İçeriğe geç

Kuyu Kitap Alıntıları – Rasim Özdenören

Rasim Özdenören kitaplarından Kuyu kitap alıntıları sizlerle…

Kuyu Kitap Alıntıları

“Hemşehrim bu yol nereye çıkar?
Gideceğin yere bağlı ahbap.”
“Genç olmanın yaşla ilgisi var mıydı?”
“Aynalarla aran nasıl?”
Hakikat neyle bulunur benim efendim?
Onun rehberi sevgidir..
Zulüm, bir şeye hakkı olan şeyi vermemektir?
Aşk düz mantıkla açılanabilecek bir olgu değildi, o, düz mantığı her zaman aşmıştır; aşk denklik falan gözetmiyor, o, hiçbir şey gözetmiyor, o, ortaya çıkıyor ve varlığını dayatıyor, o kadar!
Bir sevgiye henüz ham diye bakılıyorsa, aslında öyle bir sevginin yok olduğu anlatılmak istenmiştir.
Sevmenin hazırlığı mı olurmuş?
Aslında anlatılacak bir şey yok, yaşanacak şeyler var..
Herkes çocukluğundan kalma anlatacak bir dolu şey bulabiliyordu, ama onun, çocukluğundan kalma ve anlatılmaya değer gördüğü hiçbir şeyi yoktu.
Sen başıboşlardan mısın kardeş?
Onun rehberi sevgidir onun rehberi sizin muhabbetinizdir..sohbet insanı öyle yoğurur ki, bir ân gelir sohbet ehlinde hâm olan bir şey kalmaz pişer, O da pişer.. pişerek sâfileşir, Sâfiye makamını ulaşır. İnsanlar için en yüksek makamın orası olduğu söylenir orada insanın kendinde olan ne varsa attığı ve saf insan hali ile kaldığı söylenir..ama elbette çabasız olmaz sen çaba göstereceksin o zaman mesafeler kalmaz dağlar ve tepeler aşılır.
Sevgi olmasaydı Ah, böyle bir şeyi hayal etmek bile mümkün görünmüyordu ona. Çünkü sevgi olmasaydı diye düşünmek bir balığın su olmasaydı hayat nasıl olurdu tasavvuruna benzerdi.
Kapıya dayanan o üç kişi de üç düşmandır. Sen, o üç düşmandan ikisini vurup öldürmüşsün, öldürdüklerin dünya sevgisi ile şeytandır, geriye yalnızca nefsin kalmıştır onu da zaten öldüremezsin, o, ömrün oldukça seninle yaşayacaktır, ama göreyim seni ki, onu öldürmeden onunla başa çıkabilesin!
Bunlara rağmen kuyudan çıkması gerekiyor, öyle mi? Öyle ise ağırlıklarını bırakması mı gerekiyor? Ağırlıkları? Ağırlıkları ne olabilir? Bundan kolay ne var, ne olacak? Ağırlığı, bizzat nefsinden başka ne olabilir? Ama onu nasıl terk etmeli? Terk edebilir mi? Nefs terk edilebilir mi? Bir de, demiyorlar mıydı ki, insan nefsi ile güzeldir ve o, nefsiyle sevilir? Vay canına! Gene açmaza giriyor. Nefsini hem terk etmesi gerekiyor, hem onu yüklenmesi, öyle mi? Böyle bir şeyin üstesinden gelinebilir mi?
Zulüm, bir şeye hakkı olan şeyi vermemektir!
Nefsin oyunlarının şeytanınkinden aşağı kalır yanı olmadığı belletilmişti.
Eğer yaşanmakta olana başkaldırıyorsanız ve gençseniz, yaşadığınız her ne olursa olsun serüvendir.
Birden bir şeyi ayrımsıyor, o, artık, neredeyse baştan sona bir geçmişin içine gömülmüş ve geçmişte yaşayan biri haline gelmişti. Belki de bu yüzden iletişim kuramıyordu. İşin tuhaf yanı bunların hiçbirini mesele haline getirmiyordu, aklına gelen şeye omuz silkip geçiyor, yoksa ben de bir kişilik bozukluğu mu var, diye düşündüğü bile oluyordu, bu sorular onu bir yere götürmüyordu, binlerce defa sorulmuş olan o soru tekrarlanıp duruyordu:
Nereye gidiyorum ben?
Aşkın kendisi zaten düz bir ilişki değildi, Aşk düz bir mantıkla açıklanabilecek bir olgu değildi, o, düz mantığı her zaman aşmıştır; Aşk denklik falan gözetmiyor, o, hiçbir şey göz etmiyor; o, ortaya çıkıyor ve varlığını dayatıyor, o kadar!
Devletler, kontrollerine aldıkları muhalefet hareketlerini, ayaklanmaları ya da devrimleri, dışında kaldıklarından daha kolay engeller.
Aslında bu kanlı sargılarını çıkartıp göstermesi, düşünün çizik çizik yaralarla parçalanmış olduğunu açıklaması gerekiyordu ama yapamadı hayır, yaralarını gizlemek istediğinden değil, şimdi evdeyim hiçbir sevginin bir insanın döşünü böylesine parçalayabileceğine inanılmasının güçlüğünü bilmesinden ileri geliyordu bu
Sevgi, dalında olgunlaşan meyveye benzetilemez, sevgi kendisine zamanla ısınılan alışkanlıklara da benzemez. Sevgi, hayır, topraktan çıkan ağaç ve o ağacın meyvesi gibi bir şey değildir: onun kökü insanın kendinde bulunur, onun varlığı bir kez keşfedilirse de, o, orada, olgunlaşmış olarak keşfedilir. Sevginin alışkanlık olmadığını biliyor, alışkanlık haline gelen ya da insanın günlük, gündelik davranışları arasında yer tutmaya başlayan bir sevgi ve ancak böyle bir sevgi, dalında olgunlaşmış olan meyveye benzeyebilir, olgunlaştığı anda dalından kopup düşer: Sevgi için, daha baştan böyle bir akıbet tasarlamaya gelmez, çünkü o başlar ve sürer. Ne zaman başlamış olduğunu asla söyleyemezsin, yalnızca onun başlamış olduğunu bilirsin.
Aslında anlatacak bir şey yok, anlatacak bir şey yok, yaşanacak şeyler var
Gençlik demek ateş demek olmalıydı, ateş, yani aşk. Aşk, yani ıstırap. Bu pörsümüş sözcükler, şimdi ona ne anlatıyordu? Evet, sevmişti o da Ama sevmek, sevgilinin üstüne üstüne gitmeyi içeriyorsa, o, hem seviyor, hem bundan kaçınıyordu.
En iyisi kendi kendini güldürmeye çalışsın, başkası ona gülmeye başlamadan önce.
Sen şimdi diyorsun ki, madem tövbe edeceksin, öyle ise elinden geleni ardına koyma, elindeki bütün fesaketleri işle. İyi de, tövbe etmek için mi fesaket işleyeceksin?
Her tarafından Allah’la kuşatılmış olduğunu duyumsayan birisinin isyanını dile getirmek için O’na yönelttiği soru: Senin elinden nereye kaçayım! sorusu, cevabı olmayan bir soru ve sonucu alınamayan bir başkaldırıyı dile getiriyor: kaçacak hiçbir yer yoktur!
Madem ağladım, madem ağlıyorum, ağlayabiliyorum, öyle ise 1400 yıl önceki insanlarla benim aramda, o gün insanlarıyla şunlar arasında kesintisiz bir ilgi olmalı, değişmeyen, insanı sarsan, derinden kavrayan ilintiler olmalı diye düşünüyordu.
O, bir kuyuya düşmüş bulunuyor ama kuyudan çıkınca yolunun düşeceği yönün Mısır olup olmayacağı, Mısırda maliye nazırı olup olmayacağı belli değil.. bir Züleyha’sı var mı, belli değil. Yani hiçbir şey belli değil. Kuyunun ucunda ışık görünmüyor.
Sevgi olmasaydı diye düşünmek, bir balığın su olmasaydı hayat nasıl olurdu tasavvuruna benzerdi.
Nereye kaçsa
her yerde kendisiyle
etekleri tutuşmuş kendisiyle
başbaşa
artık kıskıvrak yakalanmıştır
kendisi tarafından
Ayağımı atsam leşlere dolanacak
ezik ezilmiş etleri pörtlemiş kanlı kızıl al
artık ne ileri gidebiliyor ne geri
kendisi ile başbaşa
Kendisi: yani ruhu: yani vicdanı
Bir yerlere gitmek, amacını şaşırmadan gerçeklik duygusunu yitirmeden gitmek. Durmamacasına gitmek. Bir anın içine sıkıştırabileceği hayatı buydu işte.
Ama atlasın artık, yorgundur, kızarmış gözleri örselenmiş kalbi hepsini bir araya getirmeye dayanamaz, onları, o unutulmuş kuyularda, düşlerinin labiretlerinde bıraksın. Şimdiye değin kaldıkları unutulmuşluklarına dokunmasın.
Çünkü reddetse sanki kıracaktı onu ve böyle bir şeyi istemiyordu, kabullenmekse kendini sonsuzca sürecek bir pişmanlığa atmak olacaktı.
/bir yerlere gitmek amacını şaşırmadan gerçeklik duygusunu yitirmeden gitmek durmamacasına gitmek/
Aşk, yani ızdırap.
O, kendinden kaçmayı yaşıyordu. Nasıl başarabildi bunu? Böyle bir şey yapılabilir miydi?
Makasları yanlış değiştirilen trenlere binmekten ve geldiği durakları bilmemekten usanmıştı
Kendisiyle baş başa, kendisi: yani ruhu: yani vicdanı.
Efendim; hakikat aramakla bulunmaz, ama onu bulanlar arayanlardır.
Bu, belki de bir rüyanın ardına düşmek gibi bir şey olacak.
Sevmenin hazırlığı mı olurmuş?
İnsan sevmeye başlar ve bitirir; burada bitirme, olgunlaştırma demek oluyor.
Sevgi olmasaydı diye düşünmek, bir balığın su olmasaydı hayat nasıl olurdu tasavvuruna benzerdi.
Sevgi olmasaydı diye düşünmek, bir balığın su olmasaydı hayat nasıl olurdu tasavvuruna benzerdi.
Sevgi olmasaydı Ah, böyle bir şeyi hayal etmek bile mümkün görünmüyordu.
Hayır, gözünü kör etmeye çalışma, gözün görsün ama sen onu denetle. Kulağını sağır etmeye çalışma, kulağın işitsin, ama onun işittiklerini denetlemeye bak.
Çünkü işlenmiş olan bir yanlış, bir topluluk içinde işleniyor ve o yanlıştan doğan, doğacak olan sonuçlar herkesi bir ölçüde ilgilendiriyor ve zarara sokuyor.
Hakikat neyle bulunur benim efendim? Onun rehberi sevgidir, onun rehberi sizin muhabbetinizdir.
Efendim, hakikat aramakla bulunmaz, ama onu bulanlar arayanlardır.
Efendim; hakikat aramakla bulunmaz, ama onu bulanlar arayanlardır.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir