Carl Sagan kitaplarından Kozmik Bağlantı kitap alıntıları sizlerle…
Kozmik Bağlantı Kitap Alıntıları
Yıldızlar arasındaki büyük uzaklıklar radyo yayını kanalıyla evrensel bir diyalog kurulmasını engelliyor. Çevremizdeki yıldızlardan birinden, örneğin 300 ışık yılı uzaktan olabilir, Merhaba, nasılsınız? diye bir mesaj alsak ve buna anında, İyiyiz, siz nasılsınız? diye cevap versek, bu iletişim 600 yıl alır.
Bizi oluşturan maddeler uzayın bizden son derece uzak yerlerinde, çok çok uzun bir zaman önce gerçekleşmiş işlemlerden türemiştir. Güneş’imiz ikinci ya da üçüncü kuşak bir yıldızdır. Üzerine bastığımız kaya ve madenler, kanımızdaki demir, dişlerimizdeki kalsiyum, genlerimizdeki karbon milyarlarca yıl önce bir kırmızı dev yıldızın içinde üretilmişti. İnsanlarla yıldızlar aynı maddelerden yapılmıştır.
İlk çağlarda gezegenler, hareket eden ışık noktaları, tanrılar olarak düşünüldü. İnsanoğlu evrenin kendi yararı ve kullanımı için düzenlendiğini sanıyordu.
Gezegenlerin tanrı kabul edilmesinin nedeni belki de düzensiz hareket ettiklerinin gözlemlenmesiydi. Gezegen kelimesinin karşılığı olan planet Yunancada gezgin anlamına gelir. Birçok destanda görülen tanrıların önceden kestirilemeyen hareketleri ile insan aklında birleştirilmiş olabilir. Mantık bağlantısı belki şöyle kurulmuştur: Tanrılar kuralları takip etmez; gezegenler de kuralları takip etmez; dolayısıyla gezegenler tanrıdır.
Yıldızların ve canlıların evrimi birbirleriyle ilgilidir.
Yıldızımız Güneş’in de evrimi süreceğine göre, gelecekte ne olacaktır? Güneş gittikçe daha parlak bir durum almaktadır. Günümüzden 4 milyar yıl sonra Güneş o kadar parlak olacaktır ki Dünya, Venüs’ün bugünkü sıcaklığında (450 °C ) olacaktır. Okyanuslar kaynayacak ve organik maddeler çökeltisi karbondioksit olarak atmosfere karışacaktır. Böylece sera etkisiyle aşırı ısınan Dünya, yaşama izin vermeyen bir kaynar kazan olacaktır.
Geleceğin teknolojisi bu durumu önleyebilir, ancak yine de bu güç bir mühendislik çalışması olacaktır. Ayrıca birkaç milyar yıl sonra Güneş’in erişeceği parlaklık , Mars’ın bugün sıfırın altında 50 °C olan ısısını, Dünya’daki yaşam biçimlerine uygun sıcaklıklara yükseltecektir.
Dünya yaşanmaz bir durum alırken Mars’ta ılıman bir iklim başlayacaktır.
İnsanlık tarihinin büyük bir bölümünde Dünya’nın düz olduğuna inanılırdı; büyük bir tarlada durup etrafa bakıldığında görüldüğü gibi. Bugün kullandığımız dil bu inancın izlerini taşır; dünyanın dört bir yanı gibi sözler söyleriz.
Günlük hayatımızda Dünya’yı merkez olarak almanın örneklerini görürüz. Dünya’nın döndüğünden değil de Güneş’in doğmasından ve batmasından söz ederiz. Hâlâ evrenin bizim yararımız için düzenlendiğini düşünüyoruz. Uzay araştırmaları bu inançları sarsacaktır.
Mars’ta basit bir canlı bulunsa bile bu, biyologlar için son derece yararlı bir ipucu olacaktır. Diğer yandan, Mars’ta hiçbir hayat belirtisi bulunmadığı kesinlik kazanırsa, bu da ayrıca bir doğal deney olacaktır: Birçok yönden benzer olan iki gezegenden birisinde hayat varken diğerinde yoktur. Denek gezegeni, kontrol gezegeni ile kıyaslayarak yaşamın başlangıcına ait önemli bilgiler elde edilebilir. Ay’da Mars’ta ya da Jüpiter’de, örneğin biyoloji öncesi organik kimyasal maddeleri araştırmak, hayata geçişi gösteren basamakları aydınlatabilir.
Kopernik ve Darwin hem devrim hem de karmaşa yarattılar. Fakat bazı noktaları da aydınlattılar. Basit ya da karmaşık olan diğer yaşam biçimleriyle akrabalığımızı anladık. Bizi oluşturan atomların ölmekte olan yıldızların iç kısımlarında sentezlendiğini ve bu yıldızların çoktan yok olup gittiğini öğrendik. Biçim ve madde açısından, evrenin geri kalan bölümü ile aramızda bulunan bağı biliyoruz.
Birçok yaşam şekli evrim sürecinde tamamen yok olmuştur. Bizler birçok biyolojik kazanın ve rastlantının ürünüyüz. Evrensel açıdan baktığımızda insanın ilk ya da son veya en iyisi olması için bir neden göremeyiz.
Samanyolu Galaksisi’ni oluşturan iki yüz milyar güneşten birisi olan yıldızımız Güneş, küçüktür, soğuktur ve çekici değildir. Samanyolu’nun merkezinden o kadar uzaktayız ki, ortalama 300.000 km/saniye yol alan ışığın, Dünyamızdan bu merkeze varabilmek için 30.000 yıl gitmesi gerekiyor. Uzayda milyarlarca galaksi bulunduğunu düşünürsek Samanyolu Galaksisi’nin hiç de dikkat çekici olmadığını anlarız.
Savaşta insan insan ile dövüşür, ama her iki taraf da birbirini insan değilmiş gibi göstermek ister; böylece yaptığı katliama kılıf yaratır.
Yıldızlararası boşlukta yaşayabilecek oldukça değişik bir canlı türü de olabilir: Bizim gibi gezegenlerde ortaya çıkmış ancak etkinliğini uzayın çok geniş boşluklarına taşıyabilmiş zeki canlılar. Bizi bekleyen çok ileri teknolojik geleceğin canlıları bugün düşünemediğimiz olanaklara sahip bulunacaklar. Bu toplumlar için yıldızların ve galaksilerin maddelerini ve enerjisini kendi kullanım sahalarına taşımaları sorun olmayacaktır. Nasıl biz, denizden başlayan evrimin sonucunda şimdi karada yaşıyorsak, gezegenlerde ortaya çıkmış ama artık yıldızlararası boşlukta daha rahat eden toplumlar da evrende var olabilir.
Isı şovenleri de vardır. Güneş Sistemi’nin dışında, örneğin Jüpiter ya da Satürn’de bulunan dondurucu soğuk, organizmaların yaşamasına izin vermez derler. Ama düşük ısının bu gezegenlerin her yerinde bulunduğu söylenemez. Bu dereceler, kızılötesi teleskoplarla ölçüldüğünden, sadece en dış bulut kümelerinden alınabilmiştir. Böyle bir teleskopu Jüpiter’e kursak ve Dünya’ya yöneltip ölçüm yapsak, Dünya’nın da çok soğuk olduğunu sanabiliriz: Çünkü Dünya’nın çok daha ılıman olan yüzeyinin değil en yukarıdaki bulutların ısısını ölçüyor oluruz.
Artık kuramsal olarak ve radyo gözlemlerle iyice anlaşılmıştır ki, görünen bulutların altına inildiğinde daha yüksek ısılara rastlanacaktır. Jüpiter, Satürn, Uranüs ve Neptün’ün atmosferlerinde dünya ölçülerine göre yaşanabilir ısılara sahip bölgeler mutlaka vardır.
Fakat niçin hayatın olması için Dünya’dakine benzer ısılar şart olsun? İnsan organizması, vücut ısısı 20 derece yükseltilir ya da alçaltılırsa önemli hasara uğrar. Bunun nedeni, Güneş Sistemi’nin biyolojik yaşama uygun ısıya sahip tek gezegeninde yaşıyor olmamız mıdır? Yoksa, gezegenin ısısına vücut kimyamızın uyum sağlamış olması mıdır? Gerçeğin, ikincisi olduğu açıktır. Başka ısılara uygun başka biyokimyasal yapılar olabilir.
Örneğin, tekerlek Dünya tarihinde nispeten yeni bir buluştur. On bin yıl önce eski Yakındoğu’da bulunduğu sanılıyor. Orta Amerika’nın gelişmiş uygarlıkları, Aztekler ve Mayalar, çocuklarının oyuncakları dışında tekerleği kullanmadılar. Ne kadar yararlı bir şey olduğu besbelli olmasına rağmen biyoloji yani evrim süreci tekerleği keşfetmedi. Neden tekerlekli örümcekler, keçiler veya filler görmüyoruz? Bunun cevabı şudur: Çünkü yollar yakın zamanda yapılmıştır. Tekerlekler, sadece üzerinde dönebilecekleri yollar varsa yararlıdır. Dünya’nın heterojen, engebeli bir yüzeyi olduğu ve pek az düz alanı bulunduğu için tekerleğin evrimsel gelişimi bir yarar sağlamayacaktı. Son derece düzgün ve geniş alanları bulunan bir gezegende tekerlekli canlılar yaşıyor olabilir.
Eğer bilim insanları sokaktaki adama neden uzay çalışmalarına bu kadar para ayrıldığını anlatamazsa, kamu kaynaklarının bu tür girişimlere yatırılmasının sebebi karanlıkta kalacaktır.
Rahat ve hatta düzenli görünen bir evrende yaşıyordu. Dünya yaratılış için seçilen yerdi ve insanoğlu ölümlü yaratıkların doruk noktasıydı.
Büyük Fransız astronomu Pierre Simon, ‘Göğün Mekaniği’ adlı klasik eserinde şöyle diyordu: Güneşin etkileri Dünya’da hayvanların ve bitkilerin doğmasına yol açıyor. Diğer gezegenlerde de aynı etkileri göstermelidir. Çeşitli biçimlerde yaşamı doğurduğuna tanık olduğumuz maddenin Jüpiter gibi büyük bir gezegende kısır olduğunu düşünmek doğal değildir. Çünkü onunda gündüzleri, geceleri, yılları vardır ve gözlemler, çok aktif güçlere işaret eden değişiklikleri saptamaktadır. Dünya’daki ısıda rahat yaşayan insan diğer gezegenlerde hayatını sürdüremez. Ancak o gezegenlerin koşullarına uymuş canlıların da oralarda yaşıyor olması gerekmez mi? Eğer iklim ve toprak değişiklikleri Dünya’da bu kadar çeşitli ürünlerin doğmasına neden oluyorsa, kim bilir öbür gezegenlerde ve uydularında ne kadar farklı ürünler bulunmaktadır?
Devletler, kontrollerine aldıkları muhalefet hareketlerini, ayaklanmaları ya da devrimleri, dışında kaldıklarından daha kolay engeller.
İçgüdülerimiz ve duygularımız bir milyon yıl önce yaşamış avcı-toplayıcı atalarımızınki gibi. Ancak toplumumuz bir milyon yıl öncesine göre son derece farklı. Değişimler yavaşsa, bir kuşağın öğrendiği bilgi ve beceriler gerekli, kullanışlı ve uygun olur; gelecek kuşaklar tarafından da hoşnutlukla kabul edilir. Ama bugünkü gibi, toplum bir tek insanın ömrü süresi içinde bile belirgin şekilde değişiyorsa, büyüklerin anlayışı gençler tarafından sorgusuz sualsiz kabul edilmez. Kuşaklararası uçurum denen şey, sosyal ve teknolojik değişim hızının bir sonucudur.
İnsanı bugünkü durumuna, Dünya’da kontrolü elinde tutan organizma haline getiren en önemli etken öğrenme yeteneğidir.
Eğer yaşanmakta olana başkaldırıyorsanız ve gençseniz, yaşadığınız her ne olursa olsun serüvendir.
Dünya tarihinde, yok olan organizma türü, bugün var olanlardan çok daha fazladır. Evrimin sırrı zaman ve ölümdür.
Tüm diğer canlı türlerini hizaya getirmek üzere yaratılan seçilmiş varlıklar değiliz; doğanın çok daha kadim ve son derece çetrefil yapısıyla iç içe geçmiş haldeyiz.
Bilimin bize ahlaken veya manen söyleyebileceği hiçbir şey olmadığı iddia edilir. Neptün’ü geçtikten sonra, Voyager uzay aracının son bakışıyla bize gösterilen Dünya’yı hatırlayın. Çerçeveyi doldurmuş Dünya değil de, uçsuz bucaksız kozmos bağlamında tek bir piksel(noktacık) olan Dünya.
İşte bu Carl Sagan’ın görmemizi sağladığı Dünya’dır; Uçuk Mavi Nokta . Daha büyük bağlamındaki küçücük gezegenimizin bu resmine baktıktan sonra, hâlâ militan bir milliyetçi, bu küçücük noktayı kana bulamaya çalışan bir bağnaz veya kâr etmeyi her şeyden üstün tutan bir kapitalist olarak kalmaya çalışın bakalım. Bu bilimsel kanıtın gerçekten de bir değeri ve ahlaki ve manevi içerimleri yok mudur?
Cennetten kovulma hikâyesinin aşikâr mesajı, mutluluğun ancak düşüncenin yer almadığı bir itaat ve cehalet hâli içinde elde edilebileceğidir.
Bilim bize, bir canlı türü olarak hayatta kalmak istiyorsak, millet, din, ve ekonomi gibi fikirlerden çok, insanlık fikri çatısı altında toplanmamız ve daha barışçı, çevreci bir dünya algılayışı geliştirmemiz gerektiğini söylüyor.
Evrensel zekâ, var olamayacak bir tanrı demektir.
Bir yerde, Aziz Augustine ve başka teologlar aynı karara varmıştır. Tanrı zamanları sırayla geçmez, tüm zamanları aynı anda yaşar. Bu demektir ki o , görelilik yasalarına bağlı değildir. Süper uygarlıklar ın tanrı kavramı bu durumda çok sınırlanacaktır. Galaksilerin tanrıları olabilir ama bunlar tüm evrenin tanrısı olamaz.
Binlerce yıl önce başka gezegenlerde akıllı canlıların yaşadığı pek düşünülmezdi. O zamanlar gezegenlerin kendisi akılı canlılar olarak kabul edilirdi. Mars savaş tanrısı, Venüs güzellik tanrıçası, Jüpiter tanrıların kralıydı. Eski Roma devrinde yaşamış bazı yazarlar, örneğin Samasotalı Lucian, en azından Ay’da bizim gibi canlıların bulunduğunu söylüyordu. Ay’a bir yolculuğu anlatan bilim-kurgu öyküsünün ismi Gerçek Tarih ti. Anlattıkları elbette yanlıştı..
Üzerine bastığımız kaya ve madenler, kanımızdaki demir, dişlerimizdeki kalsiyum, genlerimizdeki karbon milyarlarca yıl önce bir kırmızı dev yıldızın içinde üretilmişti. İnsanlarla yıldızlar aynı maddeden yapılmıştır.
İnsanların içinde bulunan gizli bir arzu kendisiyle evren arasında bir ilişki bulunsun ister, yani bir noktadan, büyük ve bilinmeyen bir evrene bağlanmalıyız. Bu düşünme biçimi pek çok uyuşturucu bağımlısının, dini fanatiklerin ve bazı Doğu dinlerinin hedefidir.
Birçok astrologun gezegen hareketlerini ve pozisyonlarını bildirmek için yaptığı hesaplar bile yanlıştır. Hiçbir çalışma yıldız falı ile yenidoğanın geleceği ve karakteri arasındaki ilgiyi istatiksel açıdan anlamlı bulamamıştır.(..)
Her şeye rağmen astroloji hâlâ Dünya’da çok ilgi görüyor. Astrologların sayısı astronomların en az on katıdır.
Savaşta insan insan ile dövüşür, ama her iki tarafta birbirini insan değilmiş gibi göstermek ister; böylece yaptığı katliama kılıf yaratır.
Dünya’da bizden başka zeki canlıların olduğunu gösteren az da olsa deliller bulunmuştur. Bu yaratıklar bize karşı yumuşak ve bazen de ilgiyle davranmıştır. Bizse onları sistemli bir biçimde katlettik.
Başka kaynaklardan çok az bir masrafla üretebileceğimiz dudak boyası, endüstri yağları ve benzeri şeyler için balinaları öldürdük. Neden son zamanlara kadar bu katliamlara karşı çıkan, balinalara acıyan olmadı?
Birkaç istisna dışında, okula başlayan öğrenci mezun olana kadar, evrenin neresindeyiz, buraya nasıl geldik, ne yöne gitmekteyiz gibi sorulara rastlayamaz.
Dünya’nın döndüğünden değil de Güneş’in doğmasından ve batmasından söz ederiz. Hâlâ evrenin bizim yararımız için düzenlendiğini düşünüyoruz. Uzay araştırmaları bu inançları sarsacaktır.
Astronot ve kozmonotların çoğu da askerlikten yetişmiş elemanlardır. Daha huzurlu bir Dünya’ya ulaşmak için bu kişilerin ne kadar çoğu yukarıda uğraş verirse o kadar azı aşağı ile ilgilenir.
Oksijen şovenizmine sık rastlıyoruz. Bir gezegende oksijen bulunmuyorsa burası yaşanmaz ilan edilir. Ancak Dünya’da ilk yaşam biçimleri ortaya çıkarken oksijen yoktu. Eger oksijen şovenizmi kabul edilirse, hiçbir yerde hayatın olmaması gerekir. Oksijen aslında zehirli bir gazdır. Dünya’daki canlıları oluşturan organik molekülleri tahrip eder. Yeryüzündeki birçok organizma oksijensiz yaşar ve birçoğu da oksijenden zehirlenir.
Artık yalnızca insanlara değil, bütün canlılara saygı duyma devri gelmiştir.
Eğer tüm insanları dünyanın 4.5 milyar yıllık tarihinin ortak ürünü olarak görebileceksek, neden aynı tarihi paylaşan diğer organizmalara da aynı özdeşleştirici duyguları beslemeyelim. Yeryüzünde bulunan organizmaların pek azını (köpekler, kediler, sığırlar vs.) umursarız; bunları umursamamızın da bir sebebi vardır: bu canlılar bize faydalıdır. Ancak örümcekler ve kertenkeleler de bizim kardeşlerimizdir.
İnsanı bugünkü durumuna, Dünya’da kontrolü elinde tutan organizma haline getiren en önemli etken öğrenme yeteneğidir.
İnsan olmaktan duyduğumuz kibrin giderilmesi astronominin pratik faydalarından biridir.
Kozmik açıdan bakıldığında hepimiz değerliyiz. Eğer bir insan sizinle aynı fikirde değilse, onu olduğu gibi kabullenin. Yüz milyar galaksi içinde ondan bir tane daha bulamayacaksınız.
Acil çözüm bekleyen sorun, teknık gelişmeyi yaygınlaştırırken kültürel özellikleri kaybetmemektir.
Canlılarla özdeşleşme duygumuzun ufuklarını genişletmeliyiz
Günlük hayatımızda Dünya’yı merkez olarak almanın örneklerini görürüz. Dünya’nın döndüğünden değil de Güneş’in
doğmasından ve batmasından söz ederiz. Hâlâ evrenin bizim yararımız için düzenlendiğini düşünüyoruz. Uzay araştırmaları bu inançları sarsacaktır.
Arthur C. Clarke’ın dediği gibi, Dünya’nın
solgun bir topken milyonlarca yıldızın arasında kaybolan minik bir ışık noktasına dönüştüğünü gören en aşırı milliyetçi bile görüşlerini tekrar değerlendirmekten kendini alıkoyamaz.
Savaş hazırlıkları ne kadar ileri götürülmüş ise bir uyarı ya da kaza sonucunda savaş patlaması olasılığı o kadar yüksektir.
Bir gezegende oksijen bulunmuyorsa burası yaşanamaz ilân edilir. Ancak Dünya’da ilk yaşam biçimleri ortaya çıkarken oksijen yoktu. Eğer oksijen şovenizmi kabul edilirse, hiçbir yerde hayatın olmaması gerekir. Oksijen aslında zehirli bir gazdır. Dünya’daki canlıları oluşturan organik molekülleri tahrip eder. Yeryüzünde birçok organizma oksijensiz yaşar ve pek çoğu da oksijenden zehirlenir.
Bazıları da sorunun teknolojinin kendisi olduğunu savunur. Bence yanlış olan teknoloji değildir; seçimle ya da kendi isteğiyle toplumun başına geçenlerin teknolojiyi kötüye kullanmasıdır. Bazılarının düşündüğü gibi modern tarım teknolojisini terk edip ilkel tarıma dönsek yüz milyonlarca kişi ölüme sürüklenir. Gezegenimizde teknolojiden kaçmanın yolu yoktur. Sorun onu akıllıca kullanabilmektir.
Konuyla ilgili bir problem de şudur: Batı’nın gücünü ve büyük materyal zenginliğini gören Batılı olmayan ve teknolojik toplum düzeyine yükselmemiş olan gruplar, Batıya
özeniyor ve o duruma ulaşabilmek için birçok geleneğini, dünya görüşünü ve yaşam biçimini terk ediyor. Terk edilen bu özelliklerin bir bölümü aslında bizim aradıklarımızdır. Binlerce yıl yaşanılan acılarla evrim geçirilerek elde edilmiş bir toplumun uyumlu bireyleriyle modern teknolojiyi bir arada yaşatabilmenin yolu bulunmalıdır. Acil çözüm bekleyen sorun, teknik gelişmeyi yaygınlaştırırken kültürel özellikleri kaybetmemektir.
Kuşaklararası uçurum denen şey, sosyal ve teknolojik değişim hızının bir sonucudur.
Bir insan hayatı süresinde yaşanılan değişiklikler o kadar çoktur ki, birçok insan kendi toplumuna yabancılaşmaktadır. Margaret Mead, günümüzün yaşlılarını, dünden bugüne gelmiş gönülsüz göçmenler olarak tanımlıyor.
Atı bilmeyen Aztekler ve İnkalar, atlara binmiş İspanyol işgalcileri iki kafalı yaratıklar sanmışlardı.
Cennetten kovulma hikâyemizin aşikâr mesajı, mutluluğun ancak düşüncenin yer almadığı bir itaat ve cehalet hâli içinde elde edilebileceğidir.
Gökyüzünün esrarengiz kanunlarına rağmen, insanoğlu yıldızların arasına doğru kalıntılarını fırlatabiliyor ama Dünya’da bulunan kendi sistemlerine hükmedebilmekte hala aciz kalıyor.
Yaşayan yıldızlar gezegenlerindeki canlıları ayakta tutan enerjiyi sağlar. Ölen yıldızlarsa galaksinin diğer bölümlerinde yaşamın gelişmesine katkıda bulunur. Ölen yıldızların gezegenlerinde akıllı canlılar varsa, bu gelişmenin kendi sonlarını da getireceğini anlayacaktır ve eğer bu kaderden kaçamıyorlarsa kendi yok oluşlarının bir milyon başka dünyada biyolojik yaşama destek sağlayacağını düşünerek biraz huzur bulabilirler
Ve bir gün bu gezegen üzerinde, genetik maddesi kendi kopyasını üretebilmiș ilk ilkel moleküllerden çok farklı olmayan bir yaratık ortaya çıktı. Yıldız hammaddesinden kendi türünün başlangıç noktasına kadar süren uzun, çileli oluşum yolunu araştırabilecek nitelikteydi. Kozmik maddeden oluşmuştu. Geleceğine ilişkin sorunları düşünebiliyordu. Kendine İNSAN adını verdi.
O bir yıldızlıydı ve yıldızlara dönmek için bekliyordu
Işık hızına yakın yol alabilen bir uzay aracı, galaksiyi bir insan ömründen daha kısa sürede kat eder. Uygun bir araçla galaksiyi iki yüz bin yılda ( Dünya ‘dan ölçülmek üzere) çepeçevre dolaşıp geri dönebiliriz. Bu sürede arkadaşlarımız, akrabalarımız toplum ve gezegenimiz elbette değişmiş olacaktır.
Görelilik kuramına göre tüm evreni bir insan ömrü içinde dolaşıp gezegenimize milyarlarca yıl sonra dönmek bile olasıdır. Yine kurama göre, ışık hızında değil ancak ona çok yakın bir hızda yolculuk yapılabilir. Böylece zaman içinde geriye gidilemez ; zaman yavaşlatılabilir fakat durdurulamaz, geriye götürülemez.
Galaktik uygarlıkların gezegenlerdeki toplumların evrimiyle geliştiğini ve bilgi aktarmak için, göreliliğin dediği gibi ışıktan daha hızlı bir yol olmadığını kabul ediyorsak ( yani daha hızlı iletişim için kara delikler kullanılması olasılığını göz önüne almazsak) evren çapında bir bilgi bütünlüğüne varılamayacağını anlarız. Evrensel zekâ, var olamayacak bir tanrı demektir
Dünya’da hayatın nasıl başladığıni araştıran laboratuvar çalışmalarına hız verildi. Eğer bu gezegende hayatın ortaya çıkışı çok kolay olduysa, başka gezegenlerde de bulunması olasılığı yükselecektir.
.
.
.
İLAVE OKUR GÖRÜŞÜ : Dünya’da kimyasal yaşamın, yerini organik yaşama bırakması konusu 2020 yılı itibariyle henüz çözülmemiştir Bu gezegende yaşam sayısız zor ihtimalin bir araya gelmesiyle oluşmuştur
.
Abiyogenez – Biyogenez konuları ayrı ayrı çözüme kavuşmuşken bu geçiş henüz gizemini koruyor.
.
TAVSİYEM : Jim Al-Khalili’nin editörlüğünü yaptığı, içeriğinde kozmologtan astrofizikçiye, jeologtan kimyagere 15 i geçik bilim insanının en güncel araştırmalarını kaleme aldığı UZAYLILAR adlı kitabında detaylar tüm insanlık için basit bir şekilde derlenmiştir.
Evrenin geri kalan bölümüyle aramızda bulunan atomik ve moleküler bağ hayali olmayan, gerçek bir ilişkidir. Çevremizi teleskop ve Uzay araçlarıyla araştırdıkça başka bağlara da rastlayabiliriz. Dünya dışı uygarlıkların bağlı olduğu bir iletişim ağı bulunabilir ve bizim de buna yarın katılmayacağımızı kimse söyleyemez. Astroloji’nin başaramadığı işle, yani yıldızların insan karakterine etkisini belirlemekle modern astronomi ilgilenmez. Ancak içinde bulunduğumuz evren ile aramızdaki bağı bulmak ve anlamak arzumuza astronomi hizmet etmektedir.
.
.
.
İLAVE OKUR GÖRÜŞÜ : Aslında Carl burada Astroloji’den bahsederken, hedef kitlesinin de astronomiye yeni başlayanlardan oluşmasının göz ardı edilmemesi konusunda çok sıkı davranmıștır. İlerleyen bölümlerde Karanlık madde ve Karanlık enerji konularına tanıklık edersek, bu konuda Carl’ın görüşleri büyük ölçüde açıklık kazanır.
Bence bizim sosyal mutasyonlara gereksinimimiz var. Belki bilim-kurgu geleneğinin getirdiği bir alışkanlıkla mutasyon ile çirkinlik ve iğrençlik kavramları birçok akılda birleştiğinden, başka bir isim kullanmak daha uygun olur. Fakat sosyal mutasyon ( gelecek kuşağa geçen ve olumlu yönde ise geleceğin yolu olan, sosyal sistemdeki bir değişiklik) doğru terim gibi gözükmektedir. Neden bazılarının bu terimi yadırgadığını araştırmak da yararlı olacaktır.
.
.
İLAVE OKUR GÖRÜŞÜ : Kısa tutmak istiyorum. Mevcut küresel kaos ortamlarında ( örneğin şu sıralarda yaşadığımız COVID – 19 salgını) insanoğlunun davranışları malesef kontrol mekanizmasının olabildiğince uzağında seyretmektedir. Carl’ın belirttiği Sosyal Mutasyon un şu günlerde ne kadar gerekli olduğu konusunda da çoğu insan aynı kanaattedir.
Alpha Centauri’den Koltuk Takımyıldızı’na bakarken Güneş’ in çevresinde dönen birtakım gezegenler olduğunu ve bunların üçüncüsü üzerinde zeki canlılar yaşadığını tahmin edebilmek neredeyse olanaksızdır. Bu durum Koltuk Takımyıldızı’nın altıncı üyesi için doğru ise niçin sayısız milyonlarca yıldızından bazıları için de gerçek olmasın?
İLAVE OKUR GÖRÜŞÜ : Kitabın yazım tarihi ele alındığında, aradan geçen 50 seneye yakın zaman dilimi içinde gökyüzü ve Kosmos ile ilgili büyük teknolojik gelişmeler yaşanmıştır. Bunun ışığında exo-planet dediğimiz başka güneş sistemleri içindeki sadece gezegen sıfatında değil ayrıca yaşanabilir uygun ortamı barındıran (hidrojen, oksijen, azot karbon vb) gezegenleri de keşfediyor olmamız büyük nimet. Carl’ın OLANAKSIZ deyimi yarım ömürden az bir süre içinde olanaklı hale gelmiştir.
Bize oldukça benzeyen ama ufak farkları (örneğin üç gözü ya da burnunda ve alnında mavi tüyleri) bulunan bir canlı, yakınlık duygularımızı hemen frenler. Bu tür duygular şartlara uyum sağlamamıza, bir zamanlar küçük kabilemizi düşmanlardan korumamıza yardım etmiş olabilir . Ancak şimdi azgelișmișlik örneğidir ve tehlikelidir.
Biz, 4,5 milyar yıl süren rastlantısal, yavaş bir biyolojik evrimin ürünüyüz. Evrimin artık durmuş olduğunu düşünmek için hiçbir neden yoktur. İnsan bir geçiş hayvanıdır. Yaratılışın doruğu değildir.
Yeryüzünde bulunan organizmaların pek azını(köpek, kedi, sığır vs.) umursarız. Bunları umursamamızın sebebi bu canlıların bize faydası olmasıdır. Ancak örümcekler, ketenkeleler(virüsler) de bizim kardeşlerimizdir.
Hiç geri durmayacağız araştırmaktan
Tüm araştırmalarımızın sonu
Başladığımız yere varmak olsa da.
Ve tanıyacağız ilk kez durduğumuz yeri
Alevin dilleri kıvrıldığında
Ateşin taca dönüşen düğümünde
Ve ateş ile gül tek vücut olduğunda.
T.S. ELLIOT
Dünya’daki yaşam , tarihinin en kritik noktasındadır.Gezegenimizde , bundan daha tehlikeli , ancak gelecek için bundan daha fazla ümitli olunması gereken bir dönem daha önce hiç yaşanmadı.
Uzak bir uzay ve zamanda, uzay aracıyla karşılaşabilecek olası dünya dışı uygarlıklara bir mesaj vermek için, üstü altın kaplı bakır bir plak, iki Voyager’a da yerleştirildi. İki kayıtta da gezegenimiz, kendimiz ve uygarlığımızın 118 fotoğrafı; dünyadaki en muhteşem müziklerden yaklaşık 90 dakikalık bir bölüm; Dünyanın Sesleri hakkında evrimsel bir işitsel makale ve Birleşik Devletler Başkanı ile Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri’ninkiler dahil aşağı yukarı altmış dilde (ve bir de balina dilinde) selamla.
Gökyüzünde kırmızı, beyaz, mavi ve sarı olmak üzere 4 tane güneşi olan bir yer var. Bir milyon tane ayı olan bir dünya biliyorum. Dünya büyüklüğünde ve elmastan yapılmış bir güneş biliyorum. Çapı bir kilometre olan ve saniyede otuz tur atan atom çekirdekleri var. Samanyolu’nu terk eden yıldızlar var.
Dünya’ya en yakın yıldız olan Alpha Centauri’den bakıldığında Büyükayı aynı Dünya’dan olduğu gibi görülüyordu. Ancak beş yıldızdan oluşan Koltuk Takımyıldızı’nın görünümü çarpıcı bir biçimde değişiyordu. Alpha Centauri’den bakıldığında bu beş yıldızın dışında, daha parlak olan altıncı bir yıldız sisteme katılıyordu. Bu ek yıldız Güneş’ti. Alpha Centauri’den bakarken Güneş’in çevresinde dönen birtakım gezegenler olduğunu ve bunların üçüncüsü üzerinde zeki canlılar yaşadığını tahmin edebilmek neredeyse olanaksızdır. Bu durum Koltuk Takımyıldızı’nın altıncı üyesi için doğru ise niçin sayısız milyonlarca yıldızından bazıları için de gerçek olmasın?
Ve bir gün bu gezegen üzerinde, genetik maddesi kendi kopyasını üretebilmiş ilk ilkel moleküllerden çok farklı olmayan bir yaratık ortaya çıktı. Yıldız hammaddesinden kendi türünün başlangıç noktasına kadar süren uzun , çileli oluşum yolunu araştırabilecek nitelikteydi. Kozmik maddeden oluşmuştu. Geleceğine ilişkin sorunları düşünebiliyordu. Kendine insan adını verdi. O bir yıldızdı ve yıldızlara dönmek için bekliyordu.
Üzerine bastığımız kaya ve madenler, kanımızdaki demir, dişlerimizdeki kalsiyum, genlerimizdeki karbon milyarlarca yıl önce kırmızı bir dev yıldızın içinde üretilmişti. İnsanlarla yıldızlar aynı maddeden yapılmıştır.
Arthur C.Clarke’in dediği gibi dünyanın solgun bir topken milyonlarca yıldızın arasında kaybolan minik bir ışık noktasına dövüştüğünü gören en aşırı milliyetçi bile görüşlerini tekrar değerlendirmekten kendini alıkoyamaz.
Ekolojiye yıkıcı bilim denir. Çünkü çevreyi korumak için ciddi bir girişim yapıldığında çok büyük sayıda sosyal ekonomik çıkar çevresi etkilenir.Aynı durum yanlış olan bir şeyi temelinden düzeltirken de ortaya çıkar; değişiklik tüm toplumu ilgilendirir. Toplumun küçük bir kesitini, geri kalan bölümünü etkilemeksizin değiştirmek zordur.
Bize oldukça benzeyen ama ufak farkları (örneğini üç gözü ya da burnunda ve anında mavi tüyleri) bulunan bir canlı, yakınlık duygularımızı hemen frenler. Bu tür duygular şartlara uyum sağlamamıza, bir zamanlar küçük kabilemizi düşmanlardan korumamıza yardım etmiş olabilir.Ancak şimdi azgelişmişlik örneğidir ve tehlikelidir.
Dünya tarihinde, yok olan organizma türü, bugün var olandan çok daha fazladır. Evrimin sırrı zaman ve ölümdür.