İçeriğe geç

Kum Kitabı Kitap Alıntıları – Jorge Luis Borges

Jorge Luis Borges kitaplarından Kum Kitabı kitap alıntıları sizlerle…

Kum Kitabı Kitap Alıntıları

Yalnızlık bana acı vermiyor, insanın kendisine ve kendi huylarına katlanmasıyla hayat zaten yeterince zor.
Bütün bunlar bir mucize, diyebildi sonunda, ve mucizeler insana korku verir.
Yarım yüzyıl boşu boşuna geçmiyor, bizim gibi değişik şeyler okuyan ve değişik zevkleri olan kişiler arasında geçen bu konuşmadan sonra birbirimizi anlayamayacağımızın ayrımına vardım. Hem çok farklıydık birbirimizden, hem de çok benzer yanlarımız vardı. Her ikimiz de birbirimizi aldatamazdık, bu da söyleşimizi güçleştiriyordu. Her birimiz ötekinin karikatürleştirilmiş öyküntüsüydük. Durum, çok uzun süremeyecek denli anormaldi. Öğüt vermek de tartışmak da yararsızdı, çünkü onun kaçınılmaz yazgısı ben olmaktı.
Ülkemiz her geçen gün daha bir taşralaşıyor. Taşralaştıkça da gözleri kapalıymış gibi kendini bir şey sanıyor.
“Dünün insanı, bugünkü insan değil,“ diye belirtmişti bir Yunanlı.
Benim düşüm yetmiş yıl sürdü. Sonuç olarak, yaşayan hiçbir insan yok ki uyandığında kendini kendisiyle birlikte bulmasın, işte bizim başımıza gelen de bu –tek fark bizim iki kişi olmamız.
Hazinemi kimseye göstermedim. Sahip olmanın mutluluğuna, çalınması korkusu ve gerçekten sonsuz olup olmadığı kuşkusu eklendi. Bu iki kaygı eski ürkekliğimi arttırdı.
ne yaparsak yapalım bizi tutsak eden zamanı bölmeye çalışmanın bir yanılgı olduğundan kuşkulanmaya başladı.
Kuşkusuz gerçek, verdiğim özetten daha karmaşık oldu.
Birbirine tıpatıp benzeyen iki tepe yoktur, ama yeryüzünün her yanında ovalar aynıdır.
Sonradan öğrendim bu sözlerin kendisine benzemediğini, zaten söylediğimiz bize benzemez her zaman.
Tasalanma, yavaş yavaş artan körlük pek trajik değil. Ağır bir yaz akşamı gibi.
Gelişigüzel okumalar ve değişik beğenilere sahip insanlar arasında geçen bu konuşma sonucunda birbirimizi anlayamadığımızı kavradım.
Şiir, gerçekten olmuş olanı değil de, bir özlemi dile getirdiğinde güzeldir.
Bu sabah ve karşılaşma düşse, ikimizin de düşü görenin kendisi olduğunu sanması gerekiyor. Belki uyanacağız, belki de hayır. Ama bu arada düşe boyun eğmek zorundayız; dünyayı, doğmuş olmayı, görmeyi, solumayı kabullendiğimiz gibi.
Yıllar boyu, insanoğlu bir boşluğu imgelerle, illerle, krallıklarla, dağlarla, körfezlerle, gemilerle, adalarla, balıklarla, odalarla, âletlerle, yıldızlarla, atlarla, insanlarla doldurur, ölümünden az önce, usanmaz çizgi labirentinin kendi yüzünün imgesini oluşturduğunu anlar.
.
Yıllar geçiyor ve hikayeyi o kadar çok anlattım ki, gerçekten hatırlayıp hatırlamadığımdan artık emin değilim, yoksa sadece anlattığım kelimeleri mi hatırladığımdan emin değilim.

Zaman beni sürükleyen bir nehir, ama nehir benim; beni parçalayan bir kaplan, ama kaplan benim. Beni tüketen bir ateş , ama ateş benim. Evren, ne yazık ki, gerçek; ben, ne yazık ki, Borges’im.
belki de hiç duymadım seni, oysa
hayatım hayatına bağlı, ayrılmazcasına.
Zaman kadar, dünün, bugünün, geleceğin, tüm zamanların ve hiçbir zamanın bu sonsuz dokusu kadar gizemli başka bir şey olmadığını kaç kez söylemişimdir kendi kendime.
Yaşam herkese her şeyi verir ama çoğu bunu bilmez.
İnsan ister istemez sonunda düşmanlarına benzer.
insan bir şey düşünür ama başka şey çıkar.
Birisi öldüğünde neler duyarsak onları duydum ben de: daha yakın olmamaktan duyulan artık yararsız bir pişmanlık
Yaşlanmakta olduğumun ayrımındayım: yeniliklerin beni ilgilendirmemesi ya da şaşırtmaması bunun en kesin belirtisi; belki de bu, yeniliklerin hiç de yeni bir yanı olmadığını, eskilerin az buçuk birer değişimi olduğunu düşünmemdendir.
William Blake’in bir dizesi genç kızları yumuşak gümüş ya da öfkeli altın olarak niteler ama Ulrike’de hem yumuşaklık vardı hem altınlık.
-Bu an her zaman sürüp gitsin isterdim diye mırıldandım.
-Her zaman sözcüğü insanlara yasaklanmış bir sözcüktür, dedi Ulrike.
Şiir, eğer onu gerçekleşen bir olayın öyküsü olarak değil de çok güçlü bir isteğin dışavurumu gibi algılarsak güzeldir.
Yalnızca bireyler varolurlar, eğer herhangi bir kişi varolmuşsa.
Gerçekte, uykudan uyanıp da kendi kendisiyle karşılaşmayan insan yoktur.
Alıntılardan başka ne kaldı geriye. Dil bir alıntılar dizgesidir.
Bir şeyi görebilmek için onu anlamak gerekir Evreni gerçekten görebilmiş olsaydık belki onu anlardık.
Zaman kadar, dünün, bugünün, geleceğin, tüm zamanların ve hiçbir zamanın bu sonsuz dokusu kadar gizemli başka bir şey olmadığını kaç kez söylemişimdir kendi kendime.
Alçaklığın da binbir türlüsü vardır.
Ey geceler; ey paylaşılan, yumuşak karanlıklar;
ey gölgede gizemli bir ırmak gibi akan aşk;
ey her birinin öteki olduğu o mutluluk anı;
ey mutluluğun masumluğu ve arılığı
Yalnızlık bana acı vermiyor: insanın kendisini ve kendi davranışlarını hoşgörmesi zaten yeterince zor.
Yaşam herkese herşeyi verir ama çoğu bunu bilmez.
Benim yaşıma geldiğinde gözlerin hemen hemen hiç görmeyecek. Sarı rengi, gölgeleri ve ışıkları seçeceksin. Aldırma. Adım adım gelen körlük o kadar acıklı değil. Ağır ağır gelen bir yaz akşamı gibi.
Şiir, eğer onu gerçekleşen bir olayın öyküsü olarak değil de, çok güçlü bir isteğin dışavurumu gibi algılarsak, güzeldir.
Benim öteki benim yeni eğretilemeler bulmaya ve keşfetmeye inanıyordu; bense, imgeleme gücümüzün kabul ettiği çok açık ve yakın benzerliklerin eğretilemelerine.
Tarihin katı sayfaları dışında unutulmaz olayların unutulmaz tümcelere gereksinmesi yoktur.
– Yetmiş yıl sürdü benim düşüm. Gerçekte, uykudan uyanıp da kendi kendisiyle karşılaşmayan insan yoktur.
Bütün bunlar bir mucize ve mucizeler korkunçtur..
Şiir, gerçekten olmuş olanı değil de, bir özlemi dile getirdiğinde güzeldir.
Kimileri insanı, Tanrı’nın, evrenin bilincine varmayı sağlayan bir organı olduğunu düşünürler
Türlü türlü diller olması, türlü türlü halklar hatta savaşlar olmasına yol açtı
“ zaten önemli olan okumak değil yeniden okumaktır.”
Tüm okuma serüvenimiz aslında yeniden okumak isteyeceğimiz bir satırı bulmanın arayışı değil mi?
Gerçekte, uykudan uyanıpta kendi kendisiyle karşılaşmayan insan yoktur

Sesim yorgun,
parmaklarım da güçsüz,
yine de dinle beni ..

Belki uyanacağız,
belki de hayır.
Ama bu arada
düşe boyun eğmek zorundayız;
dünya­yı, doğmuş olmayı,
görmeyi, solumayı kabullendiğimiz gibi.
“kargaları ele alın: ne ekerler, ne biçerler, ne kilerleri vardır, ne de ambarları, ama Tanrı onları besler. siz onlardan daha mı az değerlisiniz?” öğretileri tüm biriktirmeyi yasaklar: “Tanrı tarlalarda bugün olup yarın fırına atılan otu yeniden yetiştiriyorsa, sizin için daha fazlasını yapmayacak mıdır, ey imansızlar! yarınki yiyeceğinizin ve içeceğinizin ardında koşmayın, bunun için tasalanmayın”.
insan, ölülerle konuşurken, ölü olduğunu unutuyor.
yalnızlık bana acı vermiyor, insanın kendisine ve kendi huylarına katlanmasıyla hayat zaten yeterince zor.
Öyleyse herkes kendi Bernard Shaw’u, kendi İsa’sı, kendi Archımedes ı olmak zorunda.
Bize yalnızca alıntılar kaldı.
Sonradan öğrendim bu sözlerin kendisine benzemediğini, zaten söylediğimiz bize benzemez her zaman.
Yarım yüzyıl boşuna geçmez. Gelişigüzel okumalar ve değişik beğenilere sahip insanlar arasında geçen bu konuşma sonucunda birbirimizi anlayamadığımızı kavradım. Çok farklı ve çok benzerdik. Birbirimizi aldatmamız mümkün değildi, bu da konuşmamızı zorlaştırıyordu. Her birimiz, öbürünün karikatürden bir kopyasıydı. Durum, daha uzun süremeyecek kadar anormaldi. Öğüt vermek ya da tartışmak yararsızdı, çünkü onun kaçınılmaz yazgısı, benim olduğum kişi olmaktı.
“Aldırma .
Adım adım gelen körlük o kadar acıklı değil.
Ağır ağır gelen bir yaz akşamı gibi .”
.
“Eğer uzay sonsuzsa, biz uzayın herhangi bir noktasındayız.
Eğer zaman sonsuzsa, biz zamanın herhangi bir noktasındayız ”
.
“Zaten önemli olan okumak değil,
yeniden okumaktır.
Şimdi batmış olan basımevleri insanoğluna en büyük kötülüğü yaptı, ve gereksiz metinleri başdöndürücü bir hızla çoğalttı ”
.
Hem çok farklıydık birbirimizden,
hem de çok benzer yanlarımız vardı.
Her ikimiz de birbirimizi aldatamazdık,
bu da söyleşimizi güçleştiriyordu.
Her birimiz ötekinin karikatürleştirilmiş öyküntüsüydük.
Durum, çok uzun süremeyecek denli anormaldi. Öğüt vermek de tartışmak da yararsızdı, çünkü onun kaçınılmaz yazgısı ben olmaktı .”
İkimiz de yalan söylüyorduk ve ikimiz de ötekinin yalan söylediğini biliyordu ”
Birisi öldüğünde neler duyarsak onları duydum ben de: daha yakın olmamaktan duyulan artık yararsız bir pişmanlık. İnsan ölülerle konuşurken onların ölü olduğunu unutuyor.
“Şiir, eğer onu gerçekleşen bir olay öyküsü olarak değil de, çok güçlü bir isteğin dışavurumu gibi algılarsak, güzeldir ”
Zaman kadar, dünün, bugünün, geleceğin, tüm zamanların ve hiçbir zamanın bu sonsuz dokusu kadar gizemli başka bir şey olmadığını kaç kez söylemişimdir kendi kendime.
Bir şeyi görebilmek için onu anlamak gerekir.
Ey geceler; ey paylaşılan, yumuşak karanlıklar; ey gölgede gizemli bir ırmak gibi akan aşk, ey herbirinin öteki olduğu o mutluluk anı; ey mutluluğun masumluğu ve arılığı, ey sevişirken, arkasından uyurken bizi kendimizden geçiren birleşme; ey günün ilk ışıkları ve onun seyrine dalışım!
Şiir gerçekten olmuş olanı değil de, bir özlemi dile getirdiğinde güzeldir.
İnsan, gölgesine bile bassa kirlenirdi.
Eğer uzay sonsuzsa biz de uzayın herhangi bir noktasındayız demektir. Eğer zaman sonsuza biz de zamanın herhangi bir noktasındayız.
Tek bir günah bizi birleştiriyor: gurur.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir