Şadi Eren kitaplarından Kur’an Işığında Beden Dili kitap alıntıları sizlerle…
Kur’an Işığında Beden Dili Kitap Alıntıları
.
insanların yüzleri ve hareketleri, okunmayı
bekleyen bir kitap gibi gözler önündedir.
.
İslam dini, müntesiplerine ifrat ve tefritten uzak kalıp istikametli bir hayat yaşamalarını emreder. “Böylece sizi vasat bir ümmet kıldık” [Bakara, 143] ayeti Müslümanların bu mümtaz özelliğine dikkat çekmektedir. Ayette geçen “vasat bir ümmet”ten murat, “ifrat ve tefritten azade dengeli bir ümmet” demektir. Kanaatimizce, buna “orta ümmet” demek manayı tam ifade etmemektedir.
Kur’an, tüm insanlığa rehber bir kitaptır. O, semavî bir sofradır ve muhatap olan herkesin bu sofradan bir payı vardır. Bir mühendis, kendi sahası perspektifinde Kur’ana baktığında daha önce farkına varılmayan çok şeyler bulabilir. Bir doktor Tıb ilmi açısından Kur’anı incelediğinde şifa bahşeden çok ayetler olduğunu fark edebilir. Bir sosyolog, Sosyoloji ilminin verilerinden de yararlanarak ayetleri tefekkür ettiğinde Kur’anın bir açıdan Sosyoloji kitabı gibi olduğunu görebilir. Bir psikolog, belli bir Psikoloji alt yapısıyla Kur’anı tezekkür ettiğinde ayetlerin engin ve zengin manasına yelken açabilir
Tarih boyu dini değerlere saldırılar eksik olmamıştır. Bunlara verilecek tepki türlerinden biri de, onların bulunduğu yerden kalkıp gitmek, onları dinlemeyerek protesto etmektir. Böyle bir hareket bazen o kimseye el ile müdahaleden çok daha etkili olabikmektedir.
Kur’an, bunu şöyle nazara verir:
“Âyetlerimiz hakkında münasebetsizliğe dalanları gördüğün zaman hemen onlardan uzaklaş ki, ondan başka söze dalsınlar. Eğer şeytan bunu sana unutturursa, hatırladıktan sonra hemen kalk, o zalim kavim ile beraber oturma.” [En’am, 68]
Bir başka ayet ise, şöyle der:
“Allah size Kitap’ta şöyle hüküm indirdi: Allah’ın âyetlerinin inkâr edildiğini ve onlarla alay edildiğini işittiğiniz zaman, başka bir söze geçmedikleri müddetçe onlarla oturmayın, aksi halde siz de onlar gibi olursunuz.” [Nisa, 140]
“Öff” ifadesi, “bıktım, sizden nedir çektiğim, artık sıkılmaya başladım” gibi manaları ifade eder.
“Ah!” ifadesi, kişinin iç dünyasındaki ızdırabın bir tercümanıdır.
“Oh” ifadesi, sürûr ve memnuniyet ifadesidir. Daha çok sıkıntılı bir durumdan kurtulunca söylenir. “Ohh, dünya varmış!” cümlesinde olduğu gibi.
“Hımm” ifadesi, düşünceli tavırların göstergesidir.
“lhh” ifadesi, iç dünyamızda meydana gelen sıkıntılara işaret eder, daha çok bir iç geçirme ile beraber çıkar.
“Vay!” ifadesi, daha çok hayret ve şaşkınlık alameti olarak söylenir. “Vay be, demek öyle!” cümlesinde olduğu gibi
“Eee” ifadesi, muhatabı dinlemek istediğimizi gösterir. “Eee, daha neler oldu, anlat bakalım” cümlesinde olduğu gibi
Bazan vurguya göre, sabrımızın taşmak üzere olduğuna delâlet eder: “Eee, yetti be ”
“OO” ifadesi, sürpriz bir durumla karşılaştığımızda çakardığımız bir sestir. Mesela, “OO, kimleri görüyorum!” deriz.
“Vah!” ifadesi, üzüntümüzü yansıtır. “Vah vah! Genç yaşta öldü zavallı” cümlesinde olduğu gibi
Kur’an-ı Kerimde anne-baba hakları anlatılırken, evlâda şu talimat da verilir:
“ Onlara “öff” bile deme!” [İsra, 23]
İnsan, meramını uzun cümlelerle anlatabildiği gibi, kısa cümlelerle de anlatabilir, hatta zaman zaman tek heceli kelimlerle de
“Ah, oh, öff, hımm, ıhh, vay, eee, ooo, vah” gibi heceler bunlardan bazılarıdır.
Büyüklere hitap ederken saygıyla hitap etmek gerekir. Sözgelimi, bir gencin yaşlı bir zâta sadece ismini söyleyerek hitap etmesi uygun değildir.
Büyüklerin huzurunda yüksek perdeden konuşmak âdaba aykırıdır, saygısızlık emaresidir, ruhtaki kabalığa bir alâmettir.
Rivayete göre Sabit Bin Kaysın kulağı ağır işitiyordu ve bundan dolayı bağırarak konuşan biriydi. Ayet indiğinde Hz. Peygamberin yanına gelmez oldu. Hz. Peygamber onun ortalıkta görünmediğini fark etti ve yanına çağırdı, niçin görünmediğini sordu. Dedi ki: “Ya Rasulallah Sana bu ayet nâzil oldu. Ben ise bağırarak konuşan bir adamım, amelimin boşa gitmesinden korkuyorum.”
Hz. Peygamber şöyle buyurdu: “Ayette anlatılan senin gibilerin durumu değildir. Sen hayır üzere yaşıyorsun ve hayır üzere öleceksin. Ve sen cennet ehlindensin.”
[ Bahsi geçen âyet bu: “Ey iman edenler! Seslerinizi Peygamber’in sesinden fazla yükseltmeyin. Birbirinize seslendiğiniz gibi, Ona yüksek perdeden seslenmeyin. Yoksa siz farkına varmadan amelleriniz boşa gider..” (Hucurat, 2) ]
Aslanın görkemli bir vücudu, kuvvetli pençeleri olduğu gibi, kükreyen bir sesi de vardır. Kükreyen ses yerine, hayalen kuzu melemesi gibi bir ses koysak, aslanın krallık karizmasının çizildiğini görürüz.
İnsan, sözcüklerle meramını ifade eder, ama meramını ifadede, o sözlerden daha önemli bir unsur vardır: İnsanın sesi.
Bazı insanlar eleştirel bir dile sahiptirler. Kendilerinin çok eksileri ve eksikleri olmakla beraber, bunları görmezler de muhataplarına odaklanırlar, sivri bir dille onları eleştirirler.
Güzel sözle çirkin söz, aydınlık ve karanlık kadar birbirinden farklıdır. Ruhen temiz insanların sözleri de temizdir, güzeldir. Ruhen kirli insanların sözleri ise, kirlidir, çirkindir. Zira “temizler temizlere, habisler habis şeylere layıktır.”
Dil bir kelime ağacıdır. Aşılanmış bir meyve ile yabanisi arasında ne derece fark varsa; terbiyeden geçmiş bir dille, terbiye görmemiş bir dil arasında da o kadar fark vardır. Biri bal gibi tatlı, diğeri zehir gibi acıdır.
Dil, insanın iç dünyasının dışa yansımış şeklidir. Dil, kalpteki manaların tercümanıdır.
Dil, bir et parçasıdır. Ama bu et parçası insanı insan yapan en önemli unsurlardan biridir. Denilir ki : “İnsan iki şeyi ile insandır: Kalbiyle ve diliyle.”
Devletler, kontrollerine aldıkları muhalefet hareketlerini, ayaklanmaları ya da devrimleri, dışında kaldıklarından daha kolay engeller.
Kur’anda ilahi nimetlerin sayıldığı bir ayette şöyle denir:
“Biz ona iki göz vermedik mi?”
“Ayrıca bir dil ve iki dudak?” [Beled, 8-9]
Ayette, dudaklar dil nimetinin tamamlayıcı unsurları olarak zikredilmiştir. İnsanın yüzünden hayalen dudakları kaldırsak, insan çirkin bir görünüme girecek ve “b”, “m” gibi harfleri asla çıkaramayacaktır.
Paranın sahtesi olduğu gibi, gözyaşının da sahtesi olur. Samimi göz yaşları inci gibi değerli iken, sahte olanları kalp para gibi kıymetsizdir.
İşte Hz. Yusuf’un kardeşlerinin gözyaşları
“Ve akşam, ağlayarak babalarına geldiler ” [Yusuf, 16]
Eğer yaşanmakta olana başkaldırıyorsanız ve gençseniz, yaşadığınız her ne olursa olsun serüvendir.
Hak ve hakikatin bir kısmını bilmekle bunların gözleri yaşla dolmuştur. Ya hepsini bilselerdi?
Ayak yürümekten yorulduğu gibi, göz de bakmaktan yorulabilir.
Güzel bir bahçeye bakan birinin gözleri sevinçle parlaması misali, aile fertleri Allah’a itaat içinde olan bir mü’minin kalbi sürurla dolar, gözü sevinçle güler.
Carnegie’nin ifadesiyle, “İnsanları kanatlandıran nutuklar, kanatlanmış insanların nutuklarıdır.”
Konuşurken kendi göz pınarlarında yaş olmayan biri, başkalarının gözünü nemlendiremez.
İnsan, sözlerinde samimî olmalıdır. Kişinin kendisinde heyecan uyandırmayan bir sözün, muhataplarında bir heyecan meydana getirmesi düşünülemez.
Zira söz yalan olabilir, ama göz asla yalan söylemez.
İnsanın en önemli azalarından biri, gözdür. Göze “ruhun penceresi, ruhun aynası” denilir. İnsanı algılamanın en sağlıklı yolu, göz temasıdır. Muhatabımızın gözüne baktığımızda, göz penceresinden ruhun derinliklerine doğru uzanabiliriz.
Mutaffifin suresinde, ehl-i iman ve ehl-i küfrün dünya ve ahiretteki durumları anlatılırken her iki tarafın gülmelerine de yer verilir. Şöyle ki:
“Doğrusu o cürüm işleyenler, iman edenlere gülüyorlardı.”
“Onlara uğradıklarında birbirlerine göz kırpıyorlardı.”
“Ehillerine döndüklerinde keyifli keyifli dönüyorlardı.”
“Mü’minleri gördüklerinde, ‘işte bunlar yoldan sapmış kimseler’ diyorlardı.”
“Oysa onlar üzerine bekçi olarak gönderilmemişlerdi.”
“İşte bugün de [ahirette] iman edenler kâfirlere gülecek.”
[Mutaffifin, 29-34]
Bu da mahşerden bir manzara: Yüce Allah, ehl-i imana şiddetle muhalefet eden bir kısım ehl-i küfrü hesaba çekmektedir. Onların dünyadaki kötü hâlini kendilerine şöyle hatırlatır:
“ Kullarımdan bir zümre şöyle diyorlardı:
“Rabbimiz! İman ettik; artık bizi bağışla, bize merhamet et. Sen, merhamet edenlerin en hayırlısısın.”
“Ama siz onları alaya aldınız.”
“Derken bu hâliniz beni anmayı size unutturdu.”
“Ve siz onlara gülüyordunuz.”
“Sabretmiş olmaları sebebiyle, bugün ben onları mükâfatlandırdım.”
“Şüphesiz onlar kurtuluşa erenlerin ta kendileridir.”
[Mü’minun, 109-111]
Kadın, erkeğe nispetle daha duygusal bir tabiata sahip oıduğundan daha kolay ağlar ve daha çabuk güler.
Dünya, çok çetin bir sınav yeridir. Bu sınavdan başarıyla geçenlerin yüzü diğer âlemde gülecek, kaybedenlerin yüzü ise gam ve kederden kapkara olacaktır. Kur’an bunu şöyle anlatır.
“O gün bazı yüzler parıl parıldır.”
“Güleçtir, sevinçlidir.”
“Bazı yüzler ise o gün toz toprak içindedir.”
“Bir karanlık onları bürür.” [Abese, 38-41]
“Şimdi siz bu sözden mi hayret ediyorsunuz?”
“Gülüyorsunuz da ağlamıyorsunuz?” [Necm, 59-60]
Gülünecek yerler vardır, ağlanacak yerler vardır. İnsan nerede gülüp nerede ağlayacağını iyi bilmelidir. Yoksa ağlanacak hâli varken gülebilir, zavallı hâle gelebilir.
Gülmek, genelde bir sevinç ve bir memnuniyet göstergesidir. Ama bazan dalga geçmek, hafife almak, kabalık, gaflet göstergesi de olabilir.
Başkalarını küçük görmek, küçüklük alametidir.
Hz. Lokman oğluna çok güzel nasihatler verir. Bunlardan biri de şudur:
“Küçümseyerek insanlardan yüzünü çevirme ve yeryüzünde böbürlenerek yürüme! Çünkü Allah, böbürlenen, kibirlenenleri sevmez.” [ Lokman, 18 ]
İnsan yüzündüki nuraniyet, onun iç dünyasındaki parlaklığın yansımasıdır.
“Suçluluk psikolojisi” kişinin tavırlarına ve davranışlarına yansımakta, bu tavır ve davranışlar âdeta “ben suçluyum” şeklinde haykırmaktadır.
Kalpteki öfke, insanın yüzünü kırmızılaştırır, gözlerini irileştirir, sesini yükselttirir, nefes alışlarını hızlandırır, damarlarını şişirir, el ve ayaklarını titretir
İnsan, kâh olur durgun deniz gibi sakindir, kâh olur coşkun deniz gibi dalgalıdır. Öfke hâli, insanın en dalgalı olduğu hâllerden biridir.
Yüz okumasını bilen birisi, muhatabının yüzüne baktığında bir kitabın sayfalarını okur gibi, o kimsenin seciyelerini, hatta bir derece geçmişini okuyabilir.
Ressamın sanatının tuvale yansıması misali, duygu ve düşüncelerimiz de yüzümüze yansımaktadır.
Dua, ruhun Allaha yükselişi, kalbin Allah ile konuşmasıdır.
Hac ve umre için o mübarek beldelere giden kimse, Safa ve Merve’ye gelince, hayalen binlerce yıl öncesine gider. Bu ıssız, sessiz ve susuz vâdide, Allah’ın talimatıyla Hz. İbrahim tarafından oraya bırakılan Hz. Hacer ve oğlu küçük İsmail’i görür. Şefkatli anne, çocuğu için su bulmak telaşıyla Safa ve Merve tepeleri arasında gidip gelmektedir. Derken bir ses duyar. Gelen Cebrail’dir.
Hz. Cebrail, kanadıyla yere vurduğunda yerden su fışkırır. Heyecanlı anne, suyun kaybolup gitmesinden korkup kendi diliyle “dur, dur!” anlamında “zem, zem!” der.
Ve o zemzem o günden ta günümüze kadar en mübarek bir su olarak akar da akar
Hristiyanlarda kamalı haç, Yahudilerde altı köşeli yıldız, Müslümanlarda hilâl, dinî birer şeairdir.Orak-çekiç, bozkurt gibi semboller de ideolojik şeaire örnek olarak verilebilir.
Köy ve sahrada yaşayanların sade bir hayatları olur. Genelde içleri ve dışları birdir. Sözleri ve özleri arasında fazla bir mesafe yoktur.
İnsanın doğal hâli, onun gerçek kimliğini yansıtır. Toplum içinde ise insanlar âdeta maskeli balodadır.
Çünkü yalan haberin daima dinleyicileri olmuştur.
Savaş gibi çetin durumlar, insanların karakterlerini net bir şekilde açığa çıkarır.
Münafık kendini rüzgâra göre ayarlar. Hangi taraftan kuvvetli rüzgâr eserse, o doğrultuda döner Onun din ve inanç anlayışına menfaat duygusu hâkimdir.
“Ey Âdemoğulları! Size çirkin yerlerinizi örtecek ve süs olacak elbise indirdik. Fakat takva elbisesi en hayırlısıdır ” [A’raf, 26]
Hem takva, hem elbise her ikisi de libastırlar. Biri kalbin avretlerini örter ve onu süsler. Diğeri cismin avretlerini örter ve süsler. Bunların her ikisi, birbirinin lazımıdır.
Beden dilini iyi bilen kimseler, muhataplarının söz ve fiilerinden yakaladıkları ipuçları ile onların derin şuuraltı dünyalarına da inebilirler, o dünyayı kısmen seyredebilirler.
İnsan, şuuraltının derinliklerinde nice hisler ve heyecanlarla dolar ve coşar, ama bunların pek çoğunu ifade kalıplarına dökemez.
Denizin derinliklerinde meydana gelen çalkantılar, dalgalar şeklinde sahile vurduğu gibi, şuuraltı dünyamızdaki hareketlilik ve faaliyet, davranışlar şeklinde kendini gösterir.
Ruh cevherini bozmuş olanlarda ise, ruhtaki arızaları gösterecek hareketler, davranışlar görülür. Yetimi itip kakan birinin hareketlerinin arka planında onun zalimliği nazara çarpar. Etrafına haksız yere bağırıp çağıran bir patronun davranışlarında ham bir ruh portresi kendini gösterir.
Gerçekten, insanların davranışlarına baktığımızda, aslında onların iç dünyalarının yansımalarını görürüz.
Ruhun güzelliği, fiilerde tezahür eder.
zalim sultanın huzurunda hak ve hakikati haykıran kişide şecaat hasletini gördüğümüz gibi, muhtaçlara uzanan bir elin arka planında ruhtaki cömertliği seyrederiz.
Peygamber Efendimiz şöyle buyurur:
“Her çocuk fıtrat üzere doğar.
Sonra anne-babası onu yahudî, hıristiyan veya mecusî yapar.”
Başta anne-baba olmak üzere, insanın akraba ve arkadaş çevresi, hatta toplumun örf ve âdetleri onu şekillendirir. “Sosyalleşme süreci” içerisinde her insan çevresinden çok şeyler alır.
yaptığımız bir hatayı hatırlamak, yüzümüzde üzgün bir görüntüye sebep olur.
Hisse hitap eden bir hatibin samimi sözlerini dinleyen biri, nice coşku hâllerine mazhar olur. Hatip, Allah yolunda vermeye teşvik etmişse, muhatabında verme duyguları kabarır. Hatip günahları anlatmışsa, muhatabında günahlardan bir nefret ve geçmişteki günahlarına karşı bir pişmanlık kendini gösterir, hatta bu pişmanlık onun yüzünde gözyaşları şeklinde tecessüm eder.
Kıymetli bir dostundan hıyanet darbesi yiyen biri, derin bir hayal kırıklığına maruz kalır.
Sakin olan denizin zaman zaman kabarması gibi, normalde sakin ve olağan bir hayat yaşayan insan, zaman zaman heyecanlar yaşar. Bu heyecanlar, daha çok sıra dışı, beklenmedik durumlarda meydana çıkar. Korku, sevinç, hayal kırıklığı, coşku gibi hâller, insanın heyecanlanmasına yol açar.
yaptığı hırsızlığa gerekçe olarak “şartlar beni hırsız yaptı” diyen biri, şu soruya cevap aramalıdır: “Peki, aynı şartlar niye başkalarını hırsız yapmadı!”
insanın davranışları değerlendirilirken yalnız bir etkenden yola çıkılmaz. Mesela hırsızlık yapan birinin durumunu ele alalım. Aç olmak, böyle bir olayda hemen akla gelen bir etkendir. Hatta halkımız arasında “açlık, fırın deldirir” sözü meşhurdur.
Ama hırsızın durumunu incelediğimizde karşımıza “kısa yoldan zengin olmak, hırsızlık yaptığı kişiye zarar vermek ” gibi başka etkenlerle de karşılaşabiliriz.
İnsan, eğer iyi özelliklerle kendini donatmazsa, kötü özellikler onu istila eder. Tıpkı iyi bir ziraat yapılmayan tarlanın yabani otlarla dolması gibi
Bir insanı şöyle bir süzdüğümüzde, onunla alâkalı olarak “sevecen biri”, “asabi”, “çökmüş”, “dinamik bir ruh yapısına sahip” gibi bir intibaa varırız.
Bizi bu intibaa sevk eden, muhatabımızın beden dilinin etrafa yaydığı sinyallerdir.
Bu sinyallerin bir kısmı duyu organlarımız tarafından algılanırken, bir kısmı da ruh radarımız tarafından tespit edilir. Bunun sonucu olarak ya onu kendimize yakın bulur, “sanki kırk yıldır tanışıyor gibiydik” deriz. Ya da “ruhum ona ısınmadı, çok itici geldi” gibi ifadeler kullanırız.
Zira her bir hareket ve söz, sahibinin şahsiyetini ele verir, onun nasıl bir dünyası olduğunu gösterir.
Anlatılır ki, dede ile torun kırlara çıkmışlar. Buğday tarlalarının yanından geçerken, torun dedesine sormuş: “Dedeciğim, bazı başaklar dimdik, bazıları ise başlarını eğmişler, acaba neden?”
Dede şu cevabı vermiş: “Yavrum, o dimdik olanlar içi boş başaklar. Başını eğenler ise dolgun başaklar!”
Meyve ağacı, meyvesi çok olduğunda dalları yere eğilir. Meyvesiz olduğunda ise, dalları diktir.
Meyvesiz insanlar, kavak gibi sivrilmeyi sever. Olgun insanlar ise, tevazu ile hizmet eder.
İçinde yaşadığımız âlem, rengârenk bir âlemdir. Her varlık, başka özellikleriyle dikkat çektiği gibi, renkleriyle de dikkat çeker. Bu bağlamda şu ayeti hatırlayabiliriz:
“Sen Allah’ın boyasına bak! Daha güzel boya kimin olabilir?”
[Bakara, 138]
Yeşil dalların arasında cazip renkler, hoş kokular ve leziz tatlarla süslü olan meyveler, bizi kendilerine çağırırlar, “gelin bizi yiyin” derler.
İnce sesli erkeğin işi gücü şehvettir.
Erkek sesli kadın ise çoğunlukla yalan söyler.
Yüzü sıska olan borcuna sadık değildir.
Yüzü etli olan ise sıkıntı verir.
Yüzü uzun olan konuşurken yalan söyler.
Yüzü sert olanın genellikle sözü acı olur.
Yüzü kırmızı olan edeplidir.
Esmer olan ise zeki olur.
Yüzü sarı olan hastalıklı olur.
Gözün küçük ve çukur olması kibirlilik alametidir.
Kara gözlü olan kişiler itaatkâr olur.
Gözün kanlı olması yiğitlik alametidir.
Gözleri mavi olan zekidir.
Ela gözlü edepli olur.
Gözü küçük olan hafif bir kişidir.
Gözü büyük olan kibar olur.
Gözü şişkin olan kıskanç olur.
Gözü orta büyüklükte olan gerçek dosttur.