İçeriğe geç

Kur’an’ın Eleştirisi 1 Kitap Alıntıları – İlhan Arsel

İlhan Arsel kitaplarından Kur’an’ın Eleştirisi 1 kitap alıntıları sizlerle…

Kur’an’ın Eleştirisi 1 Kitap Alıntıları

Ayşe, cinsellikle ilgili bir konuda Muhammed’e, “Sen ne zaman güzel bir kadın görmüş olsan, ona sahip olabilmen için gökten hemen bir ayet iniverir” şeklinde konuşmuştur; konuşurken de, kuşkusuz, bu ayetlerin Muhammed tarafından düzenlendiğini ima etmek istemiştir.
Kur’an’ın Araplara özgü bir kitap olduğu ve Araplardan başka milletleri (yani kendilerine kitap verilmemiş olanları) bağlamaması gerektiği kuşkusuzdur! Zira, mademki Tanrı her kavme, o kavmin kendi diliyle kitap göndermeyi uygun bulmuştur ve mademki Arapların kendisine, “(Ey Tanrı) Araba yabancı dilden (kitap) olur mu ? ” (Fussilet Suresi, ayet 44) ya da “ Bizden evvel Yahudilere ve Hıristiyanlara kitap gönderdin, fakat biz onların okuduklarından bir şey anlamıyorduk veya “Bize kitap gönderilseydi, onlardan daha fazla hidayete ererdik” diyememeleri için onlara kendi anlayacakları dilde, yani Arapça olarak kitap vermiştir, o halde Araptan başka milletlerin (örneğin, Türklerin, Acemlerin vd ) “Biz Arapça bilmeyiz; Tanrı bize kendi dilimizden kitap vermedi; vermediğine göre bizi bilmediğimiz, anlamadığımız dilde yazılmış bir kitapla sorumlu kılamaz. Bu itibarla Arapça Kur’an bizi bağlamaz” şeklinde konuşmaları kadar doğal ne olabilir ki!
Nitekim, ilerideki bölümlerde göreceğiz ki. Kur’an, her şeyden önce Muhammed’in günlük siyasetinin ve gereksinimlerinin ürünü niteliğini taşıyan bir kitaptır.
Daha başka bir deyimle, Kur’an’ın, Tanrı sözleri olduğuna inanmak nasıl kişisel bir hak olabiliyorsa, bunun aksini savunmak da o derece bir haktır.
Yine bunun gibi Kur’an, düşmana karşı dostluk beslenmesini istermiş gibi görünen hükümlere yer vermekle beraber (Mümtehine Suresi, ayet 7-9), düşman ile dost olmayı yasaklayan hükümlere de yer verir (Mümtehine Suresi, ayet 1). Her ne kadar İslamcılar, bu hükümler arasındaki çelişkiyi, bunlardan birinin diğerini ortadan kaldırdığını öne sürerek giderdiklerini sanırlarsa da, yanlıştır; çünkü, çelişkiler, Muhammed’in günlük siyasetinden doğma nedenlere dayalı olarak ortaya çıkmış olup, pek çoğu yan yana ve aynı zamanda geçerli olmak üzere iş görürler; üstelik olumlu görünen hükümler, olumsuz nitelikteki hükümler tarafından kaldırılmıştır. Örneğin, Bakara Süresindeki, “Dinde zorlama olmaz” (Bakara Suresi, ayet 256), hükmüyle, Tevbe Suresi’nde müşrikleri İslama zorlamak amacıyla yer alan, “Müşrikleri bulduğunuz, yerde öldürün ” (Tevbe Suresi, ayet 5) şeklindeki hüküm, çelişme halinde bulunan hükümlerdendir. Bu hükümlerden birincisi, yani “Dinde zorlama olmaz.” hükmü, Muhammed’in henüz güçlü durumda olmadığı, zorlama yollarına başvuracak yeterliliğe sahip bulunmadığı zamanlarda ve günlük siyasetinin gereği olmak üzere konmuştur. Bu ayeti içeren Bakara Suresi, her ne kadar Kur’an’ın ikinci sırasında yer almakla beraber, 87. sure olarak inmiş bir suredir. Buna karşılık “Müşrikleri bulduğunuz yerde öldürün” şeklindeki ayet, Tevbe Suresi’ndedir. Tevbe Suresi ise, hem Kur’an’daki sıra itibariyle -ki 9. suredir- hem de nüzul (iniş) sırasına göre -ki 113. sure olarak inmiştir- Bakara Suresi’nden daha sonraki bir tarihe rastlar. Bu ayeti Muhammed, güçlendiği ve İslamı kılıçla yerleştirmeye başladığı dönemde koymuştur. Bir hüküm, ancak kendisinden önceki bir hükmü yok edebileceğine göre, Bakara Suresi’ndeki “Dinde zorlama olmaz.” şeklindeki ayetin, Tevbe Suresi’ndeki “Müşrikleri bulduğunuz yerde öldürün” şeklindeki ayetle ortadan kalkmış olması gerekir.
_Ey Peygamber! Kâfirlere ve münafıklara karşı cihad et, onlara karşı sert davran. Onların varacağı yer cehennemdir.(Tahrim 9)
_Kim İslâmdan başka bir dîn’e yönelirse, o sapkındır. Artık vurun onların boyunlarına, doğrayın parmaklarını(Enfal)
_Enfal 39_ Fitne ortadan kalkıncaya ve din tamamen Allah´ın oluncaya kadar onlarla savaşın!
_Kahrolası insan ne de nankördür. (Abese17)
Arkadaşınız Muhammed azmamıştır. Ona ayetleri melek söyledi.(Necm 2)

_Allah, her şeyi bilir ve Kuran’da yaş kuru tüm bilgiler vardır.(Enam 59) Kuranda hiçbir şeyi eksik bırakmadık.(Enam 38) Kuranda yazanlar kesindir, tartışmaya kapalıdır. Uymayanlar sapkındır. (Ahzap 36)
(Diyor ki: Kuranda yaş kuru tüm bilgiler vardır ve bu kitabın dışında bilgi arayan yani insan yapısı şeylerin peşinden gidenler sapkınlardır. Peki internetin ya da modern düşüncelerin, icatların kaynağı kuranda yoksa, bunları kullanan müminler sapkın olmuyor mu?

_Kuran, mekke ve çevresinde yaşayan arap kavmi için arapçadır.(Şura 7) Anlayasınız diye arapça Kur’an olarak indirdik(Zuhruf 2) Ey peygamber, Kur’an, yalnızca sana ve kavmine bir öğüttür.(Zuhruf 44) Ataları uyarılmamış gaflet içindeki bir kavmi uyarmak için indirilmiştir.(Yasin 6) Biz her peygamberi, kendi kavminin diliyle gönderdik ki, onlara Allah’ın emirlerini iyice açıklasın.(ibrahim5) Eğer Arapça değil de yabancı dilden bir kitap indirseydik arap kavmi nasıl anlayacaktı.(Fussilet44) İşte o zaman kafir olurlardı. Zaten her kavme, anlasınlar diye kendi dillerinde kitap gönderdik.

_Muhammedin, günlük siyasetinin ve kişisel gereksinimlerinin kitabı kuranda, cinsel yaşamının, ganimet paylaşımlarının, kıskançlıklarının, düşmanlıklarının, evliliklerinin hikayesini bulmak mümkündür. Arap çöllerinde, kavurucu güneşin altında, susuzluğa, kadınsızlığa, açlığa boğulmuş olan arabın hayali, buz gibi ırmaklar, serin gölgelikler, meyveler, kuş etler, çadırlar içinde göğüsleri yeni tomurcuklanmış, altın bilezikler takan inci gibi kızlardır. Allah sırf kendisini yaratıcı olarak kabul etmiyor diye insanlara küfürler vavuruyor, sözlerini kanıtlamak için hurmanın, zeytinin, çöl ağaçlarının üvtüne yemin ediyor. Emirlerini dinlemeyenlere yabani eşekler, merkepler, susamış develer, dilini sarkıtıp soluyan köpekler, reziller, sapıklar, beyinsizler, kütükler, alçakalr, soysuzlar, kahrolasıcalar, yalancılar, aşağılık maymunlar diyor. Arap zihniyetine, arabın geleneklerine dayalı ve araplar için hazırlanmış bir kitap olarak Kur’an arap kavimler anlasın diye 7 arap lehçesinde yazılmıştır. Her şeyi bilen en mükemmel kitaptır denen kuran çelişkilerle, ilkelliklerle doludur. Taşın etrafında dönmek, taşı taşlamak, taşı öpmek çöl bedevilerinin ilkel putperest adetleridir. El-lat putu(kara taş) kureyşlilerin bereket tanrıçasıdır. Türk evlatlarını şeriat mikrobuyla eğitirseniz, milli benliklerini yitirip, yakın gelecekte karşınıza Atatürk ve cumhuriyet düşmanları olarak dikileceklerdir.

_İslam hukukunda dünya, “Dar-ül İslam” ve “Dar-ül Harb” olarak ikiye ayrılır yani şeriatla yönetilen ve yönetilmeyen topraklar. Müslümanların görevi ise cihat ilan edip yeryüzü “Dar-ül islam” olana kadar savaşmaktır. Bir İslam ülkesinin Darülharb olması halinde bütün Müslümanların görevi oradan çekip gitmektir.

_Kurana göre kölelik tanrısaldır. Meşrudur. İnsanlar köleler ve hürler olarak 2 türlüdür. Başlasının malı bir köleyle, bol rızık verdiğimiz insan bir olur mu? (Nahl 75) Ben, cinleri ve insanları bana kulluk(kölelik) etsinler diye yarattım (Zariyat 56-58).

_Kuran ilimsel midir? İlim, bilim anlamında değil, ayet anlamındadır. İslamcılar Kur’an’ın “ilim” dolu ayetleri dışında ilim aramaya kalkmanın Kur’an’ı inkar, hatta Allaha hakaret olacağını. İlim yapma çabalarının kökünü kazıdıklarını bilmezler. Onlara göre “ilim”, Allah ve “peygamber” sözlerinden ibarettir.
_Şeraitte akıl akılsızlıktır. Demokrasi şeytanın yoludur. Akıl cahiliyeden kalmadır. Akıl, özgür düşünce için değil, allahın buyruklarını öğrenmek için verilmiştir ve aklın bu buyruklara boyun eğmesi de Tanrı’nın keyfine tabidir çünkü Kur’an’da, “Allah dilemedikçe siz dileyemezsiniz” der(Tekvir 29)

_Kendi kendini övmek acziyettir. Allah, insanlara nimetler verdiğini ve verdikten sonra bununla övündüğünü, iyiliklerini insanların başlarına kaktığını görüyoruz.
_Allah kendisinin tek ve en üstün ilah olduğunu söyleyip kendisini sürekli yüceltiyor ve muhammedin de son peygamber olduğuna ikna için yemin ediyor. Köle olarak yarattığı insanlara kendi büyüklüğünü kabul ettirmek istiyor fakat isteklere karşı gelenlere de tehdit ederek hakaretler yağdırıyor. Yabani eşekler”, “merkepler”, “susamış develer”, “dilini sarkıtıp soluyan köpekler”, “geberesiciler”, “reziller”, “sapık kişiler”, “beyinsizler”, “kof kütükler”, “alçak zorbalar”, “soysuzlar”, “kahrolasılar”, “yalancılar”__Vakıa : Ey sapıklar, yalancılar; elbette, acı zakkum ağacından yiyeceksiniz. Üstüne de susamış develerin suya saldırışı gibi kaynar sudan içeceksiniz içeceksiniz: (susamış devele-suya kanmaz_ develer=bilim adamları-sanatçılar)
_Yemin_Her şey için yeminler eden Allah, yemin edenleri hakir görür. Alçak, zorba, korkaklar. Onlardan hoşnut olasınız diye, size yemin ederler. (tevbe96) ( psikolojide yalancılar yemin eder ve arap kültüründekiler Muhammed, Arapların çok yalan söyleyen ve çok yemin eden bir toplum olduğunu bildiği İçin Allaha yemin ettiriyor)

_“Andolsun ki, cin ve insanlardan birçoğunu cehennem için yarattık.”(Araf 179). Biz dilesek, herkese hidayetini verirdik fakat Cehennemi hem cinlerden hem insanlardan bir kısmıyla dolduracağım diye benden kesin söz çıkmıştır. (Secde 13). Allah’nın, bütün insanları müslüman yapmak varken yapmadığını çünkü cehennemi insanlarla ve cinlerle dolduracağına dair kendi kendine söz verdiğini, cehennemin dolup dolmadığım anlamak İçin “Doldun mu?” diye Sorduğunu, buna karşılık cehennemin: “Hayır daha var mı?” diye cevap verdiğini (Her şeyi bilen niçin cehenneme soruyor?) çünkü herkesi Müslüman yapmış olsa kendi kendine verdiği sözü yerine getirememiş olacağını “apaçık” bir şekilde açıklıyor! Allah, “ayağını koyuncaya kadar” cehennem bu şekilde konuşacaktır ki, işte o vakit dolmuş olduğunu anlatmış olacaktır.(Hadis)

__Keyfine göre davranmak adaletsizliktir. Peki “Allah keyfiliğe sapar mı? ”Allah dilediğini doğru yola sokar, dilediğini de saptırır” (Enam 125). Allah yusufla zina yapmak isteyen Vezir’in karısını saptırmış, buna karşılık Yusuf’u doğru yola sokmuş, günah işlemekten alıkoymuştur. Eğer Yusuf’u korumamış olsa, Yusuf kadınla yatmaya hazırdır. Peki kadının suçu nedir?

__Sağ-Sol__Kur’an a göre İman edenler sağcıdır: Uğurluluk, mutluluk, bereket, saygınlık gibi anlamlar taşımakta; buna karşılık inkar edenler ise solcu: Uğursuzluğun, bahtsızlığın, hayırsızlığın karşılığı olmakta! _Defterleri sağdan verilenler; ne mutlu o sağcılara. Cennette onlar için (vakıa) Ayetlerimizi inkar edenler ise, sol yanın adamlarıdır (Beled 19) Hayırlı olan her işin sağ yöne göre. Sol el ise tuvalet temizliği, hurma sağla, çekirdeği solla. Sağ tarafa yat, kabusta sol tarafa tükür Allaha sığın, şeytan solla yer. Solak bir adama sağ elle yemek yemesini söylemiş adam yiyememiş Muhammed adamı lanetlemiş adam sağ elle de yiyememiş.

_Tatlı tuzlu su_Kafirlere karşı cihat et! Müslümanlar suyu tatlı ve susuzluğu giderici, kafirler tuzlu ve acıdır. Bu iki denizin aralarına bir engel koyan odur” (Furkan 52-53).

_Hurafe, batıl, boş inanç, uydurma, doğru olmayan demek. Hak geleli, batıl yıkılıp gitti. (İsra 81) İslam dışı tüm inançlar batıldır. Haksız yoldan yenen mal ya da rüşvet “batıldır (Bakara 188); Putlar, büyü batıldır. .İbn Kelbiye göre muhammed 40 yaşına kadar “Uzza” putuna kurban adadığı olurdu. Kara taşı öper, şeytanı şatşardı

_Müslüman ya da kafir olmak kişiye bağlı değildir çünkü, “Allah kimi dilerse onu saptırır, kimi dilerse onu doğru yola sokar”. (Enam) ve kafir yaptıklarını cezalandırır! “Allah dileseydi puta tapmazlardı.” (Enam 107)
_Kurban_Sembolik olarak evlat yerine hayvan kurban edilir. Kurban, eski çağlardan beri “Tanrıyı hoşnut kılmak ve yüceltmek amacıyla” uygulanmış olan bir gelenektir. Kan akıtma, başlı başına ibadettir. Amaç yoksula yardım değil ademden gelen adetle tanrıya ibadettir. Habil kabil kıssası:Tanrı, çoban olan Habil’in sunmuş olduğu kesilmiş koyunu kurban olarak kabul eder fakat çiftçi olan Kabil’in buğdayını kabul etmez. Bunun üzerine Kabil, kıskançlığa kapılıp kardeşi Habil’i bir vuruşla öldürür (Tevrat) Kuranda ise daha kısa anlatılır. _Diğer kurban türü de cihattır. Allah için kan akıtılır ve karşılığı da mükafat vardır. ibrahim-ishak-Tanrı’ya bağlılığın kan akıtımı yoluyla kanıtlanması vardır. Güç durumdaki yoksulu da doyurun da der. Allah’ı yüceltmeniz için o kurbanlıkları sizin buyruğunuza vermiştir (hac36-37) Yahudiler muhammedin kurban mucizesi gösterirse ona inanacaklarını Muhammed de daha öncekilerin mucizeler gösterdi ve inanmadınız der

_Takıye_Hiledir. Amaca ulaşmak için her şey yapılır. İslama ısındırmak için ganimet mallarından pay ayırmak, bir bakıma takıye etmektir Tehdit karşısında dinden çıkmış gibi görünmek. Din elle dille değil kalple korunuyorsa sorun yok, takiye yapılabilir. Mümin oldu diye kureyşliler sümeyyeyi 2 deveye bağlayıp öldürmüş ve babası da islamdan çıktım diyerek takiye yapmış Muhammed de onun imanı kanına, bu faziletlidir demiş. Kafirlerle dostluk yasaktır. Çıkar için ise helal. devletler de böyle.
_Müseylime de peygamberlik iddia eder ve 2 adam vardır. Onlara sorar, Muhammed kim? Resuldur. Peki ben kimim? Biri sen de resulsun deyince serbest diğeri bir şey demeyince kellesi gider. Muhammed ise biri takiye öteki hak yolunda doğrucuydu der.

_Bedeviler ve Hıristiyanlar, “Peygamberlerin şehevilikle uğraşmamaları gerektiğini, nitekim İsa’nın ve Yahya’nın kadınsız yaşadıklarını, muhammedin ise şehvet düşkünü olduğunu öne sürmüşlerdir. Allah ise bunlara karşılık: Önceki peygamberlere de“zevceler ve çocuklar” verdiğini yeminlerle haber vermiş tir.

_İslamda kadın, aklen ve dinen eksik(zeka özüürlü) yaratılmıştır. Kadın, hilekar ve düzenbaz, dayak atılmaya layık, yarım akıllı, erkeğin kölesi, mirasta ve şahitlikte erkeğin yarısı kadar hakkı vardır. Kötülük, fitne ve uğursuzluk kaynaklarıdır. Eşek ve köpek gibi namazı bozanlardan sayılıp, dayak atılmaya ve daha aşağılıklara layık kılınmışlardır. Allah, iki kadının şahadetini bir erkeğin şahadetine denk saymıştır; İşte bu aklınızın eksikliğindendir

_Ayetler_
_Kahrolası insan ne de nankördür. Abese17. İnsan pek cimridir(İsra 100) Kininizden kahrolarak ölün! (İmran119)
_Ey iman edenler! Peygambere soru sormayın, sabırlı ve sessiz olun. Sizden önceki bir kavim de soru sorup kafir olmuştu. Soru soranlara karşı Allaha sığının cevap vermeyin.(Maide101-1002)
_Kureyşliler Muhammede deli derlerdi. Kuran ise arkadaşınız muhammed azmamıştır, o deli değildir, ona deli diyenler sapıktır der. (Necm)
_Rabbin seni terk etmedi, sana darılmadı da . Seni yetim bulup da barındırmadı mı?. Seni ihtiyaç içinde bulup da zengin etmedi mi? (duha)
_Kur’an’da bulunan 114 sureden her birinin iniş sırası ve Kur’an’da sıraları düzensizdir. Ayetler de aynı düzensizliktedir.
_Ey inananlar! Babalarınızı, kardeşlerinizi, küfrü imana tercih ediyorlarsa dost edinmeyin , onlar zalimlerdir“ (Tevbe23) Muhammed, müşrik olarak öldü diye anasının ve babasının cehennemi boyladığını söylemiştir.
_Yaz kış oluşumu: Sıcak şiddetlendiği vakitte namazı serinliğe bırakınız. Zira sıcağın şiddeti cehennemin kaynamasındandır. Cehennem rabbine: Ya Rab, beni ben yiyorum (izin ver)’ dedi. Allahu Teala da iki defa nefes almasına izin verdi. Nefesin biri kışın, diğeri yazın. Buhari, diyanet.
_Ahzap37’de ayşe zeyd’ten boşanıp Muhammedle evlenir ve Allahın emri yerine gelir. Ahzap40da ise muhammed: Ben kimsenin babası değilim der çünkü Araplarda babanın geliniyle evlenme adeti yoktur
_Her Müslüman kişiye 160 melek koruyucu olarak görevli kılınmış olup, bu melekler “bal çanağından sinek kovalar” gibi şeytanları kovalarlar; ve her şeyi deftere yazarlar
_Cehennemin yedi kapısı vardır ve her bir kapı birer gruba ayrılmıştır (Hicr 44).
_Biz, sana bu Kur’an’ı vahyetmekle geçmiş milletlerin haberlerini anlatıyoruz.” (Yusuf 3) Biz onu, akıl erdiresiniz diye Arapça bir Kur’an olarak indirdik.(Yusuf 2)
_Devenin her cinsini Kur’an’da, bulmak mümkündür. örn. cehennem kıvılcımları sanki birer sarı deve gibidir” (mürselat) kıyamette gebe develerin başıboş salıverilecekleri. (Tekvir) deve yükü bahşiŞ, adak develer, yününden döşek yapılan develer
_Maide_sofra demektir_Bugün size dininizi ikmal ettim. Allahın adı anılmadan kesilen hayvan haramdır. Taş, ağaç vb. ile öldürülmüş hayvanlar haramdır Dara düşerseniz haram etlerden yiyebilirsiniz. Maide 3…vedâ haccında nâzil olmuştur. (artık bunlara eklenecek bir sözü olmadığını belirtmektedir.)
3. Ölmüş hayvan, kan, domuz eti, Allah’tan başkası adına boğazlanan, boğulmuş, darbe sonucu ölmüş, boynuzlanarak ölmüş, dikili taşlar üzerinde boğazlanan hayvanlar, bir de fal oklarıyla kısmet aramanız size haram kılındı. İşte bütün bunlar fısk (Allah’a itaatten kopmak)tır. Bugün kâfirler dininizden ümitlerini kestiler. Artık onlardan korkmayın. Size nimetimi tamamladım ve sizin için din olarak İslâm’ı seçtim. Kim şiddetli açlık durumunda zorda kalır, günaha meyletmeksizin (haram etlerden) yerse, şüphesiz ki Allah çok bağışlayıcıdır.
_Allah, zebanilere emreder: Tutun onu! Cehennemin ortasına sürükleyin! Sonra başına azap olarak kaynar su dökün ve deyin ki ‘Tat bakalım. (Duhan 47-50) Bağışlayıcı Allah, başka tanrılara inananları kavurucu ateşle kızartacak. Cehennemi insanlarla ve cinlerle dolduracağına dair kendi kendine yemin ettiğini söyler (Secde 13) İnsanlar cehennem yakıtıdır. Cehenneme attığı kişileri, ateşten bir dağ olan “Saud”a tırmandırcaktır ki. 70 yılda bu ateşten dağa çıkabilecek ve yetmiş yılda da inebilecektir. (Müddessir ) Zakkum ağacı, cehennemin dibindeki ağaçtır. Tomurcuklan şeytan başı gibidir. Cehennemliklere karınları dolana kadar yedirilir. Sonra kızgın irini içerler ve ciğerleri yakılır, başlarından aşağı kaynar su dökülür ve derileri erir ve kızdırılmış kamçılarla kırbaçlanırlar.
_Cennet, rüşvettir, şehvet yeridir. Eğer bana itaat ederseniz, memeleri yeni sertleşmiş, ceylan gözlü güzel bakire kızlar ve inciler gibi
oğlanlar. Allah, buruşmuş, kocakarı olarak ölen kadınları cennete alırken “ceylan gözlü güzel huri” şekline sokup erkek kullarına hediye edecektir. Hadis.

_Politik
_Şeriât bir bataklıktır. İslâm ülkeleri içinde Kur’an’a en fazla bağlı olanlar, en geri kalmış olanlardır.
_Eleştiri hakaret değildir. Gelişimin ve medeniyetin kaynağıdır. Eleştiriye karşı olan medeniyetsizdir. Eleştiriden yoksun kalan, her şey gerilikler içinde yok olmaya, yok olana kadar her şeyi ilkellikler içinde tutmaya mahkumdur. Semavi dinlerden eleştirilemeyen tek kitap kuran olduğu için binlerce yıllık ilkellikler gerçek olarak kabul edilir ve gericiğin kaynağıdır. Eleştirilemez çünkü eleştien kafir olur ve öldürülmesi gerekir.
_Batı dünyası, akılcı güce sahip bulunduğu için, her daim kendi kendisini aşma olasılığına sahip olarak geleceğin daha üstün uygarlıklarını yaratacaktır
_Şeriatçılar şeraitten de habersizdirler ve bir şey söylediğnizde uyduruyorsun diyerek küfretmeleri, onların ilkelliklerinin, kültürsüzlüklerinin kanıtıdır. Fikre karşı akılcı yoldan karşılık vermekten aciz bulundukları için, küfrederler.
_Dinciler, dini aklın önüne geçirip rehber edinirler. Amaçları halkı egemenlikleri altına almaktır.
_Türkiye Cumhuriyeti devleti, vahiylere göre değil, akılcı verilere dayalı olarak kurulmuş “laik” bir devlettir
_Latince: tek kitap okuyandan kork!. Bu deyim, tek kitaba bağlı kalmanın, bağnazlığa, bilgisizliğe ve hoşgörüsüzlüğe sürüklenmek demek olduğunu anlatıyor. Batıyı karanlık çağdan aydınlığa çıkaran tek kitep egemenliğinden kurtulmuşluklarıdır. Şeriat ülkeleri akla sırt çevirdikleri için sefalet içinde uygar milletlere köle olmuşlardır. Atatürk sayesinde Türkiye de akıl yoluna girdi ama hala tek kitap özlemiyle yananlar gerçeğe akılla değil şeraitle gidilir diyenler vardır. Şeraitte akıl akılsızlıktır. Demokrasi şeytanın yoludur. Akıl 2500 yıllık cahiliyeden kalmadır.
_İncil iktidara susamış papazlar tarafından yazılmıştır. Putperestlik dönemine ait kaynaklardan esinlenilmiştir.
_Minareyi çalan kılıfını hazırlar.

_ Ebû Bekr-i Cürcânî, ms1000, İmâm,(En büyük üstâd) der ki: “Herkesin uykudayken gördüklerini peygamberlerin uyanıkken görür”
_Al-Cahiz (Ms 776-869), Kitabü’l-Hayavan yapıtında, İslam uygarlığının eski yunan’ın bilim kaynaklarına dayalı olarak ortaya çıktığını
_Kureyşli Ümeyye, muhammedin peygamberlik rakibi. Tevratı bilen, gelecek peygamberin kendisi olduğunu söyleyen. Kurana öncekilerin masalları!’diyen. Önceleri muhammed tarafında sonra, Muhammed canileşince, bedir sonrası müşriklerin cenazesini kuyuya attırınca aralarıbozulur.
_Velid b. Muğire, zengin kureyşli, adil ve iyiliksever olarak bilinir, kabe masraflarını tek başına karşılar. Allah ona o kadar nimet vermiş ama o muhammede nankörlük etmektedir, sapık, zorba der.
__Musa ve Hızır birlikte bir gemiye binerler. Fakat Hızır gemiyi deler; Musa dayanamaz ve “Halkı boğmak için mi gemiyi delilin?” diye sorar. Hızır kızar ve “Ben sana benimle beraberliğe sabredemezsin demedim ini?” der. Sonra Bir erkek çocuğu görürler. Hızır hemen çocuğu öldürür. Musa yine Tertemiz bir canı katlettin ha! (Kehf 74). Bir köyde yıkılmak üzere bir duvar bulunmaktadır. Hızır, hemen bu duvarı doğrultur. Musa Dileseydin, elbet buna karşı bir ücret alırdın” der Hızır ise musaya: soru sormanın ve sabırsız kalmanın doğru bir şey olmadığını öğretmek için, bütün bu yaptıklarının nedenlerini bildirir. Gemideki eşyalar yoksulların malıdır ve zenginlerin eline geçmesin diye batırdım. Erkek çocuğu öldürmüştür, çünkü öldürmemiş olsa bu çocuk kendi ana ve babasını dinden çıkaracaktır duvarın altında, iki yetim çocuğun hazineleri vardır. Babalan bu hazineyi onlara bırakmıştır. Ve Tanrı istemiştir ki, o iki çocuk ergin çağa gelsinler ve Tanrı’dan rahmet olarak hazinelerini çıkarsınlar! Bütün işler tanrıdandır.

_Muhammed, 40 yaşındayken kendisini “peygamber” ilan ettikten sonra, 10 yıllık yaşamını Mekke’de geçirmiştir; bu döneme “birinci Mekke dönemi” adı verilir.“Medine Dönemi ise 13 yıl kadar sürmüştür. Mekkede güçsüzken medinede çete saldırılarına girişmiş ve islamı kılıçla yayamaya başlamıştır. Mekke kervanlarına saldırır. Yahudileri örnek alarak neden bizim de bir kitabımız yok der özenir. Daha önceleri gönderilmiş olan peygamberlerin “Müslüman” olarak gönderildiklerini söyler. İbrahim, İsmail, hepsi müslümandı onlara inen de islamın adı değiştirilmiş halidir der.

_Ay tanrısından dolayı ay takvimi, cahiliye de de ay takvimi kullanılırdı. Allah odur ki güneşi ziya, ayı da nur yapmıştır ve aya konaklar belirlemiştir(takvim için) (Yunus 5) Ayın nurlu yaratılması üstünlüğündendir. Allah, göklerin ve yerin nurudur. Onun nurunun temsili, içinde lamba bulunan bir kandillik gibidir. Allah dilediği kimseyi nuruna eriştirir ” (Nur 35)..
_Ramazan bayramı ay takvimine göre hilalin görüngü zamanda başlar ama her ülkede farklı olduğu için 1978 yılında toplanan İslam Kongresi’nde alınan bir kararla Karışıklık giderilmek istenmiştir. Alınan kararla, bütün İslam ülkelerinde Ramazan’ın ve bayramların başlangıcı, ayın (hilalin) görünmesine göre değil, bilimsel astronomi yöntemlerine göre, ama hala eski usul devam etmekte.

_Mızrap Çocuk olayı- türkiyede askerden kurtulursam oğlumu kurban edeceğim der ve kurban eder.
_Ölü dirilmesi..Allah, Musa’nın kavmine: Siz bir kimseyi öldürmüş ve bunu birbirinize atmıştınız: Sığırın bir parçasıyla ona (ölüye) vurun diye ekler. Dediği gibi yaparlar ve sığırın bir parçasıyla ölüye vururlar; ölü dirilir. İşte böylece Allah ölüleri diriltir (bakara 69-73)
_Ka’b b. el Eşref, Yahudi bir şair, muhammedin adamları ibni mesleme ona dost gibi görünerek gece giderler ve karısının itirazına rağmen gece gezintisine çıkar. Adamlar kabın kellesini keser muhammede getirir. Bu cinayet karşısında Muhammed mutluluktan uçar.

_Eşler:
_Hz. Ayşe annnemiz, Muhammed’e, “Sen ne zaman güzel bir kadın görmüş olsan, ona sahip olabilmek için, gökten hemen bir ayet iniverir” muhammedin 11 karısı vardır. Muhammed’in şehvet gailesine kapıldığını öne sürerler
_Mariya-hafza olayı: Peygamber cariyesi mariya ile hafsanın odasında sevişirken hafsa odaya girer ve onları görür ve resul bu aramızda bir sır olsun der ama hafsa ayşeyle peygamberin dedikodusunu yapar. Peygamber sinirlenir ve karılarıyla uzun bir süre yatmayacağını söyler ama dayanamaz. Bunun üzerine Tahrim suresi iner. 1. Ey peygamber! Eşlerinin rızasını arayarak, Allah’ın sana helâl kıldığı şeyi niçin sen kendine haram ediyorsun? 2. Allah gerektiğinde yeminlerinizi bozmayı size meşru kılmıştır. 3. Hani peygamber eşlerinden birine, gizli bir söz söylemişti. Fakat eşi o sözü başkasına haber verip Allah da bunu peygambere bildirince. Peygamber, bunu sırrı açıklayan eşine haber verince o, Bunu sana kim bildirdi? dedi. Peygamber, Bunu bana, hakkıyla bilen Allah haber verdi dedi. 4. (Ey peygamber’in eşleri!) Eğer siz ikiniz Allah’a tövbe ederseniz, ne iyi. Çünkü kalpleriniz kaydı. Eğer Peygamber’e karşı birbirinize arka çıkarsanız bilin ki Allah onun yardımcısıdır, Cebrail de, salih mü’minler de. Bunlardan sonra melekler de ona arka çıkarlar. 5. Eğer o sizi boşarsa, Rabbi ona, sizden daha hayırlı, müslüman, inanan, sebatla itaat eden, tövbe eden, ibadet eden, oruç tutan, dul ve bakire eşler verebilir. 10. Allah, inkâr edenlere, Nûh’un karısı ile Lût’un karısını örnek gösterdi. Bu ikisi, iki salih kişinin nikâhları altında bulunuyorlardı. Derken onlara hainlik ettiler de kocaları, Allah’ın azabından hiçbir şeyi onlardan savamadı. Onlara, Haydi, ateşe girenlerle beraber siz de girin! denildi. 11. Allah, iman edenlere ise, Firavun’un karısını örnek gösterdi. Hani o, Rabbim! Bana katında, cennette bir ev yap. Beni Firavun’dan ve onun yaptığı işlerden koru ve beni zalimler topluluğundan kurtar! demişti. 12. Allah, bir de iffetini sapasağlam koruyan ve bizim de kendisine ruhumuzdan üflediğimiz, Rabbinin kelimelerini ve kitaplarını doğrulayan İmran kızı Meryem’i de (inananlara) örnek gösterdi.
_Bal şerbeti olayı: Zeynebin odasında şerbet içip çok kalınca, ayşe kıskanır ey resul ağzın kokuyor deyince peygamberin sevmediği koku olduğu için bir daha bal şerbeti içmeyeceğini söylemiş, ayşe ile hazfa sonra diğer eşleri dedikodu yaparlar ve ahzap 51 ile haremi sıralama olayı gerçekleşir.
_Ebter_soyu kesik, erkek çocuğu olmayan anlamında, müşrikler muhammede ebter demişlerdir. Bunun üzerine 3 ayetlik Kevser suresi iner. Resulüm sana kevseri verdik. 3. Asıl soyu kesik olan, şüphesiz sana hınç besleyendir. (Niçin çocuk vermiyor?)
_Üzün_Her söylenene inanan saftirik demektir. Araplar Muhammede üzün der. Biz aramızda dedikodu yaparız o duyarsa inkar ederek yemin ederiz inanır ve ayet gelir Allah tüm sırları bana söylüyor. Tevbe 64
_____________________

Eleştiriden yoksun kalan, tartışılamayan her şey, gerilikler içinde yok olmaya, yok olana dek kendisiyle ilgili her şeyi ilkellikler içinde tutmaya mahkûmdur.
Bununla beraber Kur’an’ı okuyup, içinde ne olduğunu anlamak aklımızdan geçmez; buna gerek de duymayız: ilgisizlik bir yana, bir de içinde yaşadığımız ortam bizi şuna inandırmıştır ki, Kur’an, “en son” ve “en mükemmel” bir dinin kitabı olmak üzere, Tanrı tarafından
gönderilen, her şeyi ve her ilmi içeren, hiçbir konuyu ve soruyu dışlamayan, bir benzeri insanlar tarafından ortaya konamayacak mükemmeliyette “kutsal” bir kitaptır.
Kur’an’da, İslamdan başka din olmadığına, başka bir dine yönelenlerin “sapık” sayılıp cezalandırılacaklarına, onlara karşı savaş açılması ve İslami kabul etmelerine kadar savaşın sürdürülmesi gerektiğine dair ayetler de vardır ki, sık sık tekrarladığımız gibi, bazıları şöyledir:

“Allah katında din şüphesiz İslamiyettir” (Al-i İmran Suresi, ayet 19).

“Kim İslamiyetten başka bir dine yönelirse onunki kabul edilmeyecektir. O ahrette de kaybedenlerdendir” (Al-i İmran Suresi, ayet 85).

“.. .Müşrikleri bulduğunuz yerde öldürün ” (Tevbe Suresi, ayet 5).

“Kendilerine kitap verilenlerden (Yahudiler ve Hıristiyanlar) Allah’a ve ahret gününe inanmayan, Allah ile Resulünün haram kıldığını haram saymayan ve hak dini (İslam dinini)kendine din edinmeyen kimselerle, küçülerek elleriyle cizye verinceye kadar savaşın” (Tevbe Suresi, ayet 29).

“Ey Peygamber! Kafirlerle ve münafıklarla savaş (cihatta bulun) ve onlara katı davran (sertlik göster) Varacakları yer cehennemdir. ..” (Tevbe Suresi, ayet 74; Tahrim Suresi, ayet 9)

Farklı din ve inançta olanları zorla ve şiddet yoluyla İslama sokmaya yönelik bu tür ayetler, biraz yukarıda gördüğümüz “Dinde zorlama olmaz” ya da “Sizin dininiz size, benim dinim bana” şeklinde ayetlerle çatışmakta.

İnsanlar arası ilişkilerle ve sosyal sorunlarla ilgili olarak Kur’an’da yer alan ayetler bakımından da “çelişki” durumu söz konusudur. Bu çelişkiler, Muhammed’in saflı bulunduğu önyargılardan ya da sosyal durumlara çıkarcı yoldan çözüm bulma çabalarından doğmuştur. Örnek olarak sunulacak ayetler arasında, insanlar arası “kardeşliğe” ve “eşitliğe” yer verirmiş gibi görünen ayetlerle, kardeşlik ve eşitlik fikrini yok eden ayetler vardır: Gerçekten de, Kur’an’da, insanlar arası kardeşliğe ve eşitliğe yer verirmiş gibi görünen ayetlere rastlanır ki, bunlardan bazıları şöyledir:

“Hiç şüphe yok ki, müminler ancak kardeştirler: onun için iki kardeşinizin aralarını düzeltin ve Allah’tan korkun ki, rahmete şayan olasınız” (Hucurat Suresi, ayet 10).

“Ey insanlar! Doğrusu biz sizleri bir erkekle, bir dişiden yarattık Allah katında sevabı en çok ve derecesi en yüksek olanınız en fazla korkanınızdır” (Hucurat Suresi, ayet 13).

Ancak, kardeşlikten ve eşitlikten söz eder görünen bu tür ayetleri dikkatlice okur ve bir de bunlara ters düşenlere göz atacak olursak görürüz ki, bunlarda ne insanlar arası kardeşlikten ne -de eşitlikten eser vardır! Yani bu yukarıdaki ayetlerin (ve benzerlerinin) tüm insanlar arası sevgi ve kardeşlikle hiçbir ilgisi yoktur. Çünkü, bir kere yukarıdaki ayetlerde, “Hiç şüphe yok ki, müminler ancak kardeştirler ” diye yazılı. Yani tüm insanlar arası “kardeşlik”ten değil, sadece “Müslümanlar” arası “kardeşlik”ten söz edilmektedir. Müslümanların, “Müslüman” olmayanlarla kardeş sayılmaları şöyle dursun, dost olmaları dahi yasaklanmıştır. Kur’an, İslamdan başka bir din ve inanca bağlı olanları “sapık” olarak tanımlamak yanında, onları küçülten ve onlara karşı savaşmayı öngören hükümlerle doludur. Kur’an’da yer alan ve Müslümanlar arası kardeşliği öngören ayetler, esas itibariyle Müslüman olmayanlara karşı düşmanlık beslemeyi pekiştirmek amacıyla öngörülmüştür.

Örneğin, Hucurat Suresi’ndeki, “ müminler ancak kardeştirler: onun için iki kardeşinizin aralarını düzeltin ”(Hucurat Suresi, ayet 10) şeklindeki ayetin yorumu bu doğrultudadır; zira, bu ayetle anlatılmak istenilen şey şudur: Eğer Müslümanlar kendi aralarında kardeşçe ve barış halinde yaşamazlarsa, kafirlere karşı güçlü durumda olamazlar. Onun için Müslümanlar birbirleriyle bozuşmamalıdırlar; bozuşurlarsa barışmaktan kaçınmamalıdırlar; bozuşanları barıştırmalıdırlar”.

Dikkat edileceği gibi, “kardeşlikle” ilgili olarak Kur’an’da geçen ayetler, bütün insanlar arası bir kardeşliği hedef edinmiş değil; aksine insanlardan bir kısmını (yani Müslümanları), insanlardan diğer bir kısmına (yani Müslüman olmayanlara) karşı düşman ve saldırgan kılmak için düşünülmüştür.

Her ne kadar Kur’an’ın Tanrı sözleri olduğu ve bu nedenle onda çelişki, düzensizlik, tutarsızlık, uyumsuzluk, karışıklık ya da yanlışlık vd diye bir şey olamayacağı iddia olunur ve bunu kanıtlamak için, “.. .Kur’an Allah ‘tan başkası tarafından gelmiş olsaydı onda birbirini tutmayan şeyler bulurlardı” (Nisa Suresi, ayet 82) ya da “Hamd olsun Allah’a ki kendisinde hiçbir (tezat ve) eğrilik bulunmayan dosdoğru kitabı indirdi” (Kehf Suresi, ayet 1-4) şeklindeki ayetler öne sürülür ise de, bu kitap, birbirine ters düşen, birbirini çürüten, birbiriyle çelişkili hükümler yığını olup, birtakım yanlışları da kapsamaktadır.

Bir tek sure yoktur ki, çelişkisiz ya da uyumsuz ve tutarsız nitelikteki ayetlerle düzenlenmiş olmasın! Hem de öylesine ki, bu çelişkiler ve bu tutarsızlıklar, sadece surelerin çeşitli ayetleri arasında değil, çoğu kez bir ayetin kendi sözcükleri ve tümceleri arasında da yer almış olarak karşımıza çıkar.

İlerideki sayfalarda bunun birçok örneğini göreceğiz; fakat başlangıç olarak kısaca fikir edinmek üzere bunlardan birkaçını belirtelim. Kur’an’ın Bakara Suresi’nde, “Dinde zorlama yoktur ” (Bakara Suresi, ayet 256) diye ayet var. Çoğu kez şeriatçılar, bu ayeti öne sürerek, İslamın hoşgörü dini olduğunu, kişinin din ve inanç özgürlüğüne karışmadığını söylerler. Fakat, bu aynı Kur’an, hoşgörüye yer vermeyen, farklı inançta olanlara ölüm saçan hükümleri kapsar ki, bunlar arasında, “ müşrikleri nerede bulursanız öldürün ” (Tevbe Suresi, ayet 5) şeklinde olanları vardır. Bu tür hükümler, Muhammed’in, “Her kim dinini (ki Müslümanlıktır) değiştirirse, onu hemen öldürünüz” şeklindeki buyruklarıyla aynı doğrultudadır. Kuşkusuz ki, “zorlama yoktur” şeklindeki ayetlerle, “Müşrikleri öldürün” şeklindeki ayetler arasındaki çelişkiyi fark etmemek için kör olmak gerekir.

Kalem Suresi’nde, Kur’an’ın bir “öğüt” olduğuna dair şu yazılıdır: “ Kur’an, alemler için ancak bir öğüttür” (Kalem Suresi, ayet 52). Buna benzer bir ayet Müddessir Suresi’nde aynen şöyledir: “Şüphesiz Kur’an bir öğüttür; dileyen kimse öğüt alır ” (Müddessir Suresi, ayet 53-54). Söylemeye gerek yok ki, “öğüt” olan bir şeyin zorlamayla ilgili olmaması gerekir. Oysa bu aynı Kur’an’da, Kur’an ‘a uymayanların “kafir” olarak cehennemi boylayacakları bildirilmiş ve onlara karşı savaş açılması emredilmiştir.

Örneğin, Hûd Suresi’nde şöyle yazılıdır: “Hangi topluluk (Kur’an ‘ı) inkar ederse yeri (cehennem) ateşidir” (Hûd Suresi, ayet 17). Bakara Suresi’nde de şu korkutucu hüküm var: “Allah dini (İslam) ortada kalana kadar onlarla savaşın” (Bakara Suresi, ayet 193). Nisa Suresi’nde de şu ayet var: “ Allah yolunda göç edinceye kadar onlardan hiçbirini dost edinmeyin. Eğer yüz çevirirterse onları yakalayın, bulduğunuz yerde öldürün ve hiçbirini dost ve yardımcı edinmeyin” (Nisa Suresi, ayet 89). Görülüyor ki, bir yandan Kur’an’ın “öğüt” niteliğinde olduğu söyleniyor, diğer yandan da Kur’an’a uymayanların (müşriklerin, münafıkların) “yok edilmeleri” emrediliyor. Apaçık bir çelişme var ortada!

Muhammed’in Günlük Siyasetinin ve Kişisel Gereksinimlerinin Kitabı Olarak
Kur’an’ı incelediğimizde görüyoruz ki, bu kitap doğrudan doğruya Muhammed’in
yaşamının kendi ağzından çıkmış ya da kendisine yardımcı olanların kaleminden
yazılmış şeklidir. Daha başka bir deyimle onun, bir bakıma, yaşam hikayesini anlatan, onun ihtiyaçlarını karşılayan bir kitaptır. Bu kitapta onun yaşantılarının, kavgalarının,
savaşlarının, düşmanlıklarının, intikam almalarının, ganimet paylaşmalarının, cinsel yaşamlarının, kıskançlıklarının, evliliklerinin ve övünmelerinin hikayesini bulmak
mümkündür. Bu hikayeleri, o, Arapça bilen herkese teşhir edici bir dille anlatmıştır.

Kur’an’a
koyduğu ayetlerin her birini, genellikle kendi günlük siyasetinin gereksinimlerine uygun
düşecek tarzda ayarlamıştır. Ayarlarken de, ister istemez kendi duygularının itişine
saplanmıştır. Bundan dolayı değil midir ki, Ayşe, cinsellikle ilgili bir konuda Muhammed’e,
“Sen ne zaman güzel bir kadın görmüş olsan, ona sahip olabilmek için, gökten hemen bir ayet
iniverir”
şeklinde konuşmuştur; konuşurken de,’ kuşkusuz, bu ayetlerin Muhammed
tarafından düzenlendiğini ima etmek istemiştir. Her ne kadar bu sözleriyle, sanki
Muhammed’i sadece cinsellik konusundaki kurnazlıklara yönelikmiş gibi tanımlamakla
beraber, asıl amacının daha geniş anlamlı olduğu muhakkaktır. Çünkü, Muhammed, sadece
cinsel sorunlar bakımından değil, günlük yaşantılarının her yönü itibariyle, örneğin en basit
kişisel işlerinde bile Kur’an’a ayetler koymaktan geri kalmamıştır (örneğin, evindeyken rahatsız edilmemekten tutunuz da, evlenirken mehir vermemeye varıncaya kadar, kişisel tüm
gereksinimleri için ayet koymuştur). Daha başka bir deyimle, Muhammed’in yaşam
hikayesinin her yönünü Kur’an’da, bulmak mümkündür.

“Andolsun ,ki, cehennemi, tümüyle cinler ve insanlarla dolduracağım” (Hûd Suresi, ayet 119; Secde Suresi, ayet 13).

Hiç “Yüce” bir Tanrı, insanları cehennem ateşine atıp kavurmaktan hoşlanır mı? Üstelik de insanlardan bir kısmını cehenneme atmak için yarattığını söyleyerek:

“Andolsun ki, cin ve insanlardan birçoğunu cehennem için yarattık. ..” (Araf Suresi, ayet 179).

Anlaşılan o ki, Tanrı, cehennemi insanlarla dolduracağına dair kendi kendine yeminler ettiği için, sırf bu yemini yerine getirmek amacıyla insanlardan bir kısmını günahkar olarak ya da günah işlesinler diye yaratmıştır! Hiç “Yüce” olduğu kabul edilen Tanrı böyle bir şey yapar mı? Bu şekilde konuşmuş olabilir mi?

“(Kur’an’da) Kitabın temeli olan kesin anlamlı ayetler vardır; diğerleri de çeşitli anlamlıdırlar. Kalplerinde eğrilik olan kimseler, fitne çıkarmak, kendilerine göre yorumlamak için onların çeşitli anlamlı olanlarına uyarlar. Oysa onların yorumunu ancak Allah bilir” (Al-i İmran Suresi, ayet 7).

Dikkat edilecek olursa, Kur’an’da çelişki yokmuş ve olamazmış gibi, sadece çeşitli anlamlara gelen hükümler bulunduğu kanısını yaratmak için kullanılan bu ayet, bizzat kendi içerisinde çelişkilidir; hem Kur’an’daki “anlaşılmazlıkları” gidermek için yol gösteriyormuş gibidir hem de “anlaşılmazlıklar” yaratmaktadır. Kur’an’ı “apaçık” ve “anlaşılsın” diye gönderdiğini söyleyen Tanrı, Kur’an’daki ayetler içerisinde herkes tarafından anlaşılır. (“kesin”) olanlar yanında “çeşitli” anlamlara gelenler olduğunu ve çeşitli anlamlara gelen ayetlerin yorumunun kendisinden başka hiç kimse tarafından bilinemeyeceğini söyleyerek yeni çelişkilere vesile yaratmış olmaktadır!

Muhammed’in, “Tanrı’dan geldi” diyerek yerleştirdiği hükümlerin çelişkili ya da birbirleriyle tutarsız olması, bir aralık öylesine göze batar ve öylesine halkın tuhafına gider olmuştur ki, gerek Araplar, gerek Yahudiler ve Hıristiyanlar onu alaya almışlardır. Tanrı’nın asla hata yapmayacağını, Kur’an’ı sil boz tahtası haline sokmayacağını, çelişkili hükümler koymayacağını söyleyerek, Muhammed’i “uydurmacılıkla” damgalayanlar olmuştur. Onların bu şekilde konuşmalarına karşı Muhammed, Kur’an’ı uydurmadığına dair Tanrı’dan vahiy geldiğini söyleyerek işin içinden sıyrılmaya çalışmıştır. Bu amaçla Kur’an’ koyduğu ayetlerden biri şöyledir:

“Ey Muhammed sana, ‘Kur’an’ı kendiliğinden uydurdu’ derler; de ki, ‘Uydurdumsa suçu bana aittir’ ”(Hûd Suresi, ayet 35).

Bunu yaparken, Kur’an’da, çelişki bulunmadığını, çünkü “çelişki” ve “tutarsızlık” gibi şeylerin insana özgü olup, ancak insan yapısı kitaplarda (sözlerde) bulunabileceğini, oysa ki, Tanrı’dan sadır olan sözlerde böyle bir şey olamayacağını anlatmak üzere şu ayeti koymuştur:

“(Eğer Kur’an) Tanrı’dan başka bir yerden gelseydi, onda birbirini tutmaz birçok (çelişme)olurdu” (Nisa Suresi, ayet 82).

Fakat, işi biraz daha sağlama almak için, ayetlerin zamana ve ihtiyaca göre Tanrı tarafından değiştirildiğini söyleyerek, çelişkili gibi görünen ayetlerin kaldırılmış olduğu kanısına yer vermiştir. Nahl Suresi’ne koyduğu şu ayeti okuyalım:

“Bir ayetin yerini bir başka, ayetle değiştirdiğimizde -ki Allah indirdiğini gayet iyi bilir—,onlar Muhammed’e, ‘Sen sadece uyduruyorsun’derler. Hayır, öyle değildir” (Nahl Suresi, ayet 101).

Bunu pekiştirmek üzere de, “Allah dilediğini mahveder, dilediğini bırakır” (Rad Suresi, ayet 39) şeklindeki ayetleri örnek vermiştir. Anlatmak istemiştir ki, Tanrı, her yarattığını dilediği gibi yok edebildiği gibi, dilediği ayetleri “nesh eder”, yani kaldırır ya da değiştirip yerine bir başkasını koyar veya olduğu gibi bırakır. Bu doğrultuda olmak üzere, Kur’an’ koyduğu ayetlerden bir diğeri şöyledir:

“Herhangi bir ayetin hükmünü yürürlükten kaldırır veya unutturursak, onun yerine daha hayırlısını veya benzerini getiririz “(Bakara Suresi, ayet 106).

Yani Tanrı, koymuş olduğu ayetlerden herhangi birini kaldırmak istediği zaman, onun yerine daha “iyisini”, daha “hayırlısını” ya da “benzerini” koymakta olduğunu bildiriyor! Ancak, Muhammed, bu tür ayetleri öne sürerek Kur’an’da çelişki olamazmış, yani Tanrı çelişkili hüküm koymazmış kanısını yaratmaya çalışırken, çok daha sakıncalı çelişkilere neden olmuştur. Bir yandan Tanrı’yı, “Hiç yanılmayan, din gününün sahibi olan, her şeyin hakimi, ilim ve hikmetin kökeni, ebediyetler ve ezeliyetler boyunca hata işlemez olan, her şeyi en mükemmel bir şekilde önceden hesaplayan, her yaratığın kaderini daha doğmadan önce deftere yazan” olarak tanımlarken, yani Tanrı’nın asla yanılmaz, asla hata yapmaz, her şeyi en mükemmel ve eksiksiz, en “hayırlı” şekliyle düşünür ve yapar olduğunu belirtirken, diğer yandan bu aynı Tanrı’nın, her şeyi en iyi şekliyle düşünemediğini, ‘ en isabetli şekilde karar veremediğini, “hayırlı” hükmün ne olduğunu bilemediğini, hata işleyebildiğini ve bundan dolayı koyduğu ayetlerin hükmünü yürürlükten kaldırıp, yerine “daha hayırlısını veya benzerini” koyduğunu söylemiştir. Tanrı’yı hem “hata yapmaz” hem de “hata yapar” şekilde, tanımlamakla yeni çelişkilere sebebiyet vermiştir.

Görülüyor ki, Muhammed, Ebu Bekir’in Müslümanlığı kabul etmesi vesilesiyle Kur’an’a, “Herkese işlediklerinin karşılığı ödenir” (Ahkaf Suresi, ayet 19) ya da “Dileyen Rabbine giden yolu tutar” (İnsan Suresi, ayet 29) diyerek Müslüman olup olmamayı sanki kişinin istek ve iradesine bağlıymış gibi gösterirken,
Müslümanlığı kabul etmeyen Ebu Talib’in tutumu karşısında, “Allah kimi doğru yola iletmek isterse onun kalbini İslama açar; kimi de saptırmak isterse kalbini iyice daraltır ” (Enam Suresi, ayet 125; Kasas Suresi, ayet 56 vd ) şeklinde ayet koymuş, böylece çelişkili iki hükmün Kur’an’da yer almasına neden olmuştur.
kendi kullarına Öfkenize hâkim olun şeklinde buyrukta bulunan bir Tanrı’nın, hiç bu söylediklerini unutarak, öfkeye kapılıp yücelikle bağdaşmaz sözcükler kullanabileceği düşünülebilir mi?
Neden dolayı Tanrı, diğer ümmetleri, Araplardan önce düşünmüş, onlara kendi içlerinden peygamberler seçmiş ve bu peygamberler aracılığıyla kitap göndermiştir de, Araplar için bu işi, çok daha sonraya bırakmıştır? Neden dolayı Yahudilere, Hıristiyanlara ve Araplara kendi içlerinden “peygamberler” ve kendi dillerinden “kitap”lar göndermiştir de, bu işi diğer ümmetler için (örneğin, Türkler için ya da diğer toplumlar için) yapmamıştır? Ve mademki İslamı, bütün insanlar için göndermiştir, o halde neden dolayı Kur’an’] Arapçadan başka bir dilde (örneğin, Türkçe, Farsça, Çince vd ) göndermeyi düşünmemiştir? Tanrı Arapçadan başka bir dil bilmez midir ki, kendisine sadece Arapçayla ibadet edilmesini istesin? Öte yandan, neden Tanrı, hem bir yandan Kur’an’ı sadece Araplara gönderdiğini söyler hem de bu söylediğini cerh edercesine bütün insanlara gönderdiğini bildirir?
Şeytan adına yapılanlardan çok daha fazla kanunsuzluk ve çocuk istismarı, Tanrı’nın, Musa’nın İsa’nın ve Muhammed’in adına, dindar kişiler tarafından yapılmaktadır.

– Kenneth V. Lanning

Neden Tanrı böylesine değişik ve anlaşılması güç şeyler üzerine yeminler ederek konuşur? Neden amacını herkesin anlayabileceği bir dille ortaya koymaz? Ve bütün bunlar bir yana, neden Tanrı yemin eder? Hiç yüce olduğu söylenen bir Tanrı yemin eder mi?
Dinde zorlama olmaz diyerek, İslam’ın hoşgörü dini olduğunu öne sürerlerken , müşrikleri nerede görürseniz öldürün ya da İslam’dan çıkanın kanı helaldir şeklindeki hükümlere sarılmış olarak ölüm saçmayı çelişmeli bir davranış saymamışlardır. Aynı çelişkili tutumu, şeriatçının tüm yaşamlarında izlemek mümkündür.
Şeriatla müspet ilim yapmanın ya da akılcı düşünce doğrultusunda gelişme olasılığını bulmak imkansızdır. Örneğin Adem’in yaratılışına, eşiyle birlikte cennetten atılışına ve şeytanın Tanrıya başkaldırışına, mağaraya sığınmış gençlerin ve köpeklerinin 309 yıl boyunca uykuda kaldıklarına (Kehf suresi ayet 9 vd), Süleyman peygamberin karınca diliyle karıncalarla ve kuşdiliyle kuşlarla konuşmasına ve Hudhud kuşuyla Sebe melikesine haber göndermesine ((Neml suresi, Sebe Suresi), Yahudilerin maymun cinsi hayvan şekline dönüştürülmesine, kesilen ineğin kemiğiyle vurmak suretiyle ölünün diriltilmesine (Bakara Suresi, ayet 67-73), denize atılan Yunus’un balık tarafından yenilmesine ve balığın karnındayken, dualar edip kurtulmasına (Yunus suresi, ayet 98, Enbiya Suresi ayet 87, Saffat Suresi ayet 139-145) İbrahim peygambere dört kuşu parçalatıp bunları canlandırmasına (Bakara Suresi ayet 259,260) Bütün bunların Tanrı denemesi olduğuna dair ve daha bunlara benzer niceleri vardır ki, Kuran’ın bilim kaynağı olduğu iddialarını geçersiz kılmak yanında, bir de batıl inançlara yer verdiğinin kanıtıdır.
“Dinde zorlama yoktur “(Bakara/256.)
“Dinini değiştiren kimseyi öldürün.” (Müslim, Kasame, 25,26; Tirmizi, Hudud,15; Ebu Davud, Hudud,1; Nesaî, Kasame, 5, 14)
Günümüzde İslamcıların laik Cumhuriyet’i yıkmak için başvurdukları kurnazlıklardan biri de takıyyeciliktir. Din ve devlet ayrılığına dayalı demokratik sistem anlamına gelen ve aklı vahyin önüne diken laikliğin İslam ile bağdaşamayacağını bildiklerinden, bu bağdaşmazlığı göz ardı etmek, hatta birbirine zıt şeyleri uyumluymuş gibi göstermek için her türlü esnekliğe yönelirler. Fakat bu kurnazlığı biraz daha etkili kılabilmek için takıyye yanlısı değilmiş gibi görünmek isterlerve örneğin, “Müslümanlıkta takıyye yoktur” derler.
“Yüce” bir Tanrı, kendi yarattığı insanın yerlere kapanarak kendisine tapmasını değil, başı dimdik, haysiyet ve özgürlüğüne sahip olarak iş görmesini ister. Böyle bir insanı değer veril-meye layık bulur.
Tanrı keyfi davranmaz, çünkü keyfilik adaletsizliğe yol açar, oysa adaletsizlik
Tanrı’nın ‘Yüce’ olan niteliğiyle bağdaşmaz”
Din adamları Enam/119 göre zor durumda kaldığın vakit domuz eti yenilmesinde sakınca olmadığını açıklamıştır. Tanrı neden kulunu harama muhtaç bırakıyor ve duasını kabul etmiyor böyle durumlarda? İlginç.
Kuşkusuz ki, Yahudilik ve Hıristiyanlık gibi diğer dinlerin kitapları da, insan aklını zincire vurmak ve özgür düşünce sistemine engel yaratmak gibi olumsuz sonuçlar yaratmaktan geri kalmamışlardır. Ancak, Batı dünyası, eleştiri yoluyla bu kitapların egemenliğine son verip, akılcılığı üstün kılmış, aklı vahyin önüne almış ve bu şekilde sınırsız gelişmelere yönelebilmiştir. Eğer İslam dünyası da buna benzer bir şeyler yapıp Tanrı ve “Peygamber” sözleridir diye ortaya koyulan şeyleri akıl süzgecinden geçirebilseydi, yani eleştirel aklı rehber edinseydi ve busayede Akıl Çağı’na erişebilseydi, bugün her alanda yeryüzünün en geri kalmış
“ülkeler yığını” olmazdı. Bu sonuç, hiç kuşku edilmemelidir ki, şeriat verileriyle(örneğin, Kur’an’la) ne bilimsel, ne fikirsel, ne sosyal, ne demokratik ne de ekonomik gelişim sağlanamayacağının en kesin kanıtıdır.
“eleştiri” dediğimiz şey, hertürlü gelişmenin iksiridir. Eleştiriden yoksun kalan, tartışılamayan her şey, gerilikler içinde yok olmaya, yok olana dek kendisiyle ilgili her şeyi ilkellikler içinde tutmaya mahkûmdur.
Şeriatçıyı tehlike olmaktan çıkarmanın en etkili yollarından biri, şeriatın, akla, vicdana ve ahlaka aykırılıklarını sergilemektir. Bu usul onları, cevap veremez durumda kılmaya yetecektir.
Akıl çağının mimarlarına göre “insan” denen varlık, yaratıcı nitelikte bir akıl gücüne sahiptir ve eğer aklın özgürlüğünü yok eden engeller önlenecek olursa, sınırsız gelişmelere ulaşabilir.
Zaman süratle ilerliyor. Milletlerin, toplumların, kişilerin mutluluk ve mutsuzluk anlayışları bile değişiyor. Böyle bir dünyada, asla değişmeyecek hükümler getirdiğini iddia etmek, aklın ve ilmin gelişmesini inkar etmek olur ” (Atatürk.)
Dileseydik elbette herkesin doğru yolda yürümesini sağlardık. Fakat şu sözüm mutlaka gerçekleşecek: Cehennemi hem cinlerden hem insanlardan bir kısmıyla dolduracağım! (Secde/13)

Yani Tanrı bütün insanları bilerek doğru yola iletmiyor?

Merhametlilerin en merhametlisi, Rahman ve Rahmin olan Allah buyuruyor ki: bana inanmayanları cehennemde cayır cayır yakacağım.
„…bir gün bir yaşlı bir kadın Hz.Muhammed’in yanına gelip şöyle der: “Ya Resulallah! Allah’a dua et de beni cennete koysun.” Hz. Muhammed kendisine şöyle yanıt verir: “Cennete hiç kocakarı girmez.” Bu yanıtı alınca kadıncağız ağlamaya başlar ve dönüp gider. Az sonra Hz. Muhammed şöyle der: “Haber verin ona (ki) kocakarı olarak (cennete) giremez, çünkü Allah Teala şöyle buyurdu: ‘inşa edip de onları hep bakir kızlar kılmışızdır’ ’” Daha başka bir deyimle şunu anlatmak ister ki, Tanrı, dünya yaşamı sırasında buruşmuş, kocakarı olarak ölen kadınları cennete alırken “ceylan gözlü güzel huri” şekline sokup (“inşa edip”), “defteri sağdan verilmiş” (“Eshabi yemin”e) olan erkek kullarına hediye etmiştir.“ (Tirmizi’nin Mu’az’dan rivayeti için bkz. Elmalılı H. Yazır, age. c.6, s.4709.)
Şüphesiz Allah’a karşı gelmekten sakınanlara bir kurtuluş, bahçeler, üzümler, kendileriyle bir yaşta, göğüsleri çıkmış genç kızlar ve dolu dolu kadehler vardır. (Nebe/31-34)
yemin etmek, genellikle yalan söylemeyi gelenek edinmiş kimselerin başvurdukları bir yol değil midir?
„Sorulan her konuyu akıllı insan anlar ve eleştirmez. Cahil insan ise anlamadan cevaplar ve soru soran kişiyi eleştirir.”
„Küfürle saldırmak, bilgisizliğin kanıtıdır.”
Muhammed, bir yandan “barışçı” ve “hoşgörülü”ymüş gibi görünürken, diğer yandan farklı inançtakilere karşı korku ve dehşet saçmıştır. Bir yandan “tebliğ edici” ve “öğüt verici” olarak görünürken, diğer yandan kılıç yoluyla iş görmüştür. Bir yandan Arap kavmine, Arapça Kur’an ile gönderildiğini söylerken, diğer yandan tüm insanlara yollandığını savunmuştur.
Şeriat hükümleri (ve özellikle Kur’an ayetleri) arasındaki çelişkilerin yarattığı en sakıncalı sonuç,insan beyninin körlenmesi, düşünme gücünün yitirilmesi ve bu nedenle kişinin fikren gelişemez, akılcı yönde iş göremez durumlara sürüklenmesi şeklinde kendisini belli eder. Müslüman halkların 1400 yıllık bitmeyen gerilikleri, yaratıcı zeka ve düşünme gücünden yoksunlukları, bunun en belirli kanıtıdır.
Gaşiye Suresi’nde yer alan “Ey Muhammed! Öğüt ver, sen sadece öğütçüsün. Sen onlara zor kullanacak değilsin” şeklindeki ayetlerle, Tevbe Suresi’nde yer alan, müşriklerin öldürülmelerini ve Yahudilerle Hıristiyanlara karşı savaşılmasını emreden, yani şiddet ve savaş yolunu öngören yukarıdaki ayetler, birbirleriyle çelişme halindedirler. Zira birinciler hoşgörülüğe yer verirmiş gibi görünen, ikinciler ise hoşgörü nedir bilmeyen ayetlerdir. Şimdi ne olacak? Birbiriyle çelişkili ve birbirine ters düşen bu ayetleri, birlikte uygulamak olanağı bulunmadığına göre, bunlardan hangisini geçerli, hangisini geçersiz sayacağız?
Şeriat hükümlerinin çelişkilerle, tutarsızlıklarla dolu oluşunun yarattığı sakıncalar sınırsız denecek kadar çoktur. Bu sakıncalar, hem yaşam sorunlarına çözüm bulamamak ya da bu sorunları olumsuz sonuçlara bağlamak açısından, hem de asıl kişileri akılcı gelişmeden ve düşünme gücünden yoksun bırakmak bakımından söz konusudur.
Unutmayalım ki, “akıl”, “anlaşılamayan” şeylerin karşısına “soru” yoluyla çıkan bir öğedir; fakat, Kur’an’daki Tanrı, soru sorulmasını da yasaklamıştır.
Şeriatçı kafa yapısında olan bir kimse, Kur’an’ın Tanrı ağzından çıkmış sözler olduğuna inandığı için, bu kitapta çelişki diye bir şey olamayacağını düşünür; çelişki diye bir şey kabul etmez. Kur’an’daki çelişkileri “çelişki” olarak görmez; çelişkili görünen hükümlerde, olsa olsa “hikmet vardır” diye düşünür!
Bir yandan Kur’an’ın “Dinde zorlama olmaz” şeklindeki ayetine sarılmış olarak İslamın hoşgörü dini olduğunu haykırırlarken, diğer yandan bu aynı Kur’an’ın “Müşrikleri nerede görürseniz öldürün “ şeklindeki emrini yerine getirmeye hazırdırlar. Bu iki hükmün birbiriyle çeliştiğinin farkında değildirler. Fark etseler de aldırış etmezler ya da “Çelişkiler bize göredir, Allah’a göre değil!” diyerek kendi kendilerini avuturlar.
Taş parçası niteliğindeki bir şeyi öpmenin,okşayıp okumanın putperestlik olmadığını öne sürmek güçtür.
Kur’an batılı yok etmiş değil, aksine batıl inançları sürdürmüş olan bir kitaptır.
İslamcılar, Kur’an’ın en basit sorunlarla ilgili ayetlerini bile, sanki derin anlamlar ve derin bir felsefeyle doluymuş gibi gösterirler; bu nedenle Kur’an’ı “emsalsiz” bir ilim kitabıymış gibi tanımlarlar.
İslamcıların “bilim kaynağıdır” diye örnek verdikleri ayetler, değil bilimle akılcılığın hiçbir şekliyle bağdaşamaz niteliktedir; bağdaşmak şöyle dursun, çoğu batıl inanışlara yer verir nitelikte şeylerdir.
Muhammed, sık sık temas halinde bulunduğu Yahudi ya da Hristiyan kişilerden, Tevrat ve İncil hakkında öğrendiklerini Tanrı’dan vahiy geldi diyerek Kur’an’a koymaktadır.
Düşünmüş olsalar,söz konusu ayetlerin insan yapısı şeyler olduğu sonucuna varmakta güçlük çekmezlerdi.
Kur’an, kölelik denen kuruluşu Tanrısal bir kuruluş olarak tanımlamıştır.
Yemin etmek, genellikle yalan söylemeyi gelenek edinmiş kimselerin başvurdukları bir yol değil midir?
Arabın günlük konuşması ise, küfürlere, hakaretlere ve ant içmelere çok yer veren bir geleneğe dayalıdır. Ve işte muhtemelen bundan dolayıdır ki, Kur’an, her konuda olduğu gibi, bu konuda da Arabın konuşma geleneğini yansıtır şekilde derlenmiştir. Fakat, denilebilir ki, şeriat eğitimi yoluyla bu gelenek, Arap olmayan toplumların insanlarına da geçmiştir.
Değişmekte olan bir dünyada, hiç değişmeyen vahiylerle değil, yaratıcılığın ve gelişmenin tek aracı olan akla özgürlük vermekle, akılcı düşünceyi egemen duruma getirmekle, din verilerini eleştirel akıl süzgecinden geçirmekle uygarca yaşanabilir.
Fikirsel gelişmenin yazıtı olarak kabul edilen Latince bir deyim var: “Timeo hominem unius Libri” (tek kitap okuyandan kork!). Bu deyim, tek kitaba bağlı kalmanın, bağnazlığa, bilgisizliğe ve hoşgörüsüzlüğe sürüklenmek demek olduğunu anlatıyor.
Kur’an’a göre insan, kendi aklıyla bilgiye sahip olamaz,doğru yolu bulamaz.Akıl denen şey,“özgür” şekilde iş görsün diye verilmemiştir insana; akıl, Tanrı (ve “peygamber”) buyruklarını öğrenmek ve bunlara uymak için verilmiştir. Ve aklın bu buyruklara boyun eğmesi de Tanrı’nın istek ve keyfine tabidir.
Bertrand Russell
“cehennem” fikrinin “gaddar
ruhlu” insanlar tarafından uydurulduğunu, çünkü insani duygulara sahip hiç
bir varlığın, kişileri cehennem ateşinde
yakılır görmekten zevk almayacağını
söyler.
vahyi bırakıp akla sarılmak “akılsızlık” değil, aksine akıllılıktır ve aklı
vahye teslim eden hiçbir toplum uygarlaşamaz, uygarlaşamamıştır, uygarlaşamayacaktır; çünkü, uygarlık denen şey, sürekli bir değişme ve gelişme demektir. Değişmekte olan bir dünyada, hiç değişmeyen vahiylerle değil, yaratıcılığın ve gelişmenin tek aracı olan akla özgürlük vermekle, akılcı düşünceyi
egemen duruma getirmekle, din
verilerini eleştirel akıl süzgecinden
geçirmekle uygarca yaşanabilir.
tek kitap okuyandan kork!
Öte yandan Kur’an ayetlerinin ne kadarının indirildikten sonra kaldırıldığı, daha doğrusu
okunmaz olduğu, kesin olarak bilinmez. Örneğin, Muhammed’in eşlerinden Ayşe’nin
söylemesine göre Ahzab Suresi, Muhammed zamanında 200 ayet olarak okunmaktaydı.
Ancak, bugün elimizde bulunan Kur’an’a göre Ahzab Suresi 73 ayetten oluşmakta! Bundan
dolayıdır ki, Muhammed’in şöyle dediği bildiriliyor:
“Sizden kiminiz, ‘Kur’an’ın tümünü elde ettim’ der. Oysa Kur’an’ın tamamının ne olduğunu
bilmez. Kur’an’dan birçoğu (yiyip) gitmiştir. Herhangi biriniz, (‘Kur’an’ın tümünü elde ettim’
demesin de) ‘Kur’an’dan olabildiğince elde ettim’desin.
Hacer-i esved ki kara taş diye bilinir, şimdi üç büyük ve bir kaç küçük parçadan bir araya getirilip taş bir çemberle çevrilidir, çemberin etrafında da gümüş bir halka bulunmaktadır. Söylendiğine göre, Kabe’nin kutsiyeti Hacer-i esved’den ileri gelmiştir. Çünkü eski Araplar Lat, Uzza, ve Menat adındaki putlar yanında asıl Hacer-i esved adındaki bu taşa taparlardı. Daha doğrusu Safa ve Merve adıyla anılan iki tepe arasında koşup şeytanlara taş atarlar ve Hacer-i esved’i öperlerdi. İslam kaynaklarından öğrendiğimize göre, Hz. Muhammed hicretin yedinci yılında umre ziyaretinde bulunmak üzere Mekke’ye gitmek için, Kureyşlilerden izin istemiş ve ziyareti sırasında Kara Taş’ı öpmüş, elleriyle okşamış ve yarıkoşar adımlarla etrafında üç kez dolaşmıştır. Daha sonra Mina Dağı’ nı sağ tarafına alarak Cemre mahalline yönelmiş ve yedi çakıl atmak suretiyle şeytanları kaçırttığını bildirmiştir.
Şeriatla müspet ilim yapmanın ya da akılcı düşünce doğrultusunda gelişme olasılığını bulmak imkansızdır. Örneğin Adem’in yaratılışına, eşiyle birlikte cennetten atılışına ve şeytanın Tanrıya başkaldırışına, mağaraya sığınmış gençlerin ve köpeklerinin 309 yıl boyunca uykuda kaldıklarına (Kehf suresi ayet 9 vd), Süleyman peygamberin karınca diliyle karıncalarla ve kuşdiliyle kuşlarla konuşmasına ve Hudhud kuşuyla Sebe melikesine haber göndermesine ((Neml suresi, Sebe Suresi), Yahudilerin maymun cinsi hayvan şekline dönüştürülmesine, kesilen ineğin kemiğiyle vurmak suretiyle ölünün diriltilmesine (Bakara Suresi, ayet 67-73), denize atılan Yunus’un balık tarafından yenilmesine ve balığın karnındayken, dualar edip kurtulmasına (Yunus suresi, ayet 98, Enbiya Suresi ayet 87, Saffat Suresi ayet 139-145) İbrahim peygambere dört kuşu parçalatıp bunları canlandırmasına (Bakara Suresi ayet 259,260) Bütün bunların Tanrı denemesi olduğuna dair ve daha bunlara benzer niceleri vardır ki, Kuran’ın bilim kaynağı olduğu iddialarını geçersiz kılmak yanında, bir de batıl inançlara yer verdiğinin kanıtıdır.
20. yüzyılın en büyük düşünürleri arasında yer alan Bertrand Russel, cehennem fikrinin gaddar ruhlu insanlar tarafından uydurulduğunu, çünkü insani duygulara sahip hiçbir varlığın, kişileri cehennem ateşinde yakılır görmekten zevk almayacağını söyler. Anlatmak istediği şey, muhtemelen cehennem düşüncesinin Tanrı anlayışıyla bağdaşmayacağıdır.
Batı dünyası aşağı yukarı 1400 yıllık gelişme süreci içerisinde akıl, her türlü yasağı yenerek Yahudi ve Hıristiyan dinlerini ve bu dinlerin kutsal bilinen kitaplarını amansız bir eleştiriden geçirebilmiş, bu eleştirilerden sonra bu kitapların insan yapısı şeyler olduğu görüşüne yönelmiş, bunun sonucu olarak aklı vahiyin önüne geçirebilmiş ve böylece gelmiş geçmiş uygarlıkların en ileri gidenini meydana getirebilmiştir.
Sadece şunu ekleyelim ki, Muhammed, ilk başlarda kendisini sadece Arap kavmine gönderilmiş olarak tanımlamışken, Medine’ye göç (hicret) ettikten sonra, yavaş yavaş güçlenmekle yeni bir siyaset izler olmuş, kendisini Yahudilere, Hıristiyanlara ve diğer toplumlara kabul ettirebilmek için bütün insanlığa gönderilmiş gibi göstermiştir.
Bunu yaparken Yahudilerin ve Hıristiyanların, kendilerine gönderilen kitapları (Tevrat, incil) tahrif ettiklerini ve bu nedenle Kur’an’a uymaları gerektiğini söylemiştir.
Her ne kadar 1.400 yıllık İslam tarihi içerisinde iki yüz yıllık İslam uygarlığı diye bir şeyden söz edilir ve bu uygarlığın Kur’an sayesinde ya da Kur’an’a dayalı olarak ortaya çıktığı sanılırsa da, tamamen yanlıştır.
Çünkü, İslam uygarlığı denen şey, Kur’an’dan kaynaklanmış olarak ortaya çıkmış değildir; Kur’an dışı (ve özellikle Eski Yunan’dan kaynaklanmış) olarak ortaya çıkmıştır. Bunun böyle olduğunu bizzat İslam yazarları ve düşünürleri ortaya koymuşlardır.

Arap dilinde yazılmış en büyük tıp ansiklopedisi olarak kabul edilen Hâvi adlı yapıtın yazarı Râzî (İS 865-932), Kutsal sayılan kitaplar (ilim açısından) değersiz kitaplardır. Eflatun, Aristo, Öklit, Hipokrat gibi eski (bilginlerin) yazıları insanlığa çok daha yararlı olmuştur diyebilmiştir.

Görülüyor ki, Muhammed, Ebu Bekir’in Müslümanlığı kabul etmesi vesilesiyle Kur’an’a, “Herkese işlediklerinin karşılığı ödenir” (Ahkaf Suresi, ayet 19) ya da “Dileyen Rabbine giden yolu tutar” (İnsan Suresi, ayet 29) diyerek Müslüman olup olmamayı sanki kişinin istek ve iradesine bağlıymış gibi gösterirken,
Müslümanlığı kabul etmeyen Ebu Talib’in tutumu karşısında, “Allah kimi doğru yola iletmek isterse onun kalbini İslama açar; kimi de saptırmak isterse kalbini iyice daraltır ” (Enam Suresi, ayet 125; Kasas Suresi, ayet 56 vd ) şeklinde ayet koymuş, böylece çelişkili iki hükmün Kur’an’da yer almasına neden olmuştur.
(İnsanlar) devenin nasıl yaratıldığına, göğün nasıl yükseltildiğine, dağların nasıl dikildiğine, yeryüzünün nasıl yayıldığına bir bakmazlar mı? (Gaşiye suresi, ayet 17-20)

Görüldüğü gibi, yeryüzünde nice hayvan varken, burada devenin yaratılışı ele alınmakta, hani sanki göğün, dağların, yeryüzünün ve daha doğrusu bütün evrenin yaratılışı kadar önemli bir şeymiş gibi tanımlanmakta! Hemen anımsatalım ki, deve, Arap yaşamlarında son derece önemli bir yer işgal ettiği içindir ki, Kur’an’ ın pek çok ayetinin konusu olmuştur.(Maide suresi, ayet103 – A’raf suresi, ayet 40, 73, 77 – Yusuf suresi, ayet 65,72 – Hac suresi, ayet 36 – En’ am suresi, ayet 142, 144 – Mürselat suresi, ayet 33 – Tekvir suresi, ayet 4 – Hüd suresi, ayet 64 – İsra suresi, ayet 59, Şuara suresi, ayet 155 – kamer suresi, ayet 27, Şems suresi, ayet 13)

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir