İçeriğe geç

Kurutulmuş Felsefe Bahçesi Kitap Alıntıları – Salâh Birsel

Salâh Birsel kitaplarından Kurutulmuş Felsefe Bahçesi kitap alıntıları sizlerle…

Kurutulmuş Felsefe Bahçesi Kitap Alıntıları

Nedir, kendinize ille de bir dost bulmak isterseniz onu kitaplar arasında aramalısınız. Her şeyden herkesten vefasızlık gelir, kitaptan uzaklaşmak istese, onunla arkadaşlığını yavan bulmaya başlasa bile, bilir ki o kitap canciğer oluşlarından önce neyse, sonra da odur. Kendisine hiçbir kötülük yapmayı düşünmez.
Bütün sanatçılar bunu yapıyor. Yüreklerini , gözlerini, kulaklarını , ellerini , ayaklarını satıyor. Sizse yaşamında bir şeyler dağıtmaya, kara bağırlarından bir şeyi bölüştürmeye çalışan sanat­çıların kaba etine sunturlu bir tekme indirmek için köşelerde bekliyorsunuz.
Söylemesi ayıp sayılmazsa,sanat eğitimi hükümetlerin başlıca görevi olmalıdır..
Şeytanın yattığı yeri bilenlerin dostu vardır, elifi mertek Sananların yoktur..
Bir kitap kurdunun bildiği şeyleri kimselerin bilebilmesine olanak yoktur..
Uyanık bir okur şunu bilmelidir ki, bir öykünün doğruluğu ve güzelliği sonuyla hiç ilgili değildir..
Her şeyden, herkesten vefasızlık gelir, kitaplardan gelmez..
Okuyan dert bağlar, okumayan dört bağlar.
Biraz daha filozofcasını istersen : Okuyanın dostu olmaz..
Ey kendi havasındaki okur!
Bil ki insanlar berberlere aynalar için giderler..
Kendinize ille de bir dost bulmak isterseniz, onu kitaplar arasında aramalısınız..
( )

Parababalarının dostu vardır, cebideliklerin, atletlerin,adembabaların,ölüp ölüp dirilenlerin, kapı baca açık yatanların, yüreğine ateş düşenlerin, canını dişine takanların, yüzüstü bırakılanların, meydan dayağı yiyenlerin, bastıbacakların yoktur.
..Kalantorların dostu vardır, sıfırı tüketmişlerin yoktur.
..Şeytanın yattığı yeri bilenlerin vardır, elifi mertek sananların yoktur.
..Onun için şimdiye değin kimsenin çıkıp da: ” Ben Fil Hamdi’nin dostuyum ” dememiştir.

..Yo Salah Birsel, sen de burada bir soluk al bakalım. Dünyada ”gerçek dost ” diyebileceğimiz kişiler de vardır. Max Brod, Kafka’nın dostu ise, Daniel Manfreid, Gaugin’in dostudur. Bizim o pırıl pırıl Ziya Osman’ımız ise Cahit Sıtkı’nın dostudur. Ama bunlar iki elin parmağını biraz aşacak bir azınlıktadır. Üstelik bunları kral ve padişah saraylarında aramamak gerekir.

..Şu da bir gerçek ki, dost postuna sarılanlar da çeşit çeşittir. Kimileri yıllar boyu nice bin adama bağlı kaldıktan sonra, gün gelir onlardan uzaklaşmak isterler. Ortada hiçbir neden olmasa da yaparlar bunu. Çünkü, bir yerde dostluklardan da bıkılır. Hem insanın bir yaştan sonra başını dinlemesi, harran gürrandan elini eteğini çekmesi de yararlıdır.
Kaldı ki dostlar arasında zamanla beliren görüş ayrılıkları, yaşama biçimleri de onları birbirlerine yabancılaştırır. Gençliklerinde aynı bağın üzümünü yiyen, aynı şeylere değer gösteren insanlar yaşları ilerledikçe yüreklerini başka türlü soğutmanın ayaklarına yatarlar. Cahit Sıtkı şöyle diyecektir:

”Dostlarla da yollar ayrıldı bir bir
Gittikçe artıyor yalnızlığımız ”

( )

– Benim dostluklarla yitirilecek vaktim yoktur.

Marcel Proust

Kendinize ille de bir dost bulmak isterseniz onu kitaplar arasında aramalısınız. Her şeyden, herkesten vefasızlık gelir, kitaptan uzaklaşmak istese, onunla arkadaşlığını yavan bulmaya başlasa bile, bilir ki o kitap canciğer oluşlarından önce neyse, sonra da odur. Kendisine hiçbir kötülük yapmayı düşünmez.
Daha başlangıçta Rousseau gibi kendi kendinin dostu olur, kendinden başka kimseye bel bağlamazsan sonunda düş kırıklığına uğramazsın. Kimse seni faka bastıramaz, kimse yakışıksız işlere kalkışamaz. Kalkışsa da kendisi boğuntuya gelir.
Dostlarla da yollar ayrıldı bir bir
Gittikçe artıyor yalnızlığımız

-Cahit Sıtkı

Parababalarının dostu vardır, cebideliklerin, atletlerin, adembabaların, ölüp ölüp dirilenlerin, kapı baca açık yatanların, yüreğine ateş düşenlerin, canını dişine takanların, yüzüstü bırakılanların, meydan dayağı yiyenlerin, bastıbacakların yoktur.
Gelsin altınlar, gitsin gümüşler.
Can dostları sadece bunların sesini sever.
Ben dostluktan çok dostluk sözünden irkilirim.
Dostum! Ne demek o! Birinin önüne yem dökmek ki baştan ayağa.
Dürümünü bu aynalı, bu tavlı sözlerle ayarlamak isteyenler oldu mu, onların sesini işitmekle dudağım yarılır.
– Ama Celeste, okumak gerek!
– Ey Salâh Birsel’in kulağı, şunu iyice kap ki, yer-gök götürmez kitaplar olsun, pazarlama yöntemleri olsun bir yerde okurların canını kaldırtsa da giderek öfkesini kabartır. Onları kitaptan soğumaya iteler. Bir kez onlardan yüz çevirince de değil Hüseyin Rahmi’nin çağımız yazarlarının kitaplarını bile okumaz. Okusa da anlamaz. Anlasa da anlatamaz. Eh, bir kitap da anlatılmayacak olduktan kelli ne diye okunmalı? Zaten memleketimizin büyükleri: Gülmeyeceksen gülme, okumayacaksan da okuma! buyurmuşlardır. Bunun daha alengirlisi de vardır: Okuyan dert bağlar, okumayan dört bağlar. Biraz daha filozofçasını istersen: Okuyanın dostu olmaz.
Gecelik takkemi önüme koyup günümüz okurlarının durumunu düşündüm. Doğrusunda, okurların kurbağaya saldıran yayın balığı örneğince, gıdıklarına yapışan milyonlarca kitabı, değil okumaya, adlarını saptamaya bile vakitleri yoktu. Oysa her dakika yeni yeni yazarlar, yeni yeni kitaplar fırlıyordu piyasaya. Kitapçı rafları artık almadığından kitaplar kaldırımlarda sürükleniyordu. Öte yandan, kitap pazarlama yöntemleri de öylesine gelişmişti ki bir kitabın daha birinci baskısı tükenmeden, on beşinci baskısı raya konuyordu. Okurlar da belki eklemeler yapılmıştır diye -kimi zaman gerçekten bunlara bir iki sözcük ekleniyordu- bu yeni baskıları da almak zorunda kalıyorlardı.
Jung’a göre asıl bilgi doğanın kendindedir. Ne var, insan onu, ancak zamansal koşullar elverdiği vakit kavrayabilir.
Fotoğrafçılar da mutluluğa çok bağlıdır. Mutlu olmayan, ya da belli bir mutluluk maskesi altına sığınmayan insanları resimlerle ölümsüzleştirmek istemezler.
Ben sizin her şeyinizim, siz benim hiçbir şeyim değilsiniz.
Doğrusu fotoğraflar, özellikle de tarihsel fotoğraflar geçmiş günlere, tiride dönmüş anılara çiftetelli oynatır.
Nahit Sırrı Örik’in büyükannesi Ayşe Sıdıka Hanım’a sorarsanız, o da size yana yakıla aynaların ikiyüzlülüğünden açar.
Ama o, kırk dokuz yaşında kanser tuzağına düşmüş, bütğn güzelliğini de yitirmiştir.
Bu yüzden bir gün, yolunu kesen bir boy aynasının suratına tükürecek ve şöyle bağırmaktan çekinmeyecektir.
– Tuh, Allah belanı versin teccal karı!
Ah, benim hınzır belleğim! Onun kırmadığı ceviz mi kalmıştır? Akşam yemeğinden sonra bana Melih Cevdet’in şiirlerini peşkeş etmişse, iki saat sonra, tam Henry Miller’i okurken, Cemal Süreya’nınkileri öne sürmüştür. Ertesi sabah ise bunların ikisini se bir yana iterek Behçet Necatigil’i, Edip Cansever’i ya da Refik Durbaş’ı sergilemiştir. Yalnız belleğimin iyi bir yanı da vardır: Kötü bir ozanı hiç mi hiç yaklaştırmamıştır yanıma. Bu yüzden, yaşantım boyunca çok acı kahveler de içmişimdir. Yayıncılara ya da dergicilere giden yolları hep bu kötü ve içi karanlık ozanlar tuttuğu için, bunlar kendi şiirlerini umursamayan birini odak noktalarına ulaştırmamak için çok Hafız Burhan’lı plaklar çalmışlardır.
İnsanlar evsiz, barksız yaşar da aynasız yaşayamaz.
Aynalar öyle bir tek sarar ki insanın içini kaplayan yolların tümü bu telden geçer.
– İnsan yüreğini satmalı. Ben de bunu yaptım.

Fitzgerald

– Menekşe ve gül kurusu bir gökyüzü altında, uçsuz bucaksız gökdelenler boyunca arabayla uçup gittiğim bir günü anımsıyorum. O gün bir dana gibi böğürmüştüm. Çünkü dilediğim her şeye kavuşmuştum. Çünkü bir daha bu denli mutlu olamayacağımı biliyordum.

Scott Fitzgerald

Dünyada en gerçek, en hurdasız şey de yaşamak! Ama kaçımız onun azıklarına merhaba diyor?
Evler, eşyalar, sokaklar böyledir.
Biri gelip de onları darmadağın etmezse, eskiden kendi kucaklarında yaşamış, şimdilerse ortada görünmeyen kişilerin yaşantılarını uzatmaktan bir an geri kalmazlar.
Ey kadın, Neron’un taş parçası kalbini senin serzenişlerin, gözyaşların mı yumuşatacak?
En yararlı davranış, en geçerli yol gülmeye güldürmeye büyük bir yer ayıran «eğlen -gör-işit yöntemi»dir. Yalnız, insanların bu yöntemi bulabilmeleri için daha bir beş bin yılın geçmesi gerekir. Bu arada onlar eğlenceyi küçümsemekten vazgeçmeye de alışmalıdırlar.
Ferdi Tayfur ise Paris Kontu Henry’nin tıpkısıdır..
Parababalarının dostu vardır, cebideliklerin, atletlerin, adembabaların, ölüp ölüp dirilenlerin, kapı baca açık yatan­ların, yüreğine ateş düşenlerin, canını dişine takanların, yü­züstü bırakılanların, meydan dayağı yiyenlerin, bastıbacakla­rın yoktur. Kalantorların dostu vardır, sıfırı tüketmişlerin yoktur. Şeytanın yattığı yeri bilenlerin vardır, elifi mertek sananların yoktur.
yüzünden hiç eksik etmediği o 24 ayar gülücüğüyle oradan uzaklaşmıştı
Clébert çorbanın insan besininin temeli olduğuna inanır. Şu söz onundur: – Çorbanın yokluğu yıkımdır
Eh, bir kitap da anlatılmayacak olduktan kelli ne diye okunmalı? Zaten memleketimizin büyükleri: Gülmeyeceksen gülme, okumayacaksan da okuma! buyurmuşlardır. Bunun daha alengirlisi de vardır: Okuyan dert bağlar, okumayan dört bağlar. Biraz daha filozofçasını istersen: Okuyanın dostu olmaz.
Ben kafamın içindekini yaşa­rım
Ben berberlerde gözlerimi aynadan ayıramam. Bir kenarda sıramı beklerken aynaların büyüsüne kap­tırırım kendimi
Kimse az buçuk gürültü, patırtı yapmadan kalabalıktan ayırt edilemez
Ben dostluktan çok dostluk sözünden irkilirim
Diyeceğim, gönül işlerinin, beden isteklerinin cezası hep taşa tutulup keşkek edilmek midir?
İnsan yüreğini satmalı. Ben bunu yaptım.
Kendinize ille de bir dost bulmak isterseniz onu kitaplar arasında aramalısınız.
Benim dostluklarla yitirilecek vaktim yoktur.
Kalantorların dostu vardır, sıfırı tüketmişlerin yoktur.
İnsanın en iyi dostu, ölmüş olan dostudur.
Dünyada en gerçek, en hurdasız şey de yaşamak!
Ne denilmiştir? Bulgular ceht işi değil, baht işidir.
Bilimin amacı araştırmadır, şunu ya da bunu tanıtlamak değil.
Unutmayalım, hangi yaşta olursanız olun deniz çağırır.
Öte yandan, her şeyi bütün çıplaklığıyla anlatacaklarını söyleyenler bile ancak işlerine geleni anlatırlar.
Hepsi en iyi dostlarım benim. Yalnızlığımı unutturmuşlar kimi zaman. Kimi zaman da o yalnızlığımı büsbütün artırmışlar. Yaşamın anlamını duyurmuşlar bana, anlamsızlığını da
Bizim o pırıl pırıl Ziya Osman’ımız ise Cahit Sıtkı’nın dostudur.
Japonlar çiçeğe gösterdikleri saygı oranında ruhlarının yüceliğine inanırlar. Onlara göre, doğanın özüne yakın olmak, insana da yakın olmaktır.
Doğrusu fotoğraflar, özellikle de tarihsel fotoğraflar geçmiş günlere, tiride dönmüş anılara çiftetelli oynatır.
Aynalar öyle bir tel sarar ki insanın içini kaplayan yolların tümü bu telden geçer.
Ben berberlerde gözlerimi aynadan ayıramam.
Bir kenarda sıramı beklerken aynaların büyüsüne kap­tırırım kendimi.
Söylemesi ayıp sayılmazsa, sanat eğitimi hükümetlerin başlıca görevi olmalıdır. Çünkü kötülüklerin beşiği olan kara karanlık sadece bilgiyle aydınlatılmaz, onun bir de sanat ürü­nüne yönelik sevgiyle pekiştirilmesi gerekir.
— Kendimi çokça beğenmek bana güç katmıştır.
— Yalnızlık insanı gençleştirir.
Her şeyden, herkesten vefa­sızlık gelir, kitaplardan gelmez.
Parababalarının dostu vardır, cebideliklerin, atletlerin, adembabaların, ölüp ölüp dirilenlerin, kapı baca açık yatan­ların, yüreğine ateş düşenlerin, canını dişine takanların, yü­züstü bırakılanların, meydan dayağı yiyenlerin, bastıbacakla­rın yoktur.

Kalantorların dostu vardır, sıfırı tüketmişlerin yoktur.

Şeytanın yattığı yeri bilenlerin vardır, elifi mertek sananların yoktur.

Gerçi bağnazlar 1919 yılında ortaya içki yasağını çıkar­mışlardır ama bu yasak hiçbir işe yaramamıştır. Daha ön­ceki yıllarda içilen içki, yasaktan sonra daha da artmıştır.
Ölümünden birkaç ay önce 15 ciltlik romanının sonuna Bitti sözcüğünü oturttuktan sonra rahatlar ancak. O vakit hizmetçisine şöyle diyecektir:
-Romanım bitti. Artık ölebilirim Celeste.
Dostlarım, dostluk diye bir şey yoktur
Jung, düşbilime yeni çaplar, sınırlar kazandırmış­tır. O, düşlerinde, düş gören insanlar görecek kadar bu bilimi Şı­kırdımlaştırmıştır. İşin inceliği, bu insanlar da aralarında masa topu oynarcasına Jung’u görürler düşlerinde

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir