Ferit Edgü kitaplarından Leş kitap alıntıları sizlerle…
Leş Kitap Alıntıları
Güleç yüzü daha bir güleçleşti.
– Ben mi? Mutlu mu? diye sordu.
– Evet, dedim. Mutluluğunuz yüzünüzden okunuyor.
– Ne garip, dedi. Annemi dün, karımı da bugün yitirdim.
Görüyorum. Yeni fotoğraflar çeksene. Hatta o kaybolan fotoğrafları.
Ama onlar hayallerimdi.
içine bak, teninin kokusunu içine çek. Sonra da derinden bir Ahhh! Kendi Ah ın olsun bu. Hadi bir deneyiversene.
Onu köyün en aptal gencine verdiler.
Hiç çocukları olmadı.
Daha doğrusu, sayısız çocuklarından hiçbiri o en aptal gençten değildi.
oluyor musun? Bu çok hoş bir duygu abi. Bir gün, belki soluğum kesilip ölebilirim. Ama gene de çok hoş bir duygu bu abi . Yüreğin
çarpar, şakakların zonklar, başın döner, ayakların yerden kesilir. Çünkü içindeki güvercinler, durup dururken kanat çırpmaya
başlamıştır. Bilmem sende de oluyor mu abi?
unutmadım. Ama seni hiç unutmadım.
Hiç kimse.
Öyleyse, küreğe oturmuş nereye gidiyorsun?
Hiçbir yere.
Pusulan, haritan yok mu?
Hiçbir şeyim yok.
Peki, can yeleğin?
Yüzme bilirim.
Bu akıntılı sularda kimsenin uzun süre yüzemeyeceğini, en usta
yüzücülerin bile hiçbir zaman kıyıya varamayacağını sana söyleyen
olmadı mı?
Söylediler, ama ben gene de deneyeceğim.
Ne büyük bir saçmalık bu !
Olabilir. Ama ben buraya da, deneye deneye vardım.
Kafka’yı gördüm.
O da seni gördü mü?
Evet.
Ne dedi?
Saçma bir soru sordu: Siz de mi oraya gidiyorsunuz? dedi.
Evet, dedim.
O ne dedi?
Öyleyse birlikte yürüyemeyiz.
Sen bu deyimi daha önce duymuş muydun?
Evet.
Ne anlama geliyor?
Bunu bana sorma. Korkunç bir istek bu.
Hayatın gözü kör olursa, eli kalem tutan
biz fakirler ne yapar, ne eder, ne yazarız?
bensiz, ben yanında olmadan,
ben senin sesini duymadan,
sesimi sana duyurmadan,
çok acı çektiğini düşünmüşümdür.
Doğrusu çok acı çektiğimi söyleyemem.
Ama çok üşüdüm.
Hiçbir şey.
Ah! Demek başladığımız yere döndük.
Hiçbir şeyden mi başlamıştık?
Evet. Sanırım.
Öyleyse, yeniden başlayabiliriz.
Niçin olmasın? Önce sen başla.
Ne diyorduk?
Hiçbir şey.
Yazarken mi?
Evet. Özellikle yazarken.
Özellikle yazarken, hiçbir şey gerekmiyor.
İnandırıcı olmak ise, özellikle gerekmiyor.
Peki ne gerekiyor?
Sözcüklerin sesini dinlemek. Kalemin sesini dinlemek.
Ve (tabii) kendi iç sesini dinlemek.
Tümü bu kadar mı?
Hayır. Ama bu kadarı da yeter.
Ben, nasıl olsa bir yolunu bulurum.
Bilmiyorum.
Nasıl bilebilirsin ki hangi kapıyı açacağını
bilemediğin anahtarların nerde olduğunu
Çocukluğumda onlardan uzak durmanı söylenmişti; ben de uzak durmuştum. Ama, tüm yaşadıklarımdan sonra, artık gönül rahatlığıyla söyleyebilirim, onların dillerini öğrenip, kitaplarını okuyup, hatta, aralarından birkaçıyla dostluk kurduktan sonra yaşamım değişti .
Aldatıldım ve aldattım.
#Novalis
Ama bunun ne gibi bir yararı olabilir ki, dedi son soluğunu verirken.
Sesim, gırtlağımda düğümlenip kaldı.
Birini yardıma çağırmak.
Ama yardımıma çağıracağım bir kimse de yoktu.
Varsa bile çok uzaklardaydı.
Hiçbir şey.
Çünkü gece ve gündüz yoktur.
Gözlerim görseydi eğer..
Belki bir aynada bir gün bir ışıkta
kime seslendiğimi bilebilirdim.
Gözlerim görmez olduğunda bile ışık içinde yaşadım.
Çok kitap çevirdim, diyor, nice kitap çevirdim, diyor, çok yazardan, birçok dilden, yazınsal, kuramsal, estetik günlük, mektup Çevirdiklerimin tümünü anladığımı ya da benimsediğimi söyleyemem, uğraşım gereği çevirdim onları, diyelim ki ekmek parası için. Bir gün, çevirdiğim kitaplardan birinde öyle bir cümleyle karşılaştım (olduğu gibi çeviriyorum): Beni bir başka dile çevirmek isteyen sen, sözcükleri evirip çevirme, ne anlıyorsan kendi dilinde onu yaz, ama bunu yaparken yalnız sözcüklerle yetinme. Başka bir açıklama yoktu.
Düşündüm. Sözcüklerle yetinmezsem, neyle yetinecektim? Sözcüklerin gerisinde ya da ötesinde ne var? Ne olabilir? Çevirdiğim bir şiir bile değildi. Romandı. Ya da roman gibi bir şey.
Bana bu çeviriyi öneren yayımcıya kitabı geri verdim.
Hiç şaşmadı buna.
Biliyordum, dedi. Sizden önce de birçok ünlü çevirmen getirip masama attılar bu kitabı. Oysa, oldukça açık bir dili var. Çevirisi kolay. Piposundan bir duman çektikten sonra sordu: Peki hangi yazarı, hangi kitabı çevirmek isterdiniz? Hiçbir kitabı, dedim ona.
Ve ilk kez kendimi (uğraşımı bir kalemde yitirmiş olmama karşın) bir tüy denli, hafif, bir bir bir bilmiyorum ne kadar özgür duydum.
Demir, bu kitabı daha önce okumuş olduğunu söyler. Ne önemi var, der sahaf. Kitaplar birçok kez okunmak için yazılmazlar mı?
Kuşkusuz der Demir.
Özellikle bir başka dilde okunduğunda, bir başka kitap gibi bile gelebilir insana.
Ya da ay doğsun, şu karanlığı biraz ışıtsın diye.
Ama bu yol hangi yol ve beni nereye götürecek bilmiyorum.
Ama çok geçmeden gördüm ki, yol yoktu. Yol silinmişti. Ne yapabilirdim?
Yeni fotoğraflar çeksene.
(Kendi kendiyle konuşan adam okuduğunu nasıl anlayabilir?)
Yaşasın, dedim.
Yaşasın kanat çırpışları, dedi.
Yaşasın, dedim.