İçeriğe geç

Kusma Kulübü Kitap Alıntıları – Mehmet Eroğlu

Mehmet Eroğlu kitaplarından Kusma Kulübü kitap alıntıları sizlerle…

Kusma Kulübü Kitap Alıntıları

Ertesi sabah işe gitmek üzere sokağa adımımı atar atmaz fark ettim; hayatım dediğim şey, o içi boş karmaşa ikiye bölünmüş, yerde yatıyordu. Dikkatle baktım: Sağda geçmişim dediğim büyük yenilgiler, solda gelecek denilen belirsizlik vardı.
Düş! Zihnimizin o kontrol edilemez akışkan duru mu. Düş kurmak saf bir mutluluk özlemi mi, yoksa mutsuzluğumuzun bir sonucu mu?
Düş kurmaya tiyatroda alışmıştım, ama sonra hapishanede vazgeçtim, dedim. Bana sorarsan mutluluk zararlı; uyuşturucu gibi alışkanlık yapıyor
Peki, neden ölmüyorum? Neden şu hayat dediğimiz ateşini yitirmiş magma, safra gibi deliklerimden akıp gitmiyor? Yakınmamalıyım; çünkü cevabı biliyorum: Tanrı’nın biçtiği küçük role razı oldum. Her uzun yolculuğun bir anında inanmasak da, kulu olmasak da Tanrı’yla karşılaşırmışız. Ben karşılaşmadım: Belki bir hayat edinemediğimden, belki de peşin sıra sürüklediğim şeyin Tanrı’nın ilgisini çekecek kadar parıltılı olmamasından. Benimki şekilsiz, amaçsız ve yönsüz; hiçlik dolu bir safsata.
Umudun iki güzel kızı vardır: Öfke ve cesaret. Öfke, olanlara dayanabilmek, cesaretse değiştirebilmek için..
Size şunu söylemek isterim ki, artık bu ülkede hırsız sözcüğü ile işadamı sözcüğü neredeyse aynı anlamı içermektedir.
Sen hiç bu kadar kendisi olmaktan korkan, kendisini şehvetle inkâr eden bir toplum gördün mü?
yalnızlıkla yoğrulmuş bir ıssızlığın ortasındaydım.
Hayat mutlu olmak içinmiş! Benimki mutsuzluğuma alışmaktan ibaret.
Seçecek olursan geçmişi seç. Çünkü geleceğin en parlak olanının bile sonu ölümdür. Hayat hayırsız bir sevgili gibi, onu en çok istediğin anda terk eder insanı
Hayat mutlu olmak içinmiş! Benimki mutsuzluğuma alışmaktan ibaret. Eğer hayat ölümümüze doğru akan, uzunluğu belirsiz bir ırmaksa, bana ait olana hiç bir kolun bağlanmadığını da söylemeliyim: Dar kanyonların arasına sıkışmış, coşkusuz ve yatağını derinleştiremeyen cılız bir akıntı benimki
Biz, birbirimizin hayatının aşkı değil, sabit fikriydik. Bunu ancak ölümüyle anlamış olmam ne aptallık Ya o? Sırtüstü denize doğru düşerken acaba o da bilmeceyi çözmüş müydü?
Yalnızlığa katlanamayan birisinin Tanrı’yı kıskanmaya yeltenmesi affedilmez bir budalalık değil mi sence?
Yaşamım sadece bir alışkanlık, soluk alıp vermekten ibaret olan bir alışkanlık artık..
Yoksullarla karşılaştığında verecek paran yoksa, en iyisi yüzlerine karşı bağırmaktır. Hafife alınmadıklarını, önemsendiklerini düşünsünler diye. Zenginlerle karşılaştığında ise onları mutlu etmek istiyorsan, servetlerini hatırlat..
Bir an önce yazmaya başlamalısın, dedim. Yoluk kaşları havaya kalkmıştı. Neden mi? Aklındakiler zehirli; ve gerektiğinden fazla düşünce var kafanda. O kalın kafan, supabı bozuk düdüklü tencere gibi. Yakında patlayacak. Onlardan kurtulmalısın. Sorunun bu. Benden söylemesi
İnsan kendine acımaktan vazgeçince gerçek acımayı öğreniyor olmalıydı.
Hiçbir şey! Çünkü hayatım diyebileceğim bir şey yoktu; bomboştum. Sanırım bu yüzden tekrar yüzeye çıktım; içi boş şeyler asla batmaz değil mi?
‘Nefret ettiğimiz birisinin ölümüne katlanabiliriz ‘
Ben insanlaşıyorum, ama ya Tanrı? Tanrı sağır; Tanrı kör; Tanrı bunak. .. Yoksulları duymuyor, bebekleri görmüyor, acılarımızı unutuyor
Balıklar on beş saniyede unutuyor; insanlarınki belki daha uzun sürüyor, ama sonunda mutlaka unutuyorlar
Yalnızlığa katlanamayan birisinin Tanrı’yı kıskanmaya yeltenmesi affedilmez bir budalalık değil mi sence?
Yaşlılık dediğimiz, bedenin paslı ihaneti. İçki işte bu pası dağıtıyor.
Zenginlerle karşılaştığında ise onları mutlu etmek istiyorsan, servetlerini hatırlat..
Hem savaşları askerler değil, generaller kazanır.
Gerçek ve büyük yazarlar ruhlarımızın yüceliğinin ve sefaletinin
ressamı olmayı seçenlerdir
Sonra onunla karşılaştım: Şeytanla. Bana armağanların en büyüğünü, kötülüğü getirmişti
Kimse kimseye karşılıksız iş, aş vermez ve kimse bizi, biz istemeden özgürleştiremez, özgürleştirmez.
Anlamıyor musunuz? Bu toplum, üretmek değil, avanta istiyor. Tercihlerini sırala diyorlar, özgürlüğü en alta yazıyor. Uzun vadeli değil; her zaman kısa vadeyi gözetiyor. Avrupa macerası da özetle bu: Avrupa bize para verecek, biz de kestirmeden zengin olacağız.
Size şunu söylemek isterim ki, artık bu ülkede hırsız sözcüğü ile işadamı sözcüğü neredeyse aynı anlamı içermektedir.
Bebeklerin sütü yoktu, bunlar kuş sütü içiyorlardı; gümüş bok kutusuna sıçan kedileri bile Hepsi bu.
Gerçeğe ulaşmak için kendimizi kuşku fırınında pişirmeli, sonra da ruhumuzun iskelesinden denizlere uğurlayabilmeliyiz
Aklındakiler zehirli; ve gerektiğinden fazla düşünce var kafanda. O kalın kafan, supabı bozuk düdüklü tencere gibi. Yakında patlayacak. Onlardan kurtulmalısın. Sorunun bu. Benden söylemesi
Ahlakımızı geliştirmeliydik, geliştiremedik oysa. Aksine budayıp, güdükleştirdik: Evlilik ya da sadakatle sınırlanmış bir ahlak, eninde sonunda iktidarsızlığa dönüşmeye mahkumdur. İyilik, kötülük ve cezalar
Her uzun yolculuğun bir anında inanmasak da, kulu olmasak da Tanrı’yla karşılaşırmışız. Ben karşılaşmadım: Belki bir hayat edinemediğimden, belki de peşim sıra sürüklediğim şeyin Tanrı’nın ilgisini çekecek kadar parıltılı olmamasından. Benimki şekilsiz, amaçsız ve yönsüz; hiçlik dolu bir safsata
Yalnızlıkla yoğrulmuş bir ıssızlığın ortasındaydım.
Umudun iki güzel kızı vardır: Öfke ve cesaret. Öfke, olanlara dayanabilmek, cesaretse değiştirebilmek için.
İnsan, eğer insan kalacaksa, taraf tutmak zorundadır
Şimdi geride bıraktıkları yıkıntıları terk edip aş arayan torunlarına, sakın gelme, diyorlar. Sizi soyarak edindiğimiz zenginliğimizi, yemeğimizi sizinle paylaşmayacağız, diyorlar. Durmadan tıkınıyor, sonra da zayıflamak için bu gezegenin üstündeki açlığı kökünden ortadan kaldıracak kadar çok para harcıyorlar.
Bu toplum, üretmek değil, avanta istiyor. Tercihlerini sırala diyorlar, özgürlüğü en alta yazıyor. Uzun vadeli değil; her zaman kısa vadeyi gözetiyor.
Aşk, günahkarlığın bağrında boy atar, zinayla gelişip büyür, ihanetle de olgunlaşır. Şehvetse yaratıcılığın mahmuzudur; şehveti olmayan bir yazar hiçtir
Bir an önce yazmaya başlamalısın, dedim. Yoluk kaşları havaya kalkmıştı. Neden mi? Aklındakiler zehirli; ve gerektiğinden fazla düşünce var kafanda. O kalın kafan, supabı bozuk düdüklü tencere gibi. Yakında patlayacak. Onlardan kurtulmalısın. Sorunun bu. Benden söylemesi
Yaşamım sadece bir alışkanlık, soluk alıp vermekten ibaret olan bir alışkanlık artık.
Hayat ummuyorum; umduğum cansız düşlerimle birlikte sığabileceğim bir mezarlık.
Her insan -sevsin sevmesin ölümünden az önce yeniden annesinin çocuğu olmak ister.
Her uzun yolculuğun bir anında inanmasak da, kulu olmasak da Tanrı’yla karşılaşırmışız. Ben karşılaşrnadım: Belki bir hayat edinemediğimden, belki de peşi sıra sürüklediğim şeyin Tanrı’nın ilgisini çekecek kadar parıltılı olmamasından. Benimki şekilsiz, amaçsız ve yönsüz; hiçlik dolu bir safsata
“Onu sevmemizin nedeni de kimseninkine benzemeyen bu hayal gücü değil mi? Çiçeklere mendilden çadır yapan birisine nasıl kızarız?”
Popülerlik, toplumun budalalığıyla beslenen bir şeydi.
“Mine bu akşam sana bir kez daha aşık olacak,” dedim. “Kalıbımı basarım.”
“Ciddi misin? Ölecek gibi görünmüyorum, değil mi?”
İçim burkuluyordu, ama ciddiydim. “Ciddiyim,” dedim. “Bin yıl yaşayıp, bin kadın sevecek birine benziyorsun.”
Güldü. “Sadece Mine,” dedi. “Bin yıl onu isterim.”
Yuh! İyi diye anılmayı, iyilikten yüksek tutana, yuh!
Baba, altıncı yaş gününün ertesinde küçük kızıyla annesini terk ediyor. Tam da ona hayran kızı, onun için okuyacağı uzun, çok uzun bir şiiri, yarım saatte ezberine almayı başardığında. Baba birden böyle ortadan yok olunca kız şiiriyle yapayalnız kalıyor. Sonra kız, aylarca babasını görmüyor. Aylarca, her gece babası döndüğünde okuyacağı o uzun, çok uzun şiiri unutmamak için, duvara karşı ezbere tekrarlıyor.
Nihan, Dillere destan bir yalısı var diye devam etti. Bir arkadaşından ona miras kalmış! Anlaşılan yalı Hayalet’ten Hayalet’e geçiyor. Profili aradığımız adama çok uyuyor. Fotoğrafı masaya bıraktı. Kahve pişirse Neye, sonunda somut bir şey ele geçirdik.
Senden başka kim var bu işin içinde?
Hiç kimse? Şaşırmıştı. Başkası olduğunu da nereden çıkardın?
Söylediklerinden, dedim. Aradığımız, geçirdik kız, dik Çoğul eki bunlar.
Yalnızım.. Lafın gelişi Yalan söylemeyi beceremeyen gözlerine baktım. Öyle bakıp durma. Dedim ya, yalnızım.
Belki de birisiyle konuşuyorsun. Gözleri büyüyordu. Öfkelenecek! Öfkesine aldırmadan sodum: Fethi’yle mi?
Onunla, demedi.. Kimseyle konuşmuyorum; saçmalama.
Hayat mutlu olmak içinmiş!

Benimki mutsuzluğuma alışmaktan ibaret. Eğer hayat ölümümüze doğru akan, uzunluğu belirsiz bir ırmaksa, bana ait olana hiç bir kolun bağlanmadığını da söylemeliyim: Dar kanyonların arasında sıkışmış, coşkusuz ve yatağını derinleştirmeyen cılız bir akıntı benimki

Ayaktayken olduğundan büyük görünmesinin nedeni iri laflar etmesindendi..
Çoğumuzun bu gezegenin üstündeki durumu sadece bir kalma,tutunma sorunuymuş; ‘Varkalış’ yani.
Ve bazılarımız ideallerle yetinirlermiş; bir hayal edinemediklerinden
“Mine bu akşam sana bir kez daha aşık olacak,” dedim. “Kalıbımı basarım.”
“Ciddi misin? Ölecek gibi görünmüyorum, değil mi?”
İçim burkuluyordu, ama ciddiydim. “Ciddiyim,” dedim. “Bin yıl yaşayıp, bin kadın sevecek birine benziyorsun.”
Güldü. “Sadece Mine,” dedi. “Bin yıl onu isterim.”

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir