İçeriğe geç

Kürt Dili Ve Edebiyatı Ders Kitabı Kitap Alıntıları – Mehmet Sait Çakar

Mehmet Sait Çakar kitaplarından Kürt Dili Ve Edebiyatı Ders Kitabı kitap alıntıları sizlerle…

Kürt Dili Ve Edebiyatı Ders Kitabı Kitap Alıntıları

(1904-1962) Kürtçenin ilk modern şairlerinden olan Goran, 1904 yılında Irak’ın kuzeyindeki Halepçe şehrinde dünyaya geldi. Babasının ölümünden sonra, eğitim görmek için Kerkük’e gitti. 1935-1937 yılları arasında Halepçe’de öğretmenlik yaptı. II. Dünya Savaşı yıllarında (1940-1945) Filistin’de Yefa Radyosu’nun Kürtçe Bölümü’nde çalıştı. Faşizme karşı Kürtçe bildiri ve haberler yayınladı. 1951-1952 yılları arasında Irak rejimi tarafından hapse atıldı. Hapishaneden çıktıktan sonra, Jîn (Hayat) dergisinin başyazarlığını üstlendi.
XIX. yüzyılın en büyük şairlerinden biri ve Sorani lehçesinin Ehmedê Hani’si olarak kabul edilen şair, 1850’den sonra İstanbul’da yaşamıştır. Burada öğretmenlik yapmış edebi ve siyasi görüşünü burada zenginleştirmiştir. İstanbul’da vefat eden şair, Karaca Ahmet Mezarlığı’na defnedilmiştir.
Edirne adliye müfettişliğinden emekli olan Emin Ali Bey, XX. yüzyılın ilk çeyreği boyunca Kürt ulusal hareketi içinde aktif olarak çalışan, radikal eğilimleriyle tanınan kişilerden biridir. Sonraki yıllarda Kürt ulusal hareketi içinde önemli bir rol oynamış olan Süreyya, Celadet ve Kamuran Ali Bedirhanların babasıdır
… Gülü zülüften derleyin
Menekşe dalı eyleyin
Uzun boyluyu seyredin
Kara yılan derisinde
Yine gelip de geçmeli
Ahları vatan bilmeli
Nur saçar, sahibi
Dudak benzer gür aleve
Gecenin kandili odur
gülü odur Yazın esintisi odur
Heriri’nin sevinci de…

Elî Heriri

• Rusya’da köleliğin kaldırılmasında, Gogol’un Ölü Canlar isimli romanının büyük bir etkisi olmuştur.
• Abdullah Cevdet’in 71 tane telif eseri bulunmaktadır. Yazar, düşünür, şair ve çevirmen olan Abdullah Cevdet, Türkiye’de çağdaşlaşmanın önemli öncülerindendir.
• Ziya Gökalp’ in Türkçe ve Kürtçe kaleme aldığı birçok yazı ve makale Diyarbakır’da yayınlanan, Diyarbekir, Peyman ve Dicle isimli dergilerde yayımlanmıştır.
• İlk Kürt filmi, Zerê, 1926 yılında Ermenistan’da çekilmiştir.
• İlk Kürtçe pul, 1923 yılının Ekim ayında Mahmudê Berzenci yönetimindeki Güney Kürdistan Krallığı tarafından, idari işlerde kullanılacak damga pulu olarak bastırıldı.
• Günümüzde kullanılan Kürtçe alfabe ve gramer kurallarını Celadet Bedirhan hazırlamıştır.
Yayladan dönüşü, Kürtler, hayırlı bir olay olarak nitelendirirlerdi; çünkü kazaya belaya bulaşmadan bir mevsim geride bırakılmış olurdu. Mevsim, güzellikler içinde sona erip, sürüler sağlıklı bir şekilde yerlerine ulaşınca, çobanlar da ücretlerini ağalardan alırlardı. Tüm bunlara rağmen yayladan dönüş, yaylaya gidiş kadar heyecanlı ve eğlenceli değildi. Mevsimin değişmesi Kürtlerin yaşamı üzerinde etkisini hemen gösterir, sonbaharın sisli ve yağışlı havasıyla bu değişim doruğa çıkardı. Sanki hayvanlar da bu değişimden haberdar olur, yayla dönüşü özgürce otlayıp gezindikleri dağlardan, gözle görülür bir hüzünle ayrılırlardı. Hayat ihtiyaç ve zorunluluklarıyla her zaman bizi esir alırdı. Yayla dönüşü sürü sahibi hanımlar, birbiriyle ne kadar, lor, yağ, peynir, dil peyniri ürettiklerini konuşurlardı. Tabi ki kışın yiyeceğini temin etmek o kadar da kolay değildi. Göçer Kürtler, sürüleri için gerekli yemi satın almazdı, bu nedenle sürülerini kışın da otlatmaya çıkarırlardı. … Dağlarda yaşadıkları gözlerinde yeniden canlanan genç kızlar ve erkekler, sevgililerinden aldıkları hediyeleri birbirlerine gösterirlerdi. Sararmış otlar, kurumuş çiçekler, solmuş yapraklar, karanlık gökyüzü, sert rüzgar, kışın kapısını aralayıp onları beklerdi. Bu şekilde yaylacı Kürtler, çoluk çocuklarıyla, sürüleriyle, çamurlu yollardan kışa doğru yürüyüp giderlerdi. Evlerine döner dönmezdağdan getirdiklerini yerleştirip, evlerini düzene sokup, koyunlarını sayıp günlük işlerine devam ederlerdi. Ardından “beran berdan” kutlaması gelirdi. Bu kutlamaya da herkesten çok baş çoban ve yardımcısı sevinirdi; çünkü yayladan dönünce anlaşmaları sona erer ve hak ettikleri parayı mal sahiplerinden alırlardı. Beran Berdan günü geldiğinde tüm yaz boyunca ayrı ayrı otlatılan koyun ve koçlar bir ahıra konurdu. Böyle yapılmasının nedeni ise ilkbaharda tüm koyunların aynı zamanda doğurmasını sağlamaktı. Beran Berdan başladığı anda Kürtler av tüfekleriyle havaya ateş açar, böylelikle Beran Berdan kutlanırdı. O gün çeşit çeşit yemekler yapılıp fakir fukaraya dağıtılırdı. Kızlar, mendillerini güçlü ve güzel koçların boyunlarına sararlar, erkekler de sevdikleri kızların mendillerini kaçırıp böylece aşklarını herkese duyururlardı. Anne ve babalar ise kızlarının gönlünü hangi erkeğe kaptırdığını öğrenmek için onları pür dikkat izlerlerdi. Anne ve babalar razı ise gençler kısa bir süre içinde nişanlanıp evlenirlerdi.
Erebê Şemo, Şivanê Kurmanca
Göçer Kürtlerin koyun sahibi olmaları sebepsiz değildi. Baharda kar, vadilerde erken, dağlarda ise geç erirdi. Eteklerden başlayan erime yavaş yavaş doruklara çekilirdi. Böylelikle karın eridiği yer, güneş ışığıyla yemyeşil bir alana dönüşürdü. Karın doruklara doğru erimesiyle göçer Kürtler, karı takip ederek sürüleriyle doruklara doğru çıkmaya başlarlardı. Sonbaharın ilk yarısından sonra da doruklardan aşağılara doğru hareket başlardı. Vadilerde yağmur, doruklarda kar yağmaya başlayınca, yaylacılar da kardan uzaklaşıp eski mekanlarına geri dönerlerdi. Yazın sıcağında vadilerde kuruyan otlar, yağmurun yağmasıyla yeniden filizlenirdi. Doruklara kar yağdıkça sürüler de vadilere doğru yol alırdı, vadilere kar yağsa bile çabucak erirdi
KADER KUYUSU* Öğleden sonra, zaman birazcık öğleni geçmiş, Bulgar gemisi Serivia İstanbul limanından demir alıp ağır ağır Karadeniz’e doğru yol alıyor. Gemi birkaç defa tiz bir sesle İstanbul’a veda ediyor. Boğazın suları geminin önünde açılıyor. Hafif bir yel, geminin ardında köpüren suları okşuyor. Yel, hafifçe geminin ön tarafında dikilip Boğazın her iki yakasını dikkatle ve çok özel duygularla izleyen Celadet ve Kamuran’ın saçlarını okşuyor. Minareler, kaleler, surlar, saraylar, konaklar, tanıdık ağaçlar ve ormanlar, her iki tarafta dans edercesine bir bir görünüp kayboluyor. Onları kucağında büyüten, besleyip eğiten, hayata ve yaşamlarına anlam katan, sırlarını saklayan, zenginlikleriyle aşklarını süsleyen, beyaz geceleriyle umutlarını ve düşlerini işleyen İstanbul, şimdi karşılarında ayrılık valsi yapmakta. Celadet ve Kamuran gidiyorlar, hayatlarının şehrini- sonsuz anılarla dolu şehri, bütün şehirlerin padişahı olan şehri- arkalarında bırakıp gidiyorlar. Kamuran: — İyi bak nazlı İstanbul’a, belki de bir daha görmeyiz onu. Celadet: — Onu nasıl bir daha görmeyiz? Hayatım, yirmi yedi yılım, bu şehirde geçti. Nasıl olur da, her şeye rağmen tekrar döndüğümüz bu şehri bir daha göremeyiz?
(*Bîra Qederê) (Mehmet Uzun, Bîra Qederê, Avesta Yayınları, İstanbul, 1999.)
YİTİK BİR AŞKIN GÖLDESİNDE* 1923 sonbaharının başlangıcı. Galata… Gemi… Yağmur… İnsanlar… Gözyaşları… Mendiller… Dağlanmış yürekler… Göçün ve sürgünlüğün hükmü geçmekte. Yerüstü ve yeraltı şeytanları kin kusuyorlar. Hareketlerine karşı olan güçlerin ve kişilerin izini sürüyorlar. Ülkenin dört bir yanında idam sehpaları kurulmuş. İnsanlar yakalanıp öldürülüyor. Kurtulanlar kaçıyor. İnceden inceye bir yağmur yağmakta… Damlalar kıyıdaki siyah taşlardan sıçrıyor. Damlalar sıçrıyor, Memduh Selim Bey’in ayakkabılarına… O, ayakkabılarına bakıyor. Yeni ayakkabılar o rüyadan sonra alınmıştı. Onlar şimdi ıslak. Memduh Selim Bey, yüzünde yarım bir tebessüm ile etrafına bakınmakta. Sonra da babası ve kız kardeşine. Kız kardeşi ağlıyor, babası ağlamaklı. “Siz hiç merak etmeyin, üzülmeyin… Bu yolculuk kısa sürecek, kısa bir süre sonra ben tekrar buradayım; ancak sizler, o zamana kadar burada beni beklemelisiniz, beni karşılamaya gelmelisiniz.” Memduh Selim Bey, yolcudur. Ona yol görünmüş; ancak ne yazık ki Van Gölü’nün kenarına değil. O, yaban ellerine doğru gitmektedir. Uzak yerlere doğru… Bin yılların töresi tekrarlanıyor, kazananlar kaybedenleri sürüyor. “Güzel kardeşim, umutsuz olmak kötüdür, zayıflıktır. Bizim her zaman umudumuz olmalı. Bu kara ve musibetli günler çabuk geçecek.” Düüüüttt… Düütt… Vakti gelmiş. Gitmek gerek. Kucaklar açılıyor. Kalplerin sıcaklığı birbirine geçiyor. Gözyaşları yanaklardan süzülüyor. Eller sıkılıyor. Dudaklar tebessümle oynuyor. Memduh Selim Bey’in elinde iki çanta, gemiye doğru yürüyor. Bir elinde çantası, elbiseleri, eşyaları, diğerinde ise Ahmedê Hani, Firdevsi, Ömer Hayyam, Montaigne, Descartes, La Fayette, Rousseau, Shakespeare, Voltaire yani doğu ve batı bir arada. “Evime ve kitaplarıma iyi bakın. Döneceğim… Döneceğim…” Eller sallanıyor, ıslak mendiller sallanıyor. Su yarılıyor. Gemi ağır ağır uzaklaşıyor. Yağmur yağıyor. Hava karanlık, ufuk kapalı… İleride sis ve dumandan gayrı bir şey görünmüyor. (*Siya Evînê)
Asıl adı Yusuf Ziya olan Dr. Nureddin Zaza, 1919’da Elazığ, Maden’de doğdu. Çocukluğu Türkiye sınırları içerisinde geçen Zaza, ağabeyi Dr. Ehmed Nafîz ile birlikte Şeyh Said isyanının başarısızlıkla sonuçlanması üzerine Suriye’ye geçti. Genç yaşına rağmen Kürt örgütleri içerisinde önemli görevler yürüten Zaza’nın birçok yazısı Hawar ve Ronahî dergilerinde yayınlandı. II. Dünya Savaşı ertesi İsviçre’ye yerleşti ve Lozan Üniversitesi’nde yüksek öğrenime başladı. Öğrenciliği sırasında Avrupa Kürt Öğrenci Derneği’ni kurdu. 1960’lı yıllarda birçok kez tutuklandı ve Suriye, Irak, Ürdün ve Lübnan gibi ülkelerin cezaevlerinde yattı. 1969 yılında Lozan’a döndü ve daha çok Kürt dilini geliştirmeye yönelik çalışmalarda bulundu. Fransa Kürt Enstitüsü’nün kurucuları arasında yer aldı ve ölümünden bir yıl önce Ehmedê Xanê’nin Mem û Zîn adlı eserini Fransızcaya çevirdi. 1981 yılında Fransızca olarak yayımladığı Mavie de Kurde (Bir Kürt Olarak Hayatım) kitabı, Avrupa’da büyük yankı uyandırdı. 7 Ocak 1988’de Lozan’da kanser hastalığına yenik düştü.
Aylık olarak yayımlanan Ronahi dergisinin ilk sayısı, Nisan 1942 yılında, Hawar dergisinin resimli eki olarak çıktı. Toplam 28 sayı çıkan derginin yayın hayatına, 1945 yılının Mart ayında son verildi. Kültür ve sanattan, savaş haberlerine, magazinden, öykü ve masallara kadar birçok dalda yazıların yayımlandığı derginin genel yayın yönetmeni Celadet Ali Bedirhan’dı. Osman Sebri, Hesen Hişyar, Qedrican ve Cigerxwin derginin belli başlı yazarları arasında yer alıyordu.
Dilimiz geniş bir dildir; çünkü Kürtlerin ilgilendiği her konu sözcük bazında dile yansımıştır. Bu durumun tam tersi de tabii ki söz konusudur. Aynı zamanda dilimiz, her yeni objeye, olguya yeni sözcükler bulabilen, geliştirilebilen bir dildir. … Bugün dilimizde iki türlü eksiklik mevcuttur: Kürtçe kelimelerin yok olması ve dilimize yabancı kelimelerin girmesi. Dilimizin kendi zenginliğine dönebilmesi, kendi lehçeleriyle zenginleşip standart bir dil olabilmesi için neler yapabiliriz
Bazı kelimelerimiz, tamamen kaybolmaktadır; bazıları bir lehçemizde yaşatılırken diğer bir lehçemizde ölmektedir; bazıları da konuşma dilinde çok az kullanılırken tekerleme, bilmece ve öykülerde yaşatılmaktadır. Biz, onların peşindeyiz, zaman zaman onları bulup, tasnif edip ihtiyaca göre Kürtçe kelime yapısına uyarlıyoruz. Dilin ilerlemesi için, yazılarımızı bu kelimelerle yazmalı ve her sayının sonunda bir sözlük yayınlayarak az bilinen ve yeni türetilmiş kelimelerin anlamlarını okurlarımıza bildirmeliyiz. …

(Celadet Bedirhan, Hawar, Sayı: 1, Şam, 15 Mayıs 1932.)

Dilimiz hakkında, bu güne dek birçok şey söylendi. Bunların bir kısmı doğru bir kısmı da yanlıştır. Ben, bir Kürt ve Kürtçe bilen olarak dilimi çok iyi biliyorum. Dilimi, yedi sekiz dille karşılaştırdım, ayrıntılarını iyice inceledim, kurallarını belirledim, bu yüzden dilimi yabancılardan daha iyi tanıtabilirim
“Hawar, bilginin sesidir. Bilim ve bilgi, kendini bilmektir. Kendini bilmek, bilinçte iyiliğin ve kurtuluşun yolunu açar. Kendini bilen ve bilinçlenen herkes, kendini tanıtabilir, anlatabilir. Bizim Hawar’ımız her şeyden önce dilimizin varlığını tanıtacaktır; çünkü dil var olmanın ilk koşuludur.” Hawar, Kürtlerle ve Kürtlerin her türlü beklentisiyle ilgilenecek, yalnız siyasetten uzak olacaktır. … Bir çalışmanın başarıya ulaşabilmesi için tüzüğe ihtiyacı vardır. Biz de çalışmamızı aşağıdaki tüzüğe göre yürüteceğiz.
• Kürtçenin alfabesini yaygınlaştırıp öğretmek,
• Kürtçenin gramerini hazırlayıp kitap şeklinde yayımlamak,
• Kürt lehçeleri üzerine çalışmalar yapmak,
• Her türlü Kürtçe öykü, fabl, deyim ve şarkıları derleyip yayımlamak,
• Kürtçe divanları tasnif edip yayımlamak,
• Kürt folklorunun ve danslarının üzerine çalışmak,
• Her türden Kürtçe yazılı metin üzerine çalışmalar yapmak, geçmişte ve günümüzde yazılanları tasnif etmek,
• Kürdistan’daki gelenek, meslek ve sanatlar üzerine araştırmalar yapmak,
• Kürt tarihi ve coğrafyası üzerine çalışmalar yapmak
Cumhuriyetin ilanından sonra yurtdışına gitmek zorunda kalan Celadet ve Kamuran Bedirhan kardeşler tarafından Suriye’nin başkenti Şam şehrinde 15 Mayıs 1932’den 15 Ağustos 1943’e kadar düzenli olmayan aralıklarla çıkarılan dergi, toplam 57 sayı yayınlanmıştır. 20 sayfalık olan derginin 16 sayfası Kürtçe, 4 sayfası ise Fransızca olarak yazılmıştır. Dergide ilk önceleri Kürtçe yazılar hem Arap hem de Latin alfabesi ile yazılıyordu. 23. sayısından sonra tamamıyla Latin alfabesi ile yazılmıştır. Dergide kullanılan dil son derece anlaşılır ve duru bir dildir. Hawar dergisi, Kürt yazı dilini ve yapılan yenilikleri halka benimsetmek ve Kürt edebiyatını sevdirmek ve bilinç kazandırmak için sistemli bir çaba harcamıştır. Hawar dergisini önemli kılan şeyler; Kürtçeye ait bir Latin alfabesi hazırlanması, Kürtçe dil grameri üzerine çalışmalar yapıp bunları yayınlanması, Kürt kültürüne ve folkloruna ait ürünleri toplayıp yayınlanması, klasik dönemde yazılmış eserleri yayınlanmasıdır. Ayrıca modern Kürt edebiyatında önemli bir yer tutacak olan, Cigerxwin, Qedrican, Osman Sebri, Nuredin Zaza, Kamuran Bedirhan, Mıstefa Ehmed Boti ve Celadet Bedirhan gibi şahıslar Hawar dergisiyle isimlerini ölümsüzleştirmişlerdir.
29.03.1930’da Ermenistan’ın başkenti Erivan’da yayın hayatına başlar. Defalarca yayın hayatına ara veren gazete halen yayınlanmaktadır; ancak Sovyetler Birliği dağılmadan önce 4000 tane basılan gazete, Sovyetler Birliği sınırları içerisinde bulunan tüm Kürt köylerinin yanında Avrupa, Amerika Birleşik Devletleri ve Kanada’daki Kürtlere kadar ulaşırdı. Günümüzde tirajı 500’e kadar düşen gazete kırk yıllık emektarı Emerikê Serdar yönetiminde çalışmalarına devam etmektedir. Riya Teze Kafkasya’da yaşayan Kürtlerin 1930’lardan beri yürüttükleri edebi ve kültürel çalışmaların adeta bir aynası olmuştur
1918’de İstanbul’da yayınlanmaya başlanmıştır. Dergi 2 Ekim 1919’da kapatılıncaya kadar toplam 25 sayı yayınlanır. Kürtleri kendi tarihlerine, edebiyat ve kültür ve dillerine sahip çıkmaya çağıran dergi yayımladığı siyasi yazıların yayında Kürt Edebiyatının gelişimine de büyük katkılar sağlamıştır.
İlk Kürt gazetesi Kürdistan, 22 Nisan 1898’de Kahire’de yayın hayatına başladı. Mikdat Mithad Bedirhan tarafından çıkartılan gazetenin ilk 5 sayısı Mısır’ın başkenti Kahire’de, 6-19 arası sayıları Cenevre’de, 20-23 arası sayıları Londra’da, 24-29 arası sayıları Folkston’da, 30. ve 31. sayılarıysa Cenevre’de yayımlandı. Gazetenin sahibi ve yazı işleri sorumlusu, ilk beş sayısında Mikdad Mithad Bedirhan’dı; fakat onun ölümünden sonra bu görevi Abdullah Bedirhan üstlendi. Gazete, yayımlanmaya başlandığı ilk dönemde politik olmaktan çok dil ve eğitimin önemini vurguluyordu. Gazetenin Cenevre’ye taşındığı dönemde ise daha çok Sultan Abdülhamit aleyhtarı liberal-demokrat düşünceler savunuluyordu. Süreyya Bedirhan’ın yönettiği 3. dönemde ise gazetenin basımı, Londra, Folkston, Cenevre ve Kahire’de yapılmak zorunda kalınmış ve yayın aksamıştır. Toplam 31 sayı çıkan gazete, 1902 yılında yayınını durdurmuştur. Kürdistan gazetesinin çıkış günü olan 22 Nisan, Kürt Gazetecilik Günü olarak kutlanmaktadır.
Eğer yaşanmakta olana başkaldırıyorsanız ve gençseniz, yaşadığınız her ne olursa olsun serüvendir.
İlk legal Kürt öğrenci derneği, 1912’de çok sayıda Kürt öğrencinin okuduğu Halkalı Ziraat Mekteb-i Âlisi’nde kuruldu. Savaş dolayısıyla 1914’te ara verdiği faaliyetlerine 1919’da tekrar başlayan ve hükümetçe kapatıldığı 1922’ye kadar devam eden cemiyetin amacı, İstanbul’da okuyan Kürt öğrenciler arasındaki dayanışmayı sağlamaktı. Hevi’nin yayın organı Kürtçe ve Kürt Edebiyatı ile ilgili yazıların yayımlandığı Rojî Kurd, Osmanlıca ve Kurmanci dilinde yayınlanıyordu. Hevi’nin amacı, Kürtlerin eğitimsizliğine ve yoksulluğuna çare bulmaktı. Roja Kurd hükümetçe kapatıldıktan sonra yerine, Yekbûn Dergisi, onun yerine de Hetawe Kurd yayınlanmaya başladı
Kürt romanının öncülerinden olan Erebê Şemo (Ereb Şemo), 1897’de Kars’ın Susuz köyünde doğdu. Moskova’ya giderek Lazaryan Enstitüsü’nde yüksek öğrenimini tamamladı. 1924 yılında Ermenistan’a dönen Şemo, Ermenistan Komünist Partisi’nin bir görevlisi olarak Kürt köylerinde ve Kürtler arasında Bolşeviklerin yürüttüğü ekonomik programın başarıya ulaşması amacıyla propaganda ve parti çalışmaları yürüttü. 1930 yılında yayına başlayan ve kuruluşunda önemli bir rol oynadığı Riya Teze (Yeni Yol) gazetesinde üç kitabı tefrika edildi: Emrê Lenîn (Lenin’in Buyruğu), Terîqa Rêvolûsîya Oktyabrê (Ekim Devrimi Tarihi), Kolxoz û Kara Wê Ji Gundîyan re (Kolhozun Köylüler İçin Faydaları). 1934 yılında Erivan’da Kürdoloji konferansında önemli bir misyon üstlenmiştir. Ereb Şemo’nun Şivanê Kurd (Kürt Çoban) adlı romanı 1935’de Erivan’da yayınlanmış, şimdiye dek onlarca baskı yapmış, Rusça, Arapça, Almanca, Gürcüce, Fransızca ve Türkçe olmak üzere, birçok dile çevrilmiştir. Ereb Şemo’nun Dimdim, Jiyana Bextewar (Mesut Hayat), Hopo ve Berbang adlı romanları da bulunmaktadır.
Kürt aydınları tarafından 1908’de kurulan Kürt Teavün ve Terakki Cemiyeti (Kürt Dayanışma ve Gelişme Cemiyeti) Kürtlüğe, İslam’a, Osmanlılığa ve anayasaya bağlılığın esas olduğu bir dayanışma cemiyetiydi. Kürt aşiretleri arasındaki sorunları çözmek için eğitim, ticaret ve zanaatı teşvik etmeyi hedefleyen cemiyete, sadece İstanbul’da oturan ve Türkçe okuyup yazabilen Kürtler üye olabiliyordu. Kürtçe bilmek ise zorunlu değil, sadece arzulanan bir özellikti. Cemiyetin aynı adı taşıyan bir gazetesi, Meşrutiyet adlı bir de okulu vardı
İstanbul’a yerleşen Kürtler, İstanbul’un önemini hemen fark edip uyum sağladılar. Yıllar sonra İstanbul’da büyüyüp okuyan bir kuşak oluştuğunda artık Kürt aydınları da Osmanlının heyecanla atan yaşlı kalbinde her gün daha da büyüyen siyasi ve düşünsel gelişmelere renk kattılar. Bundan sonra sürgünde yetişen Kürt aydınları, ilk Kürtçe gazete ve dergileri yayınlayıp, ilk öğrenci cemiyetini, ilk kadın cemiyetini kurdular. Bu dönemde söylenen her söz, yazılan her kelime ve basılan her sayfa Kürt aydınlanmasında ve modern düşünce sisteminin oluşmasında önemli bir yere sahip oldu. Modern Kürt edebiyatının ortaya çıkışı ve gelişmesi de bu yıllarda başlayan çalışmalar üzerinden yükselmiş oldu
XX. yüzyıla girerken İstanbul’da yaşayan Kürtlerin sayısı da arttı. Daha önce yolu İstanbul’a ticaret için düşen Kürtler de vardı, Aşiret Mektepleri’nde okumaya gelen gençler, eskiden beri çalışmaya gelenler ve her isyandan sonra İstanbul’a sürülen beyliklere mensup şahıslar da vardı. Derken, İstanbul’un çoksesliliğine bir de Kürtçe şarkılar, şiirler, gazeteler, dergiler karıştı.
Bizans ve Osmanlı imparatorluklarına yüzyıllarca, başkentlik yapmış İstanbul, aynı zamanda dünya coğrafyasında da önemli bir kavşak ve geçiş noktasıydı. İstanbul bu özelliğiyle adeta zamanın, kültürlerin, medeniyetlerin ve dillerin harmanlandığı bir kentti. Bu kentte kimler yoktu ki: Yahudiler, Ermeniler, Türkler, Kürtler… İstanbul, birçok halkın edebiyatında da ilklerin yaşandığı bir şehirdi, bazen hüzünlerin, ayrılıkların, isyanların, sevinçlerin ve aşkların mekanı bazen de hepsinin kahramanıydı. İstanbul, Osmanlının dünyaya açılan penceresi olduğu için dünyadaki gelişmelerin de en yakın takipçisiydi. XIX. yüzyılın sonu XX. yüzyılın başları, Avrupa’da başlayan aydınlanma sürecinin doğurduğu yıkımların, yeniliklerin, fikirlerin ve siyasetin baş döndürücü bir hızla yaşandığı yıllardı. Kürt aydınlanmasında bu yılların ve İstanbul’un önemi oldukça büyüktü. Kürt aydınları için İstanbul vazgeçilmez bir duraktı
Devletler, kontrollerine aldıkları muhalefet hareketlerini, ayaklanmaları ya da devrimleri, dışında kaldıklarından daha kolay engeller.
Klasik Kürt yazarları arasında sadece erkekler yer almaz. Daha 47 yaşında iken yaşamını yitiren ve Mestûre Xanim adı ile bilinen Mah Şeref Erdelanî (1800-1847) ile Sirre Xanima Amedî (1814-1865) ve Mîhrîbana Berwarî (1814-1865) de Kürtçe eserleri günümüze ulaşan ilk Kürt kadın yazarlarıdır.
Jaba’nın yanı sıra Kürt dilinin mîri Celadet Bedirxan da, 1930’lı yıllarda Latin alfabesi ile yayınlanan ilk Kürt dergisi Hawar’ın 33. sayısında, Herekol Azîzan mahlası ile kaleme aldığı yazısında Soranca ve Kurmanca yazan Kürt klasik yazarlarından söz ediyor. Celadet Bedirxan, bu yazarların yaşam öykülerine ve eserlerine de bu yazısında kısaca yer veriyor. Celadet Bedirxan’ın makalesinde adları verilen Kürt klasik yazarları arasında eserlerini Soranca lehçesinde kaleme alan Nalî, Hecî Qadirê Koyî, Şêx Riza Telebanî ile eserlerini Hezroyî, Şêx Mihemedê Hedî, Şêx Evdirehmanê Taxê, Şêx Nureddînê Birîfkî, Şêx Evdirehmanê Axtepî, Mela Unisê Erqetînî ve Melayê Erwasê vardır
Alexander Jaba kitabında sekiz Kürt şairinden söz ediyor. Jaba’nın sözünü ettiği şairler Elî Herîrî (1010-1078), Melayê Cizîrî (1570-1640), Feqiyê Teyran (1590-1660), Melayê Batê (1417-1491), Ehmedê Xanî (1651-1706), Îsmaîlê Bazîdî (1654-1709), Şeref Xanê Hekarî (1682-1748) ve Murad Xanê Bazîdî (17361778)’dir.
14 yaşından itibaren yazmaya başlayan Xanî’nin günümüze ulaşan eserlerinin dışında çokça eserinin olduğu bilinir; ancak bu eserlerden, adını andığımız kitapları dışında sadece birkaç şiir bugüne kadar elde edilebilmiştir. Bazıları Mela Mahmûdê Beyazîdî tarafından elde edilen bu şiirlerden bir kısmı, halen Rusya’da Petersburg Kütüphanesi’nde korunmaktadır
Xanî’nin Mem û Zîn dışında iki önemli eseri daha günümüze ulaşabilmiştir. Xanî, günümüze ulaşan Nûbara Biçûkan (Çocukların Baharı) ile Eqîda Îmanê (İnanç Yolu) eserlerinin ilkinde çocuklara dil öğretmeyi amaçlar. Bunun içindir ki Nûbara Biçûkan birbiriyle uyumlu dizeler halinde olan bir Arapça ve Kürtçe sözlük biçiminde kaleme alınmıştır. Bu kitabın yazımı, Xanî’nin Kürt çocuklarının eğitimine verdiği önemi göstermesi bakımından da önemlidir. Xanî, Eqîda Îmanê adlı kitapçığında ise İslam dininin koşullarını, kurallarını şiirsel bir dille kaleme alır
Ehmedê Xanî’nin eserinde önemli yer tutan olgulardan biri de insan sevgisi ve bu sevginin dayandığı felsefedir. Adeta bir filozof gibi dizeleri işleyen Xanî, insan sevgisinin yanı sıra, iyilik ve kötülüğe de eserinde önemli bir yer verir. Bir diğer tema ise Allah sevgisidir. Tasavvuf edebiyatının önemli bir eseri olarak görülen Xanî’nin Memû Zîn’inin yanı sıra diğer eserlerinde de Allah sevgisinin ve imanın önemli bir yeri vardır.
Xanî’nin aşireti ile ilgili ise Farhad Shakelî’nin Uppsala Üniversitesi’ne sunduğu bir araştırmasında geçen ibareler vardır. Shakelî, 20. yüzyılın başlarında Kürt coğrafyasını dolaşarak araştırmalar yapan Mark Tykes’in “The Kurdish Tribes of the Ottoman Empire” (Osmanlı İmparatorluğu’nun Kürt Aşiretleri) adlı çalışmasındaki değerlendirmelerden yola çıkarak Hakkâri’nin kuzeyinde Xweşav (Hoşaf) yakınlarında Xanîyan (Xanîler) aşiretinin varlığından söz eder
Bozarslan ise bu aşireti, Xanî aşireti olarak yorumlayıp Ehmedê Xanî’nin bu aşiretten olduğunu belirtir.
Ehmedê Xanî’nin ailesi ile ilgili bilgiler ve doğum yeri üzerine de araştırmacıların farklı söylem ve değerlendirmeleri vardır. Kürt yazar Alaaddîn Seccadî’ye göre Xanî’nin babasının adı Rüstem, dedesinin adı ise İlyas’tır. Seccadî, Xanî’nin dedesinin önceleri Botan bölgesinde yaşadığını ve buradan Ağrı’nın Bayezîd bölgesine göç ettiğini yazar. Sadıq Bahaddîn Amedî ise yerel melelere dayanarak Xanî’nin Hakkâri’nin Çukurca (Çelê) ilçesine bağlı Sêgundan köyünde doğduğunu ve Bayezid’te vefat ettiğini söyler. Yine Mehmet Emin Bozarslan adı geçen eserinde, Kürt şair ve yazarı Hejar’ın Mem û Zîn çevirisine Hasan Kızılcı’nın yazdığı önsöze atıfta bulunarak Xanî’nin Bayezîd ve Botan’da bulunan Xanîyan aşiretinden olduğunu ve Xanî doğmadan birkaç yıl önce babasının Bayezîd’e yerleştiğini; ancak aşireti ile ilişkilerini de koparmadığını yazar
Yüzyıllar önce Kürtler arasında birliğin olmayışından söz eden, bu nedenle Kürtlerin geri kaldığını ve devlet olamadığını belirten Ehmedê Xanî, eserinin birçok yerinde Kürt dilinin güzelliklerinden de söz eder. Diğer birçok klasik Kürt yazarı gibi Ehmedê Xanî’nin de yaşadığı yılları tam olarak belirlemede sıkıntılar vardır. Doğum tarihini Mem û Zîn adlı eserinde kendisi yazar. “Çünkü görünmezlikten koptuğu zaman / tarih bin altmış bir idi o zaman” diyerek Hicri 1061’de, yani 1651 yılında dünyaya geldiğini belirten Xanî’nin, ölüm tarihi ile ilgili net bilgiler yoktur. Ehmedê Xanî ve Mem û Zîn üzerine yaptığı araştırmalarıyla bilinen Mehmet Emin Bozarslan, Mem û Zîn’in Türkçe baskısına yazdığı önsözde, Xanî’nin ölüm tarihi ile ilgili şöyle yazar: “Xanî’nin yaşamı gibi ölüm tarihi de belirsizdir. Bazı yazar ve araştırmacılar onun 1706 yılında vefat etmiş olduğunu bildiriyorlar. O görüşün kaynağı ise Kürt yazarı Aladdin Seccadî’nin, Mêjuy Edebî Kurdî (Kürt Edebiyat Tarihi) adlı kitabında bir Kürt hocasından aktardığı bir bilgidir. Alaaddîn Seccadî’nin yazdığına göre o hoca, medrese öğrenimi zamanında, Samedaniyye adlı bir elyazması kitap görmüş; kitabın üzerinde Arapça, tare Xanî ila Rabbihi (Xanî rabbine doğru uçtu)” sözü yazılıymış. Eskiden kullanılan ve Ebcet Hesabı denilen bir hesaba göre, o sözdeki harfler Hicri 1118 tarihini gösterir ve o tarih de Miladi tarihe göre 1706–1707 eder.”
Batê’nin eserlerinden yola çıkılarak yapılan değerlendirmelerde eğitime verdiği önem göze çarpmaktadır. Bu konuyla ilgili, halk arasında dilden dile anlatılan bir söylenceye de yer verilir. Bu söylenceye göre; ağır vergi borçlarından bunalan halk Melayê Batê’yi Mîr’in huzuruna gönderir. Mîr, halkın vergi borçlarını sileceğini; ancak Batê’nin karşılığında kendisine ne vereceğini sorar. O ise: “Mîr’im, gücüm 150 öğrenciyi daha okutmaya yeter. Borçları silerseniz, 150 öğrenciyi daha alır, okuturum,” der
Melayê Batê’nin günümüzde en çok bilinen eseri Mewlud adlı Peygamber’e methiyesidir. Kürtler, aradan yüzyıllar geçmesine rağmen dini törenlerinde, düğün ve sünnetlerinde Melayê Batê’nin Mewlud’ünü okurlar. Eserin günümüze eksiksiz taşınmasında bu geleneğin ciddi bir etkisi vardır. Melayê Batê’nin el yazması Mewlud’ü birçok medresede feqîler tarafından el ile çoğaltılarak dağıtılmıştır. Kendisi de Ertoşî aşiretinden olan Melayê Batê’nin bu eseri ilk olarak 1905 yılında Mısır’da basılmıştır. Daha sonra, 1907 yılında İstanbul’da Mela Huseynî Ertoşî adıyla, sonraki yıllarda ise kendi adıyla basılmıştır. Son yıllarda Zembîlfiroş ile birlikte Latin alfabesine de çevrilerek, yeniden basılmıştır.
Melayê Batê’nin, Feqiyê Teyran’ın doğum yeri olan Mûks’de, Mîr Hesen Welî’nin medresesinde okuduğu bilinir. Yazdığı şiirlerden birinde Mîr Hesen Welî’ye vedası ana temadır. Yöre halkının sözlü anlatılarının günümüze ulaşmış farklı örneklerinden yola çıkılarak Batê’nin bu şiirini Mûks’den dönerken yazdığı belirtilir. Melayê Batê, Mûks’den dönerken yolda kara ve tipiye yakalanarak sığındığı mağarada yaşamını yitirir. Halk arasındaki söylencelere göre Melayê Batê’nin cesedi Berçelan Yaylası’ndaki bir mağarada bulunduğunda, elindeki kağıtta Mîr Hesen Welî’ye yazdığı şiir varmış. Melayê Batê’nin Mûks’ün yanı sıra Duhok, Hewlêr ve Musul medreselerinde dini eğitimin yanı sıra tıp ve edebiyat eğitimi aldığı, daha sonra Hakkâri Meydan Medresesi’nde hocalık yaptığı bilinir.
Çarlık Rusya’sı Erzurum Başkonsolosu Alexander Jaba, Petersburg Bilimler Akademisi’nin talebi üzerine Erzurum ve çevresinde Kürt dili ve edebiyatı üzerine yaptığı araştırmalarda edindiği bilgilerden ve el yazması ürünlerden sonra kaleme aldığı kitabında asıl adı Ahmed olan Melayê Batê’nin 1417 ile 1491 yılları arasında yaşadığını yazar. Melayê Bate’nin Hakkâri’ye bağlı Beytüşşebap ilçesinin Batê köyünde dünyaya geldiğini belirten Jaba, Mewluda Kurdî (Mewluda Pêxember, Mewluda Şerîf) eserinin yanı sıra büyük bir Divan’ının olduğunu da söyler. Jaba’dan sonra yazan Margarita Borisavna Rudenko ise Kürt edebiyatı üzerine yaptığı incelemeleri kaleme aldığı eserinde Melayê Batê’nin Zembilfroş adlı bir manzum eserinin de olduğunu söyler. Melayê Batê’nin her iki eseri de Rusya’nın St. Petersburg kentinde, Saltikov-Sçedrin Kütüphanesi’nde mevcuttur; ancak Jaba’nın sözünü ettiği divanı henüz bulunmamıştır. Jaba, Melayê Batê’nin divanında yer aldığını belirttiği bazı şiirlere çalışmasında yer vermiştir.
Feqiyê Teyran’ın günümüze ulaşmış eserleri şunlardır: Qewlê Hepsê Reş, Bersîsê Abîd, Şêxê Sen’an, Kela Dimdim (Dimdim). Bunların yanı sıra her biri kendi başına birer eser olan şiir ve destanları da vardır. Onları da şu şekilde sıralayabiliriz: Qewlê Hespê Reş (Kara Atın Sözü), Bersîsê Abîd (Mutlu İnançlı), Şêxê Sen’an (Sen’an Şeyhi), Kela Dimdim (Dımdım Kalesi). Bunların yanı sıra her biri kendi başına birer eser olan şiir ve destanları da vardır. Onları da şu şekilde sıralayabiliriz: Ay dilê min (Ey Gönlüm), Bi Çar Kerîman (Dört Kutsal Adına), Çiya Anî Li Deştê Kir (Dağları Getirip Ovaya Vurdu), Dengbêjê Jaran î (Mazlumların Ozanısın), Dewran (Devran), Dilber (Dilber), Dilo Rabe (Kalk Ey Gönül), Ê Bên (Gelenler), Ellah Çi Zatek Ehsen e (Allah Ne Kutlu Biridir), Ey Av û Av (Ey Su), Ez Çi Bêjim (Ne Diyeyim), Feqe û Bilbil (Feqiyê Teyran ile Bülbül), Feqe û Mela (Feqiyê Teyran ile Melayê Cizîrî), Feqiyê Teyran û Dîlber (Feqiyê Teyran ile Dilber), Feqiyê Teyran û Evîna Dila (Feqiyê Teyran ile Gönüllerin Aşkı), Feqiyê Teyran û Quling (Feqiyê Teyran ile Turna), Feqiyê Teyran û Roj (Feqiyê Teyran ile Güneş), Îro Ji Dest Husna Hebîb (Bugün Kutlu Dostun Elinden), Melayê Batê Kanê (Hani Melayê Batê), Mihacir (Göçmen), Qewî Îro Zeîfhal im (Bugün Güçlüye Halsizim),Yar Tu yî (Yar Sensin).
Feqiyê Teyran’ın şiirlerinin bir bölümünde de sevgi ve aşk vardır. Allah’a olan inancını aşkla dile getirdiği gibi gerçek sevgiliye olan aşk da şiirlerinde kendini gösterir. Sevgililerin hiçbirinin adı
şiirlerinde geçmez; ancak bu şiirleri okuyanlar onun kime aşk ile bağlandığını anlayabilir.
Feqiyê Teyran’ın Kürt klasik edebiyatçılarından bir diğer önemli farkı da sürekli halkla iç içe yaşaması, onların acılarını da şiirleştirmiş olmasıdır. Zengin ve tanınmış bir ailenin ferdi olmasına karşın, şiirlerinde halkın acılarını kendi acısı bilmiş, onların çaresizliğini dizelerine dökmüştür. Feqiyê Teyran’ın şiirlerinde Allah ve din temaları da önemli bir yer tutar. Şiirlerinin birçoğunda Allah’a ve Peygamber’e övgü vardır. Aynı zamanda Allah ile kulları, özellikle de bir kul olarak kendisini karşılaştırır. Bu karşılaştırmaların önemli bir çoğunluğunda Allah’a ulaşmak isteği vardır.
Feqiyê Teyran’ın halkın bugün bile rahatlıkla anlayabildiği sade bir dili vardır. Medreselerde köklü bir eğitim almasına ve Arapça ile Farsçayı çok iyi bilmesine karşın, şiirlerinde ısrarla Kürtçenin Kurmanci lehçesinin en sade biçimini kullanır. Elbette, tüm klasik yazarlar gibi Feqiyê Teyran da Arapça ve Farsçadan etkilenmiş ve yer yer şiirlerinde bu dillerden sözcüklere yer vermiştir. Bunun temel nedenlerinden biri İslamiyet’in eğitim, dil ve kültür üzerindeki etkisidir. Kuran’ın dili olması nedeniyle kutsal olarak görülen Arapça, medreselerin birçoğunda Allah’ın dili olarak da benimsenmiş ve bu dilde de eserler verilmiştir. Farsça ise neredeyse bölge halklarının tamamının kültür ve bilim dilidir. Her iki dilin etkisini Feqiyê Teyran’da da görmek mümkündür; ancak Feqî, tüm eserlerini Kürtçe’nin Kurmanci lehçesi ile yazmış, şiirlerinde bu dilden sözcükleri özenle kullanmıştır
Klasik Kürt edebiyatının önde gelen şairlerinden olan Feqiyê Teyran, Hakkâri’ye bağlı Mûks (günümüzde Van’a bağlı Bahçesaray) kasabasında doğmuştur. Asıl adı Mihemed’dir. Şiirlerinin bazılarında Feqiyê Teyran adının yanı sıra ‘Mîr Mihê, Feqê Têra, Feqê Hêşetê, Feqiyê Gerok, Meksî’ ve ‘Xoce’ adlarını da kullanır. Feqiyê Teyran adının kuşlarla olan yakınlığından, hatta kuşlarla konuştuğundan dolayı kendisine verildiğine inanılır. “Kuşların öğrencisi” anlamına gelen Feqiyê Teyran mahlasındaki kuşlara karşılık gelen “Teyran” sözcüğü de, onun bu özelliğini ifade eder. Feqiyê Teyran, yörenin önde gelen ailelerindendir. Büyük dedesinin Osmanlı Devletinden Mirlik (Beylik) Fermanı aldığı anlatılır
Melayê Cizîrî yaşamının neredeyse tümünü, Cizre’de Medresa Sor’da öğrencilerini eğiterek geçirmiştir. Şiirlerinde, Medresa Sor temasını da işleyen Cizîrî ile bu medrese arasında özel bir ilişki olduğu görülür. Melayê Cizîrî’nin çağdaşı, II. Mîr Şeref tarafından inşa edilen bu medrese, son yıllarda restore edilmiştir. İddiaya göre uzun yıllar Cizre dışında sürgün hayatı yaşadıktan sonra Cizre’yi ele geçirmek üzere yola çıkan II. Mîr Şeref, şehri ele geçirdikten sonra şehre ilk giriş yaptığı noktada bu zaferin anısına bir cami inşa eder. Medresa Sor, bu camiyle birlikte inşa edilerek Melayê Cizîrî’nin hizmetine sunulur.
Şiirlerinde sufist bir anlayışı öne çıkaran Cizîrî, güzelliği Allah ile bütünleştirir, evrenin Allah’ın güzelliğini yansıtan bir ayna olduğunu ifade eder. Şiirlerinde güzellik ve aşkı birlikte yorumlayan Cizîrî, başat temalarından biri olan Selma’ya duyduğu aşkı içindeki öz ile bütünleştirmiştir. Birçok araştırmacı bu yönüyle Cizîrî’yi Mevlana ve Hafız gibi tasavvuf edebiyatının önemli şairlerine benzetir.
Melayê Cizîrî’nin şiirlerinin çoğunluğunda tasavvuf önemli bir yer tutar. Bunun yanı sıra dünyevi aşkı irdelediği şiirler de epeyce vardır. Şimdiye kadar bilinen divanından başka eserine rastlanmamıştır. Melayê Cizîrî’nin Divan adlı eserini ilk olarak
Martin Von Hartman 1904 yılında Berlin’de bastırmıştır. Bu ilk baskıdan günümüze Qamışlı müftüsü Ahmedê Zivîngî’den, İstanbul Kürt Enstitüsü’ne ve Nubihar yayınlarına kadar birçok kurum ve kişi tarafından Melayê Cizîrî’nin divanının baskısı yapılmıştır
Melayê Cizîrî’nin farklı yıllarda yaşadığını belirten yazarların, araştırmacıların her birinin dayandığı farklı nedenler vardır. Birçoğu, Melayê Cizîrî’nin şiirlerinde atıfta bulunduğu diğer edebiyatçılardan yola çıkarak Melayê Cizîrî’nin yaşadığı yılları yorumlar. Bazıları ise Cizîrî’nin şiirlerindeki tarihsel tanıklıklardan yola çıkarak doğum ve ölüm tarihini belirtirler; ama en önemli nedenlerden birinin Melayê Cizîrî’nin asıl adından ve yaşadığı yöreden kaynaklandığı belirtilir. Cizîr bölgesi, Kürt coğrafyasında bugünkü Cizre’den Harran’a, oradan da Diyarbakır’a uzanan bir bölgeyi karşılar. Cizîr, “ada” anlamına gelen Arapça bir kelimedir. Bölgenin özelliğinden dolayı bu bölgede yaşayan birçok edebiyatçı, şair mahlas olarak “Cizîrî” lakabını kullanmıştır. Asıl adı Şêx Ahmed el-Cizîrî olan Melayê Cizîrî de şiirlerinde yer yer Mela, yer yer de Melayê Cizîrî mahlasını kullanmıştır. 11. yüzyıldan sonraki dönemlerde bu bölgede adı Şêx Ahmed olan veya Melayê Cizîrî, Şêx Ahmedê Cizîrî gibi mahlasları kullanan birçok edebiyatçı olduğu sanılmaktadır. Tarih karmaşasının birçoğunun da bundan kaynaklandığı varsayılır; ama Melayê Cizîrî’nin yaşadığı yıllar açısından günümüz araştırmacılarının büyük çoğunluğu 1570-1640 tarihlerini, en gerçekçi yıllar olarak tanımlarlar.
Prof. Qanatê Kurdo, Margarita Borisavna Rudenko ile Minorsky gibi yazarlar ise Kürtler üzerine incelemelerin yer aldığı eserlerinde, Melayê Cizîrî’nin yaşadığı yıllar yerine dönem olarak XII. yüzyılda yaşadığını yazmayı tercih ederler
Kendisinden sonra gelen edebiyatçıların birçoğunun üzerinde ciddi etkiler bırakan, klasik Kürt edebiyatının yeri sarsılmaz ekollerinden biri olan Melayê Cizîrî, Cizre ilçesinde doğmuştur. Doğum ve ölüm tarihi ile ilgili farklı görüşler vardır. Alexander Jaba, Recueil de Noticeset Recits Kourds adı ile 1860 yılında Rusya’da yayınladığı kitabında, Melayê Cizîrî’nin XI. ve XII. yüzyıllarda yaşadığını belirtir. Kürt edebiyatçı, Alaaddîn Seccadî ise Mêjuy Edebî Kurdî (Kürt Edebiyat Tarihi) adlı kitabında, Melayê Cizîrî’nin 1407 ile 1481 yılları arasında yaşadığını açıklar. İngiliz Kürdolog David Neil MacKenzie, Mala-e Ciziri and Feqiye Teyran adlı eserinde, Melayê Cizîrî’nin 1570 ile 1640 yılları arasında yaşadığını yazar
Ehmedê Xanî’nin etkin bir biçimde ön plana çıkardığı milli unsurlar, kendinden sonra gelen Kürt edebiyatçılar tarafından da devam ettirildi. Kürtlerin ortak bir coğrafya üzerinde yaşamalarına rağmen, etkin bir yönetim birliği oluşturamamaları, giderek Osmanlı İmparatorluğu ile Safevilerin yönetsel erk, dil ve kültür üzerinde asimilasyoncu politikalar kullanmaları, medreselerde sürdürülen edebi çalışmalara da yansıdı. Kürtler edebi ürünlerinde milli unsurlara daha fazla yer vermeye başladılar. İlk Kürtçe gramer kitabını hazırlayan XVI. yüzyıl Kürt edebiyatçılarından Alî Teremoxî’nin yanı sıra milli unsurları şiirlerinde ağırlıkla işleyen klasik Kürt edebiyatçılarından biri de Pertew Begê Hekarî’dir.
Kürt edebiyatında milli unsurları belirgin biçimde kullanan edebiyatçıların başında Ehmedê Xanî gelir. Ehmedê Xanî, özellikle Mem û Zîn adlı eserinde, dönemin Kürtlerinin toplumsal, sosyal, ekonomik koşullarını dizeleriyle dile getirirken milli birliğin olmayışından, Kürtlerin sahipsizliğinden sıkça söz eder
Siyahpûş, ünlü divanı Seyfûlmulk’te, yaşama, dürüstlüğe dönük coşku ve heyecanı, bedeli ağır bile olsa yerine getireceğini belirtir
Elî Herîrî’den Feqiyê Teyran’a, oradan da Siyahpûş’a ulaşan coşku ve heyecan dolu edebi metinler, klasik Kürt edebiyatında neredeyse tasavvufi metinler kadar yer tutar. Bu coşku ve heyecan çoğu kez tasavvufun bir alt unsuru olarak da kullanılır
Feqiyê Teyran’ın coşkusunu dile getirdiği önemli eserlerinden biri de Şêxê Sen’an’dır. Şêxê Sen’an’da bir yandan efsanevi bir kişilik olarak birçok edebiyatçının ürünlerine konu ettiği Şêxê Sen’an’ın yanı sıra Hêşetîli kıza olan aşkını da yazan Feqî, yine doğanın güzelliğinin, coşkusunun anlatımında esas unsur olarak kullanır
Coşku ve heyecan klasik Kürt edebiyatının belirgin öğelerindendir. Bu yönüyle en fazla öne çıkan klasik Kürt edebiyatçılarının başında Feqiyê Teyran gelir; ancak günümüze ulaşan eserlerinin yetersizliği nedeniyle bir ekol olarak değerlendirilmese bile, coşku ve heyecanı ilk olarak XI. yüzyıl Kürt edebiyatçısı Elî Herîrî’de görüyoruz. Elî Herîrî’den Feqî’ye ulaşan coşku ve heyecan dolu dizelerin ilhamını kendi eserlerinde de giderek artan oranda kullanan Kürt edebiyatçılar, bu geleneği yüzyıllar boyu sürdürür. Kürt dilini geliştirmeyi ve bunun için sade bir anlatımı tercih eden Feqî, şiirlerinde coşku ve heyecanı daha çok doğa ile bütünleştirerek verir. Bu coşku ve heyecan bazen “Ey av û av” şiirinde olduğu gibi gür akan suyun insanla bütünleştirilen coşku ve heyecanıdır, bazen gerçek aşkın insan duygularında yarattığı histir.
Cîzre’nin irfanından beslenen Aktepe Medresesi’nin müderrisi olan Şêx Evdirehman, Melayê Cizîrî ekolünün sürdürücüsü olarak tasavvuf edebiyatının zenginliğine, eserlerinin tümünde yer verir. Kürt edebiyatının uzun bir süre medreselerden beslenmesi nedeniyle, tasavvuf edebiyatı etkisini neredeyse günümüze kadar yitirmeden sürdürür. Bu edebiyat türü giderek daha önce sözlü edebiyat geleneğinin üstlendiği Kürt tarih hafızasının oluşmasına yazılı katkılar sunar ve sonraki nesillere aktarılmasına aracılık eder
Melayê Cizîrî’nin Divan adlı eserinde bu sembollere çokça rastlanır. Cizîrî, Divan’ında bir taraftan Allah’a ulaşmanın yollarını tasavvufi bir etkiyle oluşturmaya çalışırken, diğer taraftan kullandığı sembollerle insanları da bu yola ulaşmaya çağırır
Medreselerdeki eğitim ortamının sağladığı olanaklarla yorum yeteneği gelişen Kürt şeyh ve melelerinin tasavvuf edebiyatında kullandığı kavramlar, aslında gerçek anlamı yansıtmaz. Örneğin; şarap ya da mey kavramı, neredeyse bu kavramın kullanıldığı tüm edebi ürünlerde Allah’ın hikmetlerine, ilahi kudretine karşılık gelir. Bununla beraber, Muhammed-i hakikate karşılık olarak da kullanılır. Saki, sıradan bir şarap dağıtıcı değil, yol gösterendir, ermiş bir kılavuzdur. Meyhane de çoğu kez içinde ilim-irfanın olduğu, dünya ve ahiretin öğretildiği medresedir
Kürt edebiyatında dini-tasavvufi etkiler, özellikle İslamiyet’in etkisiyle ortaya çıkmıştır. Türk edebiyatında 12. yüzyılda Ahmet Yesevi’nin Divan-i Hikmet eserinde görülmeye başlayan tasavvufi halk edebiyatına, Kürt edebiyatında Melayê Cizîrî’de rastlıyoruz. Melayê Cizîrî’yi takip eden Feqiyê Teyran, Melayê Batê ile Ehmedê Xanî de tasavvufi halk edebiyatının öncüllerindendir.
Medreselerin bir diğer önemli sorunu da beslenmedir. Feqîlerin yemekleri genellikle köylüler tarafından sırayla karşılanır, “Ratıb” adı verilen feqîlerin yemeğini, bazı medreselerde, bizzat medreseyi kuran mir veya şeyh karşılar. Ayrıca feqîler harman zamanı civar köyleri dolaşarak topladıkları zekatlarla da, medresenin diğer giderlerinin yanı sıra iaşe giderlerini de karşılamaya çalışırlar. Tüm bunlardan da anlaşılıyor ki, medreselerin gelir kaynağı yalnızca köylülerin gönüllü katkılarıdır. Bu, çoğu zaman feqîlerin ihtiyacını karşılamaktan uzaktır. Özellikle öğrenci sayısı fazla olan medreselerde feqîler yarı aç, yarı tok yaşamışlardır. Feqîlerin yemeği, büyük çoğunlukla, bulgurun yanında verilen etsiz ve yağsız yemeklerdir; ancak cuma günlerinin “hayırlı gün” olması nedeniyle, feqîlere çoğunlukla etli yemekler verilir.
Eğitim derecesi ne olursa olsun, istisnalar dışında her medresenin genellikle bir melesi vardır. Medreseyi kuran mir tarafından görevlendirilen mele, tüm feqîlerin eğitiminden sorumlu olmakla
birlikte, her feqîyi teker teker eğitmez. Medresenin kıdemli feqîleri, sonradan gelenleri eğitmekle de sorumludurlar
Tüm medreselerde olduğu gibi Kürt medreselerinde de eğitim, Kur’an okumayı öğrenmekle başlar. Kur’an öğrenmede istenen ilerleme sağlandıktan sonra, Melayê Batê’nin Mevlüd’ü, Ehmedê Xanî’nin Nûbihara Biçûkan (Çocukların Baharı) ile Eqida İmanê (İnanç Yolu) adlı kitapları, Feqiyê Teyran’ın, Eli Herîrî’nin, Melayê Cizîrî’nin divanları ile diğer Kürtçe yazılmış kitaplar okutulur. Arapça grameri ile diğer tanınmış Arap melelerin yazdıkları dini içerikli kitaplar da medreselerde ağırlıklı olarak okutulur; ancak olanaklar elverdiğince Kürtçe kitaplar okutulmasına da özen gösterilir.
Bu özellikleri Kürt medreselerinde de görmek mümkündür; ancak diğer halkların, özellikle de Arapların medreseleri ile kıyaslandığında, Kürt medreselerindeki en ciddi eksiklik eğitim içeriğinin ve derslerin yöreden yöreye farklılıklar göstermesidir. Diğer halkların medreseleriyle kıyaslandığında, Kürt medreselerinde merkezileşme zayıftır. Bu nedenle, Kürt medreselerinde eğitim programlarının içeriği birbirinden farklıdır. Her Kürt Beyliği (mirlik) egemen olduğu alanlarda kendi medresesini kurar ya da Kürt mollaları (mele) daha yerel medreselerde veya medreselerin bir alt birimi olan ve hücre adı verilen merkezlerde öğrenci (feqî) eğitir. Oluşturulan eğitim programlarını da mirler, şeyhler veya meleler belirler. Eğitim programlarındaki farklılığa rağmen, Kürt medreselerinin hemen hemen hepsinde Kürtçe dilbilgisi derslerinin yanı sıra Kürtlük ve yurtseverlik duygularını geliştiren derslere veya ders arası sohbetlere yer verilir. Kürt medreselerinde okutulan ders kitaplarından anlaşılıyor ki, yurtseverlik ile dilin korunması ve geliştirilmesi, en az dini bilgilerin öğrenilmesi kadar önemlidir. Her Kürt feqî medreselerde, dini bilgilerin yanı sıra Kürt kültür ve edebiyatı ile Kürtçenin esaslarını da öğrenir
Medreselerin asıl kuruluş amacı İslamiyet’i yaymaktır. Müslümanlar dini esasları, ilk olarak Medine’de açılan medresede öğrenmişler ve oradan İslamiyet’i dünyaya yaymışlardır; ancak gün geçtikçe medreselerin eğitim programları ile eğitim dillerinde önemli değişiklikler olmuş, fen ve matematik bilimlerinin yanı sıra mantık, felsefe, astronomi ve dilbilgisi de medreselerdeki eğitim programlarının içinde yer almıştır.
Eğitim süresi boyunca öğrenciler birçok medrese gezerlerdi. İcazet alıncaya kadar coğrafya bilgilerini de geliştirir, farklı kültürlerle tanışırlardı ki bu da eğitimin bir parçası olarak kabul edilirdi. Her medresenin kendine has bir terminolojisi vardı. Medresenin terminolojisi, yaşanılan yöreye, yörenin sosyal ve ekonomik özelliklerine göre değişiklikler gösterirdi. Bu farklılıklara rağmen birçok medresede kullanılan ve kaynaklarda yerini almış ortak kavramlar da vardı. Gelişmiş medreselerin en önde gelen kişisine “Seyda” denilirdi
Medrese mezunu olunduktan sonra da alim olmak, medresede müderris olmak için gidilecek epeyce uzun bir yol vardı. Kürtler arasında alim insanlar için “12 ilimden müntehi” denirdi. Bu ilim dalları medreselerin eğitim müfredatından kaynaklanırdı. Kürt medreselerinde okutulan 12 bilim dalının esasları şunlara dayanırdı: xet (imla), qîraet û tecwîh (Kuran’ı güzel ve doğru okuma), serf û nehw (kelime ve cümle yapısı), fiqih (fıkıh), hedîs (hadis), tefsîr (tefsir-Kuran yorumu), eqaîd û kelam (iman ve inanç), mentiq û felsefe (felsefe ve mantık), fesahet û belaxet (edebi cümle kurma), siyer û tarîx (Hz. Muhammed’in yaşamı ve tarih bilimi), riyaziyat (matematik), usulê fiqih (fıkıh usulleri) ve usulê hedîs (hadis usulleri).
Kürtlerin yaşadıkları bölgelerde yöre halkı, ağırlıkla XI. yüzyıldan başlayarak eğitimin giderek modernleştiği son yıllara kadar, eğitimlerini daha çok medreselerde sürdürmüş, bu medreseler aracılığıyla ilim ve irfanı öğrenmişlerdi. Bu yönüyle, Kürtlerin yaşadığı bölgeler medreseler açısından oldukça zengindi. Tarihi çok eskilere dayanan bu medreseler arasında çokça tanınanların yanı sıra her bölgede etkinliğini daha çok yerel olarak sürdüren irili ufaklı birçok medrese de vardı
Medreseler, yalnız toplumun değişim ve dönüşümünü sağlamakla kalmamış, aynı zamanda bilimin gelişmesini de ciddi şekilde etkilemişti. Din eğitiminin yanı sıra özellikle bilim ve sanat alanında, medreselerde yürütülen çalışmalar, toplumun sosyal dokusunun değişmesinde de etkili olmuştu
Elî Herîri, Şemdinli ilçesine bağlı Herîr köyünde dünyaya gelir. Bazı kaynaklarda Erbil kentine bağlı Herîr kasabasında doğduğu da yazılır. Kürtçe kaleme alınan bir Divan’ının olduğu biliniyor. Ancak bu divanın tümü araştırmacıların elinde mevcut değildir. İlk kez 1887 yılında Albert Socin, Herîrî’nin bir şiirine eserinde yer vermiştir. Sadiq Bahadîn ise 1980 yılında yayınladığı “Hozanêt Kurd / Kürt Şairleri” adlı eserinde Herîrî’ye ait bir divandan söz ederek bu divandaki birkaç şiire kitabında yer vermiştir. Ayrıca Margarita Borisavna Rudenko’dan da biliyoruz ki Elî Herîrî’nin el yazmalarından bir kısmı eski Leningrad’da (bugünkü adıyla St. Petersburg’ta) bulunan Şaltikov-Şçedrin Kütüphanesi’ndedir. Şiirlerinde Eliyo ve Şêx Elî mahlaslarını da kullanır. Elî Herîrî ilk şiirlerini Kürtçenin Kurmanci lehçesi ile yazmıştır.
Kürt araştırmacı, Enver Mayî’nin ilk Kürt edebiyatçısı olarak tanımladığı Îbn Xelîkan, Erbil (Hewlêr) doğumludur. Îbn Xelîkan’ın ailesinin Horasan kentinden gelip Erbil’e yerleştikleri söylenir. Eğitimine Erbil’de başlamış, Mısır’da devam etmiştir. Mısır’dan sonra on yıla yakın bir süre Şam’da yaşamıştır. Şam’da kadılık yapmıştır. Bu sürede birçok edebiyatçı ve tarihçi ile tanışmıştır. Günümüze ulaşmış Kürtçe eseri yoktur. Bilinen en önemli eseri “Vefiyatü’lAyan ve Ebnau’z-Zaman” adlı tarih kitabıdır. Bu kitabında birçok yöre kabilesinin soyları ile ilgili bilgiler verir. Bazı kaynaklarda El-Hekarî lakabı ile de tanınır. Îbn Xelîkan’ın bir dönem yaşadığı Hekarî, Erbil’in Herîr kasabasına bağlı bir köydür
Abbasiler döneminde öne çıkan ve Kürt olduğu konusunda hiçbir şüphe olmayan alim, El Dineweri adı ile bilinen Ebu Hanife Dineweri’dir. El Dineweri’nin günümüze ulaşmış çok sayıda eseri vardır. El Dineweri 820-895 yılları arasında yaşamış, birçok esere imza atmış bir bilim insanıdır. En önemli eserlerinden biri “İslam Tarihi”dir. El Dîneweri’nin diğer eserleri ise şunlardır: “Kitêb elCebr we’l-Muqabele”, cebir kitabıdır; “Kitêb el-Nebat”, bölgedeki bitki örtüsü üzerine kaleme alınmıştır; “Kitêb el-Qıble we’l-Zeval”, daha çok yıldızların konumunu açıklayan bir kitaptır;“Exbar el-Tîwal”, genel tarih üzerine yazılmış bir eserdir. Dineweri’nin “Ensab el-Eqrad” adıyla bilinen bir kitabı daha vardır ki Dineweri bu kitabında Kürtlerin kökenini araştırmıştır. Dineweri’nin eserleri arasında bildiğimiz kadarıyla Kürtçe yazılmış bir kitap yoktur. Eserleri daha çok Arapçadır.
Klasik Kürt edebiyatının kökeni olarak kabul edilen ilk Kürtçe eser ve yazarına dair, araştırmacılar arasında farklı görüşler vardır. Bölgede çalışmalar yapan Erzurum Konsolosu Alexander Jaba’ya göre klasik Kürt edebiyatının ilk yazarı ve şairi, Elî Herîrî’dir. Jaba’nın dediklerinden farklı olarak Baba Tahîrê Hemedanî’yi ilk klasik yazar olarak kabul edenler de vardır. Kürt araştırmacı Enver Mayî’ye göre de Îbn Xelîkan ilk klasik Kürt yazarıdır. Günümüze ulaşmış Kürtçe eserleri olmamasına rağmen Ebu Henîfe El Dîrewerî ile Ebu Muslîm Horasanî’yi ilk Kürt yazarı olarak görenler de vardır. Araştırmacıların elinde, Îbn Xelîkan’a ait yazılı Kürtçe bir eser yoktur. Öte yandan Îbn Xelîkan ile Baba Tahîrê Hemedanî, aynı dönemde yaşamış Kürt edebiyatçılardır. Minorsky’nin hesaplamalarına göre Baba Tahîr, 938 ile 1010 yılları arasında, Îbn Xelîkan ise doğum tarihi bilinmemekle birlikte 1020 yılına kadar yaşamıştır. Elî Herîrî, her iki Kürt klasik yazarından daha sonraki yıllarda, 1010 ile 1078 yılları arasında yaşayan ve eserlerinin bir kısmı günümüze kadar ulaşmış bir Kürt şairidir. Baba Tahîr’in de Hz. Muhammed’i metheden Gorî lehçesi ile yazılmış şiirlerinden bir kısmı günümüze kadar ulaşmayı başarabilmiştir
İran’ın Hemedan kentindendir. Kürtçe’nin Lurî lehçesiyle şiirler yazmıştır. Yazılı şiirin öncülerinden biri olarak da kabul edilir. Kaynaklarda gerçek hayatıyla ilgili bilgilerden çok söylencelere rastlanır. Dörtlük (Çarîn/Rubai) ustaları olarak bilinen Ömer Hayyam ve Mevlana Celadettin Rumi’den önce yaşayan Hemedanî, birçoğu Peygamber’e methiye biçiminde yazılmış çok sayıda dörtlüğün de sahibidir.
İslamiyet, bölge halkları arasında olduğu gibi Kürtler arasında da giderek etkin olmaya ve halkın ekonomik, sosyal ve siyasal yaşamına nüfuz etmeye başlar. Kürt medreselerinin kurulması ve giderek yaygınlaşması İslamiyet’in Kürtler arasında yaygınlaşmasının, en önemli etkisi olarak değerlendirilir. Medrese, Arapça kökenli bir sözcük olup Kürtçede de, Arapça aslına uygun olarak sınıf ya da dershane anlamındadır. Kürtlerin ilk medreseyi ne zaman kurdukları ile ilgili kesin bilgiler olmamakla birlikte, İslamiyet’in Hz. Ömer döneminden sonra Kürtler tarafından kabul edilmesine paralel olarak, İslam dininin öğrenilmesi amacıyla, Kürtlerin kendi medreselerinde eğitim gördükleri bilinir. Kürtler de diğer Müslüman Ortadoğu halkları gibi, akademik ve dini eğitimlerini medreselerde sürdürürler. Medreselerin ilk döneminde, edebiyat ve bilim alanında yapılan çalışmalar vardır. Kürt medreseleri açısından ise X. ve XI. yüzyıllara kadar Ebu Henîfe El Dînewerî ile Ebu Muslîm Horasanî dışında neredeyse farklı bir isme rastlanılmaz. Arapça, ilk dönem Kürt medreselerinin edebi ve bilimsel üretimlerinde de ağırlıklı dildir. El Dineweri’nin ve Ebu Muslîm Horasanî’nin üretimlerinde Kürtlerle ilgili bölümler olsa da elimizde mevcut olanların dilinin Kürtçe olmadığı, eğer Kürtçe eserleri varsa da bunların günümüze ulaşmadığı bazı araştırmalarda belirtilir. Kürtçe, Selahaddînî Eyubî döneminden sonra, medrese eğitiminin ayrılmaz bir parçasına dönüşür.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir