İçeriğe geç

Lapa Lapa Kelebek Yağıyordu Kitap Alıntıları – Charles Darwin

Charles Darwin kitaplarından Lapa Lapa Kelebek Yağıyordu kitap alıntıları sizlerle…

Lapa Lapa Kelebek Yağıyordu Kitap Alıntıları

Doğanın cansız tüm güçleri -kayasından karına ve buzuna, rüzgarından suyuna- birbirleriyle savaş ederken, insanlara karşı birlik oluyordu. Burada hüküm süren onlardı.
Türlerin birbirini izlediği yasası, bazı önemli istisnalarla birlikte, aklı felsefeye yatkın her doğabilimcimin ilgisini çekmelidir.
Guanakoların kesinlikle açıklayamadığım bir alışkanlığı var; her gün gidip dışkılarını aynı belirli yere yapıyorlar.
Böyle bir öbeğin iki buçuk metre genişliğinde olanını gördüm; tahmin edebileceğiniz üzere epey bir dışkı vardı. Frezier bu alışkanlığın guanakolar kadar lamalarda da olduğunu belirtir; dışkıyı yakıt olarak kullanan ve toplama zahmetinden kurtulan yerliler için bu durumun epey kolaylık sağladığını söyler.
Denizciler, Lapa lapa kelebek yağıyor! diye haykırıyordu ve manzara gerçekten de öyleydi.
Bu keşfin en önemli sonucu, yaşayan hayvanların soyu tükenmiş olan türlerle bir akrabalığı olduğu yasasını doğrulaması olmuştu.
Bu keşfin en önemli sonucu, yaşayan hayvanların soyu tükenmiş olan türlerle bir akrabalığı olduğu yasasını doğrulaması olmuştu.
Günümüzde kemirgen cinsleri türlerinin sayısı ve büyüklüğü nedeniyle, ayrıca nüfuslarının çok olmasıyla Güney Amerika’nın her yerinde karşımıza çıkmaktadır.
Vahşi insan ve medeni insan arasındaki farkın bu kadar büyük olduğunu söyleseler inanmazdım. Bu fark, insan kendini geliştirebilen bir canlı olduğu için vahşi hayvanla ehlileştirilmiş hayvan arasındaki uçurumdan daha büyük.
Muazzam bir taklit yeteneğine sahipler: ne zaman öksürecek veya esneyecek ya da tuhaf bir harekette bulunacak olsak, bizi hemen taklit ediyorlardı. Kafilemizdekilerin bazıları gözlerini kısıp tuhaf suratlar yapmaya başladılar; ancak Fuego’lu gençlerden biri (gözlerine çektiği beyaz bir şerit dışında tüm suratı kapkara boyanmıştı) yüzünü çok daha korkunç bir şekilde ekşitti. Onlara hitaben söylediğimiz herhangi bir cümledeki her keli meyi tipatıp tekrar edebiliyorlardı ve bazı kelimeleri uzun bir müddet hatırlıyorlardı. Halbuki biz Avrupalılar, yabancı bir dilin seslerini birbirinden ayırmanın ne kadar güç olduğunu biliriz. Örneğin hangimiz bir Amerikalı yerlinin üç kelimeden uzun bir cümlesini takip edebiliriz? Tüm vahşiler bu sı ra dışı taklit yeteneğine sahipler. Kaffirlerin’ de gülünç alışkanlıkları olduğunu benzer kelimelerle dinlemiştim; Avustralyalılar² da benzer şekilde her hangi bir kimsenin yürüyüşünü taklit etmeyi ve anlatmayı becerebilmeleriyle ünlüdürler. Bu özel liğin açıklaması nedir? Eskiden beri medeni olan ların aksine, vahşi insanların algılarının ve duyula rinin daha keskin olmasının bir sonucu mudur?
Doğanın cansız tüm güçleri -kayasından karına ve buzuna,rüzgarından suyuna – birbiriyle savaş ederken,insana karşı birlik oluyordu.
Minik koyumuzun ulu, neredeyse dikey duvarlarının dibinde ıssız bir çadır duruyordu; bir tek o bize bu tenha topraklarda dolaşan insanı anımsatıyordu. İnsanın daha az hak ya da iktidar iddia edebildiği bir manzara daha bulabilmek zor olur. Doğanın cansız tüm güçleri -kayasından karına ve buzuna, rüzgarından suyuna- birbiriyle savaş ederken, insana karşı birlik oluyordu. Burada hüküm sürenler onlardı.
Dalgaların açık yeşil kıvılcımlarla pırıldadığını gördüğümde bunun nedeni ufacık kabuklu canlılardır diye düşünürüm. Gelgelelim birçok derin su hayvanının canlıyken etrafını aydınlattığı şüphe götürmez.
Yalçın kayalıkları, karlı külahları, mavi buzulları ve donuk gökyüzünün önünde beliren sert hatları farklı mesafelerden ve yüksekliklerden seçebildik. (..) insanın daha az hak ya da iktidar iddia edebildiği bir manzara daha bulabilmek zor olur. Doğanın cansız tüm güçleri -kayasından karına ve buzuna, rüzgarından suyuna- birbiriyle savaş ederken, insana karşı birlik oluyordu. Burada hüküm süren onlardı.
Ağ bir metreden uzundu ve ağzından yukarı doğru yükseliyordu. Örümcek bir anda ipliği bıraktı ve bir anda gözden kayboldu. Hava sıcaktı ve görünüşte oldukça durgundu ama bu hava şartlarında atmosfer asla bir örümceğin ağı kadar narin bir şeyi havalandıramayacak kadar dingin olamaz. Sıcak bir günde bir nesnenin kıyıya vuran gölgesine ya da uzak bir manzarada bir düzlüğe baktığımızda, ısınmış havanın yükselen akımının etkisi neredeyse her zaman görünür haldedir. Ve bu akım da ipliğinin üzerindeki minik bir örümcek kadar hafif bir nesneyi taşıyabilir.
Büyüyen ve çürüyen iç içe geçmiş bitkiler bana tropik ormanları hatırlattı, ancak bir fark vardı: Buradaki ıssız yerlerde egemen olan ruh Yaşam değil, Ölüm’dü.
Bir türün yok olmasının tek sebebinin yaşadığı toprağın doğası (ve uğradığı değişim) olduğunu söylememiz yanlış olur. Kesin bir şekilde söyleyebilceğimiz tek bir şey vardır; o da tıpkı bir canlı da olduğu gibi türün de vadesi doldurmuş ve ömrünü tamamlamış olduğudur.
Vahşi insan ile medeni insan arasındaki farkın bu kadar büyük olduğuna söyleseler inanmazdım. Bu fark, insan kendini geliştirebilen bir canlı olduğu için vahşi hayvanla ehlileştirilmiş hayvan arasındaki uçurumdan da büyük .
insan bedeni ister istemez yolunu açıyor, her ayağı kaydığında ve düştüğünde doğru yolu buluyordu.
Buradaki ıssız yerlerde egemen olan ruh yaşam değil, ölümdü.
Doğanın cansız tüm güçleri -kayasından karına ve buzuna, rüzgarından suyuna- birbirleriyle savaş ederken, insanlara karşı birlik oluyordu. Burada hüküm süren onlardı.
“Vahşi insan ile medeni insan arasındaki farkın bu kadar büyük olduğuna söyleseler inanmazdım. Bu fark, insan kendini geliştirebilen bir canlı olduğu için vahşi hayvanla ehlileştirilmiş hayvan arasındaki uçurumdan daha da büyük.”
İnsanın daha az hak ya da iktidar iddia edebildiği bir manzara daha bulabilmek zordur.
Vahşi insan ile medeni insan arasındaki farkın bu kadar büyük olduğunu söyleseler inanmazdım. Bu fark,insan kendini geliştirebilen bir canlı olduğu için vahşi hayvanla ehlileştirilmiş hayvan arasındaki uçurumdan da büyük.
“ Yeni bir ülkeye ilk defa ayak basmak hep ilginçtir.“
Doğanın cansız tüm güçleri -kayasından karına ve buzuna, rüzgârından suyuna- birbiriyle savaş ederken, insana karşı birlik oluyordu.
Insan bedeni ister istemez yolunu açıyor, her ayağı kaydığında ve düştüğünde doğru yolu buluyordu.
Yeni bir ülkeye ilk defa ayak basmak hep ilginçtir.
Türlerin yok olmasının tek sebebinin yaşadığı toprağın doğası (ve uğradığı değişim) olduğunu söylememiz yanlış olur. Kesin bir şekilde söyleyebileceğimiz tek bir şey vardır; o da tıpkı tek bir canlıda olduğu gibi türün de vadesini doldurmuş ve ömrünü tamamlamış olduğudur.
İnsan, türlerin birbirini izleyişinin nedeni olarak iklim ve gıda ya da düşman türlerin aynı topraklara gelmesi ya da diğer türlerin sayısının artması gibi basit ilişkilere inanmak ister.
Eğer bir insan kendisini yere atıp tuhaf davranışlar sergileyecek, örneğin bacaklarını havaya kaldırıp sallayacak olursa, bu hayvanlar mutlaka yavaş yavaş yaklaşıp onu inceleyecektir.
İnsanın daha az hak ya da iktidar iddia edebildiği bir manzara daha bulabilmek zor olur. Doğanın cansız tüm güçleri —kayasından karına ve buzuna, rüzgârından suyuna birbiriyle savaş ederken, insana karşı birlik oluyordu. Burada hüküm sürenler onlardı.
Bu yüce deniz ormanlarını yalnız dönenceler arası bölgelerde karada bulunan ormanlarla kıyaslayabilirim. Yine de o ormanlar herhangi bir ülkede tükenecek olsa, esmer suyosununun tükenmesinden sonra yok olacak hayvan sayısını geçebileceğine inanmıyorum. Bu bitkinin yaprakları arasında, başka hiçbir yerde beslenemeyecek ve barınamayacak çeşitli balık türleri yaşar; o balıkların yok olmasıyla pek çok karabatak, dalgıçkuşu ve diğer balıkçıllar da ölüp gidecektir; son olarak da bu sefil toprakların sefil efendisi olan Fuego’lular yamyamlığı iki misli yapmaya başlayacak, sayıları azalacak ve belki de sonunda onlar da yok olacaktır.
Vahşi insan ile medeni insan arasındaki farkın bu kadar büyük olduğuna söyleseler inanmazdım. Bu fark, insan kendini geliştirebilen bir canlı olduğu için vahşi hayvanla ehlileştirilmiş hayvan arasındaki uçurumdan da büyük.
İnsan bedeni ister istemez yolunu açıyor, her ayağı kaydığında ve düştüğünde doğru yolu buluyordu.
Yeni bir ülkeye ilk defa ayak basmak hep ilginçtir.
Buradaki ıssız yerlerde egemen olan ruh Yaşam değil, Ölüm’dü.
İnsan, türlerin birbirini izleyişinin nedeni olarak iklim ve gıda ya da düşman türlerinin sayısının artması gibi basit ilişkilere inanmak ister. Ancak kuzey yarımkürenin tamamında aynı çağda benzer şartların nasıl mümkün olduğunu ve İspanya’nın kıyılarında, Sibirya’nın düzlüklerinde ve Kuzey Amerika’da Elephas primigenius’un (mamut) soyunu tüketirken, daha az kapsamlı bir şekilde Bosurus’u (yaban öküzü) da nasıl yok ettiğini sormamız gerekir.
Buradaki ıssız yerlerde egemen olan ruh yaşam değil, ölümdü.
Doğanın cansız tüm güçleri —kayasından karına ve buzuna, rüzgârından suyuna— birbiriyle savaş ederken, insana karşı birlik oluyordu. Burada hüküm sürenler onlardı.
insan bedeni ister istemez yolunu açıyor, her ayağı kaydığında ve düştüğünde doğru yolu buluyordu.
İnsan, türlerin birbirini işleyişinin nedeni olarak iklim ve gıda ya da düşman türlerin aynı topraklara gelmesi ya da diğer türlerin sayısının artması gibi basit ilişkilere inanmak ister.
İnsan bedeni ister istemez yolunu açıyor, her ayağı kaydığında ve düştüğünde doğru yolu buluyordu.
Zirveye çıkıp aşağıdaki düzlükleri seyredeceğimize, durduğumuz yerden onların biçimini ve yapısını hayal etmek zorundaydık.
Doğanın cansız tüm güçleri -kayasından karına ve buzuna, rüzgârından suyuna- birbiriyle savaş ederken, insana karşı birlik oluyordu. Burada hüküm sürenler onlardı.
Hayvan ölüleri önce denize doğru sürüklenmiş sonra bu kalıntılar, o sırada birikmekte olan çökellerce örtülmüştür. Bu yataklar o zamandan beri yükselmiştir; nehirler bu kanalları açtığında, gömülü iskeletler de ortaya çıkmaktadır.
Muazzam bir taklit yeteneğine sahipler: ne zaman öksürecek veya esneyecek ya da tuhaf bir harekette bulunacak olsak, bizi hemen taklit ediyorlardı. Kafilemizdekilerin bazıları gözlerini kısıp tuhaf suratlar yapmaya başladılar; ancak Fuego’lu gençlerden biri (gözlerine çektiği beyaz bir şerit dışında tüm suratı kapkara boyanmıştı) yüzünü çok daha korkunç bir şekilde ekşitti. Onlara hitaben söylediğimiz herhangi bir cümledeki her keli meyi tipatıp tekrar edebiliyorlardı ve bazı kelimeleri uzun bir müddet hatırlıyorlardı. Halbuki biz Avrupalılar, yabancı bir dilin seslerini birbirinden ayırmanın ne kadar güç olduğunu biliriz. Örneğin hangimiz bir Amerikalı yerlinin üç kelimeden uzun bir cümlesini takip edebiliriz? Tüm vahşiler bu sı ra dışı taklit yeteneğine sahipler. Kaffirlerin’ de gülünç alışkanlıkları olduğunu benzer kelimelerle dinlemiştim; Avustralyalılar² da benzer şekilde her hangi bir kimsenin yürüyüşünü taklit etmeyi ve anlatmayı becerebilmeleriyle ünlüdürler. Bu özel liğin açıklaması nedir? Eskiden beri medeni olan ların aksine, vahşi insanların algılarının ve duyula rinin daha keskin olmasının bir sonucu mudur?
Bazı doğabilimcilerin lamayla aynı hayvan olarak kabul ettiği guanako, Doğu’daki devenin Güney Amerika’daki temsilcisidir. Boyut olarak bir eşeğe benzer; yalnız bacakları ve boynu daha uzundur. Güney Amerika’nın tüm ılıman kesimlerine yayılmıştır.
Yaklaştığınızda birkaç defa ses çıkarır, sonrasında ağır gibi görünen, aslında hızlı adımlarla uzaklaşır ve dar, aşınmış bir patikadan komşu tepeye doğru giderler. Ancak olur da insan biri ya da birkaçıyla karşılaşırsa, bu hayvanlar genellikle hareket etmeden durur, bu misafiri seyrederler; sonra, belki birkaç metre uzaklaşır, arkalarını dönüp tekrar bakarlar.
Evcil guanakolar son derece arsızdır ve arkasına dönüp çifte atmaktan hiç çekinmez. Dişilerini korumak amacıyla saldırganlaştığı düşünülür. Oysaki vahşi guanakolar kendini nasıl savunacağını bilmez; öyle ki sahibi avcı gelene kadar bir köpek bile bu iri hayvanı kıstırmayı başarır. Davranışları sürü içindeki bir koyunu andırır. İnsanların at üstünde birkaç yönden geldiğini gördüklerinde şaşkına dönerler, nereye kaçacaklarını bilemez hale gelirler. Yerlilerin avlanma şekli de böyledir; kolaylıkla ortadaki bir yere doğru güdülüp etrafları sarılabilir.
Calosoma gemiye kondu. Bu böceğin daha önce de açık denizde yakalanmış olması oldukça kayda değer bir durumdur; çünkü Carabidae [toprak böcekleri] familyasının uçtuğuna hiç denecek kadar az rastlanır.
Yeni bir ülkeye ilk defa ayak basmak hep ilginçtir
Yeni bir ülkeye ayak basmak hep ilğinçtir.
Doğanın cansız tüm güçleri —kayasından karına ve buzuna, rüzgarından suyuna— birbiriyle savaş ederken, insana karşı birlik oluyordu. Burada hüküm sürenler onlardı.
İnsan bedeni ister istemez yolunu açıyor, her ayağı kaydığında ve düştüğünde doğru yolu buluyordu.
Buradaki ıssız yerlerde egemen olan ruh Yaşam değil, Ölüm’dü.
Yeni bir ülkeye ilk defa ayak basmak hep ilginçtir.
İnişimiz çıkışımız kadar zahmetli olmadı; insan bedeni ister istemez yolunu açıyor, her ayağı kaydığında ve düştüğünde doğru yolu buluyordu.
Sarp dağ geçitlerinde ölümü düşündüren kasvet karşısında her türlü sözcük yetersiz kalıyordu.
İnişimiz çıkışımız kadar zahmetli olmadı; insan bedeni ister istemez yolunu açıyor, her ayağı kaydığında ve düştüğünde doğru yolu buluyordu.
Yeni bir ülkeye ilk defa ayak basmak hep ilginçtir, özellikle de bu durumda olduğu gibi ziyaretin özgün ve belirgin bir amacı olduğunda.
Buradan yola çıkarak, bir türün yok olmasının tek sebebinin yaşadığı toprağın doğası (ve uğradığı değişim) olduğunu söylememiz yanlış olur. Kesin bir şekilde söyleyebileceğimiz tek şey vardır; o da tıpkı tek bir canlıda olduğu gibi türün de vadesini doldurmuş ve ömrünü tamamlamış olduğudur.
İnsan bedeni ister istemez yolunu açıyor,hee ayağı kaydığında ve düştüğünde doğru yolu buluyordu
Buradakı ıssız yerlerde egemen olan ruh Yaşam değil,Ölüm’dü.
Doğanın cansız tüm güçleri -kayasından karına ve buzuna, rüzgarından suyuna- birbiriyle savaş ederken, insana karşı birlik oluyordu. Burada hüküm süren onlardı.
İnsan bedeni ister istemez yolunu açıyor, her ayağı kaydığında ve düştüğünde doğru yolu buluyordu.
Buradaki ıssız yerlerde egemen olan ruh Yaşam değil, Ölüm’dü.
Türlerin birbirini izlediği yasası, bazı önemli istisnalarla birlikte, aklı felsefeye yatkın her doğabilimcinin ilgisini çekmelidir.
Yeni bir ülkeye ilk defa ayak basmak hep ilginçtir..
Denizin yüzeyin oldukça derinlerinde aydınlık olduğunu iki defa gözlemledim.
Güzel ve sakin bir gün olmuştu, bir önceki gün de aynıydı..
Denizciler, Lapa lapa kelebek yağıyor! diye haykırıyordu ve manzara gerçekten de öyleydi.
Binlerce kelebek sürüler halinde gökyüzünde uzanıyordu. Denizciler, ‘Lapa lapa kelebek yağıyor!’ diye haykırıyordu
Vahşi insan ile medeni insan arasındaki farkın bu kadar büyük olduğunu söyleseler inanmazdım. Bu fark, insan kendini geliştirebilen bir canlı olduğu için vahşi hayvanla ehlileştirilmiş hayvan arasındaki uçurumdan da büyük.
İnsanın daha az hak ya da iktidar iddia edebildiği bir manzara daha bulabilmek zor olur. Doğanın cansız tüm güçleri – kayasından karına ve buzuna, rüzgarından suyuna – birbiriyle savaş ederken, insana karşı birlik oluyordu. Burada hüküm sürenler onlardı.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir