İçeriğe geç

Leş Kitap Alıntıları – Ferit Edgü

Ferit Edgü kitaplarından Leş kitap alıntıları sizlerle…

Leş Kitap Alıntıları

Adımı bile unutturmuşlardı bana.
Yoksa benim hiçbir şeyim yok muydu bu dünyada?
– Çok mutlu bir insana benziyorsunuz, dedim.
Güleç yüzü daha bir güleçleşti.
– Ben mi? Mutlu mu? diye sordu.
– Evet, dedim. Mutluluğunuz yüzünüzden okunuyor.
– Ne garip, dedi. Annemi dün, karımı da bugün yitirdim.
Niçin kaybolmuş fotoğrafları arıyorsun. Elinde bir makinen var.
Görüyorum. Yeni fotoğraflar çeksene. Hatta o kaybolan fotoğrafları.
Ama onlar hayallerimdi.
Başkalarının değil, kendi sözcüklerinle konuşmasını öğren. Ona, kendisini sevdiğini söyle. Bunu söylemesini bilemiyorsan, boynuna dokun, gözlerinin
içine bak, teninin kokusunu içine çek. Sonra da derinden bir Ahhh! Kendi Ah ın olsun bu. Hadi bir deneyiversene.
Köyün en hoppa kızıydı.
Onu köyün en aptal gencine verdiler.
Hiç çocukları olmadı.
Daha doğrusu, sayısız çocuklarından hiçbiri o en aptal gençten değildi.
O güne değin böylesine yeşil ve çok sesli bir roman okumamıştım.
Sen aramadığın sürece kimse seni bulmaz.
Abi, dedi, sende de böyle oluyor mu, göğüs boşluğunda güvercinlerin kanat çırptığını duyuyor musun? Onlar kanat çırptıkça tıkanır gibi
oluyor musun? Bu çok hoş bir duygu abi. Bir gün, belki soluğum kesilip ölebilirim. Ama gene de çok hoş bir duygu bu abi . Yüreğin
çarpar, şakakların zonklar, başın döner, ayakların yerden kesilir. Çünkü içindeki güvercinler, durup dururken kanat çırpmaya
başlamıştır. Bilmem sende de oluyor mu abi?
Aşkın ışığa gereksinimi yoktur derdi babam.
Düşlerimdeki tek ev sensin. Senden daha uzun süre yaşadığım evler oldu. Ama düşlerimdeki tek ev sensin.
Yaşamınızda bu kadarcık yer etmediğime yanarım.
Ben sende büyüdüm.
Nice insan yaşayıp öldü bende. Hiçbirini
unutmadım. Ama seni hiç unutmadım.
Benden uzaklarda yaşadın. Bambaşka bir adam oldun. Ama unutma ki sen bende doğdun.
Sonunda bir köpeği evlat edindi.
Kim kolluyor seni?
Hiç kimse.
Öyleyse, küreğe oturmuş nereye gidiyorsun?
Hiçbir yere.
Pusulan, haritan yok mu?
Hiçbir şeyim yok.
Peki, can yeleğin?
Yüzme bilirim.
Bu akıntılı sularda kimsenin uzun süre yüzemeyeceğini, en usta
yüzücülerin bile hiçbir zaman kıyıya varamayacağını sana söyleyen
olmadı mı?
Söylediler, ama ben gene de deneyeceğim.
Ne büyük bir saçmalık bu !
Olabilir. Ama ben buraya da, deneye deneye vardım.
Devletler, kontrollerine aldıkları muhalefet hareketlerini, ayaklanmaları ya da devrimleri, dışında kaldıklarından daha kolay engeller.
Bir gece, Berlin sokaklarında dolaşırken,
Kafka’yı gördüm.
O da seni gördü mü?
Evet.
Ne dedi?
Saçma bir soru sordu: Siz de mi oraya gidiyorsunuz? dedi.
Evet, dedim.
O ne dedi?
Öyleyse birlikte yürüyemeyiz.
Hayatın gözü kör olsun.
Sen bu deyimi daha önce duymuş muydun?
Evet.
Ne anlama geliyor?
Bunu bana sorma. Korkunç bir istek bu.
Hayatın gözü kör olursa, eli kalem tutan
biz fakirler ne yapar, ne eder, ne yazarız?
Senin, benden uzakta, o uzaklarda,
bensiz, ben yanında olmadan,
ben senin sesini duymadan,
sesimi sana duyurmadan,
çok acı çektiğini düşünmüşümdür.
Doğrusu çok acı çektiğimi söyleyemem.
Ama çok üşüdüm.
Ne diyorduk?
Hiçbir şey.
Ah! Demek başladığımız yere döndük.
Hiçbir şeyden mi başlamıştık?
Evet. Sanırım.
Öyleyse, yeniden başlayabiliriz.
Niçin olmasın? Önce sen başla.
Ne diyorduk?
Hiçbir şey.
İnandırıcı olmak gerekmiyor mu?
Yazarken mi?
Evet. Özellikle yazarken.
Özellikle yazarken, hiçbir şey gerekmiyor.
İnandırıcı olmak ise, özellikle gerekmiyor.
Peki ne gerekiyor?
Sözcüklerin sesini dinlemek. Kalemin sesini dinlemek.
Ve (tabii) kendi iç sesini dinlemek.
Tümü bu kadar mı?
Hayır. Ama bu kadarı da yeter.
Hiç birimiz nereye gittiğimizi bilmiyorduk.
Sen beni hiç düşünme, dedi adam.
Ben, nasıl olsa bir yolunu bulurum.
Buranın insanları nerdedir?
Anahtarlar nerde?
Bilmiyorum.
Nasıl bilebilirsin ki hangi kapıyı açacağını
bilemediğin anahtarların nerde olduğunu
Belki o, şu sıralarda, kahrolası birine: Seni seviyorum, demektedir.
Hep koşuyorsun, hep koşuyorsun. Hiç durmayacak mısın sen?
Soğuktan tir tir titriyorum. Beni ısıtan bir düşünce de yok.
Sizler adam olmazsınız, dedim. Tüm köpekler gibi.
Ben daha önce hiçbir yabancı tanımamıştım.

Çocukluğumda onlardan uzak durmanı söylenmişti; ben de uzak durmuştum. Ama, tüm yaşadıklarımdan sonra, artık gönül rahatlığıyla söyleyebilirim, onların dillerini öğrenip, kitaplarını okuyup, hatta, aralarından birkaçıyla dostluk kurduktan sonra yaşamım değişti .

Hayatımı , dedi kırk yıllık dostum, şu iki sözcükle özetleyebilirim:
Aldatıldım ve aldattım.
Yaşam, bir ruh hastalığıdır.

#Novalis

Saatine bakmayı unutma, dedim.
Ama bunun ne gibi bir yararı olabilir ki, dedi son soluğunu verirken.
Düş gücü, bir yerde gerçekle çakışıyor
Geri dönebilir miyim? O hiçbir şeyleri bilmediğim, görmediğim zamanlara?
Çiçekleri keçilere yedirmeli.
Biliyorum günün birinde bu varlığı yiyip bitirecek. Kemiklerimi kemirmeye başladı bile. Ta göğüs boşluğuma varacak, bir gün. Bir gün oraya varıp yok edecek beni.
Bir yenilmiş değilim. Hayır, bunu hiçbir zaman kabul etmeyeceğim. Bir zamanlar savaştım. Savaşacak gücüm vardı. Savaşmak istiyordum. Hepsini anlatacağım. Bir gün. Karanlık hiçbir şey kalmayacak kalmasın istiyorum.
Geceleri o açılan çukurlar kaplardı düşlerimi. O karanlık boşluklar. Boğazımda bir şeyler düğümlenir, boğulur gibi olurdum.
Nicedir bir şey yaptığım yok. Hiçbir şey.
Bana bir gün, her karanlıkta kaldığında bir tek sizin elinizi bulduğunu söylemişti.
Taş yendi. Hayır yenildi. Başaramadım. Yalnızca bu. Duvarı yokluyorum. Taş bir duvar. Senin duvarın. Yani benim.
Biliyorum bu duvarı benim için yapmışlar. Bilmediğim bir şey var: ben içindeyken mi örülmüş, yoksa dışındayken mi?
Bağırmak istedim.
Sesim, gırtlağımda düğümlenip kaldı.
Birini yardıma çağırmak.
Ama yardımıma çağıracağım bir kimse de yoktu.
Varsa bile çok uzaklardaydı.
Boğuluyordum. Söylemek istediğim, söyleyemediğim sözcükler boğuyordu beni.
Mezar taşına ne yazacağız?
Hiçbir şey.
Her zaman aramak gerek. Her zaman. Bulduğunda bile. Yeniden aramaya koyulmak gerek. Başka nasıl yol alınabilir?
Hayat buymuş demek.
Aşklarımı, acılarımı, umutlarımı, coşkularımı kimse okuyamıyor artık.
Bir kör için zaman yoktur.
Çünkü gece ve gündüz yoktur.
Birini arıyorum.
Gözlerim görseydi eğer..
Belki bir aynada bir gün bir ışıkta
kime seslendiğimi bilebilirdim.
İnsan yalnız yaptıklarıyla değil yapmadıklarıyla da insandır diye düşündüm.
Gözüm görmeyeli beri insanları daha iyi görüyorum.
Karanlığa bile boyun eğmedim.
Gözlerim görmez olduğunda bile ışık içinde yaşadım.
ÇEVİRMEN

Çok kitap çevirdim, diyor, nice kitap çevirdim, diyor, çok yazardan, birçok dilden, yazınsal, kuramsal, estetik günlük, mektup Çevirdiklerimin tümünü anladığımı ya da benimsediğimi söyleyemem, uğraşım gereği çevirdim onları, diyelim ki ekmek parası için. Bir gün, çevirdiğim kitaplardan birinde öyle bir cümleyle karşılaştım (olduğu gibi çeviriyorum): Beni bir başka dile çevirmek isteyen sen, sözcükleri evirip çevirme, ne anlıyorsan kendi dilinde onu yaz, ama bunu yaparken yalnız sözcüklerle yetinme. Başka bir açıklama yoktu.

Düşündüm. Sözcüklerle yetinmezsem, neyle yetinecektim? Sözcüklerin gerisinde ya da ötesinde ne var? Ne olabilir? Çevirdiğim bir şiir bile değildi. Romandı. Ya da roman gibi bir şey.

Bana bu çeviriyi öneren yayımcıya kitabı geri verdim.

Hiç şaşmadı buna.

Biliyordum, dedi. Sizden önce de birçok ünlü çevirmen getirip masama attılar bu kitabı. Oysa, oldukça açık bir dili var. Çevirisi kolay. Piposundan bir duman çektikten sonra sordu: Peki hangi yazarı, hangi kitabı çevirmek isterdiniz? Hiçbir kitabı, dedim ona.

Ve ilk kez kendimi (uğraşımı bir kalemde yitirmiş olmama karşın) bir tüy denli, hafif, bir bir bir bilmiyorum ne kadar özgür duydum.

Ah, bu kadar çabuk beklemiyordum sizi, der. Yoksa beğenmediniz mi verdiğim kitabı?
Demir, bu kitabı daha önce okumuş olduğunu söyler. Ne önemi var, der sahaf. Kitaplar birçok kez okunmak için yazılmazlar mı?
Kuşkusuz der Demir.
Özellikle bir başka dilde okunduğunda, bir başka kitap gibi bile gelebilir insana.
Bir kuşum. Uçuyorum. Boşlukta süzülmekten duyduğum mutluluktan soluğum tıkanacak gibi.
Hiçbir yolun olmadığı. hiçbir yolun seçilmediği bir yerde, bir zaman diliminde, bir gece yarısı, bir yabancı.
Sanki burda değil dünyanın en uzak, en yalnız bir yerindeydim.
Bekledim
Ya da ay doğsun, şu karanlığı biraz ışıtsın diye.
Öç de her zaman silahla alınmaz.
Kulaklarımda değil, soluduğum havada, tenimde duyuyordum onu.
Öyle anların var ki, sanki dünyada hiçbir şey yok. Sanki kendin bile yoksun.
Kimi zaman yürek dayanmaz. Çatlar.
Aslında herkes başarabilirdi dedi gülümseyerek Mardinli.
Hâlâ yoldayım.
Ama bu yol hangi yol ve beni nereye götürecek bilmiyorum.
Yola çıktım.
Ama çok geçmeden gördüm ki, yol yoktu. Yol silinmişti. Ne yapabilirdim?
Niçin kaybolmuş fotoğrafları arıyorsun. Elinde bir makinen var. Görüyorum.
Yeni fotoğraflar çeksene.
Kitabı kapadım, okuduğumu anlamıyordum.
(Kendi kendiyle konuşan adam okuduğunu nasıl anlayabilir?)
Öyleyse susayım..
Yaşasın güvercinler, dedi.
Yaşasın, dedim.
Yaşasın kanat çırpışları, dedi.
Yaşasın, dedim.
Bunu duyan yalnız ben miyim..
Göğüs boşluğunda güvercinlerin kanat çırptığını duyuyor musun? Onlar kanat çırptıkça tıkanır gibi oluyor musun? Bu çok hoş bir duygu abi. Bir gün, belki soluğum kesilip ölebilirim. Ama gene de çok hoş bir duygu bu abi. Yüreğin çarpar, şakakların zonklar, başın döner, ayakların yerden kesilir. Çünkü içindeki güvercinler, durup dururken kanat çırpmaya başlamıştır. Bilmem sende de oluyor mu abi?
Etiketler:

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir