İçeriğe geç

Kültür Endüstrisi – Kültür Yönetimi Kitap Alıntıları – Theodor W. Adorno

Theodor W. Adorno kitaplarından Kültür Endüstrisi – Kültür Yönetimi kitap alıntıları sizlerle…

Kültür Endüstrisi – Kültür Yönetimi Kitap Alıntıları

Theodor W. Adorno kitaplarından Kültür Endüstrisi – Kültür Yönetimi kitap alıntıları sizlerle

Kültür Endüstrisi – Kültür Yönetimi Kitap Alıntıları

Her şey, olduğu şey için değil, değiştirilebilir olduğu sürece değerlidir.
Kültür endüstrisinin en önemli yasası, İnsanların arzuladıkları şeylere kavuşmamalarının ve bu yoksunluk içinde gülerek doyuma ulaşmalarını sağlamaktır.
Kusurlu toplumda gülme, mutluluğa bir hastalık gibi musallat olmuştur ve insanları sıradan bütünselliği çeker.
Eğlenceli vakit geçirmeye hizmet eden her şey, kültür endüstrisinin tüm o unsurları,Kültür endüstrisinden çok önce de vardı. Şimdi bunlar tepeden kavranıp zamanımızla aynı seviyeye getirilerek güncelleniyor.
Kültür endüstrisi, efektlerin, bariz rötuşların ve teknik ayrıntıların sanat yapıtına baskın çıkmasıyla birlikte gelişmiştir; vaktiyle bir ideayı ifade eden sanat yapıtı, onunla birlikle tasfiye edilmiştir. Ayrıntı, bağımlılıktan kurtularak itaatsizleşmiş ve romantizmden ekspresyonizme kadar, düzenlemeye karşı çıkışın dizginlenmemiş dışavurumu ve taşıyıcısı olarak öne çıkmıştı.
Kültür endüstrisinin sistemini sözde ve gerçekten destekleyen dinleyicinin ruh hali, o sistemin mazereti değil, bir parçasıdır. Eğer bir sanat dalı, aracı ve malzemesi bakımından kendisine çok uzak düşen başka bir sanat dalıyla aynı yöntemleri uyguluyorsa; radyodaki “pembe dizilerin dramatik düğüm noktaları, teknik sorunların (cazın en üst seviyelerinde olduğu gibi bu sorunların üstesinden de “jam ” diye gelinir) nasıl çözüleceğine ilişkin öğretici örneklemeler haline geliyorsa; Beethoven’a ait bir cümlenin serbest bir “uyarlaması”, bir Tolstoy romanının filme “uyarlanmasıyla” aynı kurallara uyuyorsa, dinleyicilerin kendiliğinden isteklerini karşılama çabası havadan bir bahaneye dönüşür.
Telefon, insanların özne rolünü oynamasına liberal yoldan izin vermiştir. Radyoysa herkesi, demokratik yoldan aynı ölçüde dinleyiciye dönüştürerek, otoriter bir biçimde, farklı kanallarda yayınlanan aynı programların dinleyicileri haline getirir. Herhangi bir cevap mekanizması gelişmediği gibi, özel yayınlar da bağımlılığa mahkûmdur.
Sinema ve radyo günümüzde kendilerini sanatmış gibi göstermek zorunda değildir. Herhangi bir işten farklı olmadıkları hakikatini, bilerek ürettikleri zırvaları meşrulaştıran bir ideoloji olarak kullanırlar. Onlar kendilerini endüstri diye adlandırırlar ve görevin başındaki genel müdürlerin gelirine ilişkin rakamlar kamuya ilan edildiğinde, tüketime hazır ürünlerin toplumsal gerekliliği konusundaki kuşkular dağılır.
Kültür çelişkili bir metadır. Değiş tokuş yasasına o kadar bağlıdır ki değiştirilemez; kullanım sırasında da öyle körü körüne tüketilir ki kullanılamaz olur.
Güldürü, bu endüstrinin sürekli reçete olarak kullandığı şifalı sudur. İnsanları mutlu olduklarına inandırır.
Çeşitli disiplinler arasındaki işbölümünün müsebbibi, yüksek sanat ile kültür endüstrisi arasındaki derin bölümmrye yol açan parçalanma ve şeyleşme kuvvetlerinden başkası değildir.
Kültür, genel olan özel olana karşı uzlaşmaz kaldığı sürece, özel olanın genele karşı süregiden itirazıdır.
-“Kültür endüstrisi ile yüksek sanatın iç içe geçirilmesine rağmen, bu içe doğru çöküşün her iki unsuruna, yani kül­tür endüstrisinde ve yüksek sanatta meydana gelen değişik­liklere ilişkin en makul değerlendirme şu olabilir: Kültür endüstrisi ile yüksek sanatın farklılıkları sahte biçimde uz­laştırılmış, dolayısıyla evrensel ile tikel arasında sahte bir
uzlaşma gerçekleşmiştir.”
-“Sanatın ütopyası hayata geçseydi, sanat sona ererdi.”
Akılsallaştırılmadan önce söz özlemin yanı sıra yalana da yer açmıştır; akılsallaştırılmış söz ise yalandan çok özlemi bağlayan bir deli gömleğine dönüşmüştür.
Benliğin özgün niteliği, toplumsal olarak koşullandırılmış bir tekel ürünüdür, ama sanki doğalmış gibi gösterilir.
Sanat yapıtları çileci ve utanmazdır, kültür endüstrisi ise pornografik ve iffetli.
Kültür endüstrisi, kültür mallarını, sergi ya da konserleri televizyonda ya da radyoda, bedava , amme hizmeti kisvesinde sunarak bu durumu tersine çevirir. Oysa bunların bedeli, emekçi kitleler tarafından zaten çoktan ödenmiştir.
Özel kültür tekellerinin egemenliği altında “tiranlık bedeni özgür bırakır ve saldırısını ruha yöneltir. Hükümdar artık, ‘Benim gibi düşünmelisin ya da ölmelisin,’ demez. Şöyle der: ‘Benim gibi düşünmemekte özgürsün; yaşamın, malın, mülkün , her seyin sende kalacak, ama bugünden itibaren aramizda bir yabancisin.
Zihinsel üretimin tüm dalları aynı biçimde tek bir amaca tâbi kılınır: insan duyularının, akşam fabrikadan ayrıldığı andan ertesi sabah tekrar kart bastığı ana kadar, gūn boyu yūrūtmek zo- runda olduğu emek sūrecinin damgasıyla meşgul tutulması amacına.
Günümüzde kültür her şeye benzerlik bulaştırır.
Telefon insanların özne rolünü oynamasına liberal yoldan izin vermiştir. Radyo herkesi, demokratik yoldan aynı ölçüde dinleyiciye dönüştürerek, otoriter bir biçimde farklı kanallarda yayınlanan aynı proğramların dinleyicileri haline getirir.
tekniğin toplum üzerindeki iktidarının, ekonomik açıdan en güçlü olanların iktidarına dayandığı gerçeği suskunlukla geçiştirilir.
Kültür endüstrisi yöneldiği milyonların bilinç yada bilinçsizlik düzeyi üzerinde yadsınamaz bir biçimde spekülasyon yaparken, kitleler birincil değil ikincildirler , hesaplanmıştırlar; mekanizmanın eklentileridirler.
İnsanların en mahrem tepkileri bile kendileri için öylesine şeyleşmiştir ki, kendine özgü olma fikri ancak uç noktadaki bir soyutluk biçiminde varlığını sürdürmektedir: ”personality ” (kişilik), parlak beyaz dişlere sahip olmanın, duygulardan ve ter kokusundan kurtulmanın ötesinde anlam taşımaz. Reklamın kültür endüstrisindeki zaferi budur işte: tüketicinin, sahte olduklarını gördüğü halde, bastırılması zor bir istekle kültür metalarını almaya ve kullanmaya devam etmesi.
Aslında bir doyum olmayan bu doyumlara sıkı sıkıya sarılmaktan vazgeçtikleri anda yaşamlarının tamamen çekilmez olacağını sezinliyor, ama bunu kendilerine itiraf edemiyorlar.
Aşırı talep de sabotajın üstün bir biçimidir.
Her şeyi bütünün değiştirilmesinden bekleyen radikalizm soyuttur: Değiştirilmiş bir bütünde de birey sorunsalı inatla geri döner.
Yönetim kültürde yalnızca, kültürün eskiden beri işlediği suçu yineler: kendini bir temsil unsuruna, bir çalışma sahasına ve nihayet kitleleri işleme, propaganda ve turizm aracına dönüştürme suçudur bu.
Yönetim ise, üretken olduğu kabul edilen insana yalnızca dışarıdan dayatılmaz. Kendini onun içinde çoğaltır. Zaman içindeki bir durumun, kendisini onaylayan özneleri yarattığı, harfi harfine kabul edilmelidir.
Endüstriyel dönemin insanları var oluşlarını taş devrinde sebze meyve toplayarak yaşamalarını sağlayan koşullar altında sürdürecek olsalardı, mutlaka yok olup giderlerdi. Eleştirel toplum teorisi bu olguyu, emek gücünün yeniden üretiminin statik bir doğa kategorisi olmadığı, belirli bir tarihsel evrede ulaşılan kültürel duruma tekabül ettiği tezi ile dile getirmiştir.
Tekelleşmenin artışının sorumlusu, mübadele ilişkisinin tüm yaşama yayılması olabilir. Eşdeğerlilikler temelinde düşünmek, bizatihi yönetim rasyonelliğine ilkesel olarak akraba bir üretim biçimidir; zira bütün nesnelerin kıyaslanabilirliğinin ve soyut kurallar altında toplanabilirliğinin zeminini üretir.
Bürokratik örgütlenmenin yükselişinin belirleyici nedeni, eskiden beri, diğer bütün örgütlenme biçimleri karşısındaki mutlak teknik üstünlüğüydü. Tam olarak gelişmiş bürokratik bir mekanizmanın öteki biçimler karşısındaki konumu, tam da, mekanik olmayan meta üretimi tarzları karşısında bir makinanın konumu gibidir.
Kültürden söz eden, bilerek ya da bilmeyerek yönetimden de söz ediyor demektir. Felsefe ve din, bilim ve sanat, yaşam tarzları ve töreler gibi birbirinden farklı bu kadar çok şeyin ve ayrıca bir çağın nesnel tininin tek bir ‘kültür’ sözcüğü ile özetlenişi, daha en baştan, tüm bunları yukarıdan bakarak bir araya toplayan, taksim eden, ölçüp biçen, organize eden bir idari bakışı ele veriyor.
Kültür endüstrisi yöneldiği milyonların bilinçli ya da bilinçsizlik düzeyi üzerinde yadsınamaz bir biçimde spekülasyon yaparken, kitleler birincil değil ikincildirler, hesaplanmıştırlar; mekanizmanın eklentileridirler. Müşteri, kültür endüstrisinin inandırmak istediği gibi, kral değildir; kültür endüstrisinin öznesi değil, nesnesidir.
Kültür endüstrisi müşterilerinin kasten ve tepeden bütünleştirilmesidir.
Reklamın kültür endüstrisindeki zaferi budur işte: tüketicinin, sahte olduklarını gördüğü halde, bastırılması zor bir istekle kültür metalarını almaya ve kullanmaya devam etmesi.
Reklam ve kültür endüstrisi hem teknik hem de ekonomik açıdan birbiriyle kaynaşır. Her iki alanda da aynı öğe sayısız mekanda görünür ve aynı kültür ürününün mekanik tekrarı, propagandanın kilit sözcüklerinin durmadan yinelenmesiyle aynı şeydir.
Reklam, kültür endüstrisinin yaşam iksiridir.
Amerika’da radyo dinleyicileri herhangi bir ücret ödemez. Bu sayede çıkarsızlık ve tarafsızlık gibi aldatıcı bir görünüm kazanır; bu da faşizm için tam bir nimettir. Faşizmde radyo Führer’in evrensel çenesine dönüşür; sokak hoparlörlerinden duyulan sesi, modern propagandadan ayırt edilmesi zaten güç olan ve panik yaratan siren sesleriyle birleşir. Nasyonal Sosyalistler radyo yayınının kendi davalarına biçim kazandırdığını biliyorlardı, tıpkı matbaanın reform hareketindeki işlevi gibi.
Benliğin özgün niteliği, toplumsal olarak koşullandırılmış bir tekel ürünüdür, ama sanki doğalmış gibi gösterilir.
Bütünleşme mucizesi, yani yönetenlerin dirençsiz olanları aralarına almak için kullandıkları, dik kafalılıklarını ezen yardımseverlik, faşizme işaret eder.
İdeolojik yanılsamaya göre işçiler (yani bizi asıl besleyenler), ekonominin yöneticileri (yani beslenenler) tarafından beslenmektedir. Böylelikle birey, güvenliksiz bir duruma düşer.
Görünüşte herkesin özgürlüğü güvence altındadır. Resmi olarak kimse düşündüklerinden ötürü hesap vermek zorunda değildir. Buna karşılık herkes küçük yaşlardan itibaren toplumsal denetimin en hassas araçlarını oluşturan kiliselere, kulüplere, meslek kuruluşlarına ve benzer ilişki ağlarına hapsolmuştur. Kendini mahvetmek istemeyen herkes, bu aygıtın tartısında fazla hafif çıkmaktan kaçınmalıdır. Yoksa yaşamın gerisinde kalacak ve eninde sonunda yok olup gidecektir.
Endüstri, insanla yalnızca müşterisi ve çalışanı olarak ilgilenir ve gerçekten de insanlığı bir bütün olarak, her şeyi kapsayan bu formüle indirgemiştir, tıpkı her biri öylesine yaptığı gibi.
Eğlenmek her zaman bir şey düşünmemek, gösterildiği yerde bile acıyı unutmak demektir. Bunun temelinde yatan şey, güçsüzlüktür. Gerçekten de bu bir kaçıştır, ama eğlencenin iddia ettiği gibi bayağı gerçeklikten değil, gerçekliğin insana bıraktığı direnişe ilişkin son düşünceden kaçıştır.
Eğer eğlence gereksinimi, yapıtını kitlelere konusu aracılığıyla, yağlıboya taklidi reprodüksiyonları resmettiği hafif lokmalarla, ya da tam tersi, puding tozunu servise hazır puding resmi ile çekici kılmaya çalışan endüstri tarafından yaratılmış bir şeyse, o zaman eğlence hep ticari açıkgözlülüğün, satıcı ağzının, pazardaki işportacı seslerinin izlerini taşır.
Günümüzde kültürle eğlencenin kaynaşması yalnızca kültürün alçaltılması ile değil, eğlencenin zorla entelektüelleştirilmesi ile de gerçekleşir.
Bugün sistem içinde belirleyici olan şey, tüketicinin iplerini elden bırakmama, tüketiciye bir an olsun direnişin mümkün olduğunu sezdirmeme gerekliliğidir. Endüstriyel kültürün ilkesi, bir yandan tüm tüketici gereksinimlerinin kültür endüstrisi tarafından giderilebileceğini göstermek, öte yandan da bu gereksinimleri insanın hep bir tüketici, sadece kültür endüstrisinin bir nesnesi olarak yaşamasını sağlayacak biçimde düzenlemektir.
‘Res severa verum gaudium.’
‘Gerçek sevinç çetin bir şeydir.’
Estetik yüceltmenin sırrı budur: doyumu, yerine getirilmemiş bir vaat olarak temsil etmesi.
Eğlence, geç kapitalizim koşullarında çalışmanın uzantısıdır. Mekanikleştirilmiş emek süreci ile yeniden baş edebilmek için ondan kaçmak isteyen kimselerin aradığı bir şeydir. Ama aynı zamanda mekanikleştirme, boş zamanı olan kimseler ve onların mutluluğu üzerinde öyle bir güce sahiptir ki, eğlence metalarının üretimini temelden belirleyerek bu kimselere boş zamanlarında emek süreçlerinin kopyasından başka bir şey yaşatmaz.
Kültür endüstrisi şunları yapmış olmakla övünebilir: eskiden çoğunlukla hantalca gerçekleşen bir süreci, sanatın tüketim alanına dönüşümünü kararlı bir biçimde gerçekleştirmiş ve bu dönüşümü ilke düzeyine yükseltmiştir; eğlenceyi sıkıcı naifliğinden arındırıp metaların niteliklerini geliştirmiştir. Kültür endüstrisi bütünsel bir hal aldıkça ve dışlananları gitgide daha acımasız bir biçimde iflasa ya da büyük şirketlere katılmaya zorladıkça, daha incelikli ve düzeyli bir hale geldi ve sonunda Beethoven ile Casino de Paris’in sentezini gerçekleştirmeyi becerdi.
Hükmedilenlerin, hükmedenlerce dayatılan ahlakı onlardan fazla ciddiye alması gibi, günümüzün aldatılan kitleleri de başarı mitine gerçekten başarılı olmuş kişilerden çok daha fazla kapılırlar. Kitlelerin kendilerine göre istekleri vardır. Onları köleleştiren ideolojide şaşmaz biçimde ısrar ederler. Halkın kendine yapılan kötülüğe beslediği tehlikeli sevgi, yetkili mercilerin kurnazlığını bile geride bırakır.
Özel kültür tekellerinin egemenliği altında tiranlık bedeni özgür bırakır ve saldırısını ruha yöneltir. Hükümdar artık, “Benim gibi düşünmelisin ya da ölmelisin,” demez. Şöyle der: “Benim gibi düşünmemekte özgürsün; yaşamın, malın, mülkün, her şeyin sende kalacak, ama bugünden itibaren aramızda bir yabancısın.
Sonunda kültür endüstrisi, taklit olanı mutlak olanın yerine koyar. Kültür endüstrisi stilden
başka bir şey olmadığı için, stilin sırrını, onun toplumsal hiyerarşi itaat demek olduğunu açığa çıkarır.
Yapım teknikleri, ampirik nesneleri ne kadar yoğun ve boşluk bırakmayacak biçimde kopyalayabilirse, dışarıdaki dünyanın beyaz perdede gösterilenin kesintisiz bir devamı olduğu yanılsamasını yaratmak da o kadar kolay olur.
Tüketiciler kendilerini boş zamanlarında bile üretimin birliğine uydurmak zorundadır.
Merkezi denetimden kendini biraz olsun kurtarabilecek bir gereksinim, zaten bireysel bilincin denetimi tarafından bastırılır.
Günümüz teknik akılsallığı egemenliğin akılsallığıdır; kendine yabancılaşmış toplumun zorlayıcı karakteridir.
Günümüzde kültür her şeye benzerlik bulaştırır. Filmler, radyo ve dergiler bir sistem meydana getirir. Bu alanların her biri kendi içinde ve hep birlikte söz birliği içindedir. Siyasal karşıtlıkların estetik ifadeleri bile bu çelikten ritme hevesle uyumakta birleşir.
Tarihin modernizmi ortadan kaldırması postmodernizmin suçu değildir. Postmodernizm, modernizmden daha güç bir durumdadır, yapıdan yoksundur.
Sanat eserlerinin metaya dönüşmesi ve bu şekilde alımlanması gibi, tüketim toplumunda metanın kendisi imgeye, temsile ve gösteriye dönüşmüştür. Kullanım değerinin yerini ambalaj ve tanıtım almıştır.
Kültür endüstrisinin sanattaki sitili geri dönüşümle sunması demek olan “hayat tarzı“, vaktiyle yadsıma unsuru barındıran bir estetik kategorinin meta tüketiminin bir niteliğine dönüşmesini temsil eder.
1950’lerin sonuna gelindiğinde bilincin homojenleştirilmesinin sermayenin büyümesi açısından verimli olmadığı anlaşılır; yeni metalar için yeni ihtiyaçların yaratılması gerekmektedir.
Postmodernizm yüksek sanat ile düşük sanatın yeniden birleşmesi çabasındadır ve bu da modernizmin elitizmi karşısında demokratik bir tepkidir.
Kültürün diyalektik eleştirmeni kültüre hem katılmalı hem de katılmamalıdır. ancak o zaman hem kendine hem de nesnesine adil davranmış olur.
Görünümlerinin altında yatanları görmek için, bunları toplumun çıkar yapısının ürünleri olarak algılamak ve tarihsel kökenlerini ifşa etmek gerekir.
Tüketici kültürü, kültürün yozlaşmasıdır.
Genelde kültür eleştirmeni şaibeli bir konumdadır; eleştirmen olarak, içinde yaşadığı uygarlıktan duyduğu rahatsızlığı ifade eder, ama bu rahatsızlığını da o uygarlığa borçludur.
Asıl garip olan ve açıklama gerektiren nokta, pragmatik ya da psikolojik açıdan temellendirilmiş tavsiye biçimi altındaki rasyonellik ile bu tavsiyenin kaynağında yatıp onu şekillendiren akıldışılışın birleşmesidir.
Reklamın kültür endüstrisindeki zaferi budur işte: tüketicinin, sahte olduklarını gördüğü halde, bastırılması zor bir istek ve kültür metaların almaya ve kullanmaya devam etmesi.
Kültür endüstrisi düşünümün yenilgisinin toplumsal boyutta gerçekleşmesidir; kapsayıcı aklın, çokluğun tekte birleştirilmesinin hayata geçmesidir.
Kültür endüstrisinin etkililiği, bir ideolojinin bayraktarlığını yapmasına, eşyanın hakiki doğasını gizlemesine dayanmaz; mevcut durum karşısında herhangi bir alternatifin var olduğu fikrini uzaklaştırmasına dayanır.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir