Sabahattin Ali eserlerinden Kuyucaklı Yusuf Kitap Alıntıları sizlerle…
Kuyucaklı Yusuf Kitap Alıntıları
Saadet hayatı olduğu gibi kabul etmektir."
Dünyada her felaketin içinden en az zararla sıyrılmanın yolu hayata uymak, muhite uymak, hiç sivrilmemektir."
Muazzez’in varlığı Yusuf için büyük, boşlukları dolduracak mahiyette bir şey değildi, fakat onun yokluğu müthişti.
Hayat, birbirinden ayırdıklarını, kısa bir müddet için yaklaştırır gibi olsa bile, uzun zaman yan yana bırakmıyordu.
Varlığı büyük boşlukları dolduracak mahiyette değildi; fakat yokluğu müthişti."
İki insanın birbiriyle karşılaşması kadere, tanıştıktan sonra yan yana kalmaları ise onların gayretine bağlı.
Hayatının bütün hatıraları lüzumsuz ve manasızdı.
Hocanın bildiği birisinin işine yarasa, kendi işine yarardı. Sen bile okudun bildin de ne oldun sanki?
Saadet, hayatı olduğu gibi kabul etmektir…
Allah bize çektirenlerin yanına komaz…
Bir akıl biliyorsan söyle de onu yapayım. Yalnız, benim artık daha fazla uğraşmaya takatim kalmadı. İşi daha fazla sürüklemek, bir sürü kurnaz ve insafsız kurtlada uğraşmak, onlara her gün ayrı bir bahane bulmak, onların şimdi pek de saklı olmayan tehditlerini anlamamazlıktan gelmek ve hepsine güler yüzle, kibar kibar cevaplar vermek artık elimden gelmiyor.
Bir gün yine gelmesi lazımdı. Muhakkak lazımdı.
Varlığı büyük boşlukları dolduracak mahiyette değildi, fakat yokluğu müthişti."
“ Varlığı büyük boşlukları dolduracak mahiyette değildi fakat yokluğu müthişti. “
Düşününce dünyada hiçbir yere bağlı olmadığını hissetti.
“ Fakat her şey geçer.
Her şey unutulur.
-Kendini bir felaketin içinde kaybetmenin bir manası yoktur.”
Her şey unutulur.
-Kendini bir felaketin içinde kaybetmenin bir manası yoktur.”
Varlığı büyük boşlukları dolduracak mahiyette değildi; fakat yokluğu müthişti…
Suçlu, dünyayı doyuma ulaşılamayan bir yer haline getiren ekonomik ve toplumsal gücü elinde bulunduran egemenlerdir.
‘O gelmez artık!’ dedi. ‘Nereden biliyorsun?’ dedim. ‘Gidişinden belliydi’ dedi.
Fakat her şey geçer, her şey unutulur. Kendini bir felâketin içinde kaybetmenin mânâsı yoktur.
İnsan birazcık da kalender olmalıdır!"
Sabahattin Ali
İnsan birazcık da kalender olmalıdır!"
Sabahattin Ali
“Kendinde her şeyi yapabilecek kuvveti görmek, sonra yapılacak hiçbir şey bulamamak… Tükenmek bilmez bir sabırla bir meçhulü beklemek…
İçindeki bütün yıkıntılara bütün kederlere rağmen başını yere eğmek istemiyordu. Matemini ortaya vurmadan tek başına yüklenecek ve yeni bir hayata doğru yürüyecekti.
Hayatını berbat eden şeyin, bu duraklamalar, bu boyun eğmeler olduğunu zannederek, artık aklına estiği gibi hareket etmeye karar verdi.
Bu manasız ve yabancı hayatta bir tek şeye hakikaten sarılmış, hakikaten inanır gibi olmuştu. Bu da karısı idi. Muazzez’in varlığı Yusuf için büyük, boşlukları dolduracak mahiyette bir şey değildi, fakat onun yokluğu müthişti.
Geçen günleri bir daha geri getirmek mümkün değildi ve sadece hatıralar, iki insanı birbirine bağlayacak kadar kuvvetli değildi.
Bir gün yine gelmesi lazımdı. Muhakkak lazımdı.
Parası olanın ırzı da tamam, namusu da!
Evinden ölü çıkan her kadın bu merasime riayete kendini mecbur görürdü. Komşular da bu işte pek dikkatli idiler. “Acılı”nın ağlamaktaki en ufak kusurunu bile gözden kaçırmazlar ve mateme fiilen iştirakle hiçbir zaman tekasül göstermezlerdi.
Davul, zurna ey gaziler, sokaklarda kalabalık… Hem oynayan, hem bağıran, hem de yürüyen coşkun ve genç askerler… Kendilerini nasıl bir akıbetin beklediğini bilmeyen ve “ya gazi, ya şehit!” diye bağırdıkları halde ölümü akıllarına bile getirmeyen zavallılar… Hayatın yeknesaklığı içinde birdenbire beliriveren bu korkunç değişikliği gülerek kabul eden, ona koşan ve ne için, kimin için ölmeye gideceklerini, nerede ve nasıl öldürüleceklerini sormayı asla akıllarına getirmeyen kahramanlar…
Kendinde her şeyi yapabilecek kuvveti görmek, sonra yapılacak hiçbir şey bulamamak… Tükenmek bilmez bir sabırla bir meçhulü beklemek..
Hayat bu derece manasız ve insan dünyaya boş durmak için gelmiş olamazdı.
Kendini halinden şikayet etmeye alıştırma! Ömrünün sonuna kadar dövünsen bu hayatın cefası tükenmez.
Bazı şeyler vardır canımızı sıkar: ”Bu neden böyle? Böyle şeyleri dünyadan kaldırmalı!” deriz. Bazı şeyler de mevcut değildir. İçimizden, bunların olmasını ister, hatta bu uğurda çalışırız. İkisi de saçma ve faydasızdır. İnsan dediğin mahluk hiçbir şeyi değiştiremez.
Hayattan fazla şeyler bekleme. Dünyada her felaketin içinden en az zararla sıyrılmanın yolu hayata uymak, muhite uymak, hiç sivrilmemektir.
Bir zamanlar ben de başka türlü düşünüyordum, her şeyi aklımla halletmeye kalkıyordum. Fakat artık dünyada bir tek şeye inanıyorum: O da tecrübe.
Bir zamanlar birbirlerinden ayrılmak, birbirlerini kaybetmek ihtimalinin korkusunu çekmiş olmasalar, belki de birbirleri için ne kadar kıymetli olduklarını hala bilmeyeceklerdi. Hayatları o kadar birbirinin içinde kaybolmuş, birleşmişti.
Bu kızla aralarında konuşulmadan, düşünülmeden, hatta yüz yüze bakılmadan bir macera geçmiş gibiydi.
Gözlerini tekrar yumarak yürüdü. Terden sırılsıklamdı. Yerler o kadar sıcaktı ki, ayakkabılarının köselelerini bile geçerek tabanlarını yakıyordu. Koyu zeytin yapraklarını bile şeffaf yapan bir aydınlık vardı: Gözleri kör eden, etrafı birbiriyle kaynatan, karıştıran bir aydınlık… Güneş sanki ışığını kova ile yeryüzüne döküyordu.
“Benim için yapılacak ne iş kaldı ki?” diyordu.“Yerimizi boşaltsak da dünyaya yeni geleceklere yer açsak…
Hapishane ancak serseriler, köylüler ve aşağı tabakadan insanlar içindi; bir Hilmi Bey’in oğlu, adam öldürse bile, onlarla bir tutulamazdı.
Hayatta hiçbir şey ona kıymetli görünmemiş, peşinden koşmak, erişmek, sahip olmak arzusunu vermemişti. Etrafına daima bir yabancı gözüyle bakmış, hiçbir yere bağlanmak arzusu duymamış, bu yalnızlığının gururu içinde memnun olmaya çalışmıştı. Şimdi ilk defa bir şey istiyor, hem de korkunç bir şiddetle istiyordu. Fakat niçin bu istek bir imkansızlıkla beraber gelmişti? Niçin hayatının bu en büyük arzusunu, şimdiye kadar belki yine içinde, fakat en gizli yerlerde saklı duran bu arzuyu, hapsedildiği yeri parçalayarak ortaya çıkar çıkmaz, öldürmeye mecbur kalıyordu?.. Niçin? Kimin için?
Hiç geçmeyen, hiç unutulmayan şeyler de var, beyefendi! Ölünceye kadar insanın sırtında atamayacağı şeyler de var.."
…Kız, ‘O gelmez artık!’ dedi.
‘Nereden biliyorsun?’ dedim.
‘Gidişinden belliydi!’ dedi…"
‘Nereden biliyorsun?’ dedim.
‘Gidişinden belliydi!’ dedi…"
Varlığı büyük boşlukları dolduracak mahiyette değildi; fakat yokluğu müthişti…
#sabahattinali
#sabahattinali
Artık bu dünyada hiçbir şeyin kendisini fazla alâkadar etmediğini anlatmak istiyordu."
Aman Ya Rabbi, ne kadar yalnızdı!"
Varlığı büyük boşlukları dolduracak mahiyette bir şey değildi, fakat yokluğu müthişti…
Kalbinin derinlerinde yerleşen bir saadet hissi şimdi ona, mevcut fakat erişilemez bir şey gibi görünüyor ve onun hırsını daha çok arttırıyordu.
Neydi bu içinden çıkılmaz meseleler? Neydi bu mavi göğe veya sevgili bir yüze bakmayı zevk olmaktan çıkaran hisler ve üzüntüler?
Göğsünün içinde, bu asırlık ağacın kabuğu gibi yarıklar bulunduğunu sandı ve gırtlağına kadar bir ateşin çıktığını hissetti. Aman Yarabbi, ne kadar yalnızdı.
Hiç geçmeyen, hiç unutulmayan şeyler de var, beyfendi! Ölünceye kadar insanın sırtından atamayacağı şeyler de var…
Hayatının bütün hatıraları lüzumsuz ve manasızdı. Ömrünün her vakası olmasa da olabilir, hayatına her giren insan girmese de olabilirdi.
Bir akıl biliyorsan söyle de onu yapayım. Yalnız, benim artık daha fazla uğraşmaya takatim kalmadı. İşi daha fazla sürüklemek, bir sürü kurnaz ve insafsız kurtlada uğraşmak, onlara her gün ayrı bir bahane bulmak, onların şimdi pek de saklı olmayan tehditlerini anlamamazlıktan gelmek ve hepsine güler yüzle, kibar kibar cevaplar vermek artık elimden gelmiyor.
Hayat, birbirinden ayırdıklarını, kısa bir müddet için tekrar yaklaştırır gibi olsa bile, uzun zaman yan yana bırakmıyordu."
Kendinde her şeyi yapabilecek kuvveti görmek, sonra yapılacak hiçbir şey bulamamak… Tükenmek bilmez bir sabırla bir meçhulü beklemek… Nihayet bütün bunları sisli bir havadaki ağaçlar gibi belli belirsiz, karışık bir şekilde hissetmek…
Parası olanın ırzı da tamam, namusu da!"
Fakat insan damarları ve sinirleri bazen iradesinden ve aklından daha kuvvetlidir."
Bizim küçük Anadolu şehirlerimizde bu müzmin evlenme hastalığı daima hüküm sürmektedir. En kuvvetliler bile bir iki sene dayanabildikten sonra bu amansız mikroptan yakalarını kurtaramazlar ve kör gibi, önlerine ilk çıkanla evlenirler."
Artık bu dünyada hiçbir şeyin kendisini fazla alakadar etmediğini anlatmak istiyordu.
Bizim küçük Anadolu şehirlerimizde bu müzmin evlenme hastalığı daima hüküm sürmektedir. En kuvvetliler bile bir iki sene dayanabildikten sonra bu amansız mikroptan yakalarını kurtaramazlar ve kör gibi, önlerine ilk çıkanla evleniverirler.
Varlığı büyük boşlukları dolduracak mahiyette bir şey değildi, fakat yokluğu müthişti.
Kalbinin derinlerinde yerleşen bir saadet hissi şimdi ona, mevcut fakat erişilmez bir şey gibi görünüyor ve onun hırsını daha çok artırıyordu.
Neydi bu içinden çıkılmaz meseleler?
Neydi bu mavi göğe veya sevgili bir yüze bakmayı zevk olmaktan çıkaran hisler ve üzüntüler?"
Neydi bu mavi göğe veya sevgili bir yüze bakmayı zevk olmaktan çıkaran hisler ve üzüntüler?"
Varlığı büyük boşlukları dolduracak mahiyette değildi; fakat yokluğu müthişti…
Ve gözlerini uzun müddet onun gözlerinden ayırmadı. Yusuf da ona bakıyor ve idarenin titrek ışığı vuran yüzünde yer yer ürpermeler oluyordu. Elini yavaşça uzatarak genç kızın saçlarını okşadı. O zaman Muazzez bu işareti bekliyormuş gibi doğruldu, Yusuf’un ellerini avuçlarının içine alarak:
-Kimi istiyorum, anladın mı? dedi.
Yusuf alt dudağını ısırarak ağır ağır başını salladı:
– Anladım!
-Kimi istiyorum, anladın mı? dedi.
Yusuf alt dudağını ısırarak ağır ağır başını salladı:
– Anladım!
Saadet,hayatı olduğu gibi kabul etmektir"
Geçen günleri bir daha geri getirmek mümkün değildi ve sadece hatıralar,iki insanı birbirine bağlayacak kadar kuvvetli değildi.
Anası onu gezmeye götürürken bir saat saçlarını düzeltmeye uğraştığı halde,ne anasının,ne babasının aklına bu kafanın içi ile de bir parça meşgul olmak düşüncesi gelmemişti.
Evde meram anlatmaya asla imkân olmayan,seviyesi,ahlak telakkisi,dünyayı görüşü ve itiyatları büsbütün ayrı bir maklukla daimi bir beraberlik insanı dış hayatta da bedbin yapar ve bütün insanlardan şüpheye düşürür.
Neydi bu içinden çıkılmaz meseleler?
Neydi bu mavi göğe veya sevgili bir yüze bakmayı zevk olmaktan çıkaran hisler ve üzüntüler?
Neydi bu mavi göğe veya sevgili bir yüze bakmayı zevk olmaktan çıkaran hisler ve üzüntüler?
Kendinde her şeyi yapabilecek kuvveti görmek, sonra yapılacak hiç bir şey bulamamak… Tükenmek bilmez bir sabırla meçhulü beklemek…"
Zaten,bir felakete sükûn ve itidalle tahammül edenlerin manzarası,o felaket için ağlayıp çırpınanların manzarasından çok daha korkunç ve ezicidir.
Geçen günleri bir daha geri getirmek mümkün değildi ve sadece hatıralar, iki insanı birbirine bağlayacak kadar kuvvetli değildi.
Göğsünün içinde, bu asırlık ağacın kabuğu gibi yarıklar bulunduğunu sandı ve gırtlağına kadar bir ateşin çıktığını hissetti. Aman Yarabbi, ne kadar yalnızdı.
Aynı evde, yan yana ve birbirine tamamen yabancı olarak yaşamak, feci bir şeydi.
İki insanın birbiriyle karşılaşması kadere, tanıştıktan sonra yan yana kalmaları ise onların gayretine bağlıdır.
Neydi bu mavi göğe veya sevgili bir yüze bakmayı zevk olmaktan çıkaran hisler ve üzüntüler?..
Hatıralar, iki insanı birbirine bağlayacak kadar kuvvetli değildi.
Hiç geçmeyen, hiç unutulmayan şeyler de var, Beyefendi! Ölünceye kadar insanın sırtından atamayacağı şeyler de var…
Fakat her şey geçer, her şey unutulur. Kendini bir felâketin içinde kaybetmenin mânâsı yoktur. İnsan birazcık da kalender olmalıdır!
Ne de olsa insan yavaş yavaş alışıyordu.
Niçin durup dururken yalan söylemek ihtiyacını duyuyorlardı?
Yaramın nerede olduğunu bilmiyorum. Yalnız bir yerlerim acıyor. Çok acıyor.
Kendini bu şehrin korkunç akıntısından, ancak etrafına ördüğü soğuk duvarla kurtaracağını sanıyordu.
Düşününce dünyada hiçbir yere bağlı olmadığını hissetti.
Göğsünün içinde, bu asırlık ağacın kabuğu gibi yarıklar bulunduğunu sandı ve gırtlağına kadar bir ateşin çıktığını hissetti. Aman Yarabbi, ne kadar yalnızdı.
Ben nasıl anlatayım? Ben de artık anlatacak yürek mi kaldı?"
Hayatta hiçbir şey ona kıymetli görünmemiş, peşinden koşmak, erişmek, sahip olmak arzusunu vermemişti. Etrafına daima bir yabancı gözüyle bakmış, hiçbir yere bağlanmak arzusu duymamış, bu yalnızlığının gururu içinde memnun olmaya çalışmıştı. Şimdi ilk defa bir şey istiyor, hem de korkunç bir şiddetle istiyordu. Fakat niçin bu istek bir imkansızlıkla beraber gelmişti? Niçin hayatının bu en büyük arzusunu, şimdiye kadar belki yine içinde, fakat en gizli yerlerde saklı duran bu arzuyu, hapsedildiği yeri parçalayarak ortaya çıkar çıkmaz, öldürmeye mecbur kalıyordu?..
“Hiç geçmeyen, hiç unutulmayan şeyler de var, beyefendi! Ölünceye kadar insanın sırtından atamayacağı şeyler de var…”