İçeriğe geç

Kuzeyli Annem Kitap Alıntıları – Jean-Louis Fournier

Jean-Louis Fournier kitaplarından Kuzeyli Annem kitap alıntıları sizlerle…

Kuzeyli Annem Kitap Alıntıları

&“&”

Bizi sevenler için yapılacak en iyi şey, hep mutlu olmaktır."
Elli yıl sonra annemle birlikte gidip La Paix sokağındaki evi görmek istedim.
Modernleştirilmiş, beni korkutan bir kelime bu. Aklıma estetik cerrahiyi getiriyor, hani şu gerçek yaşlılar olup da sahte gençlere dönüşen ve hepsi de birbirine benzeyen kadınları.
Şimdi yalnızlık kelimesinin ne anlama geldiğini biliyorum. Her geçen gün kedime daha çok ihtiyaç duyuyorum.
Annem fazla hassas insanlar gibi kendi hassasiyetini göstermekten çekinirdi. Onu içinde saklardı.
Özgür insan, denizi hep seveceksin!"
“Sen gittiğinde, kendi kendime, hayatımda asla bu kadar üzülmeyeceğimi söyledim. Elbette yanılıyordum, ama birazcık daha kalmanı çok isterdim…”
Cennete inanmazdı, mutluluğa inanırdı. Çoğu zaman ellerinin arasından kayıp giden ve romatizmalı parmaklarıyla tutmakta çok zorlandığı bir mutluluk.
Hayatımın en büyük şansı olduğundan haberi yoktu. Bunu ona söylemeye cesaret edemedim, o bana hislerimi bastırmayı öğretmişti.
İnsanların yaşıyla her zaman sorunum olmuştur. Zamanın sadece geçtiğini, durmadığını unutuyorum, insan ancak sonradan, bıraktığı izlerden anlıyor zamanı.
Senin eski bir fotoğrafını buldum. Olsa olsa yirmi yaşındasın. Seni o zamanlar tanısaydım, sanırım sana âşık olurdum ve ilanı aşk ederdim. Ben her zaman seçkin, ince, çekingen, ketum, zeki bakışlı, yumuşak huylu ama aynı zamanda canlı kızları sevmişimdir.
Parmak uçlarım yansa da, korlarla ateşli bir mektup yazardım sana.
“Sen gittiğinde, kendi kendime, hayatımda asla bu kadar üzülmeyeceğimi söyledim.Elbette yanılıyordum, ama birazcık daha kalmanı isterdim…”
“Modernleştirilmiş, beni korkutan bir kelime bu.Aklıma estetik cerrahiyi getiriyor, hani şu gerçek yaşlılar olup da sahte gençlere dönüşen ve hepsi de birbirine benzeyen kadınları.”
“Zamanın sadece geçtiğini,durmadığını unutuyorum, insan ancak sonradan, bıraktığı izlerden anlıyor zamanı.”
“Şimdi yalnızlık kelimesinin ne anlama geldiğini biliyorum. Her geçen gün kedime daha çok ihtiyaç duyuyorum.”
“Benim adıma fedakarlık yapılmasından bıktım usandım, daha önce İsa yapmıştı bunu. Bizim günahlarımızı üstlenmek için İsa’dan hiçbir şey istememiştik ki biz. Günahlarımızı üstlenmek istediyse bu onun bileceği iş.”
“Özgür insan, denizi hep seveceksin!”
Zamanın sadece geçtiğini,durmadığını unutuyorum, insan ancak sonradan bıraktığı izlerden anlıyor zamanı.
Günlük şeylere bakmıyordu, havaya bakıyordu, bu yüzden haksız yere burnu havada biri olduğuna inanıyorlardı. Sadece çekingen ve mesafeliydi.
…, ölümün hayatı bir kadere çevirdiğini yazar. Ardından rötuş yapılamaz, ölüm kesindir.
Zamanın sadece geçtiğini, durmadığını unutuyorum, insan ancak sonradan, bıraktığı izlerden anlıyor zamanı.
Annem kederli bir İyi eğlenceler"in ardından bana sordu: "Benim için de bunu yapar mıydın?"
Çok daha sonra anladım. Annemin hastalıklar icat etmesinin nedenini, onunla ilgilenmemiz içindi. Sanki onu yeterince sevmiyormuşuz gibi. Babamız tarafından terk edilmişken, bize ihtiyacı vardı.
İyi ahlaklı Katolik bir genç kızın, Tanrı’nın da yardımıyla, delişmen delikanlıyı doğru yola getireceğini düşünüyordu.
Bu anneme gücünün üstünde bir görev yüklemek demekti.
Ona korkunç bir armağan vermişlerdi.
Yirmi yaşlarındaydı.
Kaderimin nedenini anlattım. Beni teselli edecek sözler buldu. Eğer bu genç kıza gerçekten aşıksam, onunla yeniden buluşacaktım,sevenler daima kavuşurdu.
Tuhaf bir fotoğraf. Kim çekmiş bilmiyorum.
Ona bir tablo gibi bir başlık koymak gerekseydi, Ormanda yalnız bir kadın denilebilirdi.
İnsan ormandan ziyade yalnızlığı hissediyor.
Annemi düşünüyorum, onun uzun kış gecelerini, upuzun yalnızlık yıllarını.
Gençliğin dağdağası içinde böyle bir şeyin varlığı bilinmiyor, insan çok daha sonra anlıyor. Şimdi yalnızlık kelimesinin ne anlama geldiğini biliyorum.
Parmak uçlarım yansa da, korlarla ateşli bir mektup yazardım sana.
Okul müdürü annemi çağırıp haberi verdi: Saint-Joseph enstitüsünden atılmışım.
Meryem Ana heykelini tuvalete koymuştum.
Annem babamı terk etmeyi çok isterdi ama böyle şeylerin yapılmadığı kutsal devirlerdeydik. Boşanma henüz evlilikten türeyen bir ürün değildi, ölümcül bir günahtı. Tanrının kutsadığı şey silinemezdi.
Annemiz defalarca öldü. Biz aralıklarla yetim kaldık.
Peder Deseille, babaannemle işbirliği yaparak annemle tanışmasına aracılık etmişti. İyi ahlaklı katolik bir genç kızın, tanrının da yardımıyla, alkolik delikanlıyı doğru yola getireceğini düşünüyordu.
Bu anneme gücünün üstünde bir görev yüklemek demekti.
Ona korkunç bir armağan vermişlerdi.
Yirmi yaşındaydı.
Kravatını gevşetme ihtiyacı duymuş.
Nefes almak için.
Gün be gün, tek başına ve kendinden emin, hayatın zorluklarıyla baş etmesini bilmişti.
Çoğu zaman üzgün olsa da, yaratılışından ötürü değildi bu. Yaşama sevinci vardı ama yaşamak ona her zaman yaşama sevinci vermemişti.
Annemizin hiçbir zaman şoförü olmadı. Her zaman direksiyonda oldu. Kendi hayatını da, başkalarının hayatını da o yönetti. Kocasına asla bel bağlamadı, adam sorumsuzdu. Yol boyunca direksiyonu tutan annemdi hep.
Dikkatli sürdü. Dikkatli olmak zorundaydı, arkada dört çocuk, bagajda horuldayan bir koca vardı.
Bizleri sakin limanlara ulaştırdı.
Hayatımın en büyük şansı olduğundan haberi yoktu. Bunu ona söylemeye cesaret edemedim, o bana hislerimi bastırmayı öğretmişti.
Aslında müthiş moderndi, sanki bütün hayatı boyunca son yıllarını yaşadığı dönemi beklemiş gibiydi.
Yaşadığım hayattan sonra, beni idare edebilir ve bana tekrar acı çektirmeyebilirdin.
Babamıza en fazla kızdığımız konu annemizi ağlatmasıydı.
Normalde çocuklar ağlar, yetişkinler değil. Hele anneler hiç, onlar ağlayan çocukları avutmak için gelmişlerdir dünyaya. Burada roller tersine çevrilmişti. Tersine bir dünyaydı.
Benim için bir çocuğun başına gelebilecek en kötü şey, annesini kaybetmekti.
Sevinçlerin kederlere her zaman ağır bastığını söylemek isterim.
Özgür insan, denizi hep seveceksin.
Bizi sevenler için yapılacak en iyi şey, hep mutlu olmaktır.
Normalde çocuklar ağlar, yetişkinler değil. Hele anneler hiç, onlar ağlayan çocukları avutmak için gelmişlerdir dünyaya.
Burada roller tersine çevrilmişti. Tersine bir dünyaydı.
Insanların yaşıyla her zaman sorunum olmuştur. Zamanın sadece geçtiğini, durmadığını unutuyorum,insan ancak sonradan,bıraktığı izlerden anlıyor zamanı.
Bir dakika otuz altı saniyelik bir mutluluk. Mutluluk asla daha uzun sürmüyor.
Annemiz defalarca öldü. Biz aralıklarla yetim kaldık.
Gülün dikeni batsa,tetanos olur;başı ağrısa beyninde tümör;grip olsa verem olurdu.
Annem okuduğu kitaplardan postayla alıntılar yollardı. Romain Gary’ninkini hiç unutamayacağım:
Anneme yaptığı kötülük için Tanrı’yı asla bağışlamayacağım."
Annemi düşünüyorum, onun uzun kış gecelerini, upuzun yalnızlık yıllarını.
Gençliğin dağdağası içinde böyle bir şeyin varlığı bilinmiyor, insan çok daha sonra anlıyor. Şimdi yalnızlık kelimesinin ne anlama geldiğini biliyorum. Her geçen gün kedime daha çok ihtiyaç duyuyorum.
Cennete inanmazdı, mutluluğa inanırdı.
Çok soru sorar ama cevabını dinlemezdi.
Her şeye ve herkese karşı mutlu olmaya karar vermişti.
Bazen pazarları onu arama isteğine kapılıyorum.
Annem bana okuduğu kitaplardan alıntılar yollardı. Romain Gary’ninkini asla unutamayacağım:
Anneme yaptığı kötülük için Tanrı’yı asla bağışlamayacağım."
Annem bizi çocuk yaşta konserlere, sinemaya, tiyatroya götürerek, güzel sanatların uyandırdığı büyük sevinci bizle paylaşmak istemişti. Bize sanatçılara hayranlık duymayı çok erken öğretmişti; ona göre sanatçılar insanlık yararına çalışıyor, insanlar için hayatı yaşanır kılıyorlardı.
Zamanın sadece geçtiğini, durmadığını unutuyorum, insan ancak sonradan, bıraktığı izlerden anlıyor zamanı.
Annemiz inançlı biriydi ve ibadet de ederdi ama ölçülü olarak. Zaman zaman içinden, sonsuz iyi Tanrı’nın neden kendisine böylesine zor bir hayatı münasip gördüğünü sormuş olmalıydı.
Tanrı’dan bahsederken, her zaman eğer varsa…" diye eklerdi.
Biz, annemin tek başına çalmasını isterdik, daha güzel oluyordu.
Onlar birbirlerine ne eşlik etmek için, ne de birlikte çalmak için yaratılmışlardı.
Benim için bir çocuğun başına gelebilecek en kötü şey, annesini kaybetmekti. Babası o kadar mühim değildi.
Annem gecikecek olsa, mutlaka ölmüştü ve ben de ölmek isterdim.
Son arzusu olarak biz çocukları için birkaç kelime yazdı: Yanınızdan ayrılırken size hayatımın temeli olduğunuzu ve sevinçlerin kederlere her zaman ağır bastığını söylemek isterim."
Benim için bir çocuğun başına gelebilecek en kötü şey, annesini kaybetmekti. Babası o kadar mühim değildi.

Annem gecikecek olsa, mutlaka ölmüştü ve ben de ölmek isterdim.

Normalde çocuklar ağlar, yetişkinler değil. Hele anneler hiç, onlar ağlayan çocukları avutmak için gelmişlerdir dünyaya.
Annem, cepheye giderken çıkınını hazırlayan küçük bir asker gibi, yapay deriden küçük bavulunu hazırladı. Doğumevinde doğum yapacak. Tek başına yürüyerek gitti. Babam erkek mi kız mı bilmeden dördüncü çocuğunun doğumunu kutlamak için meyhanede olmalıydı.
Bir gün babam anneme kemanla eşlik etmek istedi. Küçüklüğünde keman çalmayı öğrenmişti. O zamandan bir kaç hatıra ile küçük bir ders kemanı kalmıştı.
Düetleri feci oldu. Keman gıcırdıyor, piyanoya yetişmeyi beceremiyordu. Sanki her biri farklı bir parça çalıyordu. Annem gülmekten ölmüştü. Bizi güldürmekten memnun olan babam da yanlış üstüne yanlış çalıyordu.
Biz, annemin tek başına çalmasını isterdik, daha güzel oluyordu.
Onlar birbirlerine ne eşlik etmek için, ne de birlikte çalmak için yaratılmışlardı.
Bir dakika otuz altı saniyelik bir mutluluk. Mutluluk asla daha uzun sürmüyor.
Annemiz inançlı biriydi ve ibadet de ederdi ama ölçülü olarak. Zaman zaman içinden, sonsuz iyi Tanrı’nın neden kendisine böylesine zor bir hayatı münasip gördüğünü sormuş olmalıydı. Tanrı’dan bahsederken, her zaman eğer varsa…" diye eklerdi.
Yaşama sevinci vardı ama yaşamak ona her zaman yaşama sevinci vermemişti.
Küçükken ölüm ve yetim kalma korkusuyla hastalık derecesinde endişeli yaşardım.
Annem ne zaman evden çıksa, dönene kadar çok fena olurdum. Sonradan, Pierre Loti’de de aynı endişelerin olduğunu öğrendim. Bu yüzden onu daha da ilginç buldum.
Benim için bir çocuğun başına gelebilecek en kötü şey, annesini kaybetmekti. Babası o kadar mühim değildi.
Annem gecikecek olsa, mutlaka ölmüştü ve ben de ölmek isterdim.
Benim adıma fedakârlık yapılmasından bıktım usandım, daha önce İsa yapmıştı bunu. Bizim günahlarımızı üstlenmek için İsa’dan bir şey istememiştik ki biz. Günahlarımızı üstlenmek istediyse bu onun bileceği iş.
Normalde çocuklar ağlar, yetişkinler değil. Hele anneler hiç, onlar ağlayan çocukları avutmak için gelmişlerdi dünyaya.
Burada roller tersine çevrilmişti. Tersine bir dünyaydı.
Cesaret edemedim. Üstüne çektiği yorganın altında sessizce ağlıyorsa, saklanıyor demekti. Ağladığı duyulsun istemiyordu.
Bu bir kâbus değildi, bu sona erecek kötü bir rüya değildi.
Hayatı kötü bir rüya olduğu için ağlıyordu o. Elimden bir şey gelmezdi.
İnsanların yaşıyla her zaman sorunum olmuştur. Zamanın sadece geçtiğini, durmadığını unutuyorum, insan ancak sonradan, bıraktığı izlerden anlıyor zamanı.
Bir gün annem bize şöyle dedi: “Tekrar evlenmediysem, sebebi sizsiniz.”
Neden bize böyle dedi?
Benim adıma fedakarlık yapılmasından bıktım usandım, daha önce İsa yapmıştı bunu. Bizim günahlarımızı üstlenmek için. İsa’dan hiçbir şey istememiştik ki biz. Günahlarımızı üstlenmek istediyse, bu onun bileceği iş. Biz annemin yeniden evlenmesine hiçbir zaman engel olmadık ki. Önüne fırsatlar çıktı. Hiçbir zaman bizim fikrimizi sormadı.
Annem fazla hassas insanlar gibi kendi hassasiyetini göstermekten çekinirdi.Onu içinde saklardı.
Annem müziği severdi…aklımda hâlâ onun en sevdiği parça var, Brahms’tan opus 15 la majör vals.Onu buldum, tam bir dakika otuz altı saniye..
Bir dakika otuz altı saniyelik bir mutluluk.
Mutluluk asla uzun sürmüyor.
Annemiz defalarca öldü.Biz aralıklarla yetim kaldık.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir