzere Hz. Lokmân’la ilgili bilgilere devam edelim. Halk arasında tanındığı şekliyle Hz. Lokman’ın "hekim" olduğunda âlimlerin ittifakı vardır.7 Yine Hz. Lokmân’ın halk arasında yayılmış nice söz ve hatıraları mevcuttur ki; bunlardan bâzılarını Batılılar alıp kendilerine mâletmişler, daha sonra da bizlere kendi zekâlarının ürünü gibi sunmuşlardır.
Hz. Lokmân’ın Dâvûd aleyhisselâm devrinde yaşadığı ve kendisin¬den ilim aldığı bize ulaşan bilgiler arasındadır. Hz. Lokmân’la ilgili bir başka özellik de onun kalın dudaklı, simsiyah tenli kısaca zenci bir peygamber olduğudur.8 Hattâ bu özelliğinden dolayı siyâh yüzüne, kalın ve çatlak dudaklarına dikkatle bakarak onu hakîr görmek isteyen birine Hz. Lokman kızmadan şu karşılığı vermiştir:

"Yüzümün siyâh, dudaklarımın kalın ve çatlak olduğuna hakaretle bakma. Çünkü onları ne ben boyadım ne de ben çatlattım. Benim elimde olan, o kalın dudaktan kötü söz çıkarmamak, siyâh yüzü ayıp işte utandırmamaktır. Kalbim beyâz, sözüm inci gibi güzel olduktan sonra yüzümün siyâh, dudağımın kalın oluşunun ne önemi vardır?"9

Sanıyorum yaşadığımız Dünyâ’da insanları kafa yapılarına, düşünce ve rûh dünyâlarına göre değil de hâlâ derilerinin rengi, fizikî şekilleri, üzerlerine giydikleri kıyafetleri, başlarına taktıkları örtüleri ile değerlendiren ve "Amerikalılar zencileri olimpiyatlardan olimpiyatlara severler" sözünü kendilerine bayrak yapanlar, milâttan önce yaşamış Hz. Lokman kadar gerçekçi olamamış; onun insan değerlendirmesindeki sağlam ölçüsünü henüz anlamamışlardır.

5. Ahmed b. Hanbel, ez-Zühd, s. 64; M. Hamdı Yazır, Hak Dini, Kur’ân Dili, V, 3842.
6. Lokmân/12.
7. Tecrîd Tercemesi, IX, 162.
8. İbn Ebî Şeybe, Musannef, III, 213.
9. B. Ateş, M. Dikmen, Peygamberler Târihi, s. 510.

Çinliler’e ait bir deyiş vardır. &‘Bir yıl sonrayı düşürlüyorsan pirinç ek, on yıl sonrayı düşünüyorsan ağaç dik, ama eğer yüzyıl sonrayı düşünüyorsan bir çocuk yetiştir’ diye…

Çocuklarımız Halil Cibran’ın ifadesiy|e Bizim yayımızdan geleceğe fırlatılan canlı bir ok gibidir. Bizler onları gövdelerini barındırabiliriz; fakat ruhlarını asla barındıramayız. Onların ruhları yarının sarayındadır. Onlara benzemek için uğraşabiliriz; ama onları kendimize benzetmek için uğraşmamalıyız. Çünkü hayat, geriye adım atmaz ve dün ile ilgilenmez."*

Şüphesiz anne ve babaların en büyük isteği/ideali Dünya’ya gelmelerine aracı oldukları çocuklarını güzel bir şekilde
yetiştirmek, eğitmek ve faydalı bir insan olarak hayata hazırlanmalarına yardımcı olrnaktır. Bu konuda İslam, anne ve babalara çocuklarına koyacakları isimden başlayan olgun bir insan olmalarrna kadar uzanan gelişimlerinde birçok sorumluluklar yüklemiştir.

Kur’ân çocukları bize "Dünyâ hayatının süsü" olarak tanıtır.** Hz. Peygamber de, Allah’ın kullarına olan merhametini sahabesine anlatırken çocuğunu şefkatle emziren bir kadını örnek olarak göstermiş ve "Şu kadının kendi çocuğunu ateşe atacağım sanır mısınız?"" sorusuna "Hayır" karşılığını alınca "İşte Yüce Allâh kullarına bu kadının çocuğuna Şefkatinden daha merhametlidir" buyurmuştur.*** Bir başka gün de torunu Hasan’ı öperken yanında bulunan ve "Benim on tâne çocuğum vardır, onlardan hiçbirini öpmedim" diyen el-Akra’ b. Habis et-Temîmî’ye "Merhamet etmeyene, merhamet olunmaz" cevabını vermiştir.****

İşte biz bu çalışmamızda peygamber olup olmadığı tartışılan; ama Allâh tarafından kendisine verilen "Hikmet" tartışılmayan Hz. Lokmân’dan ve onun her baba gibi oğluna zaman zaman yaptığı nasihatlerinden bahsedeceğiz. Dileğimiz, Rabbânî terbiye metodunu yitiren ve bu görevini Batı kaynaklı iletişim araçlarına devreden baba ve çocukların bu öğütlerden gereken dersi çıkarabilmeleridir.

———————————————————–
* Halil Cibran, Nebi; s32-33
** Kehf 46.
*** Sahth-i Bubâri ve Tercemesi, XIII, 5996, hadîs: 28.
**** Sahth-i Bubâri ve Tercemesi, XIII, 5995, hadîs: 26.

———————————————————–
Kehf 46.
Mal ve oğullar, dünya hayatının süsüdür. Bakî kalacak olan iyi ameller ise, Rabbinin katında, sevabca da hayırlıdır, ümid yönünden de daha hayırlıdır. (Elmalılı Hamdi Yazır Meali)

Hz. Lokman ile ilgili bu çalışmarnız, Ibn Abbas’tan rivayet
edilen ve Hz. Peygamber’in: Siyahilere sabip olunuz. Şüphesiz
ki onlardan üçü cennet ehlinin efendilerindendir.
Bunlar Lokman el-Hakim, Necaşi ve müezzin Bilal’dir"
kutlu sözünü tutmanın ve ona gücümüz ve kibiliyetimiz
ölçüsünde "sahbip çıkmanın" kağıda dökülmüş bir çabası
olarak değerlendirilmelidir.
Lokman’ın halk arasında yayılmış birçok hikmetli söz ve davranışları olduğunu söylemiştik. Şimdi onlardan bâzı örnekler verelim:

Hz. Lokmân’a sormuşlar: Hikmete ne sebeple nail oldun?" Şöyle cevap vermiş: "Doğru söz söylemekle, emâneti edâ etmekle ve gereksiz şeyleri terk etmekle nâil oldum."

Yine bir gün Hz. Lokmân’a: "İnsanların en zavallısı kimdir?" diye sormuşlar. O da şu cevabı vermiş: "İnsanların en zavallısı, işlediği günahları hamladığında üzüntü duymayan kimsedir. Böyle kimseler hemen kendini toparlayıp günahlarından üzüntü duyacak hâle gelmelidirler. Yoksa hem günah işleyip hem de bunlardan üzüntü duymamak, İmandaki zayıflığın işaretidir. Bunun sonucu da imansızlığa doğru hızla yol alış olur."

Hz. Dâvûd, bir koyun keser. Koyunun en iyi uzvundan ikisini getirmesini Hz. Lokmân’a emreder. Hz. Lokman koyunun diliyle yüreğini getirir. Diğer bir vakitte en kötü uzvundan ikisini getirmesini emrettiğinde yine diliyle yüreğini getirir. Hz. Dâvûd: "Hayvanın en iyi uzuv¬larını istedim, bunları getirdin. En kötü uzuvlarını istedim yine bun¬ları getirdin. Bunun hikmeti nedir?" dediğinde, Hz. Lokmân’ın cevabı şu olur: "Bu iki uzuv, eğer iyi olursa her şeyden iyidir; eğer kötü olursa her şeyden kötüdür."24 Hz. Lokmân’a âit olan bu güzel düşünüş, ne yazık ki Batılılar tarafından Yunanlı Ezop’a mâl edilmiştir. 24. M. Vehbi, Hulâsatü’l-Beyân, XI, 4315-4316.

Hz. Lokmân’a denilmiş ki: "Bize peygamberlerden öğrendiğiniz ilimleri özetleyip nefs terbiyesi üzerine en özlü sözü söyler misin?" Buyurmuş ki: "Evet, peygamberlerin ilimlerinden kendim için özetleyip Dünyâ ve âhiret işlerimi üzerine oturtmuş olduğum kısa bir sözü size de söyleyeyim: Sekiz şeye dikkat etmek herkese gereklidir ki, öncekilerin ve sonrakilerin ilimleriyle amel edilebilsin. Bunlar: Dört şeyi korumak, iki şeyi hatırdan çıkarmamak, iki şeyi de tamamen unutmaya çalışmak.

Korunacak şeyler: Namazda gönül, halk arasında dil, yiyip içme sırasında boğaz, bir kimsenin evine girilince de gözden ibarettir. Hiç hatırdan çıkmayacak şeyler: Allah’ın büyüklüğü ile ölüm hâlidir. Unutulması gerekenler de: bir kimseye yaptığın iyilik ve kardeşlerinden gördüğün kötülüktür. İnsanın yapmış olduğu iyiliği hatırda tutması, iyilik ettiklerini minnet altında bırakmaya sebep olabilir. Kendisine yapılan kötülükleri unutmamak ise kin ateşini tazeler ve öç alma duygularını kamçılar. İşte bu anlattıklarım peygamberlerin ilimlerinin özetidir.25
25. H. Cisrî, Risâle-i Hamîdiye, s. 528

Hz. Lokmân’a bir gün "Bilgeliği kimden öğrendin?" diye sordular. "Körlerden öğrendim" dedi ve "Çünkü onlar elindeki deynekle araştırmadan, önünü iyice taramadan adım atmazlar. Basacakları yerin sağlamlığına iyice kanaat getirdikten sonra yürürler; yoksa o yönü bırakıp başka semti ararlar. Bundan dolayı ben de bir iş yapacağım ve konuşacağım zaman düşünür, faydalı bir söz ise konuşurum; yararlı bir iş ise yaparım. Faydasızlarsa bırakmayı ve susmayı tercih ederim" cevabını verdi.

Lokmân’ın hayat tecrübesi/yaşam gerçeğine dayanan özlü sözlerinin bir kısmı da hekimliği ilgilendirir. Bu nedenle Hz. Lokman halk arasında ilk planda "Hekim" lakabı ile tanınır ve Lokman ismi hekim sıfatıyla birleşerek "Lokman Hekim" şeklinde kaynaşmıştır.
Kaynaklara baktığımızda Hz. Lokmân’a âit dikkatimizi çeken önemli bir Özellik ise onun için "Hekim" lakabından daha çok "Hakim" lakabının kullanıldığıdır. Bunun nedeni "Hakim" isminin hem hikmet ve hem de hekimlik anlamlarını kendinde toplamasıdır. Başka bir ifâde ile söylemeye çalışırsak "Hakim" olmak demek, "Hikmet ile hekimliği birleştirmek" demektir. Gerçekten de hemen hemen geleneksel kültürlerin tümünde Hekim ile Hakîm’in aynı kişide toplandığı görülmüştür.

Bu gerçeklik, "İnsanın metafizik anlamını araştırmayan birinin salt dünyâdaki konumunu esâs alarak insana şifâ vermesinin hikmet anlayışına göre imkânsızlığından" kaynaklanmaktadır. Çünkü insan organizması sadece mekanize bir araç değil, bu yapının da ötesinde rûhî/aşkın yönü olan bir varlıktır.

Hikmeti bilen hekim, insanın organik varlığıyla metafizik varlığı -metafizik varlığındaki özü temsil eden derûnî varlığı da dahil ederek arasındaki o anlamlı ve ezelî bağın sırrını keşfedebilirse iki varlık alanının birbirlerine kargı etki ve tepkilerini hesaba katarak hastalığı teşhis eder, rahatsızlığın maddî ve maddî olmayan gerçek nedenlerini araştırır sonra da şifâyı amaçlayarak tedavi yöntemlerini geliştirir. Bu nedenle ideal doktor, evrendeki tüm modellerin nasıl hep birlikte faaliyette bulunduğunu bilen, her hastayı bireysel bir temel üzerinde tedavi eden, teşhisini hastanın belirli bir rahatsızlığı olması şeklinde kategorize etmeyip bireyin olabildiğince tam bir şekilde topyekûn rûh ve beden hallerini ve onun doğal ve toplumsal çevresiyle ilişkisini hesaba katarak koyan bir bilge olmalıdır.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir