İçeriğe geç

Lem’alar / Büyük Boy Sırtı Deri Cilt Kitap Alıntıları – Bediüzzaman Said Nursî

Bediüzzaman Said Nursî kitaplarından Lem’alar / Büyük Boy Sırtı Deri Cilt kitap alıntıları sizlerle…

Lem’alar / Büyük Boy Sırtı Deri Cilt Kitap Alıntıları

Ey sefahet ve dalâlette bozulmuş ve isevî dininden uzaklaşmış Avrupa! Deccal gibi birtek gözü taşıyan kör dehan ile ruh-u beşere Cehennemî hâleti hediye ettin! Sonra anladın ki: bu öyle ilaçsız bir ilettir ki, insanı A’lâ-yı İlliyyînden, Esfel-i Sâfilîne atar. Hayvanatın en bedbaht derecesine indirir. Bu illete karşı bulduğun ilaç, muvakkaten ibtâl-i his hizmeti gören cazibedar oyuncakların ve uyutucu hevesat ve fantaziyelerindir. Senin bu ilacın Senin başını yesin ve yiyecek! İşte beşere açtığın yol ve verdiğin saadet, bu misale benzer.
Ey gafil Said! Bil ki: Galat-ı his nev’inden gayet muvakkat dünyayı lâyemut ve daimî görüyorsun. Etrafına ve dünyaya baktığın zaman bir derece sabit ve müstemir gördüğünden, fani nefsini de o nazar ile sabit telâkki ettiğinden, yalnız kıyametin kopacağından dehşet alıyorsun. Güya kıyametin kopmasına kadar yaşayacaksın gibi, yalnız ondan korkuyorsun.
Şu kâinatî şenlendiren, bilmüşahede Rahmetdir. Ve bu karanlıklı mevcûdâtı ışıklandıran, bilbedâhe yine Rahmetdir. Ve bu hadsiz ihtiyâcat içinde yuvarlanan mahlulûkatı terbiye eden bilbedâhe yine Rahmetdir. Ve bu fâni insanı ebede namzet eden ve ezelî ve ebedî bir zâta muhata muhâtab ve dostan yapan, bilbedâhe Rahmetdir.
İlâhî! Kendi kudret ve kuvvetimden vazgeçip Senin kudret ve kuvvetine sığındım. Beni kendi kudret ve kuvvetime terk etme, ey herbir varlığa yaratılış gayelerine ulaşmaları için muhtaç olduğu şeyleri veren, onları terbiye edip idaresi ve egemenliği altında bulunduran Rabbim! Benim acizliğime ve zayıflığıma, fakirliğime ve ihtiyaçlarıma merhamet et. Göğsüm daraldı, ömrüm gitti, sabrım bitti, fikrim uçup gitti. İçimi de, dışımı da en iyi Sen bilirsin. Bana fayda ve zarar verecek şeylerin asıl sahibi Sensin. Üzüntümü sevince, güçlüklerimi kolaylığa çevirebilecek olan da Sensin. Bütün sıkıntılarımı gider, benim ve kardeşlerimin bütün güçlüklerini kolaylaştır.
madem yakında gelecek şeylerin gelmiş gibi görülmesi bir derece hakikattir; elbette gördüğün hayal değildir.
Kaylûledir ki, bu uyku sünnet-i seniyyedir. [ 2 ] Duhâ vaktinden, öğleden biraz sonraya kadardır. Bu uyku, gece kıyamına sebebiyet verdiği için
sünnet olmakla beraber, Ceziretü’l-Arabda, vaktü’z-zuhr denilen şiddet-i hararet zamanında bir tatil-i eşgal, âdet-i kavmiye ve muhitiye olduğundan, o sünnet-i seniyyeyi daha ziyade kuvvetlendirmiştir. Bu uyku hem ömrü, hem rızkı tezyide medardır. Çünkü yarım saat kaylûle, iki saat gece uykusuna muadil gelir.
Feylûledir ki, ikindi namazından sonra, mağribe kadardır. Bu uyku ömrün noksaniyetine, yani, uykudan gelen sersemlik cihetiyle, o günkü ömrü nevm-âlûd, yarı uyku kısacık bir şekil aldığından, maddî bir noksaniyet gösterdiği gibi, mânevî cihetiyle de, o gün hayatının maddî ve mânevî neticesi ekseriya ikindiden sonra tezahür ettiğinden, o vakti uykuyla geçirmek, o neticeyi görmemek hükmüne geçtiğinden, güya o günü yaşamamış gibi oluyor.
Gaylûledir ki, fecirden sonra, tâ vakt-i kerahet bitinceye kadardır. Bu uyku, rızkın noksaniyetine ve bereketsizliğine hadisçe sebebiyet verdiği için, hilâf-ı sünnettir
Eğer ALLAH’a muhabbetiniz varsa, HABİBULLAH’a ittiba edilecek. İttiba edilmezse, netice veriyor ki: ALLAH’a muhabbetiniz yoktur.
kavaid-i şeriat-ı garra ve desatir-i sünnet-i seniye, tamam ve kemalini bulduktan sonra, yeni icadlarla o düsturları beğenmemek veyahut hâşâ ve kellâ, nâkıs görmek hissini veren bid’aları icad etmek dalalettir, ateştir
Allah için işleyiniz, Allah için görüşünüz, Allah için çalışınız. Lillâh, livechillâh, lieclillâh rızası dairesinde hareket ediniz. O vakit sizin ömrünüzün dakikaları, seneler hükmüne geçer.
Şu dâr-ı dünya, meydan-ı imtihandır ve dâr-ı hizmettir. Lezzet ve ücret ve mükafat yeri değildir.
Rabb-i Zülcelâlin vücudunu gösteren kelâm-ı İlâhînin adedini, denizler mürekkep olsa, ağaçlar kalem olsa, yazsalar, bitiremezler.
Göklerde ve yerdeki bütün gizlilikleri meydana çıkarır Neml Sûresi, 27:25.
Bir sinek, elime kondu, emânetullah olan gözünü, yüzünü, kanatlarını güzelce temizlemeye başladı. Bir neferin mîrî silâhını, elbisesini güzelce temizlediği gibi, sinek de temizliyordu. Nefsime dedim: Bak. Baktı, tam ders aldı. Sinek ise, mağrur ve tembel nefsime hoca ve muallim oldu.
Bu mülk senin değil, emânettir.
Asıl musibet ve munzır musibet, dine gelen musibettir.
Musibet-i diniyyeden her vakit dergâh-ı ilahiyyeye iltica edip feryat etmek gerekir. Fakat dinî olmayan musibetler, hakikat noktasında musibet değildir. Bir kısmı ihtar-ı Rahmanîdir.

Nasıl ki çoban, gayrın tarlasına tecavüz eden koyunlarına taş atıp onlar o taştan hissederler ki zararlı işten kurtulmak için ihtardır, memnunane dönerler. Öyle de çok zahirî musibetler var ki ilahi bir ihtar birer ikâzdır ve bir kısmı keffaretü’z -zünubdur ve bir kısmı gafleti dağıtıp, beşeri bir aczini ve zaafını bilerek bir nevi huzur vermektedir.

Evet, bir şeyi elde etmek için gayret göstermek basit bir temas gibi olduğundan, şerden ortaya çıkan hususi neticenin sebebidir; o şerri işlemek, şer olur. Fakat şerrin yaratılışı, bütün neticelere baktığı için şer değil,hayırdır. İşte Mutezile mezhebindekiler bu sırrı anlamadıkları için “Şerrin yaratılması şerdir, çirkin bir şeyin yaratılması çirkindir.” diyerek Cenâb-ı Hakk’ı taktis etmek gayesiyle şerrin yaratılışını O’na vermemiş, sapkınlığa düşmüşlerdir.
Kardeşlerinizin nefislerini nefsinize; şerefte, makamda, teveccühte, hattâ menfaat-i maddiye gibi nefsin hoşuna giden şeylerde tercih ediniz.
Lemalar – 189
Cenâb-ı Hak, hadsiz kudret ve nihayetsiz rahmetini göstermek için, insanda hadsiz bir acz, nihayetsiz bir fakr derc eylemiştir.
böyle hadsiz ebedî ihsânâta karşı, kâinat kadar bir kalbim olsa, o ihsana karşı muhabbetle dolmak iktiza eder ve doldurmak isterim.
Madem Zât-ı Ahmediye (A.S.M), insanlara olan hadsiz ihsanat-ı İlâhiyenin en mühim bir vesilesidir. Elbette Cenab-ı Hak hesabına hadsiz bir muhabbete layıktır. İnsan, sevdiği zata eğer benzemek kabil ise, fitraten benzemek ister. İşte HABİBULLAH’ı sevenlerin, Sünnet-i Seniyyesine ittiba ile Ona benzemeye çalışmaları, kat’iyyen iktiza eder.
قَالَتْ رُسُلُهُمْ اَفِى اللّٰهِ شَكٌّ فَاطِرِ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ
Peygamberleri onlara, Gökleri ve yerleri yoktan var eden Allah hakkında şüphe olur mu? dedi.
Elhamdü lillâhi alâ dîni’l-İslâm ve kemâli’l-îmân

‘’İslâm dinini ve kusursuz bir imanı nasip ettiği için Allah’a hamd olsun’’

Ben üç cihette misafirim; bu menzilcikte misafir olduğum gibi, İstanbul’da da misafirim, dünyada da misafirim. Misafir, yolunu düşünmeli.
Bir kuş kolayca kanatlarını ve bir kâtip rahatça sahifelerini temizlediği gibi, bu tayyare-i arzın ve bu tuyur-u semâviyenin kanatları ve bu kitab-ı kâinatın sahifeleri de öylece temizleniyor, güzelleşiyor ki, âhiretin hadsiz güzelliğini görmeyen ve imanla düşünmeyen insanlar, dünyanın bu temizliğine, bu güzelliğine âşık olurlar, perestiş ederler.
İnsanoğlu için iman bütün kemâlâtın kaynağıdır.
Onunla ve Ona bağlanmakla ve Onu tanımakla, sınırsız varlık nurları hasıl olur. Ona iman ve bağlılık olmazsa, had ve hesaba gelmeyen yokluk karanlıkları ve ayrılık acıları ortaya çıkar.
Gökleri yıldızlarıyla, zemini müştemilâtıyla ve bütün mahlukatı bütün keyfiyatıyla teshir eden kudretinin ve iradetinin ve hikmetinin ve hâkimiyetinin ve rahmetinin hakkı için, nefsimi bana musahhar eyle ve matlubumu bana musahhar kıl.
Hususan benim gibi nefs-i emmareyi taşıyanlara şu dünya çok gaddardır, mekkârdır. Bir lezzet verse bin elem takar, çektirir. Bir üzüm yedirse yüz tokat vurur. Lemalar – 150
Madem Cenab-ı Hak var, o herşeye bedeldir. Madem o bâkidir, elbette o kâfidir. Bir tek cilve-i inayeti, bütün dünya yerini tutar.
Yarattığı varlıkları çok seven ve onlara da Kendisini her vesileyle sevdiren Vedûd ve her bir canlıya hususî şefkat ve ihsanı olan ve onlar üzerinde iltifatının incelikleri görünen Raûf ve varlığı sonsuza kadar devam eden Bâkî olduğundan, zâhirî nimet verici ve şefkat edicilerin geçip gitmelerinin ehemmiyeti yoktur; onlar için gam çekilmez ve ye’se düşülmez. Çünkü rahmet ve şefkati herşeyi kaplayan Zât bâkîdir.
Fesad-ı ümmetim zamanında kim benim sünnetime temessük etse, yüz şehidin ecrini, sevabını kazanabilir.
Şu noksansız tam düzen içindeki kâinatın düzenleyicisi kim ise, bu en iyi ve en güzel düzen olan dinin nâzımı (düzenleyicisi) da O’dur.
İşte bu sırrı anlamayanlar, mesela, yüz hâsiyeti ve faydası bulunan Evrad-ı Kudsiye-i Şah-ı Nakşibendî’yi veya bin hâsiyeti bulunan Cevşenü’l-Kebir’i, o faydaların bazılarını maksud-u bizzat niyet ederek okuyorlar. O faydaları göremiyorlar ve göremeyecekler ve görmeye de hakları yoktur.
Bilirsiniz ve biliniz :
■ Bu dünyada, hususan uhrevî hizmetlerde

# En mühim bir esas
# En büyük bir kuvvet
# En makbul bir şefaatçi
# En metin bir nokta-i istinad
# En kısa bir tarîk-ı hakikat
# En makbul bir dua-yı manevî
# En kerametli bir vesile-i makasıd
# En yüksek bir haslet en safi bir ubudiyet :

% İhlastır.

(Hırs); Hem ihlası kırar, riya kapısını açar. Hem izzetini kırar, dilencilik yolunu gösterir.
Hangi müsrif ile görüşsen şekvalar işiteceksin. Ne kadar zengin olsa da, yine dili şekva edecektir.
Çünki bir ehl-i takvanın hırsı varsa, teveccüh-ü nâsı ister.
Hılletin üssü’l-esası, samimi ihlastır.
■ Çünkü ömür durmuyor, çabuk gidiyor.

■ Lezzetle, ferahla gitse lezzetin zevali elem olmasından hem teessüf hem şükürsüzlükle, gafletle, bazı günahları yerinde bırakır, fâni olur gider.

■ Eğer hapis ve zahmetli gitse zeval-i elem bir manevî lezzet olmasından hem bir nevi ibadet sayıldığından, bir cihette bâki kalır ve hayırlı meyveleriyle bâki bir ömrü kazandırır.

# Geçmiş günahlara ve hapse sebebiyet veren hatalara keffaret olur, onları temizler.

■ Bu nokta-i nazardan, mahpuslardan farzı kılanlar, sabır içinde şükür etmelidirler.

Yük ağır, ben de gayet âcizim. Nazarım da kısa, yol da zulümatlı. Ne vakit Sünnete yapışsam yol aydınlaşıyor, selâmetli yol görünüyor.
Belki azîm bir sermaye elinde bulunan insan, burada ticaret ile, ebedî daimî bir hayatın saadetine çalışmak için gelmiştir. Onun eline verilen sermaye de ömürdür.
Evet, insanın en birinci üstadı ve tesirli muallimi, onun validesidir.
Şer’an koca, karıya küfüv olmalı, yani, birbirine münasip olmalı. Bu küfüv ve denk olmak, en mühimi, diyanet noktasındadır.
Ne mutlu o kocaya ki, kadınının diyanetine bakıp taklit eder; refikasını hayat-ı ebediyede kaybetmemek için mütedeyyin olur.
Bahtiyardır o kadın ki, kocasının diyanetine bakıp Ebedî arkadaşımı kaybetmeyeyim diye takvâya girer.
Veyl o erkeğe ki, saliha kadınını ebedî kaybettirecek olan sefahete girer.

Ne bedbahttır o kadın ki, müttakî kocasını taklit etmez, o mübarek ebedî arkadaşını kaybeder.
Binler veyl o iki bedbaht zevc ve zevceye ki, birbirinin fıskını ve sefahetini taklit ediyorlar, birbirine ateşe atılmasında yardım ediyorlar.

medeniyetin ref-i tesettürü hilâf-ı fıtrattır. Kur’ân’ın tesettür emri fıtrî olmakla beraber, o maden-i şefkat ve kıymettar birer refika-i ebediye olabilen kadınları, tesettür ile sukuttan, zilletten ve mânevî esaretten ve sefaletten kurtarıyor.
Eğer günahları düşünmüyorsan yahut âhireti bilmiyorsan veya Allah’ı tanımıyorsan sende öyle dehşetli bir hastalık var ki milyon defa sendeki bu küçük hastalıktan daha büyüktür. Ondan feryat et.
Ermiş ağacı silkmekle nasıl meyveleri düşer, imanlı bir hastanın titremesi de öyle günahları silker.
Eğer o razı olsa bütün dünya küsse ehemmiyeti yok.
Eğer o kabul etse bütün halk reddetse tesiri yok.
kainatın neticesi hayat olduğu gibi, hayatın neticesi olan şükür ve ibadet dahi kainatın sebeb-i halkati ve ille-i gayesi ve maksud neticesidir.
Hak’tan olmaz şikayet, belki maksat hikayet
Ölmek için tevellüd edip dünyaya gelirsiniz, harap olmak için binalar yapıyorsunuz.
Madem o var, bizim için her şey var.
Evet, insanın en birinci üstadı ve tesirli muallimi, onun validesidir.
Siz kendinize tatbik etmediğiniz bir düsturu başkasına tatbik etmekle, herkesten evvel siz düsturu uzu, kanununuzu kırıyorsunuz ve karşı geliyorsunuz.
Güya kıyametin kopmasına kadar yaşayacaksın gibi yalnız ondan korkuyorsun. Aklını başına al. Sen ve hususi dünyan, daimi zeval ve fena darbesine maruzsunuz.
vücud ve hayat ve rahmet, bu kainatta en mühim hakikatlerdir ve en mühim makam onlarındır.
İşte ey ehl-i iman! O çelik ve semavi kale, Kur’an’dır. İçine gir, kurtul.
Dünya mü’minin zindanı, kafirin Cennetidir.
İnsanın fıtratında, bekaya karşı gayet şedit bir aşk var.
Şu dar-ı dünya, meydan-ı imtihandır ve dar-ı hizmettir; lezzet ve ücret ve mükafat yeri değildir.
Her bir günah içinde küfre gidecek bir yol var. O günah istiğfar ile çabuk imha edilmezse kurt değil belki küçük bir manevi yılan olarak kalbi ısırıyor.
İşlediğimiz her günah, kafamıza giren her bir şüphe, kalp ve ruhumuza yaralar açar.
Eyyub’u hatırla ki, Rabbine şöyle niyaz etmişti: ‘Bana gerçekten zarar dokundu. Sen ise merhametlilerin en merhametlilerisin.’
Saadet-i ebediyenin anahtarı olan imanın kuvvetleşmesi ehemmiyeti çok azîmdir. İmanın bir zerre kadar kuvveti ziyade olması, bir hazinedir.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir