İçeriğe geç

Kur’an Okumaları 5 – Kısa Surelerin Sınırsız Dünyaları Kitap Alıntıları – Metin Karabaşoğlu

Metin Karabaşoğlu kitaplarından Kur’an Okumaları 5 – Kısa Surelerin Sınırsız Dünyaları kitap alıntıları sizlerle…

Kur’an Okumaları 5 – Kısa Surelerin Sınırsız Dünyaları Kitap Alıntıları

Sormayan sorgulamayan,öğrenemez
İstikamet aklı olması gerektiği şekilde kullanarak; hakkı hak ,batılı da batıl olarak kavramaktır.
Yahudiler Şeriatı ruhundan kopararak ,hristiyanlar ruhu şeriatından ayırarak sapmışlardır.
Hidayet Allah’tandır ama Allah; “ bize hidayet et bizi sıratı müstakîme eriştir “diye dua ve talep edene hidayet etmektedir.
Öte yandan ancak ibadet edilmeye gerçekten layık olan insana gerçekten yardım edebilir.?ibadete gerçekten layık olmayan birinden yardım istenildiğinde ise isteyen de acizdir istenen de.
Zaten şu kâinata bakıp âlemlerin Rabbi olarak Allah’ı tanıyan mümin, bu dünyada imanıyla,basiretiyle kalp gözüyle, gördüğünün teyidini yalnızca din gününde çıplak gözle görecektir.
Fıtratın marufu olmayan, yani insanın yaratılışında karşılığı bulunmayan bir şey insanlık aleminde kök salmaz.
Bu dünyadan göçüp gitmiş ruhların el Fatiha’ya ihtiyacı bilinir de halen şu dünyada yaşıyor olan ete kemiğe bürünmüş haldeki ruhların el Fatiha ihtiyacı yitip gitmiştir nazarlardan.
Yaşayanlar için ekmek kadar,su kadar önemlidir Fatiha.
Zaten elinde olanın,elinde kalmaya devam edenin değerini bilmez insanoğlu;gözünü başkasına diker.
Küçük bir alemdir insan. Koca kainatın özetidir.
Bu belagat incisi sure, o kadar çok oyalayan sayıların akıbetini bu kadar az ve bu kadar kısa iki cümleye sığdırmakla, ‘sözü çoğaltmadan’, dersini verir :
Çoklukla övünmeniz, sizi alıkoydu. Nihayet kabirlere vardınız.
Her nimet, bir imtihandır. Nimetler hanesine eklenmiş her yeni unsurla, insanın önüne yeni bir ‘Yolunda ve yerinde mi kullandın? Şükrünü eda ettin mi?’ sorgusu daha çıkmaktadır.
Eûzu demek, “Âcizim; kâdir değil. Yolcuyum; rehber değil. Hidayete muhtacım; hidayet kaynağı değil” diye kabul ve ilan etmektir.
Bizi sıkıntıya sevkeden; kulu üzerinde rahmetini asla esirgemeyen, kuluna yaşattığı zorlukta da muhakkak bir rahmet gizli olan, ve kuluna asla zulmedecek olmayan Kadîr ve Rahîm bir Rabbin varlığından gaflet etmek değil midir?
Leheb sûresini her okuyuşumuzda, her “Ebu Leheb’in elleri kurusun; kurudu da” deyişimizde şöyle bir ürpermemiz gerekiyor.
Ev döşememizden alışveriş üslubumuza, sokakta yürüyüşümüzden çocuğumuzla ilişkimize kadar hemen her alanda, modernizmle hesaplaşma adına girdiğimiz garip modernlikler sergileniyor.
Eğer yaşanmakta olana başkaldırıyorsanız ve gençseniz, yaşadığınız her ne olursa olsun serüvendir.
Sahabe efendilerimiz sayıca bir avuç oldukları ve bütün dünya karşılarında olduğu halde özgürdüler. Oysa biz sayıca bir milyarı aşan bir Müslüman kitleyi teşkil etsek bile, esir haldeyiz.
Sözün kısası, insanların, ailelerin, şirketlerin, toplumların ve milletlerin bütün mesailerini dolduran ‘sayılar’ son tahlilde sıfır çarpanlı bir ‘ölüm’le yüzyüze gelip sıfıra iniveriyor!
Devletler, kontrollerine aldıkları muhalefet hareketlerini, ayaklanmaları ya da devrimleri, dışında kaldıklarından daha kolay engeller.
Ne ki, dünyanın fani yüzü, ahmakları aldatmak için yüzüne renk renk boyalar çalan bir âşuftenin yüzüne benzer.
Sağ elle yemeyi sorgulayanlar, bıçak sağ elde, çatal sol elde standardını nasıl da dayatıyorlar!
Var olmak eziyettir, hayat zordur, insanlar çekilmezdir ve en leziz şey dahi, daha tadarken bitiyor olduğunun, az sonra bu tadın alınamayacağının eylemiyle damağımızdaki o tadı zehir etmektir.
Alemlerin Rabbi, midemizi er-Rahman ismiyle, ruhumuzu er-Rahim ismiyle doyurmakta; nefis rahmaniyetle, kalp rahimiyletle gıdalanmaktadır.
Resûlullah aleyhissalâtu vesselam buyurdular ki:
Kim yatağında uyumak isteyince, sağ tarafının üstüne yatar, sonra da Kul hüvallâhu ehad’ı yüz kere okursa, Rab Teâla kıyamet günü kendisine: ‘Sağın üzerinde cennete gir’ diyecektir.
Kim Kul hüvallâhu Ehad sûresini günde iki yüz sefer okursa, üzerindeki kul borcu hariç, elli yıllık günah (amel defterinden) silinir.
Bir kimse (İhlâs sûresini kastederek):
‘Yâ Rasûlallah! Ben bu sûreyi seviyorum’ dedi.
Resûlullah (aleyhissalâtu vesselam):
‘Onu sevmen seni cennete sokacaktır.’ dedi.
Hayatımızı Kur’ân’la dopdolu yaşayalım ki, hayatlansın.
Tan yerini görmek, o güzelim manzaraya müşahit olup o manzaranın işaret ettiği küllî rububiyetin Sahibine şahit olmak, ancak ehl-i imanın kârıdır.
Âyete’l-Kürsî öğretir ki, Hayy ve Kayyûm olan; bütün kâinatı her an kabza-i tasarrufunda tutan; her şey onun her daim vücud ve hayat vermesiyle kaim olan; Kendisine ne bir esneme, ne bir uyku ârız olmayan Biri var. Göklerdeki ve yerdeki her şey O’nun izni ile olan; her şey O’nun ilminde olan Biri İdare ve saltanatı gökleri ve yeri kuşatan Biri
‘Rabbil-felak.’ Yani şafak vaktinin, tan yerinin ağarma vaktinin Rabbi.
Bismillâhirrahmânirrahim
1. De ki: Allah, Ehad’dir.
2. Allah, Samed’dir.
3. O, doğurmamış ve doğrulmamıştır.
4. O’nun bir dengi de yoktur.
Şu dünya hayatı canıyla, malıyla, aile ve evladıyla bir sınanma yeriydi; asıl olan âhiret yurduydu; ve ruhunu şu fani hayatın aldatıcı hevesleriyle boğdurmayanları, hele hele, O’nun adına yaşayıp hayatlarını O’nun varlığına, birliğine ve isimlerine şahit olarak noktalayanları ebedî bir cennet bekliyordu. Ölüm bir son değil; Sevgiliyle buluşma vaktiydi.
Şu dünyada Rabbi için yaşayan, menfî-müsbet, her fiilini O’nun rızası dahilinde işleyen kişinin şanı yücedir; çünkü ona Kevser verilmiş, daha şu dünyada cennet-misal bir hayat yaşamaya başlamıştır.
Ama marifet, O’nu bugünden tanıyabilmektedir. Marifet, şu yaşadığı zamanı ‘din günü’ kılabilmek; dolayısıyla adımını şimdiden buna göre atıp hayatını buna göre yaşayabilmektir.
O kısa ayetler, kısalığıyla birlikte, yarım, eksik veya müphem değil; açık ve nettir. Toplu iğne başı kadar incir çekirdeğine koca bir ağacın programını Yazan, o kısacık ifadelere dağ gibi manalar yükler.
Zorluk, kolaylığın doğumu daha evvel gerçekleşmiş ikiz kardeşi ve bir adım önden giden yol arkadaşıdır.
Hem öyle bir deprem suretinde deprenir ki, celal yüklü bir hal lisanıyla, Arzu ettiğiniz bekanın mercii ve zemini ben değilim der gibidir.
Güneş gibi azametli bir küre ve yerin yüzündeki sayısız zihayat uyanırken, onlar gibi vücut ve hayat sahibi olmanın ötesinde kendisine ruh ve şuur da verilmiş olan insana yakışan, elbette tembellik ve uyku değildir.
Sağ elle yemeyi sorgulayanlar, bıçak sağ elde, çatal sol elde standardını nasıl da dayatıyorlar!
O yüzden, sadece bu dünyada ‘vaktiyle yaşamış olanlar ‘için değildir Fâtiha. Onun asıl daveti ve asıl mesajı , şu an yaşıyor olan bizler içindir ve bizleredir. Fâtiha , asıl, yaşayanlar için okunma durumandadır. O halde ne duruyoruz?
Yaşayanlar için el – Fâtiha.!
İnsan, yardımı kimden biliyorsa ona yönelir ve ona ibadet eder.
Öyle bir değer ki bir ay, Kur’an o ayda indirilmeye başlandı diye ‘on bir ayın sultanı’ oluyor .Bir gece, Kur’an o gece inzâl buyurdu diye , bin aydan, yani koca bir ömürden daha hayırlı hale dönüşüyor.
İnsan kainatın küçük bir özeti , diğer ifadeyle ‘ küçük alem ‘ olduğu için, insana yönelik atıflar, aslında bütün mevcudatları da kapsar. Mesela ‘nâsın Rabbi’ ifadesi, zımnen ‘ alemlerin Rabbi ‘ anlamını da ihtiva etmektedir.
Eûzu diyebilenler , kendisini hem kusursuz , hem her şeye muktedir gören nefsin kuruntularını aşabilenlerdir. Eûzu demek , Acizim, kadir değil. Yolcuyum ; rehber değil. Hidayete muhtacım ; hidayet kaynağı değil. diye kabul ve ilan etmektir.
Mesela , adımına sağdan başlama ‘şekilciliğinden’ dem vuranlar, adeta sünnete inat, ‘sol-sağ-sol-sağ’ kalıbını sorgulamadan taşıyorlar hayatlarına . Sağ elle yemeyi sorgulayanlar,’bıçak sağ elde , çatal sol elde’ standartlarını nasıl da dayatıyorlar!
Tan yerini görmek , o güzelim manzaraya müşahide olup o manzaranın işaret ettiği külli rububiyetin sahibine şahit olmak ,ancak ehli imanın kârıdır. .Çünkü , yalnızca mü’minler bütün günlerini tan yerinin ağardığı vakte göre ayarlar.
Hidayet ve iman olmadıktan, sırat- ı müstakîme erişemedikten sonra, gerçekte insana nimet olarak verilen her şey ve karşısına çıkan herkes bir yüktür, rahmettir ve eziyettir . Var olmak eziyettir, hayat zordur.
Sözümona ‘varoluşçu ‘ J.P.Sartre’a öteki , cehennemdir dedirten ruh hali , işte bu ruh hali değilmidir?
İnsan meyveyi ağaçtan bilir . Meyve için gereken ve meyvede görünen tüm özellikleri ağaca verir . Oysa ağaçta mutlak ve zati bir var etme özelliği yoktur. Zira kendisi de bir meyvenin çekirdeğinden doğmuştur.
İnsan , yardımı kimden biliyorsa ona yönelir ve ona ibadet eder.
Fıtratın marufu olmayan , yani insanın yaratılışında karşılığı bulunmayan bir şey , insanlık aleminde kök salmaz.
Yenilgiyi doğru okuyan , galibiyeti de doğru okur. Yenilgiyi hazmeden , zaferi de hazmeder. Yenilgide kulluğunu bilen , başarı halinde de kulluğunun gereğince davranır
Kul olan , kulluğunu hazmetmelidir.
Kul olan, aciz olduğunu , zayıf olduğunu ,eksik olduğunu ,bilmeli;
kendisini Mâbuda layık kadîr-i mutlak , alîm-i mutlak, mükemmel, kusursuz gibi sıfatlar içinde görme sevdasından vazgeçmeli ; eleştiriye de , reddedilmeye de açık olabilmelidir.
Abdullah b. Abbas radıyellahu anhümâ anlatıyor:
Resûlullah aleyhissalâtu vesselam buyurdular ki:

Şeytan insanoğlunun kalbinin üzerine tünemiş vaziyette bekler. Allah’ı zikredince siner, çekilir; gaflet etse vesvese verir.

nimeti bilen şükür devşirir, nimeti kendinden bilen böbürlenme ve gurur. Nimeti bilen, şükrünü eda etmenin, verileni Verenin yolunda kullanmanın derdine düşer; nimeti nimet bilmeyen, böbürlendiği şeylerin sayısını arttırmanın.

Sonuçta, tek bir kazanan vardır; bu dünyada yaptıkları, kabre ve ötesine geçtiğinde de bir anlam taşıyanlar Bu dünyada saydıklarını değil, şükrünü arttıranlar. Çoklukla övünme ne kelime; şükrünü dahi bir nimet bilerek, onunla dahi övünmeye kalkışmayanlar

nefsin gözü miyoptur; ileriyi göremez, ahireti düşünmez. Arkasını da görmez; nereden geldiğini, ne için yaratıldığını düşünmez. Düşünmek de istemez. Sadece hazır zamanı görür, hazır zevklerin peşinden koşar ve dünyanın yalnız fani yüzüne muhatap olur.
..ve ruhunu şu fani hayatın aldatıcı hevesleriyle boğdurmayanları, hele hele, O’ nun adına yaşayıp O’ nun varlığına, birliğine ve isimlerine şahit olarak noktalayanları ebedi bir cennet bekliyordu. Ölüm bir son değil; Sevgiliyle buluşma vaktiydi.
Iktisaden güçlü olup modern dünyayla hesaplaşmak adına, modern dünyanın gayriimanî icraatına balıklama dalan birçok müslüman, ürkütücü bir ‘örtülü kapitalizm’ tavrı sergiliyor.
Fıtratın marufu olmayan, yani insanın yaratılışında karşılığı bulunmayan birşey, insanlık âleminde kök salmaz.
Şeytan insanoğlunun kalbinin üzerinde tünemiş vaziyette bekler. Allah’ı zikredince siner, çekilir; gaflet etse vesvese verir.
Dünya fani, ben faniyim, bel bağladığım her şey fani diye bildikten sonra, nasıl bu fani dünyaya ruhunu boğdurabilir, nasıl bu fani dünyanın fani metaları için vicdanının rağmına yalana yanlışa kalkışabilir ki insan?
İnsanın, başkasına zararı dokunmadan sırf kendine zararı dokunan yanlışlara duçar olmasını bir derece anlayabiliyorum da, şehidin dahi ‘kul hakkı hariç bütün günahları affedileceği’ Nebevi haberine rağmen, insanların kul hakkı karşısında bu kadar umarsızca durmalarını hiç mi hiç anlayamıyorum.
En küçük baki hakikat, en büyük fani gerçeklikten sonsuz derece daha büyüktür.
Ve hayat, zorluk-kolaylık-zorluk-kolaylık-zorluk-kolaylık diye devam eden bir ilerleme çizgisi içermektedir.
Fıtratın marufu olmayan, yani insanın yaratılışında karşılığı bulunmayan birşey, insanlık âleminde kök salmaz.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir