İçeriğe geç

Letter to the Father Kitap Alıntıları – Franz Kafka

Franz Kafka kitaplarından Letter to the Father kitap alıntıları sizlerle…

Letter to the Father Kitap Alıntıları

”Ama tıpkı senin gibi,ben de tümüyle suçsuzum. ”
“Yazdıklarımın konusu sendin, öyle ya, senin göğsüne yaslanıp yakınamayacaklarımdan yakınıyordum yalnızca.”
Yıllarca yeteri kadar kışlık kıyafetim olmadığı için bacaklarımda açık yaralarla dolaşmak zorunda kaldım.
Kızların hiçbiri beni hayal kırıklığına uğratmadı, aksine ben onları uğrattım.
Oldukça az ders çalıştığımı ve kayda değer pek bir şey öğrenmediğimi söylersem abartmış sayılmam.
Beni : İtiraz yok! diye tehdit ederken kalkan elinin gölgesi hâlâ peşimi bırakmıyor.
Asılmak üzere olan bir adamı düşün mesela. Onu asarsın ve herşey biter. Ama onun asılması için yapılan bütün hazırlıklara şahit olmaya zorlarsan ve tam darağcının önüne getirildiğinde infazın ertelendiğini söylersen adamın hayatının geri kalanını ona zehir etmiş olursun.
Benim gözümde, haklılıkları düşüncelerine değil, kişiliklerine dayanan tüm zorbaların sahip olduğu bir gizemlilik kazandın.
Açgözlülük derin bir mutsuzluğun en şaşmaz belirtilerinden biridir.
Senin hoşuna gitmeyen bir şeyi yapmaya başladığımda ve sen bana başarısız olacağımı söyleyerek beni tehdit ettiğinde, senin görüşlerine duyduğum saygının derinliği, gelecekte bile olsa mutlak başarısızlığı kaçınılmaz kılardı.
Yaşadığım yerde hor görülen, mahkûm ve mağlup edilmiş biriydim ve başka bir yere kaçabilmek için bitap düşüyordum gerçi ama bu bir iş değildi, çünkü küçük istisnalar dışında sahip olduğum güçle ulaşamayacağım olanaksız bir şey uğruna çabalıyordum.
Kendimi bildim bileli, zihinsel anlamda var olma iddialarım adına, benim için diğer her şeyi önemsiz hâle getirmiş bunun gibi çok derin kaygılar duydum. Bizim Yahudi lise öğrencileri azıcık tuhaftır, onlar arasında en ihtimaldışı şeylere rastlanır ama benim gibi kendine yeten, soğukkanlıca hayalperest bir çocuğun donuk, neredeyse hiç gizlenmemiş, tahrip edilemeyen, çocukça çaresiz, gülünç olmaya kadar varan, kendinden acayip memnun kayıtsızlığına başka hiçbir yerde rastlamadım. Diğer yandan burada kayıtsızlık, korku ve suçluluk bilincinin yarattığı sinirsel tahribata karşı tek korunmaydı da.
Yazdıklarımın konusu sendin. Sonuçta orada, göğsüne yaslanıp yakınamadıklarımdan yakındım sadece. Yazmak; bilerek, isteyerek uzatılmış bir vedaydı sana. Tek fark, senin tarafından dayatılmış olsa da (ki senin bundan haberin bile yok) benim tarafımdan belirlenmiş bir yönde gelişmesiydi. Ama ne kadar da azdı tüm bunlar. Sadece benim hayatımda yaşandığı için üzerine konuşmaya değer bir şey bu, başka bir yerde olsa hiç fark edilmezdi ve bir de çocukken bir sezi, daha sonra bir ümit, ondan sonra da çoğunlukla bir çaresizlik olarak yaşamıma hâkim olduğundan ve bana -illa söylemek gerekiyorsa söyleyeyim, evet, yine senin kılığına girerek- birkaç küçük kararımı dikte ettirdiği için.
Açgözlülük, derin bir mutsuzluğun en belirgin özelliğidir.
Cimrilik derin mutsuzluğun en sağlam belirtilerindendir.
Hiç tanımadığım insanlar için elimden geleni yapıyorum.
Evlenmek, bir aile kurmak, doğmak isteyen bütün çocukları kabullenmek, bu güvenilmez dünyada onları var etmek ve hatta biraz da yol göstermek benim inancıma göre bir insanın ulaşabileceği en yüksek noktadır. Onca insanın bu noktaya görünürde kolayca varabilmesi tersini kanıtlamaz, çünkü birincisi bunu fiilen çok kişi başaramaz, ikincisi de sayıları az olan bu kişiler çoğunlukla bunu yapmazlar , başlarına gelir bu durum; gerçi en yüksek nokta değildir bu, ama yine de çok büyüktür, çok onurludur. Ve son olarak burada da mesele şu en yüksek nokta değil, ona uzaktan, ancak makul bir yaklaşmadır; öyle ya, güneşin doğrudan ortasına uçmak gerekmez, ama güneşin arada bir vurduğu ve insanın azıcık ısınabildiği dünyanın temiz bir köşesine gidip sığınmak yeterlidir.
Onun için bir hiç olduğum düşüncesi bana ıstırap çektirmeye devam etti.
İçimde hep bir hasar kaldı.
“Utancının kendisinden çok yaşamasından korkuyor.”
Bu olay benim o zaman uslu olmamı sağlamıştı belki de ama içimde, büyük yıkımlara neden oldu.
–En azından doğrudan– bana ulaşamayacağı kadar senden uzaklaştıktan sonra hareket etme cesareti gösterebilirdim.
Yazdıklarımın konusu sendin, öyle ya, senin göğsüne yaslanıp yakınamayacaklarımdan yakınıyordum orada yalnızca. Kasıtlı olarak uzatılmış bir vedaydı bu sana, gerçi senin tarafından zorla yaratılsa da, benim belirlediğim yönde gelişiyordu.
.
Her vakit anneme sığınabilirdim.
.
Sakin bir ilişki kurmamızın olanaksızlığı aslında çok doğal başka bir sonuç daha doğurmuştu: Konuşmayı unutmuştum.
Odamda kitaplarıma gömüldüm.
Seni haklı çıkaracak çok fazla suçluluk duygusu birikmişti.
çünkü sen benim için her şeyin ölçülüydün.
Çaba gösterirken en uca kadar gitmeye hiç gerek yoktur.
.
Çünkü sen benim için her şeyin ölçütüydün.
.
.
Senin başkalarına karşı duyduğun güvensizlik bile, bana aşıladığın kendime karşı duyduğum güvensizlik kadar büyük değil.
.
Çünkü sen benim için her şeyin ölçütüydün.
Çünkü sen benim için her şeyin ölçütüydün.
Senin fikrin doğruydu, başka her fikir çılgıncaydı, aşırıydı, kaçıktı, normal değildi. Bu arada özgüvenin öylesine büyüktü ki, tutarlı davranma zorunluluğu hissetmiyor, ama yine de haklılıkta diretmekten vazgeçmiyordun. Bir konuda hiçbir fikre sahip olmadığın da olurdu, bu yüzden konuyla ilgisi olası tüm fikirler istisnasız yanlış olmak zorundaydı.
Ve onun gözünde böylesi bir hiç olduğum yönündeki kahredici düşünceyle yıllar sonra bile acı çektim.
Utancının kendisinden çok yaşamasından korkuyor.
“İşin doğrusu umursamazlığım burada korku ve suçluluk bilincinin yol açabileceği sinirsel yıkıma karşı tek sığınaktı.”
.
Herkes kendi başınadır; kendine kaybedip kendine kazanır.
“Yazdıklarımın konusu sendin, öyle ya, senin göğsüne yaslanıp yakınamayacaklarımdan yakınıyordum yalnızca.”
Senin için masumiyet olan şey, benim için suç olabilir ya da tersi ;sende hiç bir etki yaratmayan şey benim mezarım olabilir.
“Kendimi bildim bileli zihinsel varlığımı ortaya koyabilmek için öylesine derin acılar çektim ki, bunun dışındaki hiçbir şey umurumda olmadı.”
Senin çok güzel, çok seyrek rastlanılan türden sessiz, memnun, onaylayan ve yönelttiğin kişiyi çok mutlu eden bir gülüşün de vardır. Çocukluğumda bana doğrudan nasip olduğunu anımsamıyorum, ama olmuştur sanırım, çünkü o zamanlar gözüne henüz masum göründüğüm ve büyük umudun olduğuma göre, bu gülümsemeyi benden neden esirgeyecektin ki?
İtaatsizliğin sonuçlarıyla ilgili tehditlere de değinilmesi gereken yer burasıdır. Hoşuna gitmeyen bir şey yapmaya başladığımda ve sen beni başarısız olacağıma dair korkuttuğunda, senin fikrine duyduğum derin saygı öylesine büyüktü ki, belki ileriki bir tarihte gerçekleşecek bile olsa başarısızlığa uğramam kaçınılmazdı. Kendi eylemlerime güvenimi yitirmiştim. Sebatsız ve kararsızdım. Yaşım ilerledikçe, değersizliğimin kanıtı olarak önüme sürdüğün malzeme büyüyordu; gitgide bir bakıma gerçekten haklı çıkıyordun. Senin yüzünden böyle olduğumu savunmaktan bir kez daha sakınırım; sen yalnızca olanı artırıyordun, ama çok artırıyordun, çünkü karşımda çok kudretliydin işte ve bütün kudretini bu yönde kullanıyordun.
“Cimrilik derin mutsuzluğun en sağlam belirtilerindendir.”
Senin büyük ve başarılı işlerinin meyvelerinin gerçekten doğru düzgün tadına varmam, bunları değerlendirmem ve bunlarla çalışmayı sürdürüp seni memnun etmem mümkün olabilirdi belki, yadsımıyorum bunu, ancak bunun olmasına bizim yabancılaşmamız engeldi işte. Verdiklerinin tadını çıkarabildim, ancak bunu utançla, bezginlikle, güçsüzlükle ve suçluluk bilinciyle yapabildim yalnızca. Bu yüzden sana her şey için eylemlerimle değil, dilenci gibi teşekkür edebildim yalnızca.
Senin için masumiyet olan şey, benim için suç olabilir ya da tersi; sende hiçbir etki yaratmayan şey, benim mezarım olabilir.
“Sanki orada asılacak biri var gibiydi. Gerçekten asılırsa ölürdü ve her şey biterdi. Ancak kişi asılma hazırlıklarına tanıklık etmek zorunda bırakılırsa ve ilmik gözünün önünde sallanırken bağışlandığını öğrenirse, yaşamı boyunca bunun acısını çekebilir.”
.
Yaşam bir sabır oyunundan fazlasıdır.
.
Eğer bir insan gerçekten asılacak olursa ölecek ve o zaman her şey bitecektir. Fakat asılması için hazırlıkları yaşamak zorunda bırakılacak ve ancak ilmek onun önünde sallanırken affedildiğini öğrenecek olursa o takdirde bütün hayatı boyunca bunun acısını çekebilir.
Sonuçta insanın doğrudan güneşin orta yerine uçması gerekmez, sadece dünyada güneşin ara sıra aydınlatıp biraz da ısıttığı küçük bir yer bulmaya ihtiyacı vardır.
Bu o zamanlar yalnızca küçük bir başlangıçtı, ancak bana sıklıkla hükmeden bu hiçlik duygusu (gelgelelim başka açıdan da değerli ve verimli bir duygu) kaynağını çoğunlukla senin etkinden almaktadır. Benim ihtiyacım biraz yüreklendirme, biraz güleryüz, biraz da yolumun açılmasıydı; ama sen bunun yerine yolumu kapattın, tabii bunu kendime başka bir yol seçmem için iyi niyetle yaptın. Ne var ki ben bunu becerecek biri değildim. Örneğin asker gibi selam vermeyi ve yürümeyi iyi başardığım zaman beni yüreklendirirdin, ne var ki gelecekte asker olmayacaktım; ya da tıka basa yemek yediğim, dahası yanında bira içtiğim zaman, ya da senden duyduğum şarkıları anlamadan söylediğimde ya da en sevdiğin deyimleri papağan gibi tekrarladığımda yüreklendirirdin beni, ancak bunların hiçbirinin geleceğimle ilgisi yoktu.
İlk yıllara ait yalnızca tek bir olayı doğrudan anımsıyorum, belki sen de anımsıyorsundur bunu. Bir gece su diye durmadan vızıldanmıştım, susadığımdan değildi elbette, muhtemelen kısmen kızdırmak kısmen de kendimi oyalamak içindi. Yaptığın birkaç sert uyarı fayda etmeyince, beni yatağımdan almış, evin kapısının önündeki koridora çıkarmış ve kapıyı yüzüme kapatarak beni orada geceliğimle kısa bir süre tek başıma bırakmıştın. Bunun yanlış olduğunu söylemek istemiyorum, o sırada gece istirahatini sağlamak başka yolla gerçekten mümkün değildi belki, ama ben bununla senin eğitim yöntemlerini ve üzerimdeki etkisini tarif etmek istiyorum. Sonrasında herhalde sözünü dinlemiştim, ancak bundan içsel bir hasar görmüştüm. Anlamsızca su istemenin bana göre doğallığıyla dışarıya bırakılmanın olağanüstü korkunçluğu arasında mizacım gereği asla doğru bir bağlantı kurmayı başaramadım. Devasa adamın, babamın, en üst merciin neredeyse nedensiz gelivereceği, beni gece vakti yatağımdan alıp kapı önündeki koridora bırakabileceği ve onun gözünde böylesi bir hiç olduğum yönündeki kahredici düşünceyle yıllar sonra bile acı çektim.
Arkadaşım, patronum, amcam, büyükbabam, evet hatta (yani biraz çekinerek belki) kayınpederim olmandan mutluluk duyardım. Ama işte baba olarak bana göre fazla güçlüydün; özellikle de erkek kardeşlerim küçük yaşta öldükleri, kız kardeşlerim onlardan çok sonra dünyaya geldikleri ve bu durumda ben ilk sarsıntıya tek başıma dayanmak zorunda kaldığım için böyleydi, bense bunun için fazlasıyla güçsüzdüm.
İkimizi karşılaştır: Ben -iyice kestirmeden ifade edersem- belki bir Kafka temeline sahip, ancak Kafka’lara özgü yaşam, ticaret ve sahip olma arzusunun değil; daha çok Löwy’lere özgü gizli, çekingen ve farklı yönden etki eden ve sıklıkla kesilen bir dürtünün harekete geçirdiği bir Löwy’yim. Buna karşılık sen gücünle, sağlığınla, iştahınla, sesinin enerjisiyle, ifade yeteneğinle, kendinle barışıklığınla, dünyayı avucuna almışlığınla, sebatınla, hazırcevaplığınla, insan sarraflığınla, belli ölçüdeki cömertliğinle, tabii bu meziyetlerin parçası olan, mizacının ve bazen de öfkenin seni kışkırtıp sürüklediği bütün hataların ve zaaflarınla gerçek bir Kafka’sın.
Yapı olarak aslında hiç de tembel sayılmam ama yapacak işim yoktu. yaşadığım yerde kıymetsizdim, mahkumdum ve alt edilmiştim.
“Beni gerçek anlamda bir kez bile dövmediğin de doğrudur. Ancak bağırman, yüzünün kızarması, pantolon askılarını telaşla çözüp sandalye arkalığında hazırda bekletmen benim açımdan neredeyse daha berbattı.”
“Sen meseleyle kişiyi karıştırıyorsun; mesele senin üzerine atlıyor, sen de hiç dinlemeden meseleyi kişiye yüklüyorsun.”
Ancak bir çocuk olarak bana yönelttiğin her söz, benim için neredeyse bir Tanrı emriydi
“Her durumda biz seninle çok farklıydık ve bu farklılığımız yüzünden birbirimiz için öylesine tehlikeliydik ki ”
Mutlaka ben de pek çok kez sözlerimle kırdım seni, ama ardından hep bilirdim bunu, acı çekerdim, ama o sözü bastırabilmeyi başaramazdım, daha ağzımdan çıkarken pişmanlık duyardım. Ama sen sözlerinle döverdin, kimseye acımazdın, ne söylerken ne de sonrasında, insan senin karşında tamamen savunmasız kalırdı.
Biraz desteklenmeye, biraz dostça bir yaklaşıma, yolumun biraz açık tutulmasına ihtiyacım vardı, sense onun yerine yolumu kesiyordun,
Kendimi acınılası bir halde görürdüm, üstelik yalnızca senin önünde değil, tüm dünyanın önünde, çünkü sen benim için her şeyin ölçütüydün
Bana bir kere bile gerçekten vurmadığın da doğru. Ama bağırman, yüzünün kızarması, pantolon askılarını telaşla çözmen, bunları iskemlenin sırtında hazır beklemesi benim için neredeyse daha kötüydü. Sanki birinin asılması gibiydi. İnsan gerçekten asılırsa ölür ve her şey biter. Ama asılması için bütün hazırlıkları yaşamak zorunda bırakılır ve ancak ilmek yüzünün önünde sallanırken affedildiğini öğrenirse, bütün hayatı boyunca bunun eziyetini çekebilir.
Çünkü sen benim için her şeyin ölçütüydün.
Özellikle de açgözlülüğünden iğrenirdim, çünkü muhtemelen ben daha da açgözlüydüm. Açgözlülük derin bir mutsuzluğun en şaşmaz belirtilerinden biridir…
Benim gözümde, haklılıkları düşüncelerine değil, kişiliklerine dayanan tüm zorbaların sahip olduğu bir gizemlilik kazandın.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir