İçeriğe geç

Kur’an Hiç Tükenmeyen Mucize Kitap Alıntıları – Kuran Araştırmaları Grubu

Kuran Araştırmaları Grubu kitaplarından Kur’an Hiç Tükenmeyen Mucize kitap alıntıları sizlerle…

Kur’an Hiç Tükenmeyen Mucize Kitap Alıntıları

Çağımızın insanının en büyük hastalıklarından biri aşırı şüpheciliktir.
Gerçeği görmek isteyene, hakikat aşikardır!
Matematik Allah’ın Evren’i yazmakta kullandığı dildir.
Dini ticaret aracı olarak gören zihniyetin elemanları, dinin,sahte dini otoritelerden öğretilmesini isterler. Dini anlama sürecine aklın karıştırılmasından hoşlanmazlar. Çünkü aklın karıştığı dinde, din adına uydurulanlar ve tüccar, sahtekar, menfaatçi din adamları tahtlarından indirilir.
Her dinin yobazlığı kendi dinini tahrif etmiş, orijinalliğini bozmuştur.
Allah’a inanan dinlerin bozulmasının ve çok tanrılı yapıların ortaya çıkmasının sebebi, insanların yaptığı benzetmeleri zamanla özdeşleştirmeye dönüştürmeleridir.
Dünya dinlerinin çoğu tek Allah inancının bozulmuş, dejenere olmuş şekilleridir.
Gökteki gezegen olarak “Ay (Kamer)” kelimesi, tüm türevleriyle Kuran’da tam 27 defa
geçmektedir. Bu sayı Ay’ın Dünya etrafındaki eliptik turuna eşittir.
Umudun olmadığı bir dönemde Kuran, Bizans’ın yakında (3-9 yıl arası) galip geleceğini müjdelemiştir. Tarihi kaynaklar, bu müjdeden dolayı Peygamber ve etrafındakilerle alay
edildiğini, bu haberin çıkışına ihtimal verilmediğini kaydederler. Oysa Kuran’ın her haberi gibi bu
haberi de doğru çıkacaktır. Bizans, MS. 627 yılında Persler’i Ninova harabelerinin yakınında yener. Persler işgal ettikleri yerleri Bizans’a geri veren bir anlaşma imzaladılar.
Unutulmamalıdır ki Hz.
İsa Aramice konuşuyordu. En eski İncil nüshaları ise Eski Yunanca, Latincedir. Anlaşılıyor ki
tahrifatların önemli bölümü İncil’in Eski Yunanca’ya ve Latince’ye aktarlması sırasında olmuştur.
Eski Ahit İşaya bölümü 42’de geçen gelecek ile ilgili anlatımlar Peygamberimizle büyük bir uyum göstermektedir. Hz. Muhammed gerçekten de hem putları yok etmesiyle (8), hem daha sağken yeryüzüne hakim olup adaleti sağlamasıyla (3 ve 4) hem Ruh’tan
(Cebrail) vahiy almasıyla (1) hem üstün ahlâkıyla (2 ve 3) hem insanlara ışık olup, körelmiş gönülleri iyileştirmesiyle (6 ve 7) hem Kuran gibi yeni bir vahyi insanlara duyurmasıyla (10) ve hem Hz. İbrahim’in oğlu, İsmail’in oğlu Kedar’ın soyundan olan bir toplumun üyesi olmasıyla (11) bu alıntılalayacağımız Eski Ahit’ten bölümlere tam bir uygunluk göstermektedir.
Vefatından önce Hz. Musa’nın duası gerçekten de ilginçtir. Bu ifadede geçen 1. yer olan Sina Dağı, Hz. Musa’nın çıktığı bölgedir. 2. yer Seir olup, Hz. İsa’nın çıktığı bölgedir. 3. yer ise Peygamberimiz Hz. Muhammed’in çıktığı bölgeyi ifade eden Paran Dağlarıdır. Böylelikle Hz. Musa’nın duasında söyledikleriyle; insanların tek Allah inancına inanmasını sağlayan, insanlığïn geleceğinde yaygın şekilde kabul görecek, Allah’ın gönderdiği 3 din bir arada anlmaktadır. Bu ifade aynı zamanda Tevrat’ın kendisinden sonra gelen Hz. İsa’yı ve Hz. Muhammed’i
onayladığının bir delilidir.
Ayrıca (Tevrat’ın) Tesniye 18’deki ve 19’daki bir ifadeye özellikle dikkat çekmek istiyoruz: “Bu gelecek Peygamberin Tanrı’nın ismiyle sözler söyleyeceği” vurgulanmaktadır. Peygamberimize gelen Kuran’ın en ilginç ve diğer kitaplarda görünmeyen özelliklerinden biri her surenin (114 surenin 113’ü) Besmele ile yani Bismillahirrahmanirrahim (Merhametli, şefkatli Allah’ın ismiyle) diye başlamasıdır.
Peygamberimize verilen Kuran’ın bu özelliği, gelecek Peygambere Allah’ın sözlerinin verileceğini ve O Peygamberin Allah’ın ismiyle bu sözleri söyleyeceğini belirten ifadelerle büyük bir uyum oluşturmaktadır.
Bugün senin bedenini kurtaracağız ki senden sonrakilere bir delil olsun
-Yunus Suresi, 92. Ayet.

Kuran, Firavun’un cesedinin delil olacağını söylediğine göre bu cesedin bulunması gerekmez miydi? Gerekirdi. Peki ne oldu? Her zamanki gibi, gereken yine oldu.CESET BULUNDU. Tam 3000 yıllık uykunun ardından Kuran’da bahsedilen Firavun’un hangisi olduğu tartışılabilir ama bu Firavun hangisi olursa olsun, bugün Kahire Müzesi’ndeki Kral Mumyaları Salonu’ndadır ve ziyaretçilere açıktır.

Britannica’nın açıklamalarının en önemli kaynağı hiyerogliflerden elde edilen bilgilerdir. Oysa hiyerogliflerin MÖ. 3. yy’dan beri unutulmuş oldukları ve çok sonra ortaya çıkarıldıkları unutulmamalıdır. Yani Kuran’ın inişinden 1000 yıl kadar önce unutulan hiyeroglifler, Kuran’ın inişinden 1000 yıldan çok bir zaman sonra keşfedilip, çözümlenmiştir. Kuran, Firavun ile Hz. Musa arasında geçenleri uzun uzadıya Tevrat’ın da, İncil’in de İÇERMEDİĞİ DETAYLARLA ANLATMIŞTIR. Yılanlarla ilgili anlatım, o dönemdeki büyücülüğe dikkat çekilmesi, Firavun’un tanrılığını ilan etmesi, hep Firavunlar hakkında hiyerogliflerden elde edilen bilgilerle UYUMLUDUR. Ayetlerde Firavun’un ve çevresinin, kıtlıkk ve diğer felaketlerle cezalandıklarının açıklanmasıyla Ipuwer Papirus’unun anlatımları tamamen
uyum içindedir. Ipuwer Papirus’u her durumda Kuran’ın bahsettiği kan belasının, kıtlığın, birçok felaketin Firavun hanedanına isabet ettiğini, Firavun hanedanını köle olarak gördüğü insanların, daha sonra onların sahip olduklarına mirasçı olduklarını ortaya koymaktadır ki, tüm bunlar anlattığımız Kuran ayetlerinden de anlaşılacağı gibi KURAN’DA MEVCUTTUR.
Kuran’da anlatılan bazı toplumlarla ile ilgili bilgiye Tevrat’ta ve İncil’de de rastlarız. Kuran’da bahsedilen barajın taşmasıyla oluşan sel felaketinin tarihi ise milattan sonraki yıllarda olduğu için, Tevrat ve İncil sonrası olan bu olaydan SADECE KURAN’DA BAHSEDİLİR.
Metindeki seyl-ül Arim ifadesinde kullanıldığı gibi arim kelimesi baraj, set anlamına gelen ve Güney Arapça’sında kullanılan arimen kelimesinden türemiştir. Yemen’de yapılan kazılarda ortaya çıkarıln harabelerde bu kelime sıksık bu anlamda kullanılmıştır. Mesela Yemen’in Habeşli hükümdarı Ebrehe’nin büyük Marib Seddinin tamirinden sonra yazdırdığı
MS 542 ve 543 tarihli bir kitabede bu kelime tekrar tekrar baraj (set) anlamında kullanılmıştır.
O halde Seylül Arim bir set yıkıldığında meydana gelen sel felaketi anlamına gelir. Sebe ülkesinin başkkenti, bulunduğu coğrafyanın avantajlı konumu sebebiyle oldukça zenginleşmiş olan Marib idi. Başkent, bölgede bulunan Adhana Irmağı’nın yakınındaydı ve baraj
yapımına uygun bir konumu vardı. Sebeliler bu baraj sayesinde çok ileri bir refah seviyesine
kavuşmuşlardı. Başkent Marib, o dönemin en gelişmiş şehirlerinden bir tanesiydi. Marib’deki bu barajın yüksekliği 16 metre, genisliği 60 metre ve uzunluğu da 620 metreydi. Hesaplara göre baraj aracılığıyla sulanabilen toplam alan 9600 hektardıki bunun 5300 hektarı güney, 4300 hektarı ise kuzey ovasına aitti. İşte Kuran’daki iki bahçe ifadesi, bu iki ayrı vadideki gösterişli bahçelere işaret eder. Barajın yıkılış tarihi olarak MS 542 yılı tahmin edilmektedir. Bu tarihte yıkılan baraj, Kuran’da bahsedilen Arim (baraj) seline yol açmış ve bahçeler büyük tahribata uğramıştır. Arkeolog Werner Keller de Arim (baraj) selinin Kuran’da anlatıldığı gibi gerçekleştiğini kabul ederek şöyle yazar: Böyle bir barajın olması ve yıkılarak şehri tamamen harap etmesi, Kuran’daki bahçe sahipleriyle ilgili verilen örneğin gerçekten de meydana geldiğini KANITLIYOR.
Comte’un yüzeysel spekülasyonlarına karşı çok daha ciddi araştırmalara ve geniş açıklamalara dayanan İskoçyalı Andrew Lang’ın ve Alman P. W. Schmidt’in dinler hakkındaki teorileri incelemeye değerdir. Başlangıç Monotizması adı verilen bu teoriye göre dünya dinlerinin çoğu tek Allah inancının bozulmuş, dejenere olmuş şekilleridir. Schmidt’e göre başta tabiat güçlerinin tanrılaştırılması anlamsızdır, çünkü insanların tabiat güçlerini tanrılaştırması için, DAHA ÖNCEDEN TANRI KAVRAMINA SAHİP OLMASI GEREKİR.
Yani ilk insanları dil bilmez, ateşi keşfetmemişler gibi gösteren anlatımlar, bol kıllı, maymunvari insanlara dair çizimler sahtedir, hayal ürünüdür, hiçbir bilimsel veriye dayanmamaktadır. İnsanların önce avcı-toplayıcı oldukları sonra tarım öğrendiklerine dair de bilimsel bir bulgu mevcut değildir. Fakat tarih doğrusal-ilerlemeci bir yapıdadır fikri bir dogma olarak kabul edilince, beslenmenin en basit şekli olan avcılık ve toplayıcılık kaçınılmaz olarak insanlığın ilk aşaması olarak ilan edilmiştir. Falanca taş devri, filanca taş devri şeklinde insanların tarihini belli yıllara göre ayıran açıklamalar da bilimsel dayanaktan yoksundur. Ne zaman insanlık için böyle çağlar sıralaması yapılsa, bu sıralamayı alt üst edecek şekilde gelişmiş aletler, materyaller OLMAMALARI GEREKEN YILLARDA BULUNMAKTADIR, fakat ders kitaplarını düzeltmeye tenezzül etmeyenler, hâlâ bu yanlışı tarihsel sıralamalarını çocuklara öğretmektedir.
Sonra o damlacığı asılıp tutunan bir şeye dönüştürdük. Sonra asılıp tutunan şeyi, bir çiğnemlik et parçası haline getirdik. Sonra bir çiğnemlik et parçasını, kemik olarak yarattık. Sonra kemiğe et giydirdik.
-Müminun Suresi

Embriyo başlangıçta kemiksiz bir çignemlik et formundadır. Embriyodaki kıkırdak doku, ayette söylendiği gibi sonradan kemikleşmeye başlar. Yine aynen ayetin söylediği gibi kemikleşme başladıktan daha sonra, kas etleri oluşarak kemikleri sarar. Ayette geçen lahm kelimesi
kas etleri için kullanılmaktadır. KURAN’DA 1400 YIL ÖNCE HABER VERİLEN bu oluşum sırasında bilim, çok yakın döneme dek habersizdi. Bu dönemde kemiklerin ve kaslar›n beraber oluştuğu düşünülüyordu. Gelişmiş mikroskoplar ve anne karnının içine giren mikro kameralar, Kuran’ın haklılığını bir kez daha göstermiştir.

Sonra o damlacığı, asılıp tutunana dönüştürdük. Sonra asılıp tutunanı bir çiğnemlik et haline getirdik.
-Müminun Suresi

Prof. Dr. Keith L. Moore, Kuran’da bir çiğnemlik et diye bahsedilen dönem hakkında şunları söylemektedir: Söz konusu ayetlerin ne demek istediğini, bu dönemdeki embriyoyu incelediğimiz zaman hayretle öğrendik. Çünkü embriyo 28 günlükken üzerinde tesbihimsi bir yapı meydana geliyor ve bunlar görünüş olarak aynı diş izlerine benziyordu. Bu dönemdeki embriyonun plastikten bir modelini yaptık ve onu çiğneyerek üzerinde diş izlerimizi bıraktık. Ortaya çıkan manzara incelediğmiz aşamadaki embriyoya olağanüstü derecede benziyor ve Kuran’ın insan embriyosundan neden bir çiğnemlik et olarak bahsettiğini çok güzel açıklıyordu.

Kuran ve bilim arasındaki uyumu keşfedip Müslüman olan Prof. Dr. Maurice Bucaille, bu bilgileri verdikten sonra kendi yorumunu şöyle yapar: Hâlâ hayalci doktrinlerin itibar gördüğü bu 18. yüzyıldan bin küsur yıl önce insanlar Kuran ile tanışmışlardı. Onun insanın üreyişi konusundaki haberleri, sâde tabirler içerisinde temel gerçekleri ifade etmekteydi ki, bunları keşfetmek için insanlar asırlarını vereceklerdir.
İnsanı çamurdan oluşan bir özden yarattık.
-Müminun Suresi

İnsanın topraktan yaratılması üzerine çok spekülasyonlar yapılmıştır. Biyoloji ve kimya gibi bilimlerin ilerlemesiyle; hem toprağı, hemde insan vücudunun analitik incelemesi yapıldı. Bu incelemeler sonucunda insan vücudunun içerdiği maddeler ile toprağın içerdiği maddelerin tamamen aynı olduğu anlaşıldı. Bu maddeler alüminyum, demir, kalsiyum, oksijen, silikon, sodyum, potasyum, magnezyum, hidrojen, klor, iyot, manganez, kurşun, fosfor, bakır, gümüş, karbon, çinko, kükürt ve azottur.

Dağların yerkabuğunun genel dengesini sağlamadaki etkisi izoztesi (isostasi) diye tanımlanır. Webster’s New Twentieth Century Dictionary’de (Webster’›n Yeni 20. yüzy›l sözlüğü) bu terim şöyle aç›klan›r: Jeoloji’de dağların Dünya yüzeyinin altında oluşturdukları yerçekimsel kuvvet sayesinde yerkabuğunun genel dengesinin sağlanması. Dağların sıradan bir yeryüzü çıkıntısı olarak algılandığı dönemde, dağların yeryüzündeki dengeyi sağlayıcı özelliğine ve gözle görülmeyen köküne işaret eden Kuran, her konuda olduğu gibi bu konuda da bizi kendine hayran bırakmaktadır.
Tarihin çok uzun bir döneminde insanlar Dünya’yı sabit, Güneş’i ise Dünya’nın etrafında dönüyor zannetiler. Sonra Kopernik, Kepler, Galileo ile başlayan süreçte ise insanlar Güneş’in sabit bir şekilde ortada durduğunu, Dünya’nın ise sabit bir Güneş’in etrafında döndüğünü zannettiler. Bilimde devrim sayılan bu keşif çok önemliydi ama Güneş’in bu modelde sabit, durgun sayılması yanlış bir kanaatti. Daha sonra ise gelişmiş teleskopların sayesinde ve kozmoloji biliminin oluşturduğu birikimle Güneş’in de hareket ettiği, Dünya’nın hareket eden bir Güneş’in etrafında döndüğü anlaşıldı. Oysa Güneş’in bu hareketi Kuran’da 1400 yıl önceden açıklanmıştır:

Güneş de yörüngesinde yürüyüp gitmektedir. Bu, güçlü ve bilgin olan Allah’ın kanunudur.
-Yasin Suresi

Başımızı Evren’in neresine çevirsek büyük bir ihtişama, çok ince hesaplara, harika sanatlara rastlarız. Yeter ki Allah’ın yaratışları üzerine düşünelim, aklımızı çalıştıralım, Yaratıcımızdan kaçmayalım. Yaratıcımız, aklını çalıştırmak isteyenler için kudretini, merhametini, sanatlarını gösteren delilleri Evren’in her yerinde sergilemektedir. Şüphesiz Evren’in ve yerin yaratılışında, geceyle gündüzün birbiri ardınca gelişinde aklını ve gönlünü işitenler için çok deliller vardır. -Ali İmran Suresi.
Allah’ın Evren’i hassas dengelerle yarattığını Isaac Newton şu sözleriyle açıklamaktadır: Güneş’ten, gezegenlerden ve kuyruklu yıldızlardan oluşan bu çok hassas sistem sadece akıl ve güç sahibi bir Varlık’ın amacından ve hakimiyetinden kaynaklanabilir.

Geceyi, gündüzü, Güneş’i ve Ay’ı yaratan O’dur. Her biri bir yörüngede yüzüp giderler.
-Enbiya Suresi

Göğe ve Târık’a andolsun. Târık’ın ne olduğunu bilir misin? O karanlıkları delip geçen bir yıldızdır . (-Târık Suresi, 1-3 ayetleri.)

Tarık suresi 1-3 ayetler de bunlardan bahsedilir.
1-Vuruş yapmak
2- Bir yıldız olmak
3- Delmek

Uzaydaki hiçbir gök cismi bu kriterleri karşılamaz (Pulsar adlı nötron yıldızları dışında) çünkü;

– Hiçbir gök cismi vuruşlar şeklinde tarif edilemez.
– Ayette bahsedilen yıldızdır. (Satürn, Venüs gibi gök cisimleri gezegenlerdir.)
.
– Pulsar güçlü radyasyon ve radyo dalgaları yaymaktadır. 3.ayette geçen sakıb kelimesine karanlığı delmek, yanıp tutuşmak, nufüz etmek anlamları verilmektedir.

[Okur notu, ek alıntı: İngilizce’de pulsate , nabız gibi vuruşları ifade eden bir kelimedir.]

Görüldüğü gibi ancak 1970 yılına gelindiğinde yeni keşfedilen bir yıldızdan Kuran 1400
yıl önce bahsetmektedir.

Vuruşları olan bir yıldızın ne anlama geldiğini binlerce yıldır kimse tahmin edemediğinden Tarık kelimesi özel isim gibi Arapça’sının aynısıyla çevrilmeden çevirilere yazılmış, ancak dipnotlarda, sözlüklerde ve tefsirlerde anlamı açıklanmıştır.

Yıldızların kendi içlerine çökmesiyle oluşan ve daha sonra diğer yıldızlar da çekimleriyle içlerine düşüren müthiş çekim kuvvetine sahip karadelikler Vakıa Suresi’nin 75. ve 76. ayetleriyle tam bir uygunluk göstermektedirler. Kuran’ın indiği dönemde yıldızların sonu, yıldızların son bulup karadeliğe dönüşmeleri ve Evren’in fiziği açısından bunun önemi elbette ki bilinmiyordu. Yıldızlar son bulurken karadeliğe dönüşmeleri de, tüm geçirdikleri aşamalar da çok enteresandır:

Hayır, yıldızların düştükleri yere (mevkilerine) yemin ederim.
Eğer bilirseniz, gerçekten bu büyük bir yemindir.
-Vakıa Suresi

Yakıtlarını tüketen yıldızlar birden bire
ölmezler, yıldızlar önce büyümeye, şişip kabarmaya başlar. Önceleri 15 milyon derece
olan sıcaklık yükselerek 100 milyon dereceye varır. Yıldız kırmızı dev veya süper dev
olur. Bir süper devin kapladığı alan o kadar büyüktür ki 60 milyon taneden fazla Güneşi içine rahatlıkla alabilir. Tüm bu sayıların büyüklüğü karadeliğin çekiminin büyüklüğü gibi Vakıa Suresi 75 ve 76. ayette işaret edilen büyüklüğü çağrıştırmaktadır .

Tüm bunları yaratan Yaratıcımızın bilgisi de, kudreti de sınırsızdır:

Eğer yeryüzündeki ağaçlar kalem, deniz de mürekkep olsa, arkasından yedi deniz daha ona katılsa, Allah’ın sözleri (yazmakla) yine de tükenmez. Şüphesiz Allah mutlak güç sahibidir, hüküm ve hikmet sahibidir.
-Lokman Suresi

Kuran, Allah’ın bilgisinin her şeyi kuşatıcı olduğunu söyler. Atoma ve atom altı parçacıklarının önemine dikkat çekilmesi fiziğin günümüzde vardığı çok önemli bilgilerle uyum içindedir. Bütün Evren’i inceleyen kozmolojik fiziğin bilgileri atom fiziğinin bilgileriyle çok ilişkili, çok iç içedir:

Ne göklerde, ne yerde zerre (atom) ağırlığınca bir şey O’ndan (Allah’tan) gizli kalmaz. Bundan daha küçüğü de, daha büyüğü de, istisnasız olarak hepsi muhakkak apaçık bir kitaptadır.
-Sebe Suresi

Yerçekimini Allah’ın, Evren’e koyduğu bir yasa olarak gören Isaac Newton (1642-1724) yerçekimini ilk keşfeden kişidir. Fakat o da, birçok fizikçi de Evren’in en başta bir gaz aşaması geçirdiğini bilememişlerdir. Ne Kuran’dan önce, ne de Kuran’dan bin yıl sonra

Özenle oluşturulmuş yollara (yörüngelere) sahip Evren’e (Göğe) andolsun.
-Zariyat Suresi

Biz bugün sistematik gözlem, teleskopların yardımı, astronomik bilginin birikimiyle bunu biliyoruz. Oysa Kuran’ın indirildigi dönemde bu bilginin verilmesi, Kuran’ın mesajının yayılması açısından bir avantaj sağlamıyordu. Tam tersine bu bilgi ispatlanamadığı için, belki de inananlarla bu yüzden alay ediliyordu. Oysa Kuran doğruyu, yalnızca doğruyu, ne pahasına olursa olsun doğruyu söyleme prensibinden taviz vermiyor ve yine doğruyu ortaya koyuyordu. Böylece her şart ve ortamda Kuran’a güvenenlerin, bu güvenlerinin doğruluğu da anlaşılmış bulunmaktadır. Bu olgu, anlamadığımız bazı hususlar olsa bile niye Kuran’a güvenmemiz gerektiğinin tarihsel bir örneğidir.

Kuran güvenleri hiç sarsmamış, başta anlaşılmayan bazı konular, günü gelince birer mucize olarak karşımıza çıkmıştır.

Hiçbir insanın aklı, hiçbir insanın duygusu kendisi yaşarken dezavantaj, ileriki tarihlerde (1000 yıl sonraki zamanda) avantaj getirecek bir bilgiyi aktarmaya kalkmaz, kalkamaz. Zaten Kuran Bu kitap insan sözü değildir, bu kitap insanın Yaratıcısındandır diyor.

Kuran, mucizelerini gösterirken doğruyu, yalnızca doğruyu gösterme prensibinden şaşmaz. Üstelik Kuran’ın gösterdiği birçok mucize, Kuran’ın indirdiği dönemde anlamadıkları için inkârcılar bunları koz olarak kullanmaya da kalkışmışlardır.
Allah’ın gönderdiği sistem olan din, Allah’ın Evren’e koyduğu kuralları ifade eden bilimle çatışmaz. Fakat Allah’ın dini adına konulan dinci yobazlar ve bilimin Yaratıcısını inkâr eden bilimci yobazlar, olmayan çelişkileri var gibi göstermeye çalışmaktadırlar.
Evet, Kuran ne kendi içinde çelişir, ne de Allah’ın yarattığı Evren’le çelişir.
Evet, Kuran en elit açıklamaları yaparken, elitist değildir. Kur’an tüm insanlığa seslenir ama bilgi sahiplerini, bilginleri diğer insanlardan ayırır. De ki: Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu? Ancak akıl ve vicdan sahipleri öğüt alır.
Hz. Musa, insanların büyücülükle uğraştığı bir dönemde, Allah’ın kendisine verdigi mucizelerle, kendini tanrılaştıran Firavun’un topladığı büyücü grubunu mağlup etti. Hz. İsa şifacıların yaygın oldugu bir dönemde, hastaları iyileştirerek mucizelerini gösterdi. Günümüzde, Allah’ın maddeye koydugu kuralları ifade eden bilimin, Maddenin ve bilimin Yaratıcısı olan Allah ile yarıştırıldığına, bilimin, dinin yerine geçirilmeye çalışıldığına tanık
olmaktay›z. İşte tam böyle bir dönemde ise Allah, Kuran’daki bilimsel, matematiksel mucizeleri açığa çıkarmıştır. Tarihin bu döneminde bu tarzda mucizelerin açığa çıkması ne
kadar da müthiştir!
Ve Evren’i (Göğü) kuvvetimizle kurduk,
muhakkak ki onu genişletmekteyiz.
51-Zariyat Suresi 47
Tarihin en parlak
simalarının bir kısmı Evren’in sonsuz olduğunu, buna karşın birçok ünlü düşünür de
Evren’in sınırlarla çevrili bir şekilde sonlu
olduğunu söylemiştir. Oysa Kuran bu iki görüşün dışında sürekli genişleyen dinamik bir
Evren modeli çizmiştir.
Evren’in genişlediği ilk kez 1900’lü
yıllarda ortaya atılmıştır. 1900’lü yıllardan
önce Kuran dışında bu iddiayı ortaya koyan
tek bir kaynak bile yoktur. Tek bir kaynak
bile!..
Allah, bizi ahirete baştan muhtaç yaratmıştır. Eğer Allah vermek istemeseydi istemeyi de vermezdi. Yaratılışta bize verilen bu istek ahiretin bir delilidir.
Eğer Allah vermek istemeseydi, istemeyi de vermezdi.
Bizi susatan Allah , karşılığında su bulma imkanını da , suyu da yaratmıştır.
Kur’an, dikkatimizi; öğrenmemiz, incelememiz , kavramamız gereken yerlere yöneltmektedir. Eğer Kuranı sadece ölülerin arkasından okunan bir kitap olarak görmeyi bırakır ve hayatımızda rehber edinirsek , ondan gerekli şekilde istifade etmemiz mümkün olabilecektir.
Dini bilimle çatışır gibi gösteren açıklamaların kaynağı cahil din adamları ve bu din adamlarının yönetimindeki din kurumlarıdır.
Kur’an’ı yalnız okuma kitabı gibi okuyup anlamını anlamaya çalışmayanlar, dine en büyük zararı vermişlerdir.
Kur’an’ın dikkatimize sunduğu gerçekler, Peygamberimiz döneminde bilinmesi imkansız bilimsel gerçeklere dayandığı için aynı zamanda mucize de oluşturmaktadır.
Bilim Allah’ın yarattığı Evren’in tanınması , din ise Allah’ın gönderdiği hayat nizamıdır. Allah’tan olan iki şey çelişemez. Var olan çelişkiler ya bilim adına hatalardan, ya da bundan daha çok din adına uydurmalar üreten din adamalarından olmuştur, dinin kendisinden olmamıştır.
Evrenin kökeni bir tekliktir. Bu tekliği yaratan kim ise Evren’deki her şeyi yaratan da O’dur.
68-Içmekte olduğunun suyu gördünüz mü?
69- Onu buluttan siz mi indiriyorsunuz, biz mi?
70Eğer dileseydik onu tuzlu yapardık. Şükretmeniz gerekmiyor mu?
Vakıa Suresi

Yağmurun kaynağının suların buharlaşması olduğunu gördük. Buharlaşan suyun %90’ından fazlası tuzlu suya sahip okyanuslardan ve denizlerden olmaktadır. Suyun buharlaşması ile ilgili kanunlar öyle ayarlanmıştır ki su, en pis denizlerden en tuzlu okyanuslardan en çamurlu sulardan dahi buharlaşırken pislikten, tuzdan, çamurdan arınır.

Gökyüzünü, yeryüzünü ve ikisi arasındakileri boş yere yaratmadık. Bu inkarcıların sanısıdır.

Sad Suresi 27

Elindeki şemsiyenin tesadüfen oluştuğuna kim ihtimal vermektedir? Peki gökyüzü bizim mükemmel bir şemsiye gibi korurken, aynı zamanda yeryüzündeki suyun ve havanın uzaya kaçmasını engellerken, yerine getirdiği görevleri tesadüflerle açıklamak ne kadar tutarlıdır? Yaratıcımız var olabilmemiz için gerekli tüm şartları mükemmel bir şekilde planlamış ve bizi yaratmıştır. Daha sonra ise gönderdiği kitabı Kur’an’la bu mükemmel yaratılışlara gözlerimizi çevirmiştir.
Bilim Allah’ın yarattığı evrenin tanınması, din ise Allah’ın gönderdiği hayat nizamıdır Allah’tan olan iki şey çelişmez. Var olan çelişkiler ya bilim adına hatalardan ya da bundan daha çok din adına uydurmalar üreten din adamlarından olmuştur, dinin kendisinden olmamıştır.
Güneşin merkezindeki sıcaklık ise 15 milyon derecedir. Alev Alev gazdan oluşan bu kürenin yüzeyinde bile hayat düşünülemez. Oysa mevcut uzaklığa yerleştirilince Güneş, Dünyamızın en yakın dostu hayatımızın kaynağı olmuştur.
Kur’an, bir bilim kitabı gibi neden, niçin, ispat, bilimsel birikim gözetmeden birçok yerde doğrudan sonucu ortaya koymaktadır. Bilim ise tüm bu aşamaları katederek sonuca ulaşmaktadır
Big Bang teorisi, ateistlerin’ ” Evren yaratılmış olsaydı başlangıcı olması gerekirdi ” diye ileri sürdükleri durumun varlığını ispat etmiştir. Kısacası ateizm bilim, mantık ve akıl platformunda çökmüştür fakat inada , kuruntuya ve keyfiliğe dayanarak devam etmektedir
Allah’ın gönderdiği sistem olan din , Allah’ın Evren’e koyduğu kuralları ifade eden bilimle çatışmaz .
Kayıp Besmele’nin bulunması sonucunda çıkartacağımız dersler, Kuran’daki 19 kodunun fonksiyonlarını da anlamamıza yardımcı olacaktır. Bu dersleri şöyle özetleyebiliriz:
1- 1400 yıldır neden Tevbe Suresi’nin başında Besmele olmadığı merak edildi. Hatta bunun bir hata olup olmadığı, Tevbe Suresi’nin başına Besmele acaba yazılmalı mı diye düşünenler de oldu. Oysa Tevbe Suresi’nin başında Besmele olsaydı, Kuran’da 115 Besmele olurdu ve 115 sayısı 19’un katı değildir. Böylece 19’un Kuran’ı değişmelerden koruyucu özelliği de anlaşılmaktadır. 19 fonksiyonları olan, sorunları çözen, cevaplar veren bir mucize olma özelliğini bu noktada da göstermektedir. Böylece 19, Tevbe Suresi’nin başına Besmele’yi yazmaya kalkacakların bu hatasını önlemektedir.
Bazıları bu son dediğimiz özelliğin, 19 mucizesi açısından ilave bir delil oluşturmayacağını ileri sürebilir. Buna neden olarak Kuran’da 114 sure olduğunu, her surenin başında bir Besmele olduğu için, Besmeleler’in sayısının da 114 (19 #215;6) olduğunu, bunun simetrik bir ilişki olduğunu, surelerin sayısı eğer bir özellikse, Besmeleler’in ona bağlı olmasından dolayı ikinci bir özellik oluşmadığını söyleyebilir.

Oysa durum böyle değildir. Çünkü Kuran’ın 9. Suresi Tevbe Suresi, diğer surelerden farklı bir özellik gösterir ve başında Besmele yoktur. O zaman Besmeleler’in sayısı 113’e inmektedir. 113 ise 19’un katı değildir. Kuran’da ortaya çıkan bu problemin nasıl çözüldüğünü izleyin. Bir problem ortaya çıkaran matematikçinin, bizi onları çözme yeteneğine hayran bırakması gibi

Neml (Karınca) Suresi Kuran’ın 27. suresidir. Bu surede Besmele, hem girişte, ayette olmak üzere 2 defa geçer. Böyle Besmeleler 114 defa (19 #215;6) geçerler.

Kayıp Besmele’nin bulunduğu ayetin numarası olan 30, 19. komposit sayıdır. Yani 30 sayısı, çarpanları olan 19. sayıdır. Örneğin 4 (2 #215;2), 12 (4 #215;3), 15 (5 #215;3), 27 (3 #215;9) komposit sayılardır. 30’un kaçıncı kompozit sayı olduğunu birkez daha sayın: (4, 6, 8, 9, 10, 12, 14, 15, 16, 18, 20, 21, 22, 24, 25, 26, 27, 28, 30). Surelerin başındaki Besmeleleri saydığımızda karşımıza çıkan 113 sayısı ise 30’uncu asal sayıdır. Bu 113 sayısı, bizi eksik Besmele’nin tamamlanması için 30’uncu ayete gönderiyor. 30 ise dediğimiz gibi 19’uncu kompozit sayıdır. Allah’ın gösterdiği matematiksel mucize olağanüstü bir sistem ortaya koymaktadır.

Kuran’da balarısından bahsedilen bu surenin numarası 16’dır ve bu sure Balarısı (Nahl) Suresi olarak anılır. İşte bu surenin numarası ile erkek balarısının kromozom sayısı eşittir. Dişi balarısının kromozom sayısı da (2n) olup (16 #215;2= 32)’dir. Böylece bu sure balarılarının kromozom sayısı ile ilişkilidir. Kromozom sayısı bir elementin atom numarası gibidir, hiç değişmez. Dünya’nın her yanındaki her erkek balarısının kromozom sayısı 16’dır, her dişi balarısının kromozom sayısı ise (16 #215;2)’dir. Ayrıca bu surenin ayet sayısı olan 128, erkek arının kromozom sayısı olan 16’nın 8 katına, dişi arının kromozom sayısı olan 32’nin 4 katına eşittir. Böylece bu surenin numarası gibi, ayet sayısı da balarılarının kromozom sayısıyla orantılıdır.
Yalan eksiklikten, zayıflıktan doğar.
Nitekim Allah, Evren’de kullandığı matematiğe “kader” kelimesiyle
dikkat çekmiştir. “Kader” kelimesi Arapça’da ölçüyü, ölçü konulmasını,
yani matematiksel düzenlemeyi ifade eder.
Eğer Allah vermek istemeseydi, istemeyi de vermezdi.
Herşey,
Uzak yada yakın
Birbrine bağlanmış
Gizlice, ölümsüz bir el tarafından
Tek bir çiçek bile yapamazsın
Bir yıldızı yerinden oynatmadan
Ekindeki şemsiyenin tesadüfen oluştuğuna kim ihtimal verebilir ?
Peki gökyüzü mükemmel bir şemsiye gibi korunurken aynı zamanda yeryüzündeki suyun ve havanın uzaya kaçmasını engellerken yerine getirdiği görevleri tesadüflerle açıklamak ne kadar akla uygundur ?

 Göğü, yeri ve ikisi arasındakileri boş yere yaratmadık. Bu, inkâr edenlerin zannıdır. Cehennem ateşinden vay o inkârcıların başına geleceklere. Sad 27

“Matematik, Allah’ın Evren’i yazmakta kullandığı dildir.” Galile
Herşey,
Uzak ya da yakın
Birbirine bağlanmış
Gizlice, ölümsüz bir el tarafından
Tek bir çiçek bile yapamazsın
Bir yıldızı yerinden oynatmadan
FRANCİS THOMPSON
Yazı yazmak kolaydı ama Kuran’ın bir suresini benzerini oluşturmak imkansızdı.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir