İçeriğe geç

Küçük Şeylerin Tanrısı Kitap Alıntıları – Arundhati Roy

Arundhati Roy kitaplarından Küçük Şeylerin Tanrısı kitap alıntıları sizlerle…

Küçük Şeylerin Tanrısı Kitap Alıntıları

.
Değişim bir şeydir. Kabullenmek başkadır.

Öyle bir zaman gelmişti ki, akla gelmez şeyler akla gelmiş, olanaksız olan gerçekleşmişti.
Karısını bir armağanmış gibi tutardı kollarında. Kendisine sevgiyle verilmiş. Sessiz ve küçük bir şey. Aşırı değerli.
Karısını bir armağanmış gibi tutardı kollarında. Kendisine sevgiyle verilmiş, sessiz ve küçük bir şey. Aşırı değerli.
Öyle bir zaman gelmişti ki, akla gelmez şeyler akla gelmiş, olanaksız olan gerçekleşmişti.
“Rahel,” dedi Ammu, “dersini almadın, değil mi?”
Rahel almıştı: Heyecan hep gözyaşı getirir.
Her şey bir günde değişebilir.
Düşlerimiz hadım edildi. Hiçbir yere ait değiliz. Demir almış, dalgalı denizlere yelken açmışız. Hiçbir kıyıya çıkmamıza izin verilmeyebilir. Kederlerimiz asla yeteri kadar üzüntü vermeyebilir, sevinçlerimiz asla yeteri kadar mutluluk vermeyebilir, düşlerimiz yeteri kadar büyük olmayabilir, hayatlarımız da asla yeteri önemli olamayabilir. Hiç önemli olmayabilir.
Tıpkı şöminede yakılacak odunları cilalamak gibi.
İşte yine olmuştu. Bu inanış da kendine ters düşmüştü. İnsan zihninin inşa ettiği ve insan doğasının öldürdüğü bir düşünce daha.
, çünkü hiçbir canavar, insan kininin sınırsız, alabildiğine yaratıcı sanatını denememiştir. Hiçbir canavar, bu kinin derecesine ve gücüne ulaşamaz.
Delilik, pahalı bir restorandaki işbilir garson gibi (sigaraları yakan, bardakları dolduran) yanı başında bekliyordu.
Dünya insanları,” diye ötüyordu, “cesur olun, kavgayı göze
alın, zorluklara göğüs gerin ve aşama aşama ilerleyin. O
zaman bütün dünya halka ait olacaktır. Her tür canavar yok
edilecektir. Hakkınız olan şeyi istemelisiniz.
Belki her şeyin bir günde değişebileceği de doğrudur. Birkaç saatin, koca bir ömrün gidişini etkileyebileceği.
Kokular da tıpkı müzik gibi anıları taşırlar.
Ama gözleri tartışmasız daha güzeldi. İri. Işıklı. İçinde Boğulası gözler.
Yaşanabilir, ölünebilir bir yaş.
İpotekli gözü dimdik karşıya bakıyordu. Asıl gözüyle ağladı.
Eğer yaşanmakta olana başkaldırıyorsanız ve gençseniz, yaşadığınız her ne olursa olsun serüvendir.
Kendisini korkutan şeyin ne olduğunu bilemiyordu. Onun söylemiş
olduğu bir şey değildi. Ya da yapmış olduğu. Ne söylediği
değil, nasıl söylediğiydi. Ne yaptığı değil, nasıl yaptığıydı.
Radyoda Ammu’nun sevdiği şarkıların çaldığı günlerde herkes ondan bir parça uzak dururdu. Onun iki dünya arasındaki yarı gölgeli yerde, kendi güçlerinin erişemeyeceği bir yerde bulunduğunu her nasılsa sezerlerdi. Kendilerinin çoktan lanetlediği bir kadının artık kaybedecek pek fazla bir şeyi kalmadığını ve bu yüzden tehlikeli olabileceğini de. Böylece radyoda Ammu’nun şarkılarının çaldığı günlerde insanlar ondan kaçarlardı, uzağından geçerlerdi, çünkü onu kendi haline bırakmanın en iyi yol olduğunda görüş birliğine varmışlardı.
Öteki günlerde, gülümser, gamzeleri çukurlaşırdı.
️Rahel’in en büyük arzularından biri, canı istediğinde zamanı değiştirebileceği bir saate sahip olmaktı.
Sayılar işe yarardı.
Sayılar insanı uyuturdu.
Evsizler, çaresizler, hastalar, ufaklar ve yolunu yitirmişler, bütün bunlar penceresinin önünden geçtiler. O hâlâ anahtarlarını sayıyordu.
Zihni, içinde gizli zevklerin
barındığı dolaplarla doluydu.
Devletler, kontrollerine aldıkları muhalefet hareketlerini, ayaklanmaları ya da devrimleri, dışında kaldıklarından daha kolay engeller.
Sanki insanların önünde yalnızca bu iki
seçenek vardı: Akraba Evliliği ya da Boşanma.
Sarı bir tahta perdede HİNTLİ OL, HİNT MALI AL
yazılıydı.
Umutlarını denetim altında tutmayı henüz öğrenmemişti.
Güldüğü zaman, hiç yerinden kıpırdamasa da her yanı
titriyordu.
Ayda Yürüyen İnsan’ın, bilim, edebiyat, felsefe,
öğrenme tutkusunun, Dünya Kadın’ın gözünü açıp kapaması
kadar bir zaman içinde olup bittiğini düşünmek, huşu verici
ve kibir kırıcı bir düşünce, dedi
“Biz savaş tutsaklarıyız,” dedi. “Düşlerimiz hadım edildi.
Hiçbir yere ait değiliz. Demir almış, dalgalı denizlere yelken
açmışız. Hiçbir kıyıya çıkmamıza izin verilmeyebilir.
Kederlerimiz asla yeteri kadar üzüntü vermeyebilir,
sevinçlerimiz asla yeteri kadar mutluluk vermeyebilir,
düşlerimiz yeteri kadar büyük olmayabilir, hayatlarımız da
asla yeteri kadar önemli olmayabilir. Hiç önemli olmayabilir.”
Pencerelerden içeri baktığımızda gölgelerden başka bir şey göremeyiz. Dinlemeye çalıştığımızda bir fısıltıdan başka bir şey gelmez kulağımıza. Bu fısıltıyı da anlayamayız, çünkü zihinlerimizi bir savaş doldurmuştur. Kazandığımız ve yitirdiğimiz bir savaş. Savaşların en kötüsü. Düşleri eline geçiren ve onları yeniden gören bir savaş. Bizi fethedenlere hayran olmamıza ve kendimizi hakir görmemize yol açan bir savaş.
zihni öyle bir eğilim
almıştı ki, İngilizlere benzemişti.
insanların alışkanlıklarla yaşayan yaratıklar olduğunu söyledi, nelere
alıştıklarını bilseniz hayret ederdiniz, dedi.
onu kendi haline bırakmanın en iyi yol olduğunda görüş birliğine
varmışlardı.
Sonradan, o günü düşündüğünde, damadın gözlerindeki küçük ateşli
pırıltının aşk, hatta kendisini bekleyen cinsel mutluluğun
heyecanı değil, yaklaşık sekiz koca bardak viski olduğunu
anladı. Susuz. Sek.
O yıl yirmi yedi yaşındaydı ve hayatın kendisi
için artık yaşanmış olduğunu midesinin tam ortasında soğuk
soğuk hissediyordu.
odası, yerden tavana kadar kitap doluydu.
Hepsini okumuştu; o kitaplardan ezbere, uzun uzun bölümler
okurdu – durup dururken.
en büyük arzularından biri, canı istediğinde
zamanı değiştirebileceği bir saate sahip olmaktı (Rahel’e göre
zamanın asıl anlamı da buydu zaten).
Her za-man Tanrı’ya inan, Yineliyorum, inan, İ-nan, İnan.
Yağmur. Hızla akan, kapkara su. Ve bir koku. Çürük-tatlı.
Rüzgârla gelen bayat gül kokusu gibi.
kızının ölümü karşısında duyduğu
keder ve acı, içinde öfkeli bir yay gibi kıvrılmıştı.
yağmurun, bir zamanlar büyükannelerinin
turşu fabrikası olan yapının paslı teneke damına pıtır pıtır
düşüşünü görebiliyordu.
Gözleri
kocasının baktığı yöndeydi. Kalbiyse başka yönde.
Bunca yıl sonra. Geçmişin üzerine
çökmesine engel olmak için düşüncelerini hemen değiştirdi.
Onlar “Şimdi”lerini bile çalabilirler
Sarışınlar, savaşlar, kıtlıklar, futbol, seks, müzik, hükümet
darbeleri; bütün bunlar aynı trenle geliyorlardı. Aynı anda
açıyorlardı bavullarını. Aynı otelde kalıyorlardı.
Kıdemli rahibelerin, rahiplerle piskoposları –bunların
İncil’e ilişkin kuşkuları kendininkilerin kat kat üstündeydi–
Göğüsler aslında varolmamalıydılar, varolmayınca da acıyabilirler miydi..?
‘Sapkın nitelik: Etik sapkınlık; temel günah yüzünden
insan doğasının doğuştan gelen bozuluşu; Tanrının seçtikleri de
seçmedikleri de dünyaya ahlaksızlık içinde Tanrıya tümüyle yabancı olarak gelirler ve günah işlemekten başka bir şey gelmez
ellerinden.
F.H.Blunt.
Kuyu kazacaksan, içine düşmeyi de göze alacaksın
bunca kırılgan, dayanılmaz derecede zayıf bir şeyin hayatta kalmış olması, hayatta kalmasına izin verilmiş olması, bir mucize gibiydi.
Annelerini ilk kez ağlarken görüyorlardı. Hıçkırmıyordu. Yüzü taş kesilmiş gibiydi, ama gözyaşları gözlerinden fışkırıyor, kıpırtısız yanaklarından aşağıya süzülüyordu.
Onu cenazesi öldürdü.
Ama toprağın ve taşın altından çığlıklar duyulmaz
Kederli ezgiler yeniden başladı
Rüzgarla gelen bayat gül kokusu gibi
“O bedenin en çok istediği şey uyumaktı. Uyumak ve bir başka dünyada uyanmak.”
“Düşünde mutlu olursan, Ammu, dedi Estha, ‘bu sayılır mı?’
-Ne sayılır mı?
Mutluluk; sayılır mı?”
“Kadına dokunurken, onunla konuşamıyordu; onu severken bırakıp gidemiyordu; konuşurken dinleyemiyordu; savaşırken kazanamıyordu.”
“Öyle bir zaman gelmişti ki, akla gelmez şeyler akla gelmiş, olanaksız olan gerçekleşmişti.”
31
Yaşlı değil.
Genç de değil.
Ama yaşanabilir, ölünebilir bir yaş.
Yapılamayacak şeyler vardır; tıpkı insanın, kendinin bir parçasına mektup yazması gibi. Kendi ayağına ya da saçlarına. Ya da yüreğine.
Ay ışığını
Ellerinde
Nasıl tutarsın?”
Biz savaş tutsaklarıyız.Düşlerimiz hadım edildi.Hiçbir yere ait değiliz.Demir almış, dalgalı denizlere yelken açmışız.Hiçbir kıyıya çıkmamıza izin verilmeyebilir. Kederlerimiz asla yeteri kadar üzüntü vermeyebilir, sevinçlerimiz asla yeteri kadar mutluluk vermeyebilir, düşlerimiz yeteri kadar büyük olmayabilir , hayatlarımız da asla yeteri kadar önemli olmayabilir..
“Doğru. Her şey bir günde değişebilir.”
Hiçbir canavar,insan kininin sınırsız,alabildiğine yaratıcı sanatını denememiştir.Hiçbir canavar,bu kinin derecesine ve gücüne ulaşamaz.
Bir varmış bir yokmuş ,dedi davullar,bir yerde bir
Malayalam dilinde gülümsüyorsam ben değilimdir.
Yapılamayacak şeyler vardır;tıpkı insanın,kendinin bir parçasına mektup yazması gibi.Kendi ayağına ya da saçlarına.Ya da yüreğine.
Gerçek ölümün olduğu yerde.
Kağıttan kesilmiş kuklalara benzeyen insanlar kağıt kukla hayatlarını sürdürüyorlardı.
Böylesi zamanlarda söylenenler yalnızca Küçük Şeyler’dir.Büyük Şeyler içeride söylenmeden kalır ve bekler.
Ne soru soranın ne yanıtlayanın amacı,kibarca üç beş söz etmekten öte değildi.Her ikisi de bazı şeylerin unutulabileceğini biliyorlardı.Bazı şeylerin unutulamayacağını;yan yan,kötü kötü bakan doldurulmuş kuşlar gibi tozlu raflarda tünerlerdi bu şeyler.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir