Sabaa Tahir kitaplarından Küller ve Kor kitap alıntıları sizlerle…
Küller ve Kor Kitap Alıntıları
“İki tür suçluluk duygusu vardır. İnsana yük olan ve insana bir amaç veren. Suçluluk duygunun seni ateşlemesine izin ver. Bırak sana olmayı istediğin kişiyi hatırlatsın. Zihninde bir sınır çiz. O sınırı bir daha asla aşma. Bir ruhun var. Hasar görmüş ama hâlâ orada. Onu senden almalarına izin verme.”
“Bu hayat her zaman sandığımız gibi gitmez.”
Fear is only your enemy if you allow it to be.
As long as there is life, there is hope.
“.. O gün dünyamın sonunun geldiğini düşünmüştüm. Bir bakıma haklıydım. Şimdi dünyamı yeniden kurmanın zamanıydı. Sonumu yeniden yazmanın zamanıydı. Elimi kolluğuma koydum. Bu defa, tereddüt etmeyecektim.”
“Sen dolusun Laia. Hayat, karanlık, güç ve azimle dolusun. Sen rüyalarımızdasın. Yanacaksın, çünkü küllerin arasındaki bir korsun. Kaderin bu…”
“…Ama iki tür suçluluk duygusu vardır küçük kız. İşe yaramaz olana kadar insanı boğan ya da bir amaç uğruna insanın ruhunu ateşleyen..”
Fear is only your enemy if you allow it to be.”
“There are two kinds of guilt,” I say softly. “The kind that’s a burden and the kind that gives you purpose. Let your guilt be your fuel. Let it remind you of who you want to be. Draw a line in your mind. Never cross it again. You have a soul. It’s damaged, but it’s there. Don’t let them take it from you, Elias.”
But maybe silence was his solace.
“You’ll never forget them, not even after years. But one day, you’ll go a whole minute without feeling the pain. Then an hour. A day. That’s all you can ask for, really.”
Life is made of so many moments that mean nothing. Then one day, a single moment comes along to define every second that comes after.
“Sen dolusun Laia. Hayat, karanlık, güç ve azimle dolusun. Sen rüyalarımızdasın. Yanacaksın, çünkü küllerin arasındaki bir korsun. Kaderin bu. Direniş casusu olmak senin küçük bir yanın. Bu hiçbir şey.”
Veturius yine bıçak gibi gülümsedi. “Şu halimize bak,” dedi. “Âlim köle ve Maskeli, birbirlerini kötü olmadıklarına ikna etmeye çalışıyorlar. Kâhinler’in iyi bir espri anlayışı var, değil mi?”
Hangi sesi dinleyecektim? Casusu mu köleyi mi? Mücadeleciyi mi yoksa korkağı mı? Bu soruların cevaplarının kolay olacağını sanmıştım. Bu gerçek korkunun ne olduğunu öğrenmeden önceydi.
Ani esinti bir tutam saçının topuzundan kurtulup elmacık kemiğine düşmesine neden oldu. Gözlerime meydan okurcasına baktı ve bir an için özgürlük arzumun yansımasını, gözlerinde yoğunlaştığını gördüm. Alim bir köle şöyle dursun, bu daha önce diğer öğrencilerin bile gözlerinde görmediğim bir şeydi. Tuhaf bir anlığına, kendimi daha az yalnız hissettim.
Sen küllerin arasındaki bir korsun Elias Veturius. Parlayıp yakıp yıkacak ve yok edeceksin. Bunu değiştiremezsin. Buna engel olamazsın.
Hayat hiçbir şey ifade etmeyen birçok andan oluşuyor, sonra bir gün, ardından gelecek her saniyeyi belirleyen bir an geliyor. Darin’in bağırdığı an o anlardan biriydi. O bir cesaret ve güç testiydi. Ve ben başarısız olmuştum.
Kardeşim hâlâ mücadele ediyor, bağrışları içime işliyordu. Ölene ya da yaptığımı telafi edene kadar yaşadığım her an bu sesleri tekrar tekrar duyacağımı biliyordum.
Buna rağmen kaçtım.
Buna rağmen kaçtım.
Korku ancak izin verirsen senin düşmanın olur.
Nasıl gelirse gelsin, ölüm ölümdü.
Ölen herkesin başına bu mu geliyordu? Bir an hayattayken, bir an ölüyordunuz ve sonra BUM, havayı yırtan bir patlama duyuluyordu. Öbür dünyaya şiddetli bir karşılamaydı ama en azından bu da bir şey sayılırdı.
Çaylak olduğumuz zamanlarda birlikte hiç gülmemiş miydik? Barbar kampında birlikte mücadele vermemiş miydik? İlk çiftlik evimizi başarılı bir şekilde soyduktan sonra gülme krizine girmemiş miydik ya da birimiz devam edemeyecek kadar zayıf düştüğünde diğerini taşımamış mıydık? Birbirimizi hiç sevmemiş miydik?
Ölünce Ölünce bu duvarları özlemeyebilirdim ama rüzgârı ve özgürlüğün ölüm yerine yaşamda bulunabildiği uzak yerlerden taşıdığı kokuyu özleyecektim.
O gün dünyamın sonunun geldiğini düşünmüştüm. Bir bakıma haklıydım. Şimdi dünyamı yeniden kurmanın zamanıydı. Sonumu yeniden yazmanın zamanıydı.
“Korku iyi olabilir Laia. Seni diri tutar. Ama seni kontrol etmesine izin verme. İçine şüphe tohumları ekmesine izin verme. Korku seni ele geçirdiğinde, onunla mücadele etmek için daha güçlü ve yok edilemez tek şeyi, ruhunu ve kalbini kullan.”
“Çok fazla korku insanı felç eder,”. “Çok az korku ise insanı küstah yapar.”
“Korku ancak izin verirsen senin düşmanın olur.”
Korkuyorum, diye fısıldadım. Başaramamaktan korkuyorum. Ölmesinden korkuyorum. O sırada korku içimde alev aldı, sanki ondan bahsederek onu canlandırmıştım.
Öldürücü darbe kurtuluşum olacak.
Ölüm benim için geliyordu. Ölüm neredeyse buradaydı.
Onun için hazırdım.
Ölüm benim için geliyordu. Ölüm neredeyse buradaydı.
Onun için hazırdım.
Pişmanlığın kanındaki kurşun gibi seni ağırlaştırıyor keşke yapsaydın! Keşke kendinde o gücü bulsaydın! Bir hatayla hayatından vazgeçtin. Öyle değil mi? Bu işkence değil mi?
Kendi kendime bir daha böyle bir hata yapmayacağıma dair yemin ettim. Bir daha asla zayıflık göstermeyecektim.
Annem benim için bir sırdı, yüzü uzaktaki bir yıldız kadar ölüydü.
Ruhumu korumak buraya kadarmış.
Ve yakında ölecektim. Rüzgâra kapılıp giden bir yaprak gibi.
Gözden düşmüş, istenmeyen bir çocuk, hayal kırıklığı yaratan bir torun, bir katil. Bir hiçtim. Hayatı hiçbir şey ifade etmeyen bir adam.
“Diğer düşüncelerin özünde kim olduğun hakkında daha net konuşuyor. Geceleri sanki gökyüzü seni soğuk kollarıyla boğmak için üstüne çullanıyormuş gibi yalnızlığın seni eziyor”
“Düşünceler karışıktır, dağınık. Bir orman dolusu sarmaşık gibi birbirlerine dolanırlar, bir kanyondaki tortular gibi katmanlar halindedirler. Sarmaşıkların arasından geçmeli ve tortuların izini sürmeliyiz. Tercüme edip şifrelerini çözmeliyiz.”
“Bedelini bilemeyeceğin yeminler etme.”
+“Peki ya bizim kaderimiz? Bizim ruhumuz?”
-“Bizim ruhlarımızı çok uzun zaman önce aldılar Elias.”
+“Hayır Hel. Senin bir ruhun var. Bunu senden almalarına izin verme.
-“Bizim ruhlarımızı çok uzun zaman önce aldılar Elias.”
+“Hayır Hel. Senin bir ruhun var. Bunu senden almalarına izin verme.
Anlamıyor musun Elias? Sınavlar senden ya da benden daha büyük, suçluluk duygumuzdan ya da utancımızdan daha büyük. Biz beş yüz yıllık bir sorunun cevabıyız.
Sınavların giderek kolaylaşacağını mı sanıyordun? Bunun olacağını bilmiyor muydun? Bize en kötü korkularımızı yaşattılar. Bizi var olmaması gereken yaratıkların merhametine bıraktılar. Sonra da bizi birbirimize düşürdüler. Ruhen, bedenen ve zihnen. Şaşırdın mı? Safsın, sen busun. Bir aptalsın.
Büyükannem yaşam olduğu sürece umudun da olduğunu söylerdi.
“Düşmanı insan olarak görmek, bu bir generalin en büyük kâbusudur.”
Ölüm her şeyi gölgede bırakıyordu. Arkadaşlığı, sevgiyi, sadakati. Bu adamlara dair sahip olduğum güzel anılarım çaresiz kahkahalarımız, kazanılan bahisler, yapılan eşek şakaları- hepsi benden çalınıyordu. Tek hatırlayabildiğim en kötü, en karanlık şeylerdi.
Merhamet gösterip düşmanını öldürmezsen, sonuçlarına katlanırsın.
İki tür suçluluk duygusu vardır, dedim kısık bir sesle. “İnsana yük olan ve insana bir amaç veren. Suçluluk duygunun seni ateşlemesine izin ver. Bırak sana olmayı istediğin kişiyi hatırlatsın. Zihninde bir sınır çiz. O sınırı bir daha asla aşma. Bir ruhun var. Hasar görmüş ama hâlâ orada. Onu senden almalarına izin verme Elias.”
Ama sana izin vermezler, değil mi? Şefkatli ve düşünceli olmana izin vermezler. Ruhunu korumana izin vermezler.
Seni dönüştürdükleri kişi olmak yerine.. Elimi kalbinin üzerine koydum. “Burada olduğun gibi olursan, o zaman harika bir imparator olursun.”
Bana olanları unuttur, unuttur, unuttur.
“O bir köle Elias. Köleler her zaman ölürler.”
“Her gün günahlarımla yaşıyorum.Suçluluk duygusuyla yaşıyorum. Ama iki tür suçluluk duygusu vardır küçük kız. İşe yaramaz olana kadar insanı boğan ya da bir amaç uğruna insanın ruhunu ateşleyen.
“Hiçbir şey eskisi gibi olmayacak.”
Sadece tutku. Aşk değil.
Kapa çeneni mantık, dedi kalbim.
Kapa çeneni mantık, dedi kalbim.
Ama sen ve ben? Biz herkesi kaybedenleriz. Her şeyi. Biz birbirimize benziyoruz Laia.
“Ona nasıl baktığını gördüm. Sanki o suymuş ve sen de susuzluktan ölmek üzereymişsin gibi bakıyordun.”
Bunu nasıl yapacağımı biliyordum. Özgürlüğümü nasıl bulacağımı biliyordum.
Bana sonsuzluğu izlediğimi düşündüren gökyüzünde çok yakın görünen yıldızlara baktım. Ama kendimi küçücük hissettim. Yeryüzündeki hayat bu kadar çirkinken, yıldızların güzelliğinin hiçbir anlamı yoktu.
Belki de sessizlik onun tek tesellisiydi.
Darin için. Yürümeye devam ettim. Sen ne çekiyorsan, o daha fazlasını çekiyor.
Buz gibi olmak sıcak olmaktan daha iyi. Güçlü olmak zayıf olmaktan daha iyi.
“Nefret ettiğin her şeye dönüşeceksin”
Yorgunluk geçiciydi. Acı geçiciydi. Ama onu zamanında okula götürmenin bir yolunu bulamadığım için Helene’in ölmesi kalıcıydı.
Ya size verdiğim görevleri tamamlamanın bir yolunu bulun ya da bu uğurda ölün, derdi. Seçim sizin.
“Mücadele et Elias. Mücadele etmek zorundasın. Kazanmalısın.”
Karanlık. Aydınlık. Dördüncü gün. Ve çok geçmeden beşinci gün. Ama neden günleri sayıyordum? Günlerin önemi yoktu. Cehennemdeydim. Kendi yarattığım bir cehennem, çünkü ben kötü biriydim. Annem kadar kötü. Kurbanlarının kanı ve gözyaşlarından zevk alarak hayatını yaşayan bir Maskeli kadar kötü.
Bir tür rahatlama hissettim, çünkü bu yüzler başka birinin günahı, başkasının karanlığı olmalıydı.
Acıyla baş edebilirdim ama susuzluk insanı delirtebilirdi.
Benim de korktuğum bir şey olmalıydı. Kapalı yerler? Karanlık? Korkularımı bilmezsem, onlara hazırlıklı olamazdım.
Kes Laia. Onu düşünmeyi bırak. Düşünceliyse bile, ardında şeytani bir sebep olmalıydı. Gözlerinde ateş varsa bile, bu intikam arzusu olmalıydı. O bir Maskeli idi. Hepsi aynılardı.