İçeriğe geç

Kudema Meclisi Kitap Alıntıları – İhsan Şenocak

İhsan Şenocak kitaplarından Kudema Meclisi kitap alıntıları sizlerle…

Kudema Meclisi Kitap Alıntıları

Robert Kolejini 1901’de AB ile bitiren Halide Edip Adıvar’ın Kurtuluş Savaşı esnasında ısrarla Amerikan mandasını savunması, ecnebi okulların etkisini resmetmesi açısından oldukça önemlidir.
“İnsanoğlu helal ile haramı ağzıyla ayırt edemez.İnsan için helalinden pişirmiş olduğun tavuğun tadı ile çalınmış tavuğun tadı aynıdır.Haram ile helal arasını ancak fıkıh ayırır.”

Ali Haydar Efendi

İlim talebelerine Abdülhalik Gücdüvani’nin şu vasiyetini kendi vasiyeti gibi de nakleder,söyleyeceklerime bağlı kalmanızı istirham ediyoru,derdi:”Fıkıh ve hadis ilmini öğrenin,cahil sûfilerden uzak dur,malın,fıkıh kitapların olsun.Birisi medh ettiği zaman gururlanma,kınayınca da üzülme.İnsanlardan dünyevi bir şey isteme,fütüvvet ehli ol.Allah Teâlâ’nın sana verdiklerini,sen de halka dağıt.”
Mahmut Efendi,kökleri Osmanlı’ya;oradan da Saadet Asrı’na uzanan bu ilim-irfân yolunun,muasır yolcusudur.
Cahile ya da ahmağa karşılık vermemek şereftir.
“Dinimizin üzerine basarak erişebileceğimiz yüksek dünyanıza lanet ederim”
Eline bir kere bile ney almayan Mevlana’yı, Mesnevi yerine çalgı aletleriyle anmak ve anlatmak bir sanat darbesidir.
“Bizim Mesnevimiz Vahdet dükkanıdır,
Onda Allah’tan başka ne görürsen bil ki puttur.”
diyen Mevlana’yı konser salonlarına mahkum ettiler.
لاَ تَأخُذِ القُرآنَ مِن مُصحَفِي
(…)tıpkı insanların nesepleriyle bilindiği ve neseplerin meşruiyeti nikâhla korunduğu gibi,ilimde de nesep sistemi vardır ve meşruiyeti “icâzet”ile kayıt altına alınır.
Her şey Allah’ın vaat ettiği gibi
İslam ölmedi, ölmeyecek de, eğer hazırsanız kölelikten kulluğa yürüyüş destanını yeniden başlatıyoruz.
Sultan’ın anlaşılmasını temin eden şu dua, destan’ın yeniden nereden başlayacağını da göstermektedir:
Allahım helal etmiyorum! Şahsımı değil, milletimi bu hale getirenlere, hakkımı helal etmiyorum! Beni, benim için lif lif yolsalar, cımbız cımbız zerrelerimi koparsalar,sarayımı yaksalar, hânümânımı, hanedanımı söndürseler, çoluğumu gözümün önünde parçalasalar helal ederdim de Sevgili’nin yolunda yürüdüğüm için beni bu hâle getiren ve milletimi ateşe atan insanlara hakkımı helal etmem!
Allahım! Mukaddes isimlerine kurban olduğum Allahım! Ya Âdil! Bana “Kızıl Sultan” adını takan ve devrilmem için ellerinden geleni yapan Ermenileri, şimdi beni devirenlere parçalatıyorsun! Bu cellatları da, kim bilir, kimlere parçalatacaksın? Fakat yâ Rahman!.. Adaletinle tecelli edersen hepimiz kül oluruz!
Bize acı! Rasûlü’nün , Sevgili’nin, Kâinatın Efendisi’nin nurunu kaybeder gibi olduğu için bu hâle gelen millete, rahmetinle, fazlınla, lütfunla tecelli et!
Yâ Kadir! Kundaktaki yavruyu gagasına almış, kaçıran leş kuşunu düşürüp çocuğu kurtarmak ancak Senin kudretine sığabilir. Leş kuşlarının gagasında kundak çocuğuna dönen milletimi kurtar Allahım!
Ya Mâbûd!.. Ömrümde tek vakit farz namazı kaçırdığımı hatırlamıyorum! Ama tek vakit namazım olduğunu iddiaya da nefsimde kuvvet bulamıyorum!..
Huzurunda eğileceğime kaskatı kalıyorum ve duada ruh teslim edeceğime yatağımda kıvranıyorum! Sana kulluk gösteremeyen bu kulunu affet Allahım!
Eğer, yılları tespih dizisince süren hükümdarlığımda seni bir kere anabildim, Rasûlü’ne bir an bağlanabildimse, duamı, o bir kere ve bir an yüzü suyu hürmetine kabul et!
Yâ Sübhân! Şu titrek elleri, kıyamet gününde sana, “Ümmetim, ümmetim!” diye yalvaracak olan Habibi’nin eteğinde, şimdi ‘Milletim, milletim!’ diye dilenen bu ihtiyârın duasını geri çevirme! Milletimi evvelâ ‘Ba’sü ba’de’l-mevt’siz bir ölümle yok etmeyegötüren sahtekurtarıcılar ve sahte kurtuluşlardan kurtar; ve ona bir gün gelecek kurtarıcıları, gerçek kurtuluşu nasip eyle!..
Benim artık bu dünya gözüyle görebileceğim hiçbir saadet ümidim kalmadı. Bari felâketi olsun bana daha fazla gösterme Allah’ım! Ayakta duramaz haldeyim! Vadem ne gün dolacak Allahım?..”
Ülkeler sultanların namuslarıdır. Sultanlar yabancıların memleketlerine izinsiz girmelerine müsade etmezler
Bir kapının kapandığı yerde bin kapı açılacak, bir ölüm bin diriliş armağan edecek bize
Fatih’e hüzün, Beyazıd’a sessizlik çökmüştü. Ne Süleymaniye’de Ebûssuud, ne de saflarda o derin mü’minler vardı. Ulu mâbedler yetim düşmüş, eşikler yosun tutmuş, şadırvanlar akmaz olmuştu. İslâm, öz yurdunda sahipsizdi. Fatih Camii’nde, Esad Dedeler yoktu artık. İkindi sonraları Hafız Divanı,Gülistan, Mesnevi okunmuyordu. Faziletli ‘Köse İmamlar’, ruh terbiyesi veren ‘Tekkeler’ tarih olmuştu. Sanki gökten yasak yağıyordu.
Büyük ızdırablarla kazanılan zaferden Akif ’in
payına da “sükût etmek” düşmüştü. O da Taceddin Dergahı’nda “Sükût orucu”na girdi. Maddi planda kurtuluşunu gördüğü milletinin ruh planında helak oluşuna kahırlandı. Bu manzarayı daha fazla seyredemeyeceğini anlayınca hicret etme kararı aldı:
Bana dünyada ne yer kaldı, emin ol ne de yar;
Ararım göçmek için başka zemin, başka diyâr.
Bunalan ruhuma ister bir uzun boylu sefer;
Yaşamaktan ne çıkar, günlerim oldukça heder
Dünya ordularının savunmayı bile göze alamadığı durumlarda Müslümanın taarruzu başlar.
Asım’ın Nesli diyordum ya nasılmış gerçek
İşte çiğnetmedi namusunu çiğnetmeyecek!
Sahte kahramanlar, çürük ipliklere hülyalar dizmekle meşguldü.
İlim zamanla tekevvün eder
Adın benim adın olsun, ilmin benim ilmin olsun, takvan benden fazla olsun
Kudema bezminde aşk; konuşmak değil, yanmaktı. Dervişler hırkaları kadar değil, yandıkları kadar derviş sayılırdı. Ârif kapısını aşındıranlar bilirdi ki demir kızmadan, yürek yanmadan şekil almaz; salik de yitiğini bulmadan, âşık büyük aşklara dalmadan duramaz.
İhsan Şenocak?
İyiler gitti, en hayırlılar toprağın altında
Yemeği ve uykuyu azaltarak kazandıkları zamanı ilmin hanesine ekleyen alimler, insanlarla konuşma noktasında da titiz davranmış, saniyelerin dahi hesabını yapmışlardır.Amir b.Abdi Kays, kendisi ile sohbet etmek isteyen kişiye, Seninle ancak güneşi dönmekten alıkor, zamanı da durdurursan konuşurum. demiştir.
Az yemek, az konuşmak, az uyumak sûfinin olduğu gibi âlimin de şiarıdır.
Aşk acıyı tatlı,toprağı altın ,kederi safa, elemi şifa, zindanı gülistan,hastalığı nimet,kahrı rahmet yapar.Demiri inceltir,taşı eritir, ölüye can verir,köleyi efendi yapar.dedi Mevlâna
Mevlâna Celaleddin-i Rumi
Namaz vakti gelince kıbleye döner, yüzünün rengi değişir,geceler boyu ibadet ederdi.Uzun yıllar kendisiyle aynı ortamı paylaşan Sipehsâlar, ‘Onu hiç gece elbisesiyle görmedim.Odasinda ne yatak, ne de yastık vardı.Uyku bastırınca oturduğu yerde şekerleme yapardı.Sabaha kadar namaz kılardı.Bir şiirinde namazı su şekilde vasfetmişti;
Gözyaşlarıyla abdest alınca namaz ateş gibi hararetli olur.
Şiddetli soğuğun olduğu bir kış günü namazda öyle ağladı ki gözyaşlarıyla yüzü ve sakalları ıslandı,yanak ve sakallari buz tuttu fakat yine de namazını bozmadı,kıraatini azaltmadı.Cunku gözünün nuru namazdı.Hayatini Allah Rasulü’nun سدِّدُوا و قاربوا takatiniz nisbetinde ibadet edin ve orta yoldan ayrılmayın. talimati üzerine kurguladı.
Saltanat giderse yerine yenisi ikame edilir; fakat İslam sarsılırsa yerine yenisi gelemez.
Ölümü düğün geçesi kabul edeni hangi güç sindirebilir ki ?..
Imamı Gazzali
Bir ferdi olduğum insanlık, ah ne kadar az idi gerçekten; derinliklerine erişemediği yeraltı ile sonsuzluğa uzanan gökyüzü arasındaki dünyasında, ancak basabildiği toprakla ve varabildiği menzille sınırlıydı; ne kadar âciz, bilgisiz ve çaresizdi!
Ölüm gurbeti bitirir, vuslatın kapısını açar
Cahile ya da ahmağa karşılık vermemek şereftir.
Sûrette halk, hakikatte ise Hak ile olmaya çağıran tasavvufu, bir cübbe, bir hırka, bir neye indirgediler.
Müslümanların mes’ûd bir dünya yüzüne çıkmasını vicdanî samimiyetimle arzu ettiğim hâlde dinimizin üzerine basarak erişebileceğimiz yüksek dünyanıza lanet ederim.
Müslümanın ülkesi sınır, ufku hudut kabul etmez. İmanı ise en batıdaki Mazlumlar gibi, en doğuda Çin’in esaretinde yaşayan Türkistanlı’ları da kuşatır.
Allah’a secde etmenin manasından mahrum olduğundan dolayı kendisi için yaratılan kıymetli her şeye ya da onların ihtişamına secde eden Batı, girdiği ölüm yolunda ürettiği tanrısı ile birlikte ölecek.
“Ölümü düğün gecesi olarak görene ölüm ne yapabilir ki?”
Necip Fazıl, “Ulu Hakan İkinci Abdülhamid Han” adlı kitabını şu cümle ile noktalar:
ABDÜLHAMİD’İ ANLAMAK HERŞEYİ ANLAMAK OLACAKTIR.”
Yavuz, derhal çadırından çıkıp atına bindi, askerin içine girip şunları söyledi:
“Zayıflar, aile hasretine dayanamayanlar geri dönsün. Erkek olanlar benimle gelsin. Yalnız da olsam giderim.”
Hz. Zeyd’in Allah Rasûlü’ne ( s.a.v ) bağlılığı Abdulkadir Molla’yı derinden etkiledi, Sudanlı gibi şu mısraları mırıldandı;
Demir nikabını kaldır mezâr-ı pakinden!
Bu hasta ruhumu artık ayırma hakinden!
Nedir o meşale? Nurun mu? Ya Rasûlallah!..
“Ben müslümanım. Çiğnerim, çiğnenirim Hakkı tutar kaldırırım” diyen Ömer Amca, çocukken bize, “Müslüman, Allah’tan başka kimseden korkmaz. Otoritenin gücüne, maruz kalacağınız zararın şiddetine bakmadan hakkı söyleyeceksiniz” derdi..
Karıncaların suyunu küçümsemeyin. Ateşi karıncalar da söndürür. Ebabil’le Ebrehe’nin ordusunu hâk ile yeksan eden, karınca’nın suyuyla da ateş söndürmeye kadirdir..
Ömer Amca o günlerde Kur’an Kursu kapısında nöbette, mahkemede savunmadaydı. Kenan Evren’e, “Millete zulmetme, başörtüsüne elini uzatma!” diye mektuplar yazmıştı..
Bize ne uzak ölüm, bize ne yakın ölüm, ölümsüzlüğü tattık bize ne yapsın ölüm.
Seyyid Kutub, İslâm davasına yaptığı mütevazi katkı izzetle yaşasın diye şehid oldu
Bana dünyada ne yer kaldı, emin ol ne de yar;
Ararım göçmek için başka zemin, başka diyâr.
Bunalan ruhuma ister bir uzun boylu sefer;
Yaşamaktan ne çıkar, günlerim oldukça heder..
İt yetiştirmek için toprağı gayet munbit
Bularak, fuhş ekiyor salma gezen bir sürü it.
Yürüyor dine beş on maskara, alkışlanıyor;
Nesl-i hazır bunu hürriyet-i vicdan sanıyor!
Ey şehit oğlu şehit, isteme benden makber sana ağuşunu açmış duruyor Peygamber.
Hali islah edecekler, diyerek kaç senedir,
Bekleyip durduğumuz züppelerin tavrı nedir?
Geldi bir tanesi akşam, hezeyanlar kustu!
Dövüyordum, bereket versin, edepsiz sustu.
Bir selamet yolu varmış… O da neymiş?
Mutlak, Dini kökten kazımak sonra evet Rus’laşmak!
Akif ’in, Kuyucu Mustafa gibi kafa koparmayı ya da Deli Petro gibi, sakal kesmeyi inkılap zanneden aydınlarla arasında esasta fark vardı. Çünkü herşey yıkıldığında da ayakta kalabilen kaya gibi bir imana sahipti. İmanı, karanlık gecelerde istikâmetini tayin eden bir yıldız gibiydi..
Hani insan sesi çağlardı şu vadilerde…
Sor ki afâka, o âlemler, o demler nerede?
“Madem ki Hakk’ın bize vadettiği haktır.
Şarkın ezeli fecri yakındır, doğacaktır”
..İstanbul artık acıyı, gurbeti ve ihaneti yaşayanların yurduydu..
Büyük meselelerin görüşüldüğü devlet daireleri dedikodu kulislerine dönmüştü. Sahte kahramanlar, “çürük ipliklere hülyalar” dizmekle meşguldü..
Bir tarafta omuzlarında “mushaf ” asılı çocukların ve sarıklı gençlerin gittiği medreseler; diğer tarafta ise millet bünyesine mikrobun sirayet noktaları olarak faaileyet gösteren “Ecnebî Okulları”…
“İnsanoğlu helal ile haramı ağzıyla ayırt edemez. İnsan için helalinden pişirmiş olduğu tavuğun tadı ile çalınmış tavuğun tadı aynıdır. Haram ile helal arasını ancak fıkıh ayırır.
“Fıkıh ve hadis ilmini öğren, cahil sûfilerden uzak dur, malın, fıkıh kitapları olsun. Birisi medh ettiği zaman gururlanma, kınayınca da üzülme. İnsanlardan dünyevi bir şey isteme, fütüvvet ehli ol. Allah Teâlâ’nın sana verdiklerini, sen de halka dağıt.
Hoca Efendi şefkatle elini omzuma koydu ve şu dörtlüğü okudu:
İven kişi (acele eden) yol bulamaz,
Maksûduna tez varamaz.
Bekle ârif dergâhını
Yüz göstere irfan sana..
..Batı’nın kararan ruhunu İslâm’a açacak anahtar tasavvufun hikmet ve marifet dolu dünyasında mündemiçtir.
Batının yüreği kanıyor. Onlara Şah-ı Nakşibend gibi tasavvuf büyüklerini anlatmalıyız. Hoca Efendi, diğer Müslümanların aksine yüreğime müdahale etti, ruhuma konuştu. Sohbetleri yarama merhem oldu. O anlattıkça niçin yaşadığımı anladım..
..üniversite kütüphanesinde gördüğüm bir tasavvuf kitabı imdadıma yetişti. Onunla İslâm’ı tanıdım, Müslüman oldum.
… İçim hüzünle dolu yavaş yavaş gittim. Vaazı diz çöküp dinleyen iki hamalın arasına oturdum. Kardeşlerim Müslümanlar bütün cemaatın arasında yalnız benim vucudumu hissediyorlardı. Ben de onların bu nazarlarını hissediyordum”.
“Dünyaya kapalı, Allah’a açık.”
..hayat, sabah namazıyla başlar; Güneşin doğuşu seccadenin üzerinde seyredilirdi
Sarık gökten inmiştir, ben sarık sarıyorsam kimsenin inadına sarmıyorum ki. Allah’ımın emri, Efendimiz’in ( s.a.v ) Sünneti olduğu için sarıyorum. Biz inatlaşmaya değil, husumetleri ortadan kaldırmaya memuruz. Bilmiyorlar Bilmediklerinden dolayı sarığa karşı gelenlere hakikati görmeleri için daha çok dua etmeliyiz.”
Behâuddin Nakşibend’den naklen söylediği “En büyük keramet Hz. Rasûlüllah’ın ( s.a.v ) sünnetine tabi olmaktır”
Bir insanın kişiliği de, irfanî derinliği de çevresindeki şahısların gözlemlerinde saklıdır..
Muhterem Mahmud Efendi, konuyu örneklendirme sadedinde İmam-ı Rabbânî’den ödünç aldığı şu örneği kullanır:
“Birisi dağ başında yüz yıl ibadet etse fakat ibadet şekilleri Sünnet’e muvafık olmasa, birisi de öğle vaktinde Rasûlüllah uyudu diye uzanıp kaylule yapsa, ikincisi ilkinden daha fazla ecir alır.
..Behâuddin Nakşibend’in şu ifadesinde kendisini bulan kişiliği inşa etmek vardır: “Mutasavvıf, sûrette insanlarla, hakikatte ise Allah Teâlâ ile beraber olandır.”
“Silsilemizi müselsel eyle Ya Rabb’el-En’âm
Yürüsün böyle müselsel ta ol yevme’l kıyam.”
Mevlânâ el-Bağdâdî bir çok defa Şii alimlerle münazara yapmış, özellikle Şîa’nın yayılma gösterdiği bölgelerde Ehl-i Sünnet akdesinin güç kazanmasına büyük katkıda bulunmuştur. Onun irşadı neticesinde Şîa’nın Anadolu ve Irak’taki nüfuzu etkisiz hale getirilmiştir..
Osmanlı Devleti’nin güçlü bir ictimâî yapıya sahip olması tarikatların varlığıyla doğrudan ilişkilidir.
Tarikatlar, insanları İslâm’la tanıştırdıkları gibi, onlara İslâm’a göre nasıl yaşanılabileceğini de göstermişlerdir..
Neler geçirdi, ne haddelerden geçti bu yolun insanları.
Çook gönülleri kırıldı.. Çook rencide edildiler çook..
“Gönül Nur-i cemâlinden habibim bir ziya ister”
Bizim bugünkü insanlarımız, Ulemây-ı İslâm’ın ittifâk ettikleri hususları batıl üzerinde yapılan ittifâklara mı benzetiyorlar?
Bunu nasıl söylüyorlar. Hayret ediyorum.
Ali Haydar Efendi şu sözü her zaman söylemiştir:
“Ben 6 yaşındayken okumaya başladım, okumaya da çok harisim, o günden beri günüm geçmemiştir ki, 5-6 saat derse bakmayayım kitap okumayayım. Buna rağmen her gün bir cehlimi keşfediyorum, her gün bir cehaletimi görüyorum, bu cehalet bitmeyen bir şeymiş.”

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir