Uğur Mumcu kitaplarından Kürt-İslam Ayaklanması kitap alıntıları sizlerle…
Kürt-İslam Ayaklanması Kitap Alıntıları
-Şeyh Sait
4 Ocak 1927 günü Ankara’daki İngiliz Büyükelçisi Sir D.Cleck, Dışişleri Bakanı Austen Chamberlain’e şu raporu gönderiyordu:
“Tarihte yalnız İngiliz İmparatorluğu ayrılıkçı güçlere kendisini uydurarak kendi yapısını koruma hünerini gösterebilmiştir. ( ) Türkiye’nin doğusundakilerin kültür düzeyleri o kadar düşüktür ki, Türkler’in bunları kolayca asimile etmelerine olanak yoktur. Ekselansları, bunları, Amerikalılar’ın Hinduları’na benzetti. Sanıyorum Ekselans, Kızılderilileri kastediyorlardı. Kürtler’in, Türkler’in ileri kültürü ile yarışmalarına ekonomik bakımdan güçleri yetmeyenleri kaybolup gidecekler.”
Şeyh Sait Ayaklanması bastırılmış, ancak Musul İngilizler’in eline geçmişti.
Bu rapordan sonra Milletler Cemiyeti Meclisi 16 Aralık günü kararını verdi: Musul, İngiltere mandasındaki Irak’a bırakılmıştı.
Türkiye bu karara karşı direndi. Ancak, Hükümet, o günlerde, birbiri ardından başlayan ayaklanmalarla meşguldü.
Nasturi Ayaklanmasından sonra Şeyh Sait Ayaklanması başlamıştı. Şeyh Sait Ayaklanmasını Reçkotan ve Raman Ayaklanmaları izlemişti. 1925’de Sason Ayaklanması patlak veriyordu. Reçkotan Ayaklanmasından sonra 16 Mayıs 1926 günü 1’inci Ağrı Ayaklanması, 26 Mayıs 1927’de de Mutki Ayaklanması başgöstermişti.
Türkiye bu koşullarda 5 Haziran 1926 günü İngiltere ile anlaşma imzalamak ve Musul’u terketmek zorunda kalıyordu. Anlaşma gereği olarak Türkiye’ye Musul petrolleri üzerindeki hakkı karşılığı olmak üzere 500.000 sterlin ödenecekti.
görüşteydi:
“- Halkının çoğunluğu cahil olan, kısmen de göçebe hayatı yaşayan, kuvvetli ırki ve dini inaçları bulunan bir ülkede plebisit yapılamaz.”
*plebisit: referandum
“Gerekirse eşkiyayı Londra’ya kadar takip edeceğiz!..”
İsmet Paşa, yakın arkadaşı Kâzım Karabekir’e birdenbire
“Kâzım, Musul boş İşgal ediversene!..” diyordu.
Olmazsa savaş!
Musul’u alacak komutan bile kafasında hazırdı: Kâzım Karabekir!
“- Fena yaptık. Bundan sonra iyi olur inşallah ”
Gömleğini giydirdiler. Sessizce yürüdü. Sehpaya çıktı. Şeyh Sait son nefesini verirken alkış sesleri yükseldi, infazda bulunanlar, Şark istiklâl Mahkemesi’nin kararını alkışlıyorlardı.
Bütün idam hükümlüleri teker teker asıldılar. Ayaklanma bastırılmıştı.
Mahşer gününde adil yargıçlarımızla değil öldürdüğün masum çocuklar, ocaklarını söndürdüğün biçarelerle muhakeme edileceksin.
Şeyh Sait mırıldanıyordu:
Boynuzsuz keçinin ahını boynuzludan alırlar.”
– Ne o doğrudur, ne o. Bunu kim söylemişse yalandır.
– Asker-i Rum nedir?
– Biz Kürtler, Türk askerlerine asker-i Rum deriz. Tabirdir, öyle deriz.
14 Nisan günü Şeyh Sait, Şeyh Abdullah, Binbaşı Kasım, Şeyh Galip, Kargapazarlı Reşit ve Timur Ağa, Sabikan bölgesindeydiler. Karabel, Kirvas ve Çıpan köylerinde gecelediler. Şeyh Sait, İran’a geçmeyi düşünüyordu. Binbaşı Kasım ise teslim olunması gerektiğini savunuyordu.
Gün yeni ağarmıştı. Saat 5.30’da Kürt istiklâl Cemiyeti kurucuları Kürt Miralayı Cibranlı Halit Bey, Bitlis eski Milletvekili Yusuf Ziya Bey, kardeşi Teğmen Ali Rıza, Yusuf Ziyanın damadı Faik Bey ile Molla Abdurrahman Bitlis’te kurşuna dizildiler.
9 Mart günü Diyarbakır postanesine Londra’dan postalanmış zarflar geldi. Adres ilginçti: Kürdistan Kraliyet Harbiye Nazırlığı!!.. Zarfların içinden İngiliz silah fabrikalarının katalogları çıktı.
Kürt ayaklanması bundan daha iyi koşullarda patlak vermezdi. Ayaklanma, Türkler’in Musul üzerindeki iddalarını araştıran komisyonda Türkler’in kendi topraklarındaki Kürtler arasında bile huzuru sağlayamayacağını gösterecekti.”
21 Mart, Nevruz günüydü.
Kürt aşiretleri, Türkkeşlik köyünde 7 Mart 1921 günü 13 Türk köylüsünü öldürmüşler, İmranlı bölgesinde on köyü yağma etmişlerdi, Kangal’ın Topardıç, Suşehri’nin Karacaviran ve Yoncalı köyleri de saldırıya uğramıştı.
Merkez Ordusu, 11 Nisan 1921 günü ayaklanmacıların üstüne yürüdü. Kürt aşiretleri ile Merkez Ordusu arasında büyük ve kanlı çarpışmalar oldu. Bu çarpışmalardan sonra ayaklanma 17 Haziran 1921 günü tümüyle bastırıldı. Alişan ve Haydar Beyler de teslim oldular.
İngiltere’nin İstanbul’daki’ Yüksek Komiser Yardımcısı Amiral Webb’den Dışişleri Bakanı Lord Curzon’a gönderilen 19 Ağustos 1919 günlü raporda bu amaç açık açık yazılıyor:
“Amerika, Trabzon ve Erzurum’u içine alan bir Ermenistan’ı himaye edecek. Geri kalan dört ili de bir Kürt devleti olarak İngilizler’in himayesine bırakıyor ”
Müsteşar Hohler, 27 Ağustos 1919 günü Londra’ya şu görüşü bildirir: “Kürt Sorununa verdiğimiz önem Mezopotamya bakımındandır. Kürtler’in ve Ermeniler’in durumları beni hiç ilgilendirmez ”
“Binbaşı Noel, Kürt şefleriyle görüş birliğine varırsa, bundan büyük faydalar sağlayacağını söylüyor. Bunlar, İstanbul’da Abdülkadir ve Bedirhan ile daha az önemli bazı kişilerdir. Bunlar, şüphe uyandırmamak için Noel’den ayrı olarak Kürt bölgesine gidecekler. Türkler, Paris’teki Sulh Konferansı’na Kürtler’in de geleceğinden korkuyorlar. Kürtler henüz Mustafa Kemal’e karşı ayaklanmadı. Noel, bunu başaracağından emin..
Kürt aşiretleri ile Merkez Ordusu arasında büyük ve kanlı çarpışmalar oldu. Bu çarpışmalardan sonra ayaklanma 17 Haziran 1921 günü tümüyle bastırıldı
“Mahkemenin adaletine ve yasalara uyacağına inanınız.”
-Şeyh Sait
“Ben adalet istemiyorum. Merhamet, atıfet istiyorum. Adalet uygulanırsa benim halim nice olur?”
yaşamak istedik, Atatürk ile beraberdik, biz de beraber yaşıyoruz.
Bu fikri bugün bizzat devleti kuranlar yıktılar. Tabii. Şeyh Sait ile beraber yargılanıp cezalandınlanlar tepki gösterecekler. Bu onların en tabii haklarıdır.
Ama Şeyh Sait ile değil Atatürk ile beraber olanlar da beraberce horlanınca tepki büyüdü. Bugün Türkiye’deki Kürtler, eğer, nasyonalist akıma girmişlerse, onların öğretmeni Atatürk’tür.»
İngiliz gizli belgelerinde ayaklanmanın Türk hükümetince düzenlendiği yolunda savlara da rastlanıyor.
Ayaklanmadan sonra tek parti yöntemleri ve İstiklal Mahkemesinin «şiddet hükümleri» ile laik düzenin yerleştirilmesi yolu da açılmıştı
— Şeyh Said : Krallık falan bizim niyetimizde yoktu. Amacımız Şeriat ahkamını uygulamaktı.
Ben ne başkanlık kabul ederdim, ne de elimden gelirdi.
Avukat tutulmayan, Yargıtay yolu kapalı olan, verilen idam kararlarının iki gün içinde infaz edildiği astığı astık, kestiği kestik Şark İstiklal Mahkemesinde! Şeyh Sait’in duruşması 26 Mayıs günü Diyarbakır sinema salonunda başlıyordu.
Evet, Kasım Bey bir hükümet ajanıdır!
Mr. Lindsay belki de en önemli telgrafını 27 Şubat 1925 günü çekiyordu.
Mr. Lindsay’ın yeni Dışişleri Bakanı Austen Chamber-lain’e gizli telgrafı şöyleydi:
«— ..dün Nusret’e basında ve resmi bildirilerde Kürt Ayaklanmasını İngiltere’nin entrikalarına bağlanmasının üzerinde durduğumuzu bildirdim.Bunları ileri sürenlerin bu savlara inanıp inanmadıklarını bilmiyorum.
Ancak, ayaklanmayı hazırlayanların İngiliz yetkililerden yardım sağlama girişimlerinin karşılıksız kaldığı ve yardım isteklerinin geri, çevrildiğini kendisine bildirdim.Türk yetkilileri,tutuklularının sorgularında bu gerçekleri hiç kuşkusuz anlayacaklardır»
«İsmet Paşa Hazretlerine şunu bildiririm ki, yirminci yüzyılda kuşku ve kuruntularla millet yönetilmez!»
Türkiye bu karara karşı direndi.
Ancak, Hükümet, o günlerde, birbiri ardından başlayan ayaklanmalarla meşguldü.
Nasturi Ayaklanması’ndan sonra Şeyh Sait Ayaklanması başlamıştı. Şeyh Sait Ayaklanması’nı Reçkotan ve Raman Ayaklanmaları izlemişti.v 1925’de Sason Ayaklanması patlak veriyordu.
Reçkotan Ayaklanması’ndan sonra 16 Mayıs 1926 günü 1. Ağrı Ayaklanması, 26 Mayıs1927’de de Mutki Ayaklanması başgöstermişti.
Türkiye bu koşullarda 5 Haziran 1926 günü İngiltere ile anlaşma imzalamak ve Musul’u terketmek zorunda kalıyordu.
— Baylar; tekke ve zaviyeler ile türbelerin kapatılması ve bütün tarikatlarla şeyhlik, dervişlik, müritlik, çelebicilik, falcılık gibi birtakım sanların kaldırılması ve yasak edilmesi de Takrir-i Sükun yasası yürürlükte iken yapılmış işlerdir.
(sait) — Boynuzsuz keçinin ahım boynuzludan alırlar.
(Mürsel paşa) — Din kalktı; diyorsun, namazını kılmıyor muydun? Camilerde ezan okunmuyor muydu?
Şeyh Sait, kimsenin namaz kılmasına, oruç tutmasına karışılmadığını söyledikten sonra ekliyordu: — Ahmet Zihni Bey’in Fütuhat-ı İslamiye’sinde yazılıdır. Mehdi’nin hurucunda üç yüz bin asker vereceklerdir. Anlaşılıyor ki, Türkiye, kıyamete kadar İslamiyeti koruyacaktır.
Bir süre düşündükten sonra başını eğip mırıldanıyordu:
— Fena yaptık.. Bundan sonra iyi olur inşallah.. Gömleğini giydirdiler.
Sessizce yürüdü. Sehpaya çıktı. Şeyh Sait son nefesini verirken alkış sesleri geliyordu. İnfazda bulunanlar. Şark İstiklal Mahkemesinin kararını alkışlıyorlardı.
Bütün idam hükümlüleri teker teker asıldılar. Ayaklanma bastırılmıştı.
Cumhuriyet hükümetinin azimli ve kesin hareket ve Cumhuriyet ordusunun öldürücü darbeleriyle ayaklanmanız, gericiliğiniz derhal yok edildi. Ve hepiniz yakalanarak hesap vermek üzere adalet huzuruna çıkarıldınız.
Herkes bilmelidir ki, Cumhuriyet hükümeti, fesat ve irticaa her türlü lanetli faaliyetlere kesin suretle göz yummayacağı gibi hatta kesin önlemler ile eşkiya eylemlerine yer vermeyecektir. Yıllardan beri şeyhlerin, ağaların, beylerin baskısı altında sömürülen, eriyen, inleyen, can ve ırzları şeyhlerin, beylerin, ağaların keyfine kurban edilen bu bölgenin zavallı halkı sizin fesadınızdan ve kötülüğünüzden kurtularak Cumhuriyetimizin feyizli ilerleme ve mutluluk vaad eden yollarda yürüyerek, refah ve mutluluk içinde yaşayacaktır.
Siz de döktüğünüz kanların, sömürdüğünüz ocakların cezasını adalet sehpasında hayatınızla ödeyerek hesap vereceksiniz.
İşte Cumhuriyet’in sert fakat adil yasalarının hükmü budur»
(mahkeme) — Kasım Bey, sen anlat.. Şeyh Sait, Piran’a giderken neler söyledi, neler yaptı?
(Kasım) — İşittiğim odur ki, Şeyh Sait, din için kıyam farz oldu demiş. Bir Türk öldürmek, yetmiş gavuru öldürmekten daha üstündür, demiş.
(mahkeme) — Şeyh Sait Efendi, sana din bunu mu emretti? Şeyh Sait susuyordu!
(saİT) — Hayır, şahsi menfaat umumi menfaata tercih edilmez, Şeriata aykırıdır.
(mahkeme) — Ya sen, Şeyh Şerife yazdığın bir mektupta nefsin her şeyden mukaddes olduğunu yazıyorsun:
(Şeyh Şerif Efendi’ye;
Selam ve dualar eylerim. Fişeklerin noksan ve yokluğundan cepheyi Belkini dağına aldım. Bu tarafta asker-i rum ziyadedir. Eğer helakimiz mucip bir mani yoksa Karacagöl’den geri çekileceksiniz. Ve bir miktar kafi kuvveti bize göndereceksiniz. Ve Şeyh Hüseyin ile beraber güzelce yazarsınız.
Dersim, ne haldedir? Lehimize veya aleyhimize mi?
Bugün bizim hayatımızı düşün. Kimsenin hayat ve malını düşünme. Biz mahvolduktan sonra başkalarının hayat ve malı bize ne faydadır? Nefis, başkalarından önce gelir)
(saİT) — Evet, o da islam askeridir. Kıyam fikrimize cihattır.
(saİT) — O da cihattır.. Farzdır..
(mahkeme) — Yunan bütün memleketimizi çiğnerken bu topladığınız dört bin kişi ile neden Yunan üzerine yürümediniz?
(saİT)— O zaman yine giderdik. Vaktimiz yoktu. O zaman biz çok perişandık. Vaktimiz olsaydı durmazdık. Balkan muharebesinde hazırlandık. İstemediler. Bu muharebede göçmendik, yoksulduk.
— Türkiye’nin doğusundaki illerin bir kısmında bütün dünyanın çeşitli şekillerde öğrendiği bir ayaklanma olayı vardı. Ayaklanma, hiç kuşku yok ki, yıllardan beri içerden ve ayaklanma alanı dışından gelen yönlendirmeler ve düşüncelerle eşkıya hareketinin fiilen gözükmesiyle ortaya çıkmıştır. Ayaklanma olayı, iddianamede anlatıldığı gibi sanki Peygamber dininin yükselmesi perdesi altında meydana getirilmiştir. Oysa asıl amaç, Türk vatanının belirli bir kısmını ana yurttan ayırmak, vatanın birlik ve beraberliğini bozmaktır.
Huzurunuzda bulunan Hınıslı Şeyh Sait, yüzlerce, binlerce askerin, halkın, malını canını yokeden hareketleri fiilen yönetmiş ve hepsini etkilemiş bir vatan hainidir.
Kazım Karabekir
Şeyh Sait, ayaklanmanın bu kadar çabuk başlayacağını beklemiyordu. Ancak ok yaydan çıkmıştı.
İki gün önce de kardeşleri Şeyh Mehdi ve Şeyh Tahir. Serdi Köyü’nden geçmişler ve Genc’e gelerek postaneyi basmış, kasada ne buldularsa, bunları alıp götürmüşler ve telgraf hatlarını da kesmişlerdi.
Ayaklanma başlamıştı.
«— Esselamün-aleyküm, rahmetullahi ve berekatühü, tehülhamd, velminne. Hidayeti rabbani ile dini mübini Ah-medi’yi kafir olan Mustafa Kemal’in yedi zulmünden kurtarmak amacıyla hareket edildi. Bu gaza ve cihadın mezhep ve tarikat ayrımı yapılmaksızın (la ilahe illallah Mu-hammedün resulullah) diyen bütün müslümanlar üzerine farz olduğundan eskiden beri memleketimizde büyük bir gayret ve yiğitlik sahibi olan müslüman aşiretinizin de şeriatı getirmek için cihada katılacağınıza eminim.
Ya Eyyühelensar!
Dinimizi ve namusumuzu bu dinsizlerin elinden kurtaralım. Size istediğiniz yerleri verelim. Bu dinsiz hükümet sizi de kendisi gibi dinsiz yapacaktır.
Bunlarla cihad farzdir»
«— Kurulduğu günden beri islam dininin temellerini yıkmaya çalışan Türkiye Cumhuriyeti Reisi Mustafa Kemal ile arkadaşlarının Kur’an’ın ahkamına aykırı hareket ederek Allah ve Peygamber’i inkar ettikleri ve İslam Halifesini sürdükleri için gayrımeşru olan bu idarenin yıkılmasının bütün islamların üzerine farz olduğu..»
«— Doğu ulusları üzerinde miskinlik ve esaret bağlarını birer birer çözerek bağımsızlık ve özgürlüğe koşuyorlar. Dünya büyük bir devrim içinde yeni olaylar doğuruyor. Bunlara rağmen otuz asırlık bir tarihe sahip bulunan Kürt ulusu, hâlâ Türklerin esareti altında yaşıyor. Asırlardan beri cepheden cepheye, meydandan meydana Allah için koşan Kürtler, bugün birkaç serserinin ihtiras ve baskısının aracı oluyor.
(..) Irak, Suriye ve Filistin gibi Türk ülkesine göre birer avuç olan ülkeler de bugün özgür ve bağımsız yaşarlarken Süleymaniye dağlarından ta Karadeniz kıyısına kadar uzanan yirmi milyon insanı bağrında besleyen bu kıtanın beş-on ihtirasperver, Yahudi dönmesi türediye bende ve uşak olması ne feci ve utanılacak bir durumdur.
Ey büyük Selahattin’in cesur evlatları! Tarihin saygıyla sakladığı çağdaş cesareti gösterecek zaman da gelmiştir. Kutsal hilafet makamını kaldırarak kutsal dini yokeden birkaç Yahudinin zulüm ve baskısından kurtulacak tarihin şanlı sayfalarını yeniden açacak genç Kürtlerin hareketi bekleniyor.
Çerkezleri, Rumları, Ermenileri, Arnavutları ve Arapları birer birer yok eden, hor görülen ve yoksul bölgelere süren muhtaris Türk siyasetinin son kurbanı olmadan zengin yurtlarınızdan, yeşil dağlarınızdan ve verimli yaylalarınızdan ayrılarak değersiz ve uyuşuk mahvoidan uyanınız ve ulusunuzu kurtarınız, ey Kürdistan’ın kahramanları!
Dilinizi, dininizi, mülkiyetinizi yok eden ve kendi kendine açıkça dinsiz cumhuriyet diye ortaya çıkan kudurmuş harisin oyuncağı olan ve sizin ananıza esaret zincirini takmaya çalışan kansız ve halsiz adamlara inanmayınız. Ve onların yalanlarına inanmayınız. Yedi asırlık bir saltanatı ve kutsal halifeliğin koruyucuları olan Osmanlı hanedanını çırılçıplak yabancı ülkelere kovan Ankara pek yakında Kürt ırkının mallarına, namus ve servetine aç kurtlar gibi saldıracaktır.
Ey cesur Kürt ulusu. Bu feci sonucu şerefli tarihimizde bir leke gibi sürmeden gözlerinizi açınız ve Allah’ın kitabını inkarcılardan ayrılınız.
Bağımsızlığı için çarpışan ve uğraşan Yahudilerden olsun örnek alın ve otuz asırlık görkemli geçmişe siyah lekeler sürmekten kaçının. Esaret altında yaşayan yalnız Kürt ulusu olduğunu göstermekten utanmayın ve ölerek, öldürerek, kurtuluş ve esenliğinizi, bağımsızlık ve özgürlüğünüzü kurtarınız.
Kongrede şu karar alınmıştı:
«1 — En geç Mayıs 1925 tarihine kadar bir ayaklanma başlatılacak.
2 — Gerekli dış destek İngiliz, Fransız ve Ruslardan sağlanacak.» Yabancılardan yardım alma önerisine bazı üyeler karşı çıkınca. Şeyh Sait, «yabancılardan yardım almanın mubah olduğunu» anlatmıştı.
«— ..Musul’u da kendi topraklarımız içine alan sınıra ulusal sınır demiştim.
Gerçekten o zaman Musul’un güneyinde bir ordumuz vardı. Fakat biraz sonra bir İngiliz kumandanı gelmiş ve İhsan Paşa’yı aldatarak orada oturmuş4. Musul bizim için çok önemlidir. Birincisi, Musul’da sınırsız servet oluşturan petrol kaynakları vardır.» Musul’un ulusal sınırlar içine alınmasını gerektiren ikinci nedeni Gazi Paşa şöyle açıklıyordu:
— ..İkincisi onun kadar önemli olan Kürtlük sorunudur. İngilizler, orada bir Kürt hükümeti kurmak istiyorlar. Bunu yaparlarsa, bu düşünce bizim sınırlarımız içindeki Kürtlere de yayılır. Buna engel olmak için sınırı güneyden geçirmek gerekir..
12 Eylül 1924 günü başlayan ayaklanmada İngiliz askerleri de görev almışlardı.
«— Kürt meselesi hakkında sizin fikrinizi biliyorum. Daha kesin bir karara varmanız için bunu yazıyorum. Damat Ferit bana geldi, sulh anlaşmasına göre Kürtler ayrı bir devlet olacaklar.
Kürt liderleri, Mustafa Kemal’i sevmezler. Çünkü o bolşevikliği getirmek istiyor. Siz Mustafa Kemal’den nefret ediyorsunuz, çünkü, o sizin yaptığınız anlaşmayı kabul etmiyor. O halde Kürtleri Mustafa Kemal’e karşı kullanalım, dedi»
«— Mr. Hohler Kürt meselesi hakkında Kürt Başkanı olan Şeyh Sait Abdülkadir Paşa(Seyit Abdülkadir) ile görüştü. Kürtler bütün ümitlerini İngiliz hükümetine bağlamış durumdalar. Bu ara Mustafa Kemal gittikçe tehlikeli olmaya başlıyor.
Kuvvetler, Kürtleri Mustafa Kemal Pa-şa’ya karşı kullanmak için para ödemeye hazırdırlar »41 Aynı amacı sergileyen bir İngiliz belgesi de 26 Aralık 1919 tarihli ve 966/633 sayılı.
«— Kürt kabileleri İngiliz ve Fransız hakimiyetine konacak, Kürdistan’da hiçbir şekilde Türk bırakılmayacak. Bir tek Kürt devleti mi, yoksa birçok Kürt devleti mi kurulacağı düşünülecek. Ermenilere Amerikalılar kanalıyla silah sağlanacak.» Amiral Sir F de Robeck 26 Mart 1920 günü Dışişleri Bakanı Lord Curzon’a şu bilgileri veriyordu:
«— Kürdistan, Türkiye’den tamamen ayrılıp özerk olmalıdır. Ermeniler ile Kürtlerin çıkarların! bağdaştırabiliriz..
İngiltere’nin İstanbul’daki Yüksek Komiser yardımcısı Amiral Webb’den Dışişleri Bakanı Lord Curzon’a gönderilen 19 Ağustos 1919 günlü raporda bu amaç açık açık yazılıyor:
«— Amerika, Trabzon ve Erzurum’u içine alan bir Ermenistan’ı himaye edecek. Gerikalan dört ili de bir Kürt devleti olarak İngilizlerin himayesine bırakıyor..» Müsteşar Hohler, 27 Ağustos 1919 günü Londra’ya şu görüşü bildirir:
«— Kürt sorununa verdiğimiz önem Mezopotamya bakımındandır. Kürtlerin ve Ermenilerin durumları beni hiç ilgilendirmez »
28 Kasım 1919 günü Mr. Kidston’dan Londra’ya gönderilen raporda şunlar yazılıyor:
«— Kürtlere her ne kadar inanmazsak da onları kullanmamız çıkarlarımız gereğidir..»
Ali Galip, Mustafa Kemal’in kendisini tutuklatmak istediğini öğrenir. Öğrenince de Malatya Mutasarrıfı Halil Rami ve Hacı Kadir Ağa’yı alarak Urfa üzerinden Halep’e kaçar.
«Mustafa Kemal Türk Lenin’i olarak tanımlanıyor» Noel’in gezileri sürerken 23Temmuz 1919 günü Erzurum Kongresi toplanmış, Harbiye Nazırı Nazım Paşa, 15. Kolordu Komutanı Kazım Karabekir’e gönderdiği 30 Temmuz 1919 günü gizli telgrafla Kongrede başkanlığa seçilen Mustafa Kemal ve Rauf Bey’in tutuklanmalarını istemişti.
Mustafa Kemal ve arkadaşları yollarına devam ederler. İkinci durak Sivas’tır.
Erzincan’dan Sivas’a geçerken bir haber alırlar:
«Dersim Kürtleri boğazı tuttular, geçiş tehlikelidir» Binbaşı Noel’in Elazığ Valisi Ali Galip ile birlikte Sivas Kongresi’ni basacakları öğrenilir.
Bu «Kürt Lawrence»i için üçüncü ve önemli görev, Kürtlerdi.
Noel, Tatarları ayaklandırmak istemiş, ancak Londra buna izin vermemişti.
Noel, şimdi hükümeti izin verir ve desteklerse Kürtleri ayaklandıracaktı!
Bu iş için de bir aile seçmişti:
Bedirhaniler.
«— Amerika, Trabzon ve Erzurum’u içine alan bir Ermenistan’ı himaye edecek, gerikalan dört ilde bir Kürt devleti olarak İngilizlerin himayesine bırakılıyor»
Ancak İngiltere’nin işi güçtü.
çünkü,Seyit Abdülkadir de Van ve Erbil bölgesinde bir Kürt devleti kurmayı tasarlıyordu. Yeğeni Sey-yit Tana, Simko ve Bedirhan kardeşler de Kürt devletî kurma peşindeydiler. Şeyh Mahmut ve Paris’teki Kürt delegesi Şerif Paşa da aynı sevdanın düş dolu umut yolcularıydı
İngilizler o günlerde Mardin’in güneyinden başlayan Bitlis ve Van illerini içine alan ingiltere’nin korumasında bir Kürdistan devleti kurmayı planlıyordu.
Erzurum ve Trabzon’un da ABD koruması altında Ermenilere verilmesi düşünülmüştü.Amerikan Cumhurbaşkanı Wilson’un yayınladığı 14 ilke de Kürtlere devlet kurmak için yeşil ışık yakıyordu. Wilson, Osmanlı İmparatorluğunun geleceği ile ilgili şu sözleri Ermeni ve Kürt liderlerini umutlandırmışti:
«— Bugünkü Osmanlı İmparatorluğu’nun Türk bölgelerinde egemenlik ve güvenlik sağlanacak, fakat bugün Türk tahakkümü altında bulunan öteki milletlerin de mutlak bir yaşama güveni ve hiçbir surette incinmeden kendi başlarına gelişmek hususunda imkanlar verecektir..»
Bu cemiyeti, aralarında. Bedirhanzade Emin Ali Bey, Mithat Bey, Kamil Bey, Bediüzzaman Sait Bey ve Dr. Abdullah Cevdet’in bulunduğu İstanbul’daki Kürt aydınları kurmuşlardı.
Öte yandan Kürtlerin arkalarında buyuk devlet olmadıkça varlıklarını sürdüremeyecekleri düşüncesinde olduklari izlenimi elde edinilmektedir.
Kürdistan yeni bir ögedir. Geleceği Sykes-Picot Antlaşması ile çizilmiş değildir, diyor ve Kürdistanda çeşitli madenlerin bulunduğunu ileri sürüyordu.