İçeriğe geç

Kuran ve Bilimsel Zihnin İnşası Kitap Alıntıları – Caner Taslaman

Caner Taslaman kitaplarından Kuran ve Bilimsel Zihnin İnşası kitap alıntıları sizlerle…

Kuran ve Bilimsel Zihnin İnşası Kitap Alıntıları

De ki: “Evrende ve yeryüzünde olanlara bir baksanıza.” İnanmayan bir topluma deliller ve uyarılar fayda sağlamaz. (Yunus Suresi)
Kuran’ın sunduğu dünya görüşünde evreni en sofistike şekilde anlama faaliyeti olan bilimin kaçınılmaz bir yeri vardır.
Bir Müslüman bilim insanı da bilimle ilgili faaliyetlerinden dolayı para ve unvanlar kazanabilir, bilimsel çabalarıyla dünyevi fayda elde edebilir. Fakat Kuran’ın inşa ettiği zihin açısından bunlardan daha anlamlı bir motivasyon kaynağı da vardır ki bu, evreni inceleme faaliyetinin Allah’ın bir emri olarak sunulmuş olması ve bu inceleme faaliyetinin Allah’ın kudret ve sanatını tanımaya bir aracı olmasıdır.
Zira Kuran’ın içinde matematikle doğa arasında ilişki kurduran ayetler mevcuttur. Şu ayetler bu konuda örnektir:
Güneş ve Ay bir hesaba bağlıdır. (Rahman Suresi). Allah onların yaptıklarını tümüyle kuşatmıştır ve her şeyi sayıyla tespit etmiştir. (Cin Suresi). Kuran’daki bu ifadeler “evreni anlamada matematik önemlidir” ön kabulünü desteklemektedir.
Kısacası Kuran, kendinden önceki mitolojiyle ve gelenekle yoğrulmuş zihinleri bunların otoritesinden kurtarırken evrendeki olguları gözlemlemeyi değerli bulacak şekilde zihinleri inşa eder. Bu ise “Evren hakkında bilgi elde etmede gözlem önemlidir” gibi bilim açısından değerli bir önkabulün oluşumunu desteklemektedir.
Oysa Kuran’da, Allah tarafından vahyedilme iddiası olmasına rağmen “Bu kitaptan evrenle ilgili her şeyi öğrenin” denmemiş, bu kitabın inananları evren üzerine gözlem yapıp sonuçlar çıkarmaya davet edilmişlerdir. Kuran, kendisine güvenen bir üslupla, bu gözlemleri kendi otoritesine tehdit görmemiş; tam tersine, aklı çalıştırmayla ve gözlemle bilgi elde etmeyle ulaşılan sonuçları kendi iddialarını tasdikleyen aracılar olarak takdim etmiştir. Evrendeki fenomenleri gözleyerek sonuçlar çıkarmaya davet eden ayetlere şu iki ayet örnektir:

De ki: “Yeryüzünü gezip dolaşın da yaratılışın nasıl başladığını görün.”
(Ankebut Süresi) Evrende ve yeryüzünde nice deliller vardır ama bunlar yanından yüz çevirip geçmektedirler (Yusuf Suresi).

Kuran evreni incelemenin değerli olduğuna dair ön kabulü olan bir zihin inşa eder.
Her dinsel veya felsefi görüşün bilimsel aktiviteyi desteklemediğine dikkat edilmelidir. Örneğin evreni-maddeyi kötü bir varlık olarak sunan dini veya felsefi bir görüş açısından evreni inceleme faaliyetinin değerli bir faaliyet olarak kabul edilmesi zordur. Dünya tarihinde gözüken kimi dini ve felsefi görüşler, bu evrenin hammaddesini oluşturan maddeyi kötü bir varlık olarak niteleyerek, bilim yapılmasını destekleyen bahsedilen ön kabule aykırı şekilde zihinleri inşa etmişlerdir. Fakat Kuran metninde evrenin-maddenin kötü olduğunu düşündürecek hiçbir ifade olmadığı ve evrenin-maddenin yaratıcısı Allah iyi bir varlık olarak tanıtıldığı, bu yaratıcının yarattığı evreni-maddeyi incelemek değerli sonuçlara ulaştıran bir faaliyet olarak teşvik edildiği için bu yaklaşım evreni-maddeyi incelemenin değerli olduğunu destekler.
Natüralist evrim anlatımında doğru bilginin seçimini gerekli kılacak veya insan zihni için farklı bir perspektif açacak hiçbir unsur yoktur. Natüralist-ateist paradigmaya göre doğal seleksiyon süreci her canlı için doğru bilgiyi değil yaşatan biyo-kimyasal yapıyı seçecek şekilde işler.

Akıl yürütme faaliyetinin tesadüfi bir doğal seleksiyon süreciyle oluştuğunu savunan bir natüralist, sıradan akıl yürütme faaliyetinin güvenilirliğini bile savunamaz duruma gelecektir. Fakat o zaman, felsefi ve bilimsel üst seviyede bir akıl yürütmeyle ilgili olan natüralizmin ve evrim teorisinin doğruluğunu da savunamaz.

[Okur notu: Tırnak işaretleri bana ait, orayı anlamak önemli.]

Eğer zihnimizle evrene yönelerek doğru bilgi edinemeyeceksek o zaman evrendeki fenomenleri anlamaya yöneltilmemiz anlamsız olmaz mıydı? Kısacası Kuran, bilim yaparken zihnin doğruya ulaşma kapasitesi olduğuyla ilgili ön kabulü destekler.
Bir teist için Allah hem evrenin hem zihnin yaratıcısı olduğu için evreni rasyonaliteye uygun, zihni rasyonaliteye sahip, ikisini ise birbiriyle uyumlu yaratmış olduğunu düşünmek gayet doğaldır. Bu yüzden bir teistin, “zihin evren hakkında doğru bilgilere ulaşabilir” gibi bilim açısından önemli bir ön kabule sahip olmasında bir sorun yoktur.
Kısacası Kuran’ın zihnini şekillendirdiği bir teist için evrenin rasyonel, anlaşılır yapısı olması beklenir bir durumdur, çünkü birincisi evreni yaratan Allah rasyonel bir varlıktır ve ikinci olarak Kuran’ın paradigmasının önemli bir unsuru olan imtihan dünyasında olmamız ancak böyle bir evrende mümkündür. Bu yüzden Kuran’a bağlı bir teistin bilimle ilgilenirken bu ön kabule sahip olması Kuran metninin zihinleri şekillendirmesinin rasyonel sonucudur.
Ancak doğa yasalarının doğadaki bu inanılmaz düzenliliklerini tesadüfe bağlamak entelektüel açıdan çok rahat edici bir durumdur. David Armstrong’un tabiri ile doğadaki düzenliliklerin tesadüf olduğuna inanan biri her şeye inanabilir.
Kuran en temel mesajı olarak teist bir varlık anlayışı sunar; evreni rasyonel, bilgisi ve kudreti çok yüksek olan Allah’ın yarattığını ifade eder. Kuran’da Allah için geçen “Alim” ve “Hakim” gibi sıfatlardan ve Kuran’ın tümüne dağılmış şekilde Allah’ı tanıtan ifadelerden Allah’ın rasyonel bir varlık olduğu anlaşılmaktadır. İslam’ın içinde mezhepler arası ihtilaflı kimimeseleler olsa da bu hususta en ufak bir ihtilaf yoktur (bu, tüm teistlerin de ortak kabulüdür). Kuran’ı okuyan her Müslüman’ın zihni rasyonel bir Allah’ın yarattığı evren tasavvuruna göre inşa olmaktadır. Bu kişi bilimle ilgilenmeye başladığında; gözlem ve deney yaptığında, evrendeki fenomenleri anlamaya kalktığında da zihnindeki bu evren tasavvurunun kendisinden ayrılmaması doğal durumdur. Evrenin rasyonel bir varlık olan Allah tarafından yaratıldığı bilgisi altında, evrenin bu yaratıcının yarattığı rasyonel varlıklar tarafından anlaşılabilecek olması beklenecek bir durumdur ve bunda şaşırtıcı bir taraf yoktur.
Eğer evren düzensiz, kaotik bir yapıya sahip olsaydı ya da evrendeki düzen insan zihninin sınırlarını aşacak kadar karmaşık olsaydı, diğer bir deyişle temel yapı bizim anlayış kapasitemizi aşsaydı bilimsel faaliyet mümkün olmazdı.
Dünyada geniş kitleler üzerinde etkili olan hiçbir dinsel metinde; evreni, canlı ve cansız varlık ve süreçleriyle doğayı tanımaya, bunlar üzerinde derin derin düşünmeye, doğadaki fenomenlerden sonuçlar çıkarmaya Kuran’daki kadar yoğun teşviğe rastlanmaz.
Doğaya Kuran’ın inşa ettiği zihinle ve öğrettiği etik sistemle bakan birinin ona zarar vermekten kaçınması gerekir.
“Nereden gelirse gelsin, isterse bize uzak ve karşıt milletlerden gelsin, gerçeğin güzelliğini benimsemekten ve ona sahip olmaktan utanmamalıyız. Çünkü gerçeği arayan için gerçekten daha değerli bir şey yoktur. O halde gerçeği eksik görmek ve onu söyleyeni ve getireni küçümsemek yakışık almaz.”
-Kindi
“Gerçeği arayan kişi, eskilerin yazdıklarını araştırarak ve doğal eğilimini takip ederek onlara güvenen kişi değildir, tam aksine onlara kuşkuyla yaklaşan, onlardan topladığı bilgileri sorgulayan, türlü türlü kusur ve eksikliklerle dolu
yapıya sahip insanların sözleri yerine argümanlara ve kanıtlara boyun eğen kişidir.”
-İbn Heysem
“Ben sürekli bilgi ve gerçeğin peşinde koştum ve Allah’ın ihtişamına ve yakınlığına erişebilmek için gerçek ile bilgiyi aramaktan daha iyi bir yol olmadığına inandım.”
–İbn Heysem
Ancak doğa yasalarının olması koşuluyla evren rasyonel bir yapıya sahip olabilir ve böylece eylemlerimizin sonuçlarını anlayabiliriz ve ancak eylemlerimizin sonuçlarını anlıyorsak o eylemden sorumlu olabiliriz.
Albert Einstein
”Evrenin gerçek gizemi onun anlaşılabilir olmasıdır Onun anlaşılabilir olduğu gerçeği mucizedir. ”

İbni Heysem
”Ben sürekli bilgi ve gerçeğin peşinde koştum ve Allah’ın ihtişamına ve yakınlığına erişebilmek için gerçek ile bilgiyi aramaktan daha iyi bir yol olmadığına inandım. ”

”Gerçeği arayan kişi, eskilerin yazdıklarını araştırarak ve doğal eğilimini takip ederek onlara güvenen kişi değildir, tam aksine onlara kuşkuyla yaklaşan, onlardan topladığı bilgileri sorgulayan, türlü türlü kusur ve eksikliklerle dolu yapıya sahip insanların sözleri yerine argümanlara ve kanıtlara boyun eğen kişidir. ”

Kindi
”Nereden gelirse gelsin, isterse bize uzak ve karşıt milletlerden gelsin, gerçeğin güzelliğini benimsemekten ve ona sahip olmaktan utanmamalıyız. Çünkü gerçeği arayan için gerçekten daha değerli bir şey yoktur. O halde gerçeği eksik görmek ve onu söyleyeni ve getireni küçümsemek yakışık almaz. ”

Aristoteles
”Tüm insanlar doğaları gereği bilmeyi arzu ederler. ”

Alıntı
Teizme göre evreni de evrende insanı da yaratan tek olan Allah’tır. Evren, Allah’ın kudret ve sanatının tezahür ettiği bir alan olduğu için evrendeki fenomenleri keşfetmek Allah’ın kudret ve sanatını da keşfetmeye aracı olmaktadır. İnsanların büyük bir acizlik içinde evrenle ilgili çok önemli hususları keşfetmeleri sürpriz değildir, çünkü bu, evrene bilinçli olarak konmuş keşfedilebilme özelliği sayesinde mümkün olmaktadır.

Bir hesap makinesi hesap yapmak için yapılmışsa mı o hesap makinesine daha çok güvenilir yoksa rastgele süreçlerle oluşan bir makineye mi hesap yapmakta daha çok güvenilir? Aynı şekilde Kuran’ın ortaya koyduğu teizmde (ve diğer benzeri teist görüşlerde) akıl, gerekli doğru bilgilere ulaşabilecek şekilde yaratıldığı için aklın doğru bilgilere ulaşma kapasitesi olduğunu beklemenin ve bilimsel faaliyeti bu ön kabulle gerçekleştirmenin rasyonel bir temeli vardır. Fakat natüralist paradigmaya göre zihnin yetenekleri dünyada yaşayabilmek için var olmuştur; zihnin var oluş sebebi yaşamayı sağlamak ve genleri aktarmaktır, yoksa doğru bilgiye ulaşmak değildir. Bu paradigmalar kıyaslandığında, Kuran’ın ve benzeri teist yaklaşıma sahip olanların paradigmasının “insan zihni evren hakkında doğru bilgilere ulaşabilir” şeklindeki, bilimsel faaliyet sürecinde zihinde mevcut olan ön kabulü daha iyi desteklediği gözükmektedir.
Akıl yürütme faaliyetinin tesadüfi bir doğal seleksiyon süreciyle oluştuğunu savunan bir natüralist, sıradan akıl yürütme faaliyetinin güvenilirliğini bile savunamaz duruma gelecektir. Fakat o zaman, felsefi ve bilimsel üst seviyede bir akıl yürütmeyle ilgili olan natüralizmin ve evrim teorisinin doğruluğunu da savunamaz. Tarih boyunca natüralist görüşün alternatifi olmuş teizme göre ise evren daha var olmadan önce akıl, irade, kudret, bilinç sahibi bir Allah vardı. Evren ve canlılar ister evrimle ister başka türlü yaratılmış olsun, bu yaratılış süreci bu ezeli yaratıcının akıl ve irade gibi sıfatları çerçevesinde gerçekleşmiştir. Bu yaratılış sürecinde insana yaratıcınınkine göre düşük bir seviyede de olsa aklın verilmesinin sebeplerinden biri doğru bilgiye ulaşması olduğu için aklın doğruya ulaşma kapasitesi olduğunu beklemeyi bu paradigma destekler.
Bir zihin ne kadar hünerli olursa olsun evrende rasyonel bir yapı olmazsa evreni anlayamaz, diğer yandan evrenin yapısı rasyonaliteye uygun olsa da zihnin gerekli donanımı yoksa evrenin anlaşılması yine mümkün değildir. Ayrıca evrenin rasyonaliteye uygunluğu zihnin anlama kapasitesiyle uyumlu olmak zorundadır, zira evren rasyonel bir yapıya sahip olup da onu anlamaya kalkacak zihnin kapasitesinin ulaşamayacağı ölçüde karmaşık olursa anlaşılma işlemi yine mümkün değildir.
Evrenin insan rasyonalitesi tarafından anlaşılır olabilmesi için üç şart gerekmektedir. Birincisi evrenin yapısı rasyonel olmalıdır, ikincisi gerekli zihinsel donanıma sahip olunmalıdır, üçüncüsü evren ve zihin arasındaki uyum sağlanmalıdır.
Günümüzde bilimlerdeki özelleşmeyle bu farklı alanların her biri farklı bir çalışma disiplini olarak isimlendirilmektedir. Bunlara birkaç örnek verelim. Örneğin şu Kuran ayetinin yönlendirmesi astronomi alanıyla ilgilidir: Üzerlerindeki göğü nasıl kurduğumuza ve süslediğimize bakmazlar mı? Bir çatlağı da yoktur onun.69 Şu ayetlerin yönlendirmesi jeoloji (yerbilimi) alanıyla ilgilidir: Dağların nasıl dikildiğine bakmazlar mı? Ve yeryüzünün nasıl yayıldığına bakmazlar mı?70 Şu ayetin yönlendirmesi canlıların başlangıcıyla ilgilenen paleontoloji (fosilbilim) gibi bilim alanlarıyla ilgilidir: De ki “Yeryüzünü gezip dolaşın da yaratılışın nasıl başladığını görün.”71 Şu ayetin yönlendirmesi arkeoloji alanıyla ilgilidir: Yeryüzünde dolaşıp da kendilerinden öncekilerin sonuna bakmazlar mı? Onlar bunlardan daha kuvvetliydiler, yeryüzünü eşip deşip didik didik etmişler ve bunların imar ettiklerinden çok daha fazla imar etmişlerdi.Şu ayetin yönlendirmesi botanik (bitkibilimi) alanıyla ilgilidir: O, gökten su indirendir. Her çeşit bitkiyi onunla bitirdik, ondan bir yeşillik çıkardık, üstüste binmiş taneler üretiyoruz ve hurmanın tomurcuğundan sarkan salkımlar, bir kısmı birbirine benzeyen, bir kısmı da benzemeyen üzüm bağları, zeytin ve nar bahçeleri meydana getirdik. Meyve verirken ve olgunlaştığı zaman her birinin meyvesine bakın. Kuşkusuz bütün bunlarda inanan bir toplum için deliller vardır.73 Şu ayetin yönlendirmesi zooloji (hayvanbilimi) alanıyla ilgilidir: Muhakkak hayvanlardan alacağınız ibretler vardır.74 Şu ayetin yönlendirmesi embriyoloji alanıyla ilgilidir: Ey insanlar! Eğer dirilişten şüpheleniyorsanız, gerçekten de sizi topraktan yarattık, sonra bir damla sudan, sonra asılıp tutunan bir şeyden, sonra yaratılış biçimi belli belirsiz bir çiğnem et parçasından; size apaçık gösterelim diye. Dilediğimizi belirli bir süreye kadar rahimlerde tutuyoruz sonra sizi bebek olarak çıkarıyoruz, sonra da güçlü çağınıza eriştiriyoruz.
İnsanların elleriyle yaptıklarından dolayı karada ve denizde kargaşa çıktı. Yaptıklarının bir kısmını belki vazgeçerler diye kendilerine tattırıyoruz.
Aristoteles’e göre bilginin amacı, maddeye giydirilmiş ebedi formları anlamaktır, siz bir kere bir cismin özünü rasyonel düşünce ile anladınız mı, o cisimle alakalı bütün bilgileri tümdengelimsel yöntemlerle çıkarsayabilirsiniz.
Ben sürekli bilgi ve gerçeğin peşinde koştum ve Allah’ın ihtişamına ve yakınlığına erişebilmek için gerçek ile bilgiyi aramaktan daha iyi bir yol olmadığına inandım.
Natüralizme göre uzay-zaman ve madde dışında bir varlık yoktur.
Bir natüralist nesnel bir ahlak ya da estetik tanımlayamayacağı gibi herhangi bir faaliyetin değerli olduğunu da temellendiremez.*
Kalbimizin atışına sözümüz geçmez ama yıldızlarla ilgili özellikleri keşfedebiliriz.
Aynı şekilde evrenin keşfedilebilir özellikte olması bilimsel faaliyetin gerçekleşmesi için yeterlidir, ayrıca peşinde olunan özel soruyla ilgili özelliğin mutlak olarak keşfedilmesi, hatta keşfedilebilir olması da gerekli değildir.
Artan bilgimiz evrenin keşfedilebilme özelliğini gösterir ama aynı zamanda bize acizliğimizi haykırır.
Evrenin keşfedilebilir olmasına bir teist mi yoksa bir natüralist mi şaşırmalıdır?
Zihnimize güvenerek bilimsel faaliyetin içerisine gireriz; zihnimizin doğru bilgiye ulaşma imkânı olduğuna dair ön kabul de bilimsel faaliyet içindeyken ister farkında olalım ister olmayalım, zihnimizde mevcuttur.
‘O (Allah) hanginizin daha güzel eylemlerde bulunacağını imtihan etmek için ölümü ve hayatı yaratmıştır. O Üstündür, Bağışlayandır.’

67- Mülk Suresi 2.

Hiçbir düşünce sistemi sonsuz sayıda temellendirme mümkün olmadığı için ön kabullersiz var olamaz.
Hayatımızda bazı görüşleri belli bir şekilde edindikten sonra artık bunlar ön kabul olarak zihnimize eşlik eder ve birçok olguyu bu ön kabullerle değerlendiririz.
“Evrenin rasyonel, anlaşılabilir yapıya sahip olması” bilimin en temel ön kabulü olmasına karşın evrenin en derin muammalarından biridir. Bilimsel faaliyet sürecinde böylesi bir ön kabule sahip olması üzerine hiç düşünmemiş olanlar çokça olsa da birçok önemli bilim insanı bu muamma karşısındaki şaşkınlıklarını açıkça ifade etmişlerdir. Mesela ünlü fizikçi Albert Einstein evrenin anlaşılabilir olması konusunda şunları söylemiştir:

“Evrenin gerçek gizemi onun anlaşılabilir olmasıdır… Onun anlaşılabilir olduğu gerçeği mucizedir.”(1)

(1)Alice Calaprice, The Quotable Einstein, Princeton University Press, Princeton, 1996, s. 197.

Naturalistin ikinci yaklaşımı olan doğa yasalarının tümeller arası zorunlu ilişkiler olduğu iddiası altında da yasaların evrensel olması yukardaki kadar şaşırtıcıdır. “A tümeli ile B tümeli arasında sonsuza kadar zorunlu ilişki olacaktır” önermesi ile “A tümeli ile B tümeli arasında t zamanına kadar zorunlu ilişki olacaktır” önermesi, geçmiş gözlemlerimizi eşit derecede doğru açıklamaktadır. Ancak ikinci önerme doğruysa, bu tümellerin tarif ettiği yasa evrensel değildir, gelecekte bir t zamanında bu yasa geçersiz olacaktır. Naturalist bakış açısında birinci önermeyi ikinci önermeye tercih etmek için hiçbir gerekçe yoktur. Daha da kötüsü t zamanı sonsuz sayıda farklı sayısal değer alabileceği ve natüralistin ilk önermeyi ikincinin herhangi bir alt kümesine (mesela t=10 milenyum sonra) tercih etmek için hiçbir sebep sunamamasından ötürü, ikinci önerme ilk önermeye kıyasla sonsuz defa daha olasıdır!(1)

Dolayısı ile böylesi bir natüralizm bakış açısı altında doğa yasalarının evrensel olmasının beklentisi rasyonel bir zemin bulamaz, tersine doğa yasalarının ilerde bir gün geçersiz olmasının beklentisinin daha yüksek olmasının gerektiği bile söylenebilir. Sonuç olarak natüralist ister doğa yasalarını düzenliliklerin bir tasviri olarak görsün, isterse onları tümeller arası zorunlu ilişkiler olarak görsün, yasaların evrensel olmasını beklemesi için hiçbir rasyonel nedeni yoktur.

(1) Helen Beebee, “Necessary Connections and the Problem of Induction”, Nous, 45, 2011, s. 504-527.

Bir natüralistin doğa yasalarına muhtemel iki yaklaşımından bahsetmiştik. Eğer doğa yasaları birinci yaklaşım olan düzenlilik görüşündeki gibi doğadaki düzenliliklerden ibaretse ve bu düzenlilikler kozmik bir tesadüfse, o zaman bu düzenliliklerin gelecekte de devam edeceğini, ya da evrenin gözlemleyemediğimiz kısımlarında da var olduğunu düşünmemiz için hiçbir neden olamaz. Bunu daha iyi anlamak için basit bir örnek verelim: Bir ülkeyi ziyaret ettiğimizi düşünelim, oradaki bir şehirde gördüğümüz yüze yakın taksinin tamamının maviye boyandığını gördüğümüzü varsayalım. Bu gözlemimizden hareketle gelecekte göreceğimiz ya da diğer şehirlerde göreceğimiz taksilerin rengi hakkında ne söyleyebiliriz? Eğer taksilerin mavi olmasının bir açıklaması varsa ve bu açıklamanın tüm ülke için geçerli olduğunu öğrenirsek o zaman gelecekte de bu ülkede göreceğimiz taksilerin mavi olacağını varsayabiliriz. Ancak bir an için taksilerin mavi olmasının arkasında bir açıklama olmadığını, bunun çok büyük bir tesadüf olduğunu varsayalım. Bu bilgi ışığında taksilerin rengini değerlendirdiğimizde başka şehirlerde ya da gelecekte bu şehirde göreceğimiz bütün taksilerin mavi olacağını iddia edemeyiz. Çünkü taksilerin renginin rastgele bir şekilde böyle olduğunu varsaydıktan sonra böyle bir iddiada bulunmak için hiçbir zeminimiz kalmaz. Taksilerin mavi olduğunu gözlemeye devam etsek bile bu da bir tesadüf olacaktır.Taksi örneğimizdeki gibi eğer doğada gözlemlediğimiz düzenlilikler büyük kozmik tesadüflerse, o zaman doğadaki düzenliliklerin evrensel olduğunu; gelecekte de bu düzenliliklerin bu şekilde kalacağını veya geçmişte de bu şekilde olduklarını veya bambaşka uzayın bölgelerinde de aynı şekilde geçerli olduklarını düşünmemiz için hiçbir sebep yoktur. Dolayısı ile doğa yasalarının düzenliliği görüşünde doğa yasalarının evrenselliği şaşırtıcı bir tesadüften başka bir şey değildir, evrensellikle ilgili beklenti yersizdir.
Doğa yasalarının düzenliliği görüşünü savunan felsefeci Norman Swartz(Naturalist) da kozmik tesadüf probleminin farklındadır ve bu problemi şu şekilde ifade etmektedir:

“Evrende muhtemelen 10 üzeri 60’dan fazla elektron vardır ve bunların tamamının tam olarak aynı elektrik yüküne sahip olduğunu varsayabiliriz. Her ne kadar aynı sıradaki beş arabanın kırmızı olmasını tesadüf olarak değerlendirmeye hazır olsam da, 10 üzeri 60 cismin tam olarak aynı elektrik yüküne sahip olmasını benzer şekilde tesadüfle açıklayabilir miyim? …Yapabileceğimiz bir şey derince yutkunmak ve şunu söylemektir: ‘Hiç, ama hiçbir şey bu gerçeği açıklamamaktadır.’ Bunu söyleme durumuyla karşı karşıya kalan bir sürü insan karşımızdaki dünyanın tesadüfiliğini tamamen fantastik bulur: Eğer bunun tamamını Allah tasarlayıp bu sayısız parçacıkların nitel olarak aynı olmasını sağlamadıysa, o zaman bir şey bunu açıklamalıdır. 10 üzeri 60 cismin hepsinin özelliklerinin aynı olması sadece bir tesadüf olarak kabul edilemez.”(1)

[1]Norman Swartz, The Concept of Physical Law, Cambridge University Press, New York, 1985, s. 203-204.

Bazı bilim tarihçilerinin ciddi şekilde deneysel metodu uygulayan ilk kişi olarak gördükleri ve bu yüzden “ilk bilim insanı” olarak niteledikleri İbni Heysem, İslam’daki bahsedilen yaklaşımdan etkilenerek bilimle ilgilenmeye başlamış ve bilimsel faaliyete girişme nedenini şöyle ifade etmiştir:

“Ben sürekli bilgi ve gerçeğin peşinde koştum ve Allah’ın ihtişamına ve yakınlığına erişebilmek için gerçek ile bilgiyi aramaktan daha iyi bir yol olmadığına inandım.”(*)

(*)C. Plott, Global History of Philosophy: The Period of Scholasticism,  Motilal Banarsidass, Delhi, 2000, s. 465.

“Nereden gelirse gelsin, isterse bize uzak ve karşıt milletlerden gelsin, gerçeğin güzelliğini benimsemekten ve ona sahip olmaktan utanmamalıyız. Çünkü gerçeği arayan için gerçekten daha değerli bir şey yoktur. O halde gerçeği eksik görmek ve onu söyleyeni ve getireni küçümsemek yakışık almaz.”
Abdüs Salam’ın, Nobel ödülünü Kuran okuyarak alması, onun, bilim-din ilişkisine yaklaşımını gösteren sembolik öneme sahip bir davranış olmuştur. Ödülü şu ayetleri okuyarak almıştır:*
O birbiriyle uyum içinde yedi kat göğü yaratmış olandır. Rahman’ın yaratışında herhangi bir kusur bulamazsın. Haydi dön de bir bak herhangi bir çatlak görüyor musun? Sonra bir daha bir daha dön de bak. Bakışların aciz ve perişan olarak sana döner.
Kuran tartışmasız bir şekilde dünyanın en çok okunan ve ezberlenen kitabıdır, fakat Kuran’ın anlamı üzerine derin düşünmenin bu yoğun okuma ve ezberleme faaliyetinden çok uzak olduğunu gözlemliyoruz. Oysa Kuran, evren üzerinde olduğu gibi kendi üzerinde de derin düşünülmesini telkin etmektedir:
O, gökten su indirendir. Her çeşit bitkiyi onunla bitirdik, ondan bir yeşillik çıkardık, üstüste binmiş taneler üretiyoruz ve hurmanın tomurcuğundan sarkan salkımlar, bir kısmı birbirine benzeyen, bir kısmı da benzemeyen üzüm bağları, zeytin ve nar bahçeleri meydana getirdik. Meyve verirken ve olgunlaştığı zaman her birinin meyvesine bakın. Kuşkusuz bütün bunlarda inanan bir toplum için deliller vardır.
Onlar ki ayaktayken, otururken ve yanları üzerinde yatarken Allah’ı hatırlarlar, göklerin ve yerin yaratılışı konusunda derinlemesine düşünürler: “Rabbimiz, Sen bunları boşuna yaratmadın, Sen yücesin, bizi ateş azabından koru.
20. yüzyılın en sofistike ateisti olarak gösterilmiş olan Antony Flew, doğanın matematiğe uygun yapıda olmasını, ateizmi terk edip Allah’ın varlığına inanmaya başlamasının sebepleri arasında saymıştır 17. yüzyıl bilimsel devriminin en önemli isimleri Descartes, Kepler, Galile, Leibniz, Newton gibi isimler matematiği Allah’ın evreni yazdığı dil olarak görerek bu konudaki yaklaşımlarını sergilemişlerdir.
De ki: “Yeryüzünü gezip dolaşın da yaratılışın nasıl başladığını görün.”
“Gerçeği arayan kişi, eskilerin yazdıklarını araştırarak ve doğal eğilimini takip ederek onlara güvenen kişi değildir, tam aksine onlara kuşkuyla yaklaşan, onlardan topladığı bilgileri sorgulayan, türlü türlü kusur ve eksikliklerle dolu yapıya sahip insanların sözleri yerine argümanlara ve kanıtlara boyun eğen kişidir.”
“Üzerlerindeki göğü nasıl yaptığımıza bakmazlar mı; onu süsledik, onun hiçbir eksiği gediği de yok. Ve yeryüzünü nasıl yaydık, ona dağlar yerleştirdik ve gönül açan her türü yetiştirdik.”
Bir hesap makinesi hesap yapmak için yapılmışsa mı o hesap makinesine daha çok güvenilir yoksa rastgele süreçlerle oluşan bir makineye mi hesap yapmakta daha çok güvenilir? Aynı şekilde Kuran’ın ortaya koyduğu teizmde (ve diğer benzeri teist görüşlerde) akıl, gerekli doğru bilgilere ulaşabilecek şekilde yaratıldığı için aklın doğru bilgilere ulaşma kapasitesi olduğunu beklemenin ve bilimsel faaliyeti bu ön kabulle gerçekleştirmenin rasyonel bir temeli vardır. Fakat natüralist paradigmaya göre zihnin yetenekleri dünyada yaşayabilmek için var olmuştur; zihnin var oluş sebebi yaşamayı sağlamak ve genleri aktarmaktır, yoksa doğru bilgiye ulaşmak değildir. Bu paradigmalar kıyaslandığında, Kuran’ın ve benzeri teist yaklaşıma sahip olanların paradigmasının “insan zihni evren hakkında doğru bilgilere ulaşabilir” şeklindeki, bilimsel faaliyet sürecinde zihinde mevcut olan ön kabulü daha iyi desteklediği gözükmektedir.
Darwin, daha aşağı hayvanlardan evrimleşen insan zihninin kanaatlerine güvenilip güvenilmeyeceğine dair “korkunç şüphenin” (horrible doubt) kendisinde sıkça göründüğünü ifade etmiştir. Ünlü natüralist evrimci biyolog J. B. S. Haldane, şu sözleriyle natüralist paradigma içerisinde zihne güven duymanın zorluklarını itiraf etmektedir:
“Eğer zihinsel süreçlerim tamamen beynimdeki atomların hareketleri tarafından belirleniyorsa, inançlarımın doğru olduğunu varsaymam için hiçbir gerekçe yoktur ve dolayısıyla beynimin atomlardan oluştuğunu varsaymak için de hiçbir gerekçem yoktur.”
Elbette göklerin ve yerin yaratılmasında, gece ile gündüzün ardarda gelmesinde, insanlara yararlı şeylerle yüklü olarak denizde yüzüp giden gemilerde, Allah’ın gökten indirip de ölü haldeki yeryüzünü canlandırdığı suda, orada her çeşit canlıyı yaymasında, rüzgârları ve yer ile gök arasında emre tabi bulutları yönlendirmesinde aklını kullanan bir toplum için deliller vardır.
“Evrendeki her şeyi belli bir niceliğe bağlı olarak kuran Allah, aynı zamanda insan zihnine bu yapıyı anlayacak özellikleri vermiştir.”
Kuran’ın en önemli iddialarından biri, insanın kendi iradesiyle yaptığı eylemlerden sorumlu olduğudur. Şu Kur’an ayeti bu durumun tarif edildiği ayetlere örnektir:
O (Allah) hanginizin daha güzel eylemlerde bulunacağını imtihan etmek için ölümü ve hayatı yaratmıştır. O Üstündür, Bağışlayandır.
David Armstrong’un tabiri ile doğadaki düzenliliklerin tesadüf olduğuna inanan biri her şeye inanabilir.
“Evrenin gerçek gizemi onun anlaşılabilir olmasıdır Onun anlaşılabilir olduğu gerçeği mucizedir.”
Gerçeği arayan kişi, eskilerin yazdıklarını araştırarak ve doğal eğilimini takip ederek onlara güvenen kişi değildir, tam aksine onlara kuşkuyla yaklaşan, onlardan topladığı bilgileri sory gulayan, türlü türlü kusur ve eksikliklerle dolu yapıya sahip insanların sözleri yerine argümanlara ve kanıtlara boyun eğen kişidir.”

| İbni Heysem

“ Bilim insanı olmak için evrenin güvenilir, değişmez, mutlak, evrensel, kökeni belirsiz matematiksel yasalar tarafından yönetildiğine inanman gerekir. Bu yasaların geçersiz olmayacağına, yarin uyandığın zaman isının soğuktan sıcağa aktığı gibi bir duruma rastlamayacağına ya da ışık hızının saat başı değişmeyeceğine inanman gerekir. Yıllar boyunca sık sık fizikçi meslektaşlarima neden fizik yasaları oldukları gibidir diye sorarım En sık verilen cevap şöyledir; oldukları gibi olmaları için hiçbir gerekçe yoktur, onlara sadece varlar.”
17. yüzyıl bilimsel devriminin en önemli isimlerinden biri olan Galile, insan zihninin evreni anlama kapasitesini insan zihnini Allah’ın yarattığının bir delili olarak görmüştür.
David Armstrong’un tabiri ile doğadaki düzenliliklerin tesadüf olduğuna inanan biri her şeye inanabilir.
17. yüzyılda, modern bilim ve modern felsefenin başlangıcı olarak kabul edilen Descartes, doğa yasalarini bularak Allah’ın evrene koyduğu yasaları anlayacağına özellikle vurgu yaptı ve “yasa” kelimesini (hukukta yasaların bilinçle konmasını çağrıştırdığı için) bilinçli şekilde tercih etti.
Evreni tanımak Allah’ı tanımanın aracıdır. İslam açısından Allah’ı tanımak, olabilecek en önemli bir hedef olduğu için bilimsel faaliyet bu hedefe hizmet eden yararlı bir faaliyettir.
“Astronomiyle ilgili fenomenlere dikkatimizi vererek, gözlem yaparak ve onlar hakkında derinlemesine düşünerek Allah’ın birliğini ispatlamak ve Yaratıcının gücünün boyutunu, engin bilgeliğini ve hassas tasarımını fark etmek mümkündür.
Kur’an metninin tarihte oynadığı rolle 9-13. yüzyıllar arasında Müslümanların bilim ve felsefede dünyanın en gelişmiş medeniyetini kurmaları akla gelmektedir.
Günümüzde insanların hayatlarına yön vermede iki alanın yüksek derecede otoritesi olduğunu görmekteyiz. Bunlar din ve bilimdir.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir