Jack London kitaplarından Kurt Hücumu kitap alıntıları sizlerle…
Kurt Hücumu Kitap Alıntıları
&“&”
İki büyük dürtü hissediyordu içinde: boyun eğmek ve savaşmak.
Hayat, başka hayatlarla yaşamını sürdürüyordu.
Şu anda önlerindeki mesele aşktı ve aşk, yiyecek bulmaktan daha amansız, daha acımasız bir meseleydi.
Bundan böyle görünüşe aldanmayacaktı. Bir şeye güvenmeden önce, ona dair gerçekleri öğrenmeliydi.
Etten, kemikten bir tanrıya sahip olma karşılığında kendi özgürlüğünden feragat etmişti.Yiyecek, ateş korunma ve dostluk, tanrısından aldıklarından bazılarıydı.Karşılığında da tanrının mülkünü koruyor,bedenini savunuyor,onun için çalışıp ona itaat ediyordu.
Varoluşun en mükemmel anlamını ancak bu şekilde verebilirdi çünkü hayat, ne yapmak için donanımlıysa, en çok onu yaparken zirvesine ulaşır.
Yasalara uymak, acıdan uzak olmayı sağlar ve mutluluk getirirdi.
İnsan yenildiğini düşünürse, yarı yarıya öyle sayılır."
yavru kurt insanlar gibi düşünseydi, hayatı, doymak bilmez bir iştahı doyurmaya çalışmak olarak özetlerdi. dünyayı ise takip eden ve edilenin, avlayan ve avlananın, yiyen ve yem olanın bir sürü arzu ve iştahıyla dolu; düzensizlik ile şiddetin, açgözlülük ile kıyımdan ibaret bir kaosun acımasız, plansız ve sonsuz bir rastlantıyla birlikte tamamen körlemesine ve karmaşa içinde hüküm sürdüğü bir yer olarak görürdü.
Vahşi doğa hareketi sevmez.yaşam onun için bir hakaret niteliğindedir çünki yaşam hareket demektir;vahşi doğa hareketi yok etmeyi amaçlar.
Kişinin kendi doğasının emirlerine karşı gelmesinin kaçınılmaz sonucu o doğanın kendi içine doğru geri tepmesidir.Bu geri tepme ,deriden dışarı doğru büyümeye güdümlenmiş bir kılın doğasına aykırı şekilde geriye dönüp derisinin içine doğru büyümesine benzer-iltihaplı,sancılı,ıstırap veren bir şeydir."
İnsan yenildiğini düşünürse, yarı yarıya öyle sayılır."
… insan ruhunun kendine boş yere yüklediği ne kadar aşırı değer, ne kadar sahte heyecan, ne kadar nafile yücelik varsa, üzümün suyunu çıkarır gibi ezerek çıkarıp alıyordu onlardan.
Doğal olarak bundan böyle her şeyin dış görünüşüne karşı sonsuz bir güvensizlik içinde olacaktı. Bir şeye inanması için önce onun iç yüzünü, gerçeğini öğrenmesi gerekecekti."
Sevgi denen şeyi hiç tatmamıştı."
Yavru kurt insanlar gibi düşünseydi, hayatı, doymak bilmez bir iştahı doyurmaya çalışmak olarak özetlerdi.
İnsan yenildiğini düşünürse, yarı yarıya öyle sayılır.
Yaşamın binlerce yüzü vardı."
Çünkü bütün bilinmeyen şeyler onda büyük bir korkuya yol açıyordu.
“Her insanın bazı hakları vardır. Ama sen insan değilsin. Sen bir canavarsın.”
Bir kimse kişiliğine uymayan bir şeyi yapmaya zorlanamaz.
Güzel Smith’te korkakların zalimliği vardı. Kendisine lafla veya yumruğuyla meydan okuyanların karşısında el etek öperek salya sümük ağlayıp sızlanır, bunun intikamınıysa kendinden zayıf yaratıklardan alırdı.
Kendi türlerinin onunkinden farklı olduğunu hissediyorlardı ki düşmanlık için tek başına bile yeterliydi bu.
İki tür yaşam vardı; kendine ait hayat ve diğerlerinin hayatı.
Nefes aldığı ortam nefretle, kötülükle yüklüydü ve bu durum, onun içindeki nefreti ve kötülüğü büyütmekten başka bir işe yaramıyordu.
Bir ferdi olduğum insanlık, ah ne kadar az idi gerçekten; derinliklerine erişemediği yeraltı ile sonsuzluğa uzanan gökyüzü arasındaki dünyasında, ancak basabildiği toprakla ve varabildiği menzille sınırlıydı; ne kadar âciz, bilgisiz ve çaresizdi!
“ Yaşam, yaşamın üstünden geçiniyordu. Yiyenler ve yenenler vardı. Yasa da şuydu: Ye, yoksa seni yerler. “
Sert bir sınır olarak mağaranın duvarı, annesinin burnuyla sertçe dürtüklemesi, yine onun pençesiyle vurup kendisini yere sermesi ve birkaç kez yaşadığı açlık dönemlerinde bir türlü doyuramadığı karnı, dünyada sonsuz özgürlük diye bir şeyin olmadığını, hayatın bazı kısıtlamaları ve sınırları olduğu duygusunu yerleştirmişti ona. Bu sınırlamalar ve kısıtlamalar, yasalardı. Yasalara uymak, acıdan uzak olmayı sağlar ve mutluluk getirirdi.
Zayıfı ez, güçlüye boyun eğ.
Onun gördüğü dünya, vahşi ve zalimdi; herhangi bir sıcaklık barındırmayan; sevmelere, okşamalara, şefkate ve ruhların ışıltılı yumuşaklığına yer vermeyen bir dünyaydı."
Ne zaman ne olur asla bilinmezdi çünkü canlılar söz konusu olunca olaylar bir şekilde hep farklı gelişirdi."
Bir şeyin neden öyle olduğuna kafayı takmazdı. Nasıl olduğunu bilmek yetiyordu ona…
Korku ve bilinmeyenin gizleri, yaşama tutkusunu arttırıyordu.
&”Dişisine kötü davranan tek hayvan insanoğludur.&”
Kaderini başkasının ellerine bırakmak, varoluşun sorumluluğunu devretmek demekti. Telafisi de kendi içindeydi bu bedelin çünkü başkasına dayanmak, tek başına durmaktan her zaman daha kolaydır."
Burası ıssız, cansız, hareketsiz hatta ruhuna hüznün bile çökemeyeceği kadar yalnız ve terk edilmiş bir yerdi.
Öylesine yalnız ve soğuktu ki, ruhunda kedere bile yer yoktu.
İnsan yenildiğini düşünürse , yarı yarıya öyle sayılır
&‘Ye! Yoksa yenirsin.
Yenileceğini söyleyen adam yarı yarıya yenilmiş demektir.
“yenileceğini söyleyen adam yarı yarıya yenilmiş demektir.”
İnsanların ellerinden çektiği bütün fenalıkları bir günde unutmasına imkân yoktu.
…ama bundan sonra acıdan kaçtı çünkü artık acının acıttığını biliyordu.
Vahşi hayatın aşk yapma yöntemi buydu ; doğada çiftleşme trajedisi , sadece ölenlerin trajedisiydi. Hayatta kalan için bu bir trajedi değil , başarmak ve isteklerini hayata geçirmek demekti.
Sesinde iyilik vardı.
Sevgisini ifade ederken asla abartıya kaçmadı
Sevgisi bir tür tapınmayı andırıyordu; sağır, dilsiz, sessiz ve çılgınca bir hayranlıktı.
Ya yersin ya da yem olursun.
Öldürmenin şehvetine kapılmıştı.
Kaderini başkasının ellerine bırakmak, varoluşun sorumluluğunu devretmek demekti. Telafisi de kendi içindeydi bu bedelin çünkü başkasına dayanmak, tek başına durmaktan her zaman daha kolaydır."
Ama insanlar sözlerinin dinlenilmesine, buyruklarına anında boyun eğilmesine alışıktılar."
Oysa büyümek hayat demekti ve hayatın yazgısı hep ışığa gitmekti.
Her şeyin göründüğü gibi olmadığına karar verdi…..
Bir şeyden emin olabilmesi için,önce gerçeği öğrenmek zorunda kalacaktı."
Bir şeyden emin olabilmesi için,önce gerçeği öğrenmek zorunda kalacaktı."
… çünkü bilinmezlik korkuyu meydana getiren en temel unsurlardan biridir."
Ancak bu topraklarda yaşam da vardı, hem de dirençli bir yaşam.
Bir şeye inanması için önce onun iç yüzünü, gerçeğini öğrenmesi gerekecekti.
Oysa büyümek hayat demekti ve hayatın yazgısı hep ışığa gitmekti.
Bütün korkaklar gibi o da acımasızdı. Diş geçiremediği insanların yumrukları ve küfürleri karşısında sus pus olur, ama kendinden zayıf birini buldu mu intikamını ondan alırdı.
Gündüzler alacakaranlık , geceler simsiyahtı.
Ne zaman ne olur, asla bilinmezdi. Her an her şey olabilirdi.
Kısık ve sabır yüklü gözlerle güneşin altında…
SEN YEMEZSEN,SENİ YERLER.
İnsan yenildiğini düşünürse, yarı yarıya öyle sayılır…
Onun gördüğü dünya, vahşi ve zalimdi; herhangi bir sıcaklık barındırmayan, sevmelere, okşamalara, şefkate ve ruhların ışıltılı yumuşaklığına yer vermeyen bir dünyaydı.
Sevgisini, duyduğu hayranlığı ortak etmişti, ama bunu sözle asla belirtmiyordu.
Sevgisini belirtmek için hiçbir zaman çılgınlık yapmaya kalkışmamıştı , zaten bu da adeti değildi.
Uygarlığın bu karışık, belirsiz ve çetrefilli karmaşasının istediği en önemli şey kontroldü, kendini dizginleyip sınırlamaktı; benliğin, havada uçuşan incecik bir örümcek ağı gibi hassas, titrek, mütereddit ve temkinli ama aynı zamanda çelik kadar sert ve katı olmasıydı.
Hayatın bin yüzü var…
İnsan yenildiğini düşünürse, yarı yarıya öyle sayılır…
Yaptıklarının nedenlerini araştırma zahmetine kimse girmiyordu. Sadece sonuçlarını görüyorlardı…
Bir kimse kişiliğine uymayan bir şeyi yapmaya zorlanamaz…
Büyüme ise yaşamdır ve yaşamın alınyazısında hep ışığa doğru koşmak vardır.
Hayvanlar düşünmekten ziyade hissederek haraket eder…
• Dişisine kötü davranan tek hayvan insanoğludur…