Jack London kitaplarından Kurt Dölü kitap alıntıları sizlerle…
Kurt Dölü Kitap Alıntıları
Bizim aklımızın eremeyeceği, bizim adalet anlayışımızın çözümleyemeyeceği şeyler de var bu dünyada. Burada kimin haklı, kimin haksız olduğuna biz karar veremeyiz- yargılamak bize düşmez.
Erkek kısmı kadın kısmına layık olduğu değeri nadiren gösterir, en azından, kadının eksikliğini hissedinceye kadar. Dişi cinsin soluduğu havayı ciğerlerine çekmemiş erkek, bir dişinin içinde yaşadığı havaya varlığıyla nasıl bir tazelik katabileceğini asla bilemez.
Ölü evinin sessizliğinde bir merhamet duygusunun dolaştığı hissedilir; bu açıklanmasa, söylenmese bile insanın çevresinde dolaşanların soluk alıp verişleri Acılı insanı koruyucu kanatları altına alan acıma duygusunu ona aktarmaya yeter.
Erkek, en azından onlardan mahrum kalana kadar, kadınlara hak ettikleri değeri vermez.
Erkek kadının kıymetini ondan yoksun kalmadıkça nadiren bilir.
Kuluçkaya yatmış toprağın sonsuz huzuru; her kalp atışını bir küfürmüş gibi gösteren korkunç sessizlik; müthiş ve ifade edilemez, ne sözcüklerin ne de düşüncelerin kavrayabileceği bir şeyleri savunurmuş gibi yükselen o vakur orman.
Çılgın yıllarım oldu ama kalbim doğru yerdeydi.
Doğanın insanı acizliğe ikna edecek pek çok numarası vardır.
Bizim bilgeliğimizden daha ulu şeyler vardır, bizim adaletimizden daha öte.
Hayat bir kumardır ve biz de oyuncularız.
Onların katlanmadığı şey gelecek korkusuydu, içinde bulundukları an değil.
Kurt ölse bile dişlerinin arasında kurbanlarının eti kalır.
Kurdun yasasını duyun: Bir kurdun canını alırsanız, bedelini on kişi öder.
Erkek, en azından onlardan mahrum kalana kadar, kadınlara hak ettikleri değeri vermez.
Doğanın insanı acizliğe ikna edecek pek çok numarası vardır
laf yarıştırma konusunda erkeklerin üçünü de yaya bırakmıştı. Adamlar, kendilerine baskın çıkan kadının karşısında saygıyla eğilip onun yalnız güzelliğine, zekâsına, nüktedanlığına değil, kadınlarda doğuştan var olan, ama erkeklerin bir türlü tanımlayamadığı o gizemli dişilik gücüne de şapka çıkarmışlardı.
Erkekler, eksikliği herkesin gözüne batan arkadaşlarının arkasından her ne kadar kendi aralarında sövüp saysa da, dışarıya karşı ser verip sır vermeyen bir tutum takınırdı –kadınların tutumu ise tam tersiydi.
Yaradılışları gereği erkekler dillerini tutmasını pek bilmez; onların patavatsızlığı yüzünden kadınların çektiği üzüntünün haddi hesabı yoktur –çağlar boyu bu böyle süregelmiştir.
Onu tanımanın en iyi yolu onunla aynı tabakta yemek yemek,aynı yorganın altında uyumaktır.
Bir ferdi olduğum insanlık, ah ne kadar az idi gerçekten; derinliklerine erişemediği yeraltı ile sonsuzluğa uzanan gökyüzü arasındaki dünyasında, ancak basabildiği toprakla ve varabildiği menzille sınırlıydı; ne kadar âciz, bilgisiz ve çaresizdi!
Erkek kısmı kadın kısmına layık olduğu değeri nadiren gösterir; en azından kadının eksikliğini hissedinceye kadar.
Konuşmak yerine eylemde bulunmalı, kelimelerin yerine gerçek duyguları sarf etmeliyiz.
Yıllar çok acımasızca geçti ancak bunca yıldır yüreğim hep doğruluğu seçti.
Hayat bir kumardır ve bizde oyuncularız .
Erkek kadınının kıymetini, ondan yoksun kalmadıkça, nadiren bilir.
Erkek kısmı kadın kısmına lâyık olduğu değeri nadiren gösterir; en azından kadının eksikliğini hissedinceye kadar.
İletişim çatışmalarının bir başka kaynağının ise “İlişki Tükenmişliği” olduğu düşünülmektedir. Uzun süre devam eden çatışmalardan sonra karşınızdaki kişiyle anlaşamadığınızı fark edersiniz. İlk tanıştığınızda ilişkiniz ne kadar renkli ve eğlenceliydi. Daha sonra eleştiriler, küçümsemeler arttıkça ilişki tükenmişliği ortaya çıkar. İlişkiden dolayı kişi kendisini yorgun, tükenmiş, çaresiz, yalnız hisseder. Bu durum aile ya da romantik ilişkilerde sıkça rastlanır. Sorunlu ebeveyni ile uzun süre iletişim kuran kişiler bir zaman sonra tükenmeye başlar. Romantik ilişkilerde ise tükenmişlik ayrılıklarla sonuçlanır.
Zira hayat bir kumardır, oyuncuları da insanlar. İnsanlar varını yoğunu binde birlik şansa güvenerek kumara yatırır, ama sen o binde birlik şansı da ortadan kaldırırsan, kimse kumar oynamaz.
Tahrik edildiğinde dövüşmeyen adamı alçak olarak nitelendirseler de eyleme geçildiğinde dövüşmek yanlış görünüyordu.
Kalbinizi açmak için, kendinizi değişime açmalısınız. Görü- nürde sağlam dünyada yaşayın, onunla dans edin, meşgul olun, eksiksiz yaşayın, bütünüyle sevin ama yine de bunun geçici ol- duğunu ve sonuçta tüm formların çözülüp değiştiğini bilin.
Kendi kendime, ölmüşlerin kavgasını doğacak olanların sürdürmesinin yanlış olduğunu düşündüm, bunu haksız buldum. Ama halkım, böyle gelmiş böyle gider dedi, bende yeni yetme olduğumdan ses çıkaramadım.
Bu ölü dünyanın tekinsiz ıssızlığı içinde bir benek gibi yol alan insanoğlu, buradaki tek canlının kendisi olduğunu düşünerek cüretinden ötürü ürperir, hayatı bir larva kadar değersiz görünür gözüne. İster istemez garip düşünceler üşüşür beynine ve evrenin gizlerini açıklayabilecekmiş gibi bir kuruntuya kapılarak bunları dile getirmeye çalışır.
İki Kızılderili zerre kadar korkmadıkları halde uslu uslu itaat ettiler; çünkü onların katlanamadığı şey gelecek korkusuydu, içinde bulundukları an değil.
Böyle bir girişimde bulunmasının nedeni, kendini kaptırdığı amansız çarkın dişleri arasında durmamacasına öğütülmekten bıkmış olması ve büyük tehlikeleri göze alarak aynı oranda büyük ödüllere kavuşmak istemesiydi.
Uyum sağlama yeteneği gelişmiş, her kalıba kolayca girebilen kişiler için böyle bir değişiklik eğlenceli bile olabilir.Oysa büyüyüp yetiştikleri ortamın özellikleri içlerine işlemiş olanlar için -kaskatı bir kalıbı benimsemiş kişiler için, ortam değiştirmek dayanılmaz bir şeydir; bu tür insanlar, özelliklerini anlamadıkları yeni ortamın yaşamlarına getirdiği kısıtlamalar karşısında madden ve manen çöker. Bu çöküş sürecinin yarattığı etkiler ve tepkiler de her yönüyle felakete yol açabilir. Yeni ortama uyum sağlayamadığını gören kişinin yapacağı en doğru iş, bir an önce memleketine dönmektir; eğer dönmekte biraz fazla gecikecek olursa, ölmesi kaçınılmazdır.
İnsan eğer uzak bir ülkeye gitmek üzere uzun bir yolculuğa çıkıyorsa, o güne dek öğrendiği pek çok şeyi unutmaya ve gideceği ülkede yaşayabilmenin temel koşullarını oluşturan bir sürü yeni alışkanlıklar edinmeye kendini hazırlamalıdır; gideceği uzak ülkede yalnız eski ülkülerini ve eski inançlarını bir kenara itmekle kalmayıp, kişiliğini biçimlendiren davranış kurallarını da çoğu kez ters yüz etmek zorunda kalacağını bilmelidir.
Tüm yaşamı boyunca sevgiye hasret kalmıştı. Doğası sevgiye açtı. Varlığının en temel arzusuydu bu. Buna rağmen hayatını onsuz sürdürmüş, sonucunda da katılaşmıştı. Sevgiye ihtiyaç duyduğunu bilmezdi. Şimdi de bunu bilmiyordu. Bildiği şey sadece, sevgiyle hareket eden insanların onda bir heyecan uyandırdığıydı. Sevginin inceliklerini, yüce ve olağanüstü olduğunu düşündü.
Kaba kuvvete başvurarak düelloyu önleyebilirlerdi ve içlerinden gelen de buydu zaten; ancak bireysel haklar ve özgürlükler konusundaki inançları, içlerinden geldiği gibi hareket etmelerine engel oluşturuyordu. Uygar dünyada çoktan terk edilmiş kaba ve yalınkat bir ahlak anlayışıyla, her bireyin göze göz, dişe diş demek hakkı bulunduğunu kabul ederlerken, öte yandan da Bettles ve McFane gibi iki yakın arkadaşın ölümcül bir düelloda karşı karşıya gelmesini içlerine sindiremiyorlardı. Hakarete uğradığı halde dövüşmekten kaçan adama derhal namert damgasını vurmaya hazır bu adamlar, şimdi iş ciddiye binince, dövüşülmese daha iyi olacağını düşünüyorlardı.
Ama Kid, cinayet işlemiş bu adam! diye itiraz etti Prince. Malemute Kid emreden bir sesle, Sus bakayım! diye tersledi onu.
Bizim aklımızın eremeyeceği, bizim adalet anlayışımızın çözümleyemeyeceği şeyler de var bu dünyada. Burada kimin haklı kimin haksız olduğuna biz karar veremeyiz; yargılamak bize düşmez.
”Kurt ölse bile dişlerinin arasında kurbanlarının eti kalır. ”
Doğanın dağarcığında bin türlü alicengiz oyunu saklıdır ve bunları birer birer çıkarır, insanoğlunun önüne koyar -ta ki insanoğlunu ölümlü olduğuna inandırıncaya kadar
Zira hayat bir kumardır, oyuncuları da insanlar. İnsanlar varını yoğunu binde birlik şansa güvenerek kumara yatırır, ama sen o binde birlik şansı da ortadan kaldırırsan, kimse kumar oynamaz.
Çünkü kadın denen yaratık için kendine en güçlü erkeği seçmek ve sırtını bu güce dayamak kalıtsal bir zorunluluktu.
Bizim aklımızın eremeyeceği, bizim adalet anlayışımızın çözümleyemeyeceği şeylerde var bu dünyada.
Acı düşüncelerle baş başa kalmak kadar zor gelen şey yoktur insana.
Kutsal bir metne dokunmak her şeyden önce bir risktir. Ona inanmayı değil onu samimi olarak anlamayı istediğimizde karşımızda koca bir tari- hin yükünü buluruz. Tarih boyunca insanların kitabı taşıdığı gibi, kitap da insanı taşıdığından, bu yük hem kitabın kendisine hem de onu anlamak isteyene aittir.
kaskatı bir kalıbı benimsemiş kişiler için, ortam değiştirmek dayanılmaz bir şeylerdir; bu tür insanlar, özelliklerini anlamadıkları yeni ortamın yaşamlarına getirdiği kısıtlamalar karşısında madden ve manen çöker. Bu çöküş sürecinin yarattığı etkiler ve tepkiler de her yönüyle felaketle yol açabilir. Yeni ortama uyum sağlayamadığını gören kişinin yapacağı en doğru iş, bir an önce memleketine dönmektir; eğer dönmekte biraz fazla gecikecek olursa, ölmesi kaçınılmazdır.
Kuzeyde dürüstlük bir erkeğin sahip olduğu en kıymetli değer olarak görülürdü.
Malemute Kid, emreden bir sesle,
Sus bakayım!
diye tersledi onu.
“Bizim aklımızın eremeyeceği, bizim adalet anlayışımızın çözümleyemeyeceği şeyler de var bu dünyada.
Burada kimin haklı, kimin haksız olduğuna biz karar veremeyiz.
Yargılamak bize düşmez.
Sanki bu doğaüstü durgunluk, sonsuzluğun sabırlı sessizliği, ezelden beri vardı.
Birbirlerinin arkadaşlığına her açıdan bağımlı iki adamın aralarının açılması gerçekten ciddi bir sorundur.
belki cehennem buz tuttuğunda, belki de değil
Joe’yu bir bütün olarak istiyordu o;
bir dişi olarak daha azıyla yetinemezdi
Boks iyidir diyorum ben.
Üstelik sağlıklıdır da.
Sağlıklı sözü aklına bir şey getirdiği için bir an duraladı,
sonra devam etti.
Beni görmüyor musun?
Böyle formda kalabilmek için
ister istemez tertemiz bir yaşam sürüyorum.
Bayan
Silverstein’dan bile daha temiz yaşıyorum; ondan da,
onun kocasından da,
aklına gelebilecek herhangi başka birinden de temiz
Hep yıkanırım, ovunurum, idmanlarımı aksatmam,
erken yatıp erken kalkarım,
sağlıklı yemekler yerim,
sarhoş olmam, sarhoş olmak ne kelime, ağzıma içki koymam,
sigara içmem,
sağlığa zararlı her şeyden korunurum.
Yemin ederim, senden bile temiz yaşıyorum ben , Genevieve
Kızın yüzündeki dehşet ifadesini görünce acele ekledi;
Vallahi doğru söylüyorum.
Yani, sabundan sudan söz etmiyorum,
ama şuna bir baksana
Parmakları saygılı bir biçimde ama sıkıca kavradı kızın kolunu.
Bak, seninki yumuşak işte.
Senin her yanın böyledir; pamuk gibi. Oysa, bir de
bana bak- bak, şurasını elle de, gör.
Kızın elini tutup onun parmak uçlarını ön koluyla pazısı
arasına koyduktan sonra kolunu bükerek pazısını şişirdi.
Canı acıyan kız yüzünü buruşturdu.
Nasıl gördün mü? Taş gibi,
diye devam etti Joe.
Temizim derken bunu anlatmaya çalışıyordum; temizlik diye buna
denir. Kanının her zerresi,
kaslarının her zerresi temiz olacak taa kemiğine kadar, iliğine kadar temiz olacak.
Suyla sabun yalnız derini temizler,
o kadar – yetmez!
Temizlik içeriye işlemeli;
bedeninin ta içine, iç organlarına kadar
Kuzeyliler sözün faydasızlığını
Eyleminse ne kadar kıymetli olduğunu çok erken öğrenirlerdi.
Joe ona gülümseyerek bakıyordu, ama Genevieve onun
gülümseyen dudaklarında,
belki delikanlının farkında bile olmadığı bir ifade gördü;
karşısındakinin hatırı için kendinden
özveride bulunan birinin,
dile getiremediği üzüntülü ifade.
Dişilerin erkeklerini hiç kimseyle ve hiçbir şeyle paylaşmalarına izin vermeyen o tekelci içgüdüsüyle,
Genevieve,
kendisinin bir türlü akıl erdiremediği, ama erkeğini böylesine büyük bir güçle avucu içine alan olgu karşısında ürküntü duydu
Unga lafını bitirdikten sonra elini adamın sarı saçlarının arasına soktu ve
bana gülümseyerek baktı;
ama ben gülümsemeyi beğenmedim. Gözlerinde de vaat yoktu.
Sesimi çıkarmadan oturduğum yerde kadınların ne kadar anlaşılmaz
yaratıklar olduğunu düşünüyordum.
Düğün gecemizde sarışın dev onu zorla benden ayırırken, Unga’nın
nasıl onun saçlarını yolduğu aklıma geldi – oysa şimdi o sarı
saçlarla oynuyor ve onun yanından ayrılmak istemiyordu.
Bu adamla yine karşılaşacağız bir gün, şayet buralardan gitmezse
Ya giderse?
O zaman insanlara olan güvenim biraz sarsılır.
Madeline kafasında bu yeni düşünceyle eğitimini sürdürürken,
yeni yeni şeyler öğrendikçe kendi eksiklerini anlıyor ve eksikliğini bilmesi onun gücünü oluşturuyordu.
Bu bilinçten aldığı güçle öye sıkı çalışıyor, kendini eğitime öyle
bir veriyordu ki,
hayretler içinde kalan üç eğitmeni çoğu kez
gece geç vakitlere kadar oturup,
kadın denen bilmecenin
gizemi üstüne söyleşmek ihtiyacını duyuyorlardı.
Madeline, odadaki üç erkeğin
üçünün de gözlerindeki
hayranlık pırıltısını fark etmekte gecikmemişti.
Duyduğu
gururla yüzü pençe pençe kızardı.
Kadın olarak, erkekler
tarafından beğenilmenin verdiği hazla
bir an başı döner gibi
oldu ve daha büyük bir nefretle kendi kendine mirıldandı:
Hem de, bozuk bir tüfek!
Genç kadın tekrar derse başlamak hevesiyle yanlarına gelmişti.
Harrington onu tepeden tırnağa,
inceden inceye
süzüyor, belirgin niteliklerini iyice anlamaya çalışıyordu .
Hani, at satın alırken hayvanı incelerler ya, işte aynen öyle
Harrington açısından besbelli hiç de
inceleme sonucu hayal
kırıcı olmamıştı ki, birdenbire meraklanarak sordu Madeline’e:
Dayın olacak sefil ne karşılığında sattı seni?
Bir tüfek, bir battaniye, yirmi şişe içki. Tüfek de bozuktu!
Bir bakirenin bu kadar ucuza gitmesini içine sindiremediğini anlatmak ister gibi, nefretle söylemişti son cümleyi.
Yaratılışları gereği erkekler dillerini tutmasını pek bilmezler;
onların patavatsızlıkları yüzünden kadınların çektiği üzüntünün haddi hesabı yoktur. Çağlar boyu bu böyle süregelmiştir.
Oysa, bu anlattığımız olayda durum tamamıyla farklıydı.
Erkekler, eksikliği herkesin gözüne batan arkadaşlarının arkasından her ne kadar kendi aralarında sövüp sayıyorlarsa da
dışarıya karşı ser verip sır vermeyen bir tutum takınıyorlardı.
Kadınların tutumu ise tam tersineydi. Kadınların bu değişik
tutumları sayesinde Madeline de çok geçmeden Cal Galbraith’ın hovardalıklarına ilişkin akıl almaz birtakım hikâyeleri
en ince ayrıntılarına kadar öğrendi;
bu hikâyeler içinde bir de,
erkekleri parmağında oynatan Yunanlı bir dansözün adı
geçiyordu.
Madeline Kızılderili olduğu için
beyaz kadınların
çevresine sokulamıyordu; gidip akıl danışabileceği bir tek
kadın arkadaşı yoktu.
Kara kara düşünüp. dua ediyor, ama
düşünürken bazı planlar da kuruyordu kafasında.
En sonunda
bir gece kararını verdi, köpeklerin koşumlarını vurdu, küçük
Cali güzelce sarıp sarmalayarak kızağa yerleştirdi ve kimseye
görünmeden evden ayrıldı
Güney ülkesinden gelme şu beyaz kadınlar o kadar çıtkırıldım, o kadar nazenin, o kadar dayanaksız olurlardı ki – hayır, hayır, böyle bir kadınla böyle bir yolculuğa kalkışmak
düşünülemezdi bile.
Ne var ki, Sitka Charley, böyle bir kadın dediği kadının
ne tür bir kadın olduğunu bilmiyordu o sırada.
Daha beş dakika önce yolculuğun lafını bile duymak istemediğini söyleyen aynı Sitka Charley, beş dakika sonra o kadın pırıl pırıl bir
gülümsemeyle gelip de lafı hiç dolandırmadan, yalvarıp ya-
karmadan,
kadınca cilvelerle kandırmaya da çalışmadan dupduru bir İngilizceyle doğrudan doğruya konuya girerek ricada
bulununca, yelkenleri suya indirivermişti. Kadının sesi
azıcık titrese, gözlerinde en ufak bir yalvarma ifadesi belirse,
bir parça dişiliğini kullanmaya kalkışmış olsa, Sitka Charley
inadına sertleşirdi; oysa kadın ufukları araştırır gibi bakan
dupduru gözleriyle, billur gibi sesiyle, açık yürekliliğiyle ve
kolayca karşısındakinin düzeyine inivermesini sağlayan inanılmaz alçakgönüllülüğüyle Sitka Charley’nin hem yüreğini,
hem aklını fethedivermişti.
Demek ki, bu da bambaşka türden
bir kadın diye düşünmüştü Sitka Charley.
Gürültü patırtı yatışmaya yüz tutunca Mackenzie göz ucuyla Zarinska’ya bir baktı. Gördüğü manzara son derece görkemliydi. Zıplamaya hazırlanan dişi bir kaplan gibi, lekenlerinin üzerinde gövdesini ileriye doğru vermişti kız; dudakları hafifçe aralanmış, burun kanatları kıpır kıpırdı. Korkuyla karışık bir meydan okuyuş vardı kömür karası gözlerinde; iri iri açılmış bu gözler nefretle kendi kabile halkı üzerine çevriliydi. Öyle büyük bir gerginlik içindeydi ki, soluk almayı bile düşünemiyordu. Bir elini göğsüne bastırmış, öbür elinde sapından sımsıkı kavradığı köpek kırbacıyla, o pozda donup kalmıştı sanki. Mackenzie’nin kendisine baktığını farkedince içi rahatladı kızın. Birdenbire bütün kasları gevşedi, geniş bir nefes alarak bedenini doğrulttu ve erkeğine sevgiyi aşan bir ifadeyle, adeta taparcasına baktı.
Yaşlı reis hükümdarlara yaraşır bir kibirle, büründüğü kürklerin eteklerini şöyle bir toparladı, ama cevap vermekte acele etmedi.
Ey, sığın avcısı adını verdiğimiz ve kurt dölü olduğunu bildiğimiz ve kendisi de bir kurt olan beyaz adam! Senin çok güçlü bir soydan geldiğini biliyoruz; seni şölenimize konuk etmekten onur duyuyoruz; ama somon balığı it ile ve de kuzgun kurt ile çiftleşemez.
Doğru söylemiyorsun! diye haykırdı Mackenzie. Ben kurt kamplarında yaşayan kuzgun kızlarını kendi gözlerimle gördüm.
Evlat, senin ağzın doğru konuşuyor; ama o dediklerinin hepsi de kötülük çiftleşmesidir, tıpkı suyun kumla çiftleşmesi gibi, tıpkı kar tanesinin güneşle çiftleşmesi gibi.
Hadi! dedi; Büyük reis Evet! desin.
Beyaz adam onun kızını istiyor! Al sana tütün, al sana çay, al sana torba torba şeker, al sana birçok battaniye, al sana en âlâsından kocaman kocaman yağlıklar; al işte, bu da sahici bir karabina, bol bol kurşunları ve bol bol barutuyla birlikte.
Yaşlı reis önüne serilen büyük servetin karşısında kendi kendiyle epeyce mücadele ettikten sonra,
Hayır, cevabı verdi. Halkım şu sırada toplantı yapıyor. Onlar bu evliliği istemiyorlar.
Ama reis sensin.
Ben reisim, ama kabilemin genç erkekleri öfke içindeler. Kurtlar gelip genç kızları götürüyor, bizim gençler evlenecek kız bulamıyorlar.
Ey, Uzun Ağaçlar’ın ve Tanana elinin büyük ReisiTiling-Tini!
Ey, somon balığının ve ayının ve büyük geyiğin ve sığının hükümdarı! Beyaz adam senin karşına yüce bir amaçla geldi. Beyaz adamın çadırı çok uzun zamandan beridir bomboş ve beyaz adam yapayalnız. Beyaz adam sessizlikten sıkıldı, çadırında onunla birlikte oturacak bir kadının özlemi yüreğini kemirdi. Beyaz adam avdan döndüğünde kendisini ateşin başında karşılayacak, ona sıcak aş sunacak bir karı almak istiyor.
Olay bütünüyle, yüzyıllarca önce yaşanan sahnelere benziyordu-leydi ile şövalyesi arasında yaşanan bir sahne. Mackenzie ayağa kalktı, kızı da tutup kaldırdı ve kızın kiraz dudaklarını pos bıyığıyla okşadı. Kız için bu tamamıyla yabancısı olduğu bir okşamaydı-Kurt’un okşaması. Taş çağıyla çelik çağının karşılaşmasıydı bu; ama taş çağı yaşıyor da olsa, Zarinska yine de tam bir dişiydi. Öyle olduğunu anlamak için pençe pençe kızaran yanaklarına, yumuşacık bir ışıkla içinden aydınlanan gözlerine bakmak yeterdi.
Erkek kısmı kadın kısmına layık olduğu değeri nadiren gösterir, en azından, kadının eksikliğini hissedinceye kadar. Dişi cinsin soluduğu havayı ciğerlerine çekmemiş erkek, bir dişinin içinde yaşadığı havaya varlığıyla nasıl bir tazelik katabileceğini asla bilemez. Ama o havayı bir kez solumuş olan erkek, bundan yoksun kalmaya görsün; işte o zaman kendini bir boşluk içinde bulur ve tanımlayamadığı, açlığa benzer bir duygu yüreğini kemirmeye başlar; adını koyamadığı bir şeyin eksikliğini duyar
İşte, kadınların hiç anlaşılamayan yanlarından biri daha!
Ateşten ve çiy damlalarından oluşan bir aşktı onlarınki. Fiziksel gerçeğin hemen hemen hiç yeri yoktu bu aşkın içinde; onların gözünde fiziksel aşk, aşkın değerini düşüren bir adilikten başka bir şey değildi.
O bambaşka türden, o türün biricik ilk ve son örneği, kısaca Yaradan’ın bir mucizesiydi.
Kafamdan bu düşmanlık işini çıkaramıyordum; ama düşmanlığın neden sürdüğüne bir türlü akıl erdiremiyordum.
kendi küçük dünyamız bize yetiyordu.
Çiçekler güneşi görünce nasıl kendiliklerinden açıyorsa, yürekler de ona kendiliğinden açılıverirdi.
Artık, ölmek istediğini söyleyerek kendisini bırakmaları için yalvarmıyordu; o evreyi çoktan aşmış, duyu uyuşmasının verdiği tatlı gevşeklik içinde hayatından memnundu.
Size yasayı anlatacağım; şurasını da belirteyim ki , yasaya karşı gelen bunu hayatıyla öder.
Yaşamak istiyorum; ben var olmak istiyorum!
yasa ve onur tanımaz hale gelmiş adamlara asla güven olmaz
Çok genç olmasına rağmen yüzünde şimdiden yer etmeye başlamış çizgiler, adamın hayatta çok çektiğine tanıklık ediyordu.