Thomas Hobbes kitaplarından Leviathan kitap alıntıları sizlerle…
Leviathan Kitap Alıntıları
Bir meleği melek yapan, biçimi değil, amacıdır.
İnsanların en büyük ve en hareketli kesimi, bugüne kadar asla, mevcut olandan hoşnut olmamıştır.
Kamuyu soymak, herkesi birden soymaktır.
Ceza, insanları eylemden caydırmak için yeterince büyük olmadığında, eyleme bir davettir.
Gerçek olsaydı insanı sevindirecek olan bir şeyin hayal edilmesinden haz duymak, hem insanın hem de diğer canlı varlıkların doğası ile o kadar yakından bağlantılı bir duygudur ki, bunu bir günah kabul etmek insan olmayı bir günah saymak olurdu.
Hukukun yaratılış nedeni, insanların doğal özgürlüğünü sınırlamaktan başka bir şey değildir.
Ayrı ayrı olduklarında, tek bir kütüğün harareti gibi, ılımlı olan insan tutkuları, toplu halde iken, birbirlerini ateşleyen kütükler gibidir.
Devletlerin perhize tahammülü yoktur: çünkü, devletin harcamaları, kendi iştahlari tarafından değil, dışsal olaylar ve komşuların iştahları tarafından sınırlandığına göre, kamunun serveti, ortaya çıkan durumların gerektireceğinden başka sınırlarla sınırlanamaz.
Bazen, insan davranışları öyledir ki, para olmadan adalet elde edilemez.
Bir kamusal kuruluşta, temsilci tek bir kişi ise, yetki yazısında veya yasalarda yetki verilmeksizin kuruluşun kişiliğinde yaptığı her şey, o kuruluşun veya kendisi dışındaki bir üyenin değil, kendi işi kabul edilir: çünkü bu temsilci, yetki yazısı veya yasa tarafından konulan sınırların ötesinde, sadece kendi kişiliğini temsil eder.
İnsanların tutkuları akıllarından çoğunlukla daha baskındır.
İnsanların eylemleri onların düşüncelerinden doğar; ve, barış ve uyum sağlamak için, insanların eylemlerinin iyi yönetilmesi düşüncelerinin iyi yönetilmesine bağlıdır.
Adalet, hakkaniyet, tevazu, merhamet, ve özet olarak, bize ne yapılmasını istiyorsak başkalarına da onu yapmak gibi doğa yasaları, bunlara uyumasını sağlayacak bir gücün korkusu olmaksızın, bizi taraf tutmaya, kibre, öç almaya ve benzer şeylere sürükleyen doğal duygularımıza aykırıdır.
Cennet’in güvenli ve kalıcı mutluluğunu başka bir yoldan kazanmak beyhudedir: çünkü bunun tek bir yolu vardır ve o da, ahdi bozmamaktır, ahde uymaktır.
Mülkiyetin olmadığı yerde, adaletsizlik de yoktur; ve kurulmuş zorlayıcı gücün, yani, devletin olmadığı yerde de, mülkiyet yoktur; herkes her şey üzerinde hak sahibidir: dolayısıyla, devletin olmadığı yerde, adalete aykırı hiçbir şey yoktur. Adaletin doğası, geçerli ahitlere uyulmasıdır: fakat ahitlerin geçerliliği, insanları onlara uymaya zorlayacak bir devlet gücünün kurulmasıyla başlar ancak; ve mülkiyet de o zaman başlar.
Bir insana, hükümranlık içinde yönetme hakkını verenler ise, ona, askerleri beslemek için vergi toplama ve adaletin idaresi için yargıçlar atama hakkını da vermişler demektir.
Hiçbir şey insanın vaadinden daha kolay bozulmaz, ihlal sonucu kötü sonuçlar doğacağı korkusundan alırlar.
Devletler, kontrollerine aldıkları muhalefet hareketlerini, ayaklanmaları ya da devrimleri, dışında kaldıklarından daha kolay engeller.
Bir insan, başkalarına karşı, ancak kendisine karşı onlara tanıyacağı kadar özgürlükle yetinmelidir.
İtaat etmemek, hakir görmek demektir.
Eğer yaşanmakta olana başkaldırıyorsanız ve gençseniz, yaşadığınız her ne olursa olsun serüvendir.
Bilim öyle bir şeydir ki, belirli bir ölçüde ona ulaşmış olanlar dışında, kimse onun ne olduğunu anlamaz.
Arzusu olmamak ölmüş olmaktır; güçsüz duyguları olmak ise donukluk.
Bütün şeyler bütün insanlarda eşit olarak varolsaydı, hiçbir şeye fazladan değer verilmezdi.
Bir insanın, başka bir amacı olmadıkça, başkalarının büyük zarara uğramasından zevk alabileceğine ihtimal vermem.
Gülme denilen yüz hareketlerine yol açan duygu olup, ya kişinin kendini mutlu eden anlık bir hareketi nedeniyle, ya da başka birinde yanlış bir şey görmesi nedeniyle ortaya çıkar; ki bu ikinci durumda, kişi o yanlış şeyin kendisinde bulunmadığına sevinip memnun olur. Bu, en fazla, kendilerinde fazla bir yetenek olmadığının farkında olan ve başkalarının hatalarını gözleyerek kendilerini memnun etmek mecburiyetinde olan kişilerde bulunur. Dolayısıyla, başkalarının yanlışlarına pek fazla gülmek, bir pısırıklık işaretidir.
Arzu ile, daima nesnenin yokluğunu ifade ederiz, sevgi ile ise, genellikle, sevilen nesnenin varolduğu anlatılmak istenir.
Sadece kitaplarin otoritesine güvenerek, körleri körce izleyenler, bir eskrim ustasının yanlış kurallarına güvenip rakibine kibirle saldıran ve sonra da rakibi tarafından öldürülen veya aşağılanan birisi gibidir.
Başkalarından daha akıllı olduklarını düşünen insanlar, yargıç olarak doğru aklı yaygara ile talep ettikleri, fakat her işin sadece kendi akıllarıyla belirlenmesinden başka bir şey istemedikleri vakit; bu insan toplumunda, kağıt oyununda koz belirlendikten sonra bir oyuncunun kendi elinde hangi renkte en çok kağıt varsa her durumda o rengi koz olarak kullanması kadar müsamaha edilemez.
Bir insan düşünürken sözcüklere dikkat etmelidir; sözcükler, onların düşündüğümüz doğasının anlamı yanısıra, konuşmacının doğasını, kişiliğini ve ilgilerini de ifade ederler; erdemlerin ve kötülüklerin adları işte böyledir; birinin bilgelik dediğine başka biri korkaklık; birinin vahşet dediğine başka biri adalet; birinin tutumsuzluk dediğine başka biri büyüklük; birinin ciddiyet dediğine başka biri aptallık diyebilir, vs. Dolayısıyla, bu gibi adlar asla doğru muhakeme zeminleri olamazlar.
Sözcükler bilge insanların araçlarıdır.
Sözcükler bilge insanların araçlarıdır.
Doğru ve yanlış nesnelerin değil konuşmanın vasıflarıdır. Konuşmanın olmadığı yerde, ne doğruluk ne de yanlışlık vardır. Hata olabilir, olmayacak bir şeyi beklediğimizde veya olmamış bir şeyin olduğunu düşündüğümüzdeki gibi; fakat iki durumda da, insan doğruyu söylememekle suçlanamaz.
Sadece şimdiki halin doğada bir mevcudiyeti vardır; geçmiş şeyler ancak anıda mevcuttur; gelecek olan şeylerin ise hiç mevcudiyeti yoktur; gelecek, geçmişteki işlerin sonuçlarını şimdikilere uyarlayan bir zihin kurgusudur sadece; ki bu uyarlama, en kesin biçimde, en fazla deneyimi olanlar tarafından yapılabilir, ama yeterli kesinlik olmaksızın.
Kötü niyetli insanlar,Tanrı’nın her şeyi yapabileceği bahanesi altında, yanlış olduğunu bilseler de, kendilerine yarayacak her şeyi söyleyecek kadar cüretkarlardır; bilge bir insan onların dedikleri şeylerden, aklın ışığında inanılır görünenler ötesinde hiçbir şeye inanmaz.
Bilgelik, kitap okuyarak değil, insanları tanıyarak öğrenilir.
Bilgelik, kitap okuyarak değil, insanları tanıyarak öğrenilir.
İnsanlar anarşi ve güvensizlikten kurtulmak üzere, yani feodal kişisel bağımlılık ilişkilerinden kurtularak, modern devletin gayrişahsi ilişkilerini kurmak üzere, özgürlüklerinden vazgeçmekte ve devleti kurmaktadırlar.
Devletsiz bir toplum olabilir mi? Ya da devlet olmaksızın birey ve toplum var olabilir mi? Daha doğrusu devletsiz bir toplumda kaos olmaksızın düzen içinde yaşamak mümkün olabilir mi? Tabii ki, hayır!.. Devlet, en başta insanların mal ve can varlıklarını korunması için gereklidir ve rasyonel bireyler, devleti kendi hak ve özgürlüklerini korumak için oluşturmuşlardır.
THOMAS HOBBES şöyle der; insanların hepsi sınırsız özgürlüğe sahip olamazlar çünkü sınırsız özgürlük demek başkalarının özgürlüğünü sınırlamak anlamına gelir. İnsanların birbirlerine zarar vermemesi için kendi özgürlük alanlarında sınırlamaları kabul edip, birtakım haklarından vazgeçerek; onları bir topluluğa (meclis) ya da bir kişiye (kral, padişah vs.) devretmeleri gerekmektedir. Bu durumda mutlak gücü, karar yetkisini, yönetmeyi ve kudreti o topluluğa verir.
..öyle ki din adamlarının ahlakı bozulduğunda halkın inancı zayıflar
Bilgelik, kitap okuyarak değil, insanları tanıyarak öğrenilir.
Boş zaman felsefenin anasıdır; Devlet ise, barışın ve boş zamanın.
Hiç bir korkuluğu kurt suretinde yapmamışlar, ayı ve leopar şeklinde de yok, sanırım insandan daha korkuncunu bulamamışlar.
Felsefe Greklerde doğmadığı gibi; Lucca veya Cenevre ’ den daha büyük olmayan devletleri, birbirlerinden ay nı ölçüde korktukları zamanlar dışında, asla barış görmemiş ve yekdiğerinden başka bir şeyi gözlemek için boş zamana sahip olmamış olan batının diğer halklarında da doğmamıştır.
Boş zaman felsefenin anasıdır; Devlet ise, barışın ve boş zamanın.
Çünkü şurası yeterince açıktır ki, kelimeler sadece onları anlayanlar üzerinde etkilidir;
Dünyada görülen ilk gökkuşağı bir mucize idi, çünkü ilkti; ve dolayısıyla garipti;
Fakat günümüzde, gökkuşakları sık sık olduğu için, ne onların nedenlerini bilenler için, ne de bilmeyenler için mucize değildirler.
Kamu hazinesi veya gelirlerinin soyulması ve aşırılması, özel bir kişinin soyulması veya dolandırılmasından daha büyük bir suçtur: çünkü kamuyu soymak, herkesi birden soymaktır.
Çünkü, ayrı ayrı olduklarında, tek bir kütüğün harareti gibi, ılımlı olan insan tutkuları, toplu halde iken, birbirlerini ateşleyen kütükler gibidir;
Korku ve özgürlük tutarlıdır.
Çünkü insanın doğası öyledir ki suçlamak, bağışlamaktan daha az hitabet gerektirir; ve mahkûm etmek, bağışlamaya kıyasla, adalete daha çok benzer.
Çünkü insanların doğası öyledir ki, başka birçoklarının daha zeki veya daha güzel sözlü veya daha bilgili olduklarını teslim etseler de, kendileri kadar zeki çok fazla insan bulunduğuna kolay kolay inanmazlar; çünkü kendi zekâlarını iyi tanırlar, başkalarının zekâsını ise uzaktan.
nedenleri bilmemek, insanı, başkalarının görüş ve otoritesine dayanmaya yöneltir, daha doğrusu dayanmak zorunda bırakır. Çünkü, gerçeğin ne olduğu ile ilgilenen herkes, eğer kendi görüşüne güvenmiyorsa, kendisinden daha akıllı olduğunu sandığı başka birinin görüşüne dayanmak zorundadır ve bu başka birinin onu aldatması için bir neden görmez.
Kendimize eşit kabul ettiğimiz birinden, karşılığını ödeyemeyeceğimiz kadar büyük ihsanlar elde etmek, insanı, sahte bir sevgiye yöneltir; fakat bu gerçekte, gizlenmiş nefrettir; ve insanı, alacaklısını görmekten kaçındığı için, onun, asla göremeyeceği bir yerde olmasını içten içe arzulayan zordaki bir borçlunun durumuna sokar. Çünkü ihsan insanı borçlu kılar ve borçlu olmak köleliktir; ödenemeyecek bir bor ç ise, sürekli köleliktir;
Çünkü insanlar, ölülerle değil yaşayanlarla yarışırlar; ölülere gereğinden fazla saygı göstererek, rakibin başarısını gölgelemeye çalışırlar.
bir insan kendine ne kadar yüksek bir değer biçerse biçsin, onun gerçek değeri başkalarınca takdir edilenden fazla değildir.
her bir şey için normalden daha güçlü ve daha şiddetli duygulara sahip olmak ise insanların Delilik dediği şeydir.
Çünkü insanlar sadece diğer insanları değil başka her şeyi kendilerine göre ölçerler;
“Herkes herkese, senin de hakkını ona bırakman ve onu bütün eylemlerinde aynı şekilde yetkili kılman şartıyla, kendimi yönetme hakkını bu kişiye veya bu heyete bırakıyorum demişçesine, herkesin herkesle yaptığı bir ahit yoluyla, hepsinin bir ve aynı kişilikte gerçekten birleşmeleridir. Bu yapıldığında, tek bir kişilik halinde birleşmiş olan topluluk, bir DEVLET, Latince CIVITAS, olarak adlandırılır. İşte LEVIATHAN’ın veya, daha saygılı konuşursak, ölümsüz tanrının altında, barış ve savunmamızı borçlu olduğumuz, o ölümlü tanrının doğuşu böyle olur.”
İnsan soluğunu bir yere kadar tutabilir, er ya da geç yeniden soluk almaya başlamak zorunda kalırsın.
Hava zehirli de olsa, bu zehrin seni öldüreceğini bilsen de yine soluk alırsın.
Hava zehirli de olsa, bu zehrin seni öldüreceğini bilsen de yine soluk alırsın.
Aritmetikte eğitimsiz insanlar nasıl yanılıyor ve yanlış toplama yapıyorlar, hatta öğretmenler bile sık sık yanılabiliyor ve yanlış toplama yapabiliyorlarsa; herhangi bir diğer akıl yürütme alanında da, en yetenekli, en dikkatli ve en deneyimli kişiler yanılabilir ve yanlış sonuçlar çıkarabilirler; sadece, akıl daima doğru akıl olduğu için veya aritmetik kesin ve yanılmaz bir bilim olduğu için değil; fakat, tek bir kişinin aklı veya çok sayıda kişinin aklı kesinlik sağlamadığı için; tıpkı, çok sayıda kişi onu oybirliğiyle kabul etti diye, bir hesabın doğru yapılmış olduğu söylenemeyeceği gibi. Dolayısıyla, bir hesapla ilgili anlaşmazlık olduğunda, taraflar kendi rızaları ile, bir hakem veya yargıcın aklını doğru akıl yerine koymalı ve onun kararını uymalıdırlar. Aksi takdirde, doğa tarafından bahşedilmiş bir doğru akıl olmadığından, aralarındaki anlaşmazlık kavgayla bitecek veya çözülmeden kalacaktır; ne türden olursa olsun bütün tartışmalarda durum böyledir. Başkalarından daha akıllı olduklarını düşünen insanlar, yargıç olarak doğru aklı yaygara ile talep ettikleri, fakat her işin sadece kendi akıllarıyla belirlenmesinden başka bir şey istemedikleri vakit; bu, insan toplumunda, kağıt oyununda koz belirlendikten sonra bir oyuncunun kendi elinde hangi renkten daha çok kağıt varsa her durumda o rengi koz olarak kullanması müsamaha edilemez bir şeydir. Çünkü onlar içlerine doğan her bir duygunun doğru akıl olarak kabul edilmesini istemekten başka bir şey yapmazlar ve böylece kendi tartışmalarında, sahip olduklarını iddia ettikleri doğru akıldan aslında yoksun olduklarını açığa vururlar.
Herhangi bir kişinin güçsüzleri ihmal etmesi merhametsizlik olduğu gibi; bir devletin egemeninin, onları, kişisel hayırseverliğin tesadüfüne maruz bırakması da öyledir.
Bir insan düşünürken sözcüklere dikkat etmelidir; sözcükler, onların düşündüğümüz doğasının anlamı yanısıra, konuşmacının doğasını, kişiliğini ve ilgilerini de ifade ederler; erdemlerin ve kötülüklerin adları işte böyledir; birinin bilgelik dediğine başka biri korkaklık; birinin vahşet dediğine başka biri adalet; birinin tutumsuzluk dediğine başka biri büyüklük; birinin ciddiyet dediğine başka biri aptallık diyebilir. Dolayısıyla, bu gibi adlar asla doğru muhakeme zeminleri olamazlar. Benzetmeler ve mecazlar da böyledir: fakat bunlar daha az tehlikelidirler, çünkü anlamlarının kesin olmadığı baştan bellidir; diğerlerininki ise belli değildir.
‘ Pek çok başka şeyde olduğu gibi, insanlarda da, fiyatı belirleyen satıcı değil alıcıdır. Çünkü, genellikle olduğu gibi, bir insan kendine ne kadar yüksek bir değer biçerse biçsin, onun gerçek değeri başkalarınca takdir edilenden fazla değildir.’
Hiçbir korkuluğu kurt suretinde yapmamışlar,
ayı ve leopar gibi de yapmamışlar,
zannederim ki insandan daha korkuncunu bulamamışlar.
ayı ve leopar gibi de yapmamışlar,
zannederim ki insandan daha korkuncunu bulamamışlar.
Quod tibi non vis, alteri ne feceris.*
Çünkü, genellikle olduğu gibi, bir insan kendine ne kadar yüksek bir değer biçerse biçsin, onun gerçek değeri başkalarınca takdir edilenden fazla değildir.
Çünkü, bütün şeyler bütün insanlarda eşit olarak varolsaydı, hiçbir şeye fazladan değer verilmezdi.
‘ hata, bir şeyin, o şey olmadığı veya olmayacağı halde ve bu olanaksızlığın keşfedilmesi mümkün değil iken, olduğu veya olacağının sanılmasındaki yanılmadır.’
‘ Çünkü sözcükler bilge insanların araçlarıdır, sadece onlarla düşünebilirler ‘