İçeriğe geç

Kumkertişin Kalbi Kitap Alıntıları – Adige Batur

Adige Batur kitaplarından Kumkertişin Kalbi kitap alıntıları sizlerle…

Kumkertişin Kalbi Kitap Alıntıları

&“&”

“İnsan bazen hafiflediğini hisseder ya,bir borcu ödediğinde,bir vazifeyi yerine getirdiğinde,bir zorluğu başardığında.Üzerindeki karlar yüzünden yere eğilen bir dal,yükünü atıp doğrulur ya birden işte öyle hafifledim”
Sebepler ve sonuçlar, insanoğlu içindi. Karmaşık evreni basite indirgeyip aklı, belirli sınırlar içinde tutmayı sağlıyordu. Bu da aslında âdemoğlu için bir çeşit lütuftu.&”
İnsan geçmişe bakınca olayları değil, detayları belirgin görür. Geç fark edişler, pişmanlıklar, hayıflanmalar bundandır."
Unutma hakikatin vakti, şu duvardaki saatin devr-i daimi tayin edilmez."
“Bazı insanlar musibeti sezerdi, teşbihte hata olmasın, itlerin zelzeleyi sezmesi gibi.“
“Uçurumun kenarından yürümenin sırrı aşağı bakmamaktı.”
Her sabah medreseye girerken ilmin karşısında eğilirdik, çıkarken de âlemi bizden üstün görmememiz gerektiğini hatırlamak için.
Serin ve güzel sabahın her bir parçasını kıymetli bir elmas gibi topladım. Medreseye doğru naif adımlarla yürüyordum, ayakuçlarıma basarak. İstiyordum ki yola döşeli bu pürüzsüz taşlar bile benden incinmesin.
“Hiçbir şey düşündüğünüz gibi değil!”
“Bir babanın bedduası hakikatin evreninde çoğalarak yankılanır; annenin ki öyle değildir, bir insan dünyaya getiren kadın başkasının dünyaya getirdiğine de her zaman bir gizli merhamet besler.”
İnsan geçmişe bakınca olayları değil, detayları belirgin görür. Geç farkedişler, pişmanlıklar, hayıflanmalar bundandır.
Gökyüzünü ve çakan şimşekleri izledik. “Bak, cereyan dedikleri bu aslında, bulutlarda yüklenip yere iniyor, vasıta yok, aracı yok, kablo yok, tel yok.” dedi. Parmağıyla göğü gösterirken yüzünde bir şeyi tamamladığı vakitlerden mesut tebessüm vardı.
“… unutma hakikatin vakti, şu duvardaki saatin devr-i daimi tayin edilmez.” dedi.
“İnsan uykudadır, ölünce uyanır.”
Ben dev değilim, siz cücesiniz.
Kendimi bildim bileli yeryüzünde hep dengimi aradım, ben varsam bana benzer de olmalıydı. Yani nasıl olmazdı ki, niye olmasındı?
İnsan, hayat dediği bu uzun rüyada eşyaların yansımalarını görüyordu, yani çevresinde var olan her şey suretlerdi
Yüz yıllık yorgunluktan arta kalan yüzlerce çizgi çehresinde dua dua çoğalıyordu
Bu sefer sesi karanlıktı, ağır bir yükü üzerime bırakarak ağlıyorken o dağılmışlıkta bir şey söyledi ; koyu, karanlık, boğuk bir şey : Deden öldü.
Bu böyle mi söylenirdi? Böyle açık, böyle yalın, böyle düz… Hem öldü de ne demekti? Dünyasını değiştirmiş, vefat etmiş, ebedi aleme gitmiş olabilirdi. Ölmek" dedem için ne garip bir kelimeydi.
…..
Dedem gerçekten ölmüş müydü?
İçeri girdim. Babam yan odada Kur’an okuyordu. Peki şimdi ona ne diyecektim? Babaya başın sağ olsun denir miydi? Bir yabancı gibi yaklaşıp kendini soyutlayarak taziyede bulunabilir miydi bir oğul? Başımız, diğer odada uzun uykusuna yatmışken " Başın sağ olsun" mu diyecektim? Ne sağır ne duygusuz bir şeydi bu? Çok üzüldüm mü demeliydim? Sanki üzülmem önemli bir şeymiş gibi. Üzülme mi deseydim? Emir kipinin üstüne basa basa.
Babamın babası ölmüştü. Yalın hakikat buydu.

Evin içinde sanki iç içe geçmiş gölgeler vardı. Odalara yas çökmüştü hemen . Dışarıda pırıl pırıl bir gün varken içeri neden bu kadar karanlıktı?

Odada her şey olması gerektiği gibiydi. Eski bir elbise dolabı ama daha aydınlık. Koyu renk mobilyadan eski bir konsol ama daha sevimli. Doksan dokuzluk iri tespihi ki taneleri yaşından az. Cam olmayan sürahi, cam olmayan bardak. Duvarda bir fotoğraf, aksakallı ululardan bir ulu var çerçevede: Ömrünü verdiği dergahın piri. " Öldüğümde beni sen yıka" dediğinde "Senden önce nice ölecekler var. " cevabıyla irkildiği ve kader o kara günü gösterdiğinde, tabutuna omuz verdiği önce giden " Efendisi ".

….

O günün akşamında ağabeyim ve ben kucağımızda indirmiştik toprağa, dedemizi. Çocuk gibi hafifti,bir tüy gibi yumuşak, bir dede gibi sıcak.

" Dedenizi rüyasında gören var mı?" demişti babam,o meyve sofrasında. Uzun bir seyahate çıkan birinin menziline ulaşıp ulaşamadığını, gittiği yerdeki durumunu merak eder gibi sormuştu. Acaba yeri rahat mıydı? Babam, rüyalardan başka şekilde gelemeyecek o haberi bekliyorken, büyüsü bozulmasın diye anlatmadığım bir rüya vardı halbuki. Bu rüyayı başkaları da görmüştü üstelik ama o gün orada kimse anlatmadı.

Bazı insanlar musibeti sezerdi, teşbihte hata olmasın, itlerin zelzeleyi sezmesi gibi.
Bu sefer sesi karanlıktı, ağır bir yükü üzerime bırakarak ağlıyorken o dağılmışlıkta bir şey söyledi ; koyu, karanlık, boğuk bir şey : Deden öldü.
Bu böyle mi söylenirdi? Böyle açık, böyle yalın, böyle düz… Hem öldü de ne demekti? Dünyasını değiştirmiş, vefat etmiş, ebedi aleme gitmiş olabilirdi. Ölmek" dedem için ne garip bir kelimeydi.
…..
Dedem gerçekten ölmüş müydü?
İçeri girdim. Babam yan odada Kur’an okuyordu. Peki şimdi ona ne diyecektim? Babaya başın sağ olsun denir miydi? Bir yabancı gibi yaklaşıp kendini soyutlayarak taziyede bulunabilir miydi bir oğul? Başımız, diğer odada uzun uykusuna yatmışken " Başın sağ olsun" mu diyecektim? Ne sağır ne duygusuz bir şeydi bu? Çok üzüldüm mü demeliydim? Sanki üzülmem önemli bir şeymiş gibi. Üzülme mi deseydim? Emir kipinin üstüne basa basa.
Babamın babası ölmüştü. Yalın hakikat buydu.

Evin içinde sanki iç içe geçmiş gölgeler vardı. Odalara yas çökmüştü hemen . Dışarıda pırıl pırıl bir gün varken içeri neden bu kadar karanlıktı?

Odada her şey olması gerektiği gibiydi. Eski bir elbise dolabı ama daha aydınlık. Koyu renk mobilyadan eski bir konsol ama daha sevimli. Doksan dokuzluk iri tespihi ki taneleri yaşından az. Cam olmayan sürahi, cam olmayan bardak. Duvarda bir fotoğraf, aksakallı ululardan bir ulu var çerçevede: Ömrünü verdiği dergahın piri. " Öldüğümde beni sen yıka" dediğinde "Senden önce nice ölecekler var. " cevabıyla irkildiği ve kader o kara günü gösterdiğinde, tabutuna omuz verdiği önce giden " Efendisi ".

….

O günün akşamında ağabeyim ve ben kucağımızda indirmiştik toprağa, dedemizi. Çocuk gibi hafifti,bir tüy gibi yumuşak, bir dede gibi sıcak.

" Dedenizi rüyasında gören var mı?" demişti babam,o meyve sofrasında. Uzun bir seyahate çıkan birinin menziline ulaşıp ulaşamadığını, gittiği yerdeki durumunu merak eder gibi sormuştu. Acaba yeri rahat mıydı? Babam, rüyalardan başka şekilde gelemeyecek o haberi bekliyorken, büyüsü bozulmasın diye anlatmadığım bir rüya vardı halbuki. Bu rüyayı başkaları da görmüştü üstelik ama o gün orada kimse anlatmadı.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir