İçeriğe geç

Koyda Kitap Alıntıları – Katherine Mansfield

Katherine Mansfield kitaplarından Koyda kitap alıntıları sizlerle…

Koyda Kitap Alıntıları

Her zaman olduğu ve her zaman olacağı gibi pazartesi günü işe gitmek bana son derece aptalca, son derece cehennem azabı gibi geliyor.
Yalnız başınıza kalıp yaşam hakkında düşünceye daldığınızda, her zaman hüzün duyduğunuz doğrudur. Bütün o heyecan ve coşku birdenbire sizi bırakıp kaybolur ve sanki o sessizlikte biri adınızı seslenir, siz de adınızı ilk kez duyarsınız.
İnsan geceleri niye kendini farklı hisseder? Herkes uyurken uyanık olmadan niçin o kadar heyecan duyar?
Kendini salıvereceksin, hayatın gelgitleriyle mücadele etmeyeceksin, hayatı geldiği gibi yaşayacaksın – yapılması gereken buydu işte. Yanlış olan bu gerginlikte. Yaşamak – yaşamak!
İnsan geceleri niye kendini farklı hisseder? Herkes uyurken uyanık olmaktan niçin heyecan duyar? Saat geç, çok geç! Gene de her geçen an daha uyanık hisseder, sanki yavaş yavaş, neredeyse her soluğuyla, yeni, olağanüstü, gün ışığı dünyasından çok daha coşku ve heyecan dolu bir dünyaya uyanır insan.
her zaman olduğu ve her zaman olacağı gibi pazartesi günleri işe gitmek bana son derece aptalca, son derece cehennem azabı gibi geliyor.
yalnız başınıza kalıp yaşam hakkında düşünceye daldığınızda, her zaman hüzün duyduğunuz doğrudur. bütün o heyecan ve coşku birdenbire sizi bırakıp kaybolur ve sanki o sessizlikte biri adınızı seslenir, siz de adınızı ilk kez duyarsınız.
“hadi söyle bana, benim hayatım ile sıradan bir mahkumun hayatı arasında ne fark var? benim görebildiğim tek fark, kendi kendimi hapsediyorum ve kimse de beni hapishaneden çıkarmayacak. bu, diğer seçenekten daha da tahammül edilemez bir durum. çünkü kendi isteğimin, irademin dışında içeriye zorla -hatta tekme tokat- atılacak olsam, kapıya kilit vurulunca ya da her halükarda beş yıl kadar bir süre içinde bu durumu kabullenir, sinekler nasıl uçar konusuna kafa yormaya veya gardiyanın koridorda kaç adım attığını saymaya, yürüyüşündeki değişikliklere dikkat etmeye başlardım. oysa şimdi, kendi isteğiyle bir odanın içine uçmuş bir böcek gibiyim. duvarlara çarpıyorum, pencerelere vuruyorum, tavanı zorluyorum, bu dünyada yapılabilecek ne varsa hepsini yapıyor, sadece yeniden uçup gitmeyi beceremiyorum. ve hep o pervane ya da kelebek ya da her neyse onun gibi düşünüyorum: “hayat ne kadar kısa! hayat ne kadar kısa!”
Hayat ne kadar kısa, hayat ne kadar kısa! Yalnızca tek bir gecem ve tek bir günüm var, bir de şurada keşfedilmeyi, incelenmeyi bekleyen tehlikelerle dolu koca bahçe var.
Ben alışmayı hiç beceremedim.
İşte böyle yaşamalıydı insan – umursamadan, aldırmadan.
oysa şimdi, kendi isteğiyle bir odanın içine uçmuş bir böcek gibiyim. duvarlara çarpıyorum, pencerelere vuruyorum, tavanı zorluyorum, bu dünyada yapılabilecek ne varsa hepsini yapıyor, sadece yeniden uçup gitmeyi beceremiyorum. ve hep o pervane ya da kelebek ya da her neyse onun gibi düşünüyorum: ‘hayat ne kadar kısa!’
“Hadi söyle bana, benim hayatım ile sıradan bir mahkumun hayatı arasında ne fark var? Benim görebildiğim tek fark, kendi kendimi hapsediyorum ve kimse de beni hapishaneden çıkarmayacak. Bu, diğer seçenekten daha da tahammül edilemez bir durum. Çünkü kendi isteğimin, irademin dışında içeriye zorla -hatta tekme tokat- atılacak olsam, kapıya kilit vurulunca ya da her halükarda beş yıl kadar bir süre içinde bu durumu kabullenir, sinekler nasıl uçar konusuna kafa yormaya veya gardiyanın koridorda kaç adım attığını saymaya, yürüyüşündeki değişikliklere dikkat etmeye başlardım. Oysa şimdi, kendi isteğiyle bir odanın içine uçmuş bir böcek gibiyim. Duvarlara çarpıyorum, pencerelere vuruyorum, tavanı zorluyorum, bu dünyada yapılabilecek ne varsa hepsini yapıyor, sadece yeniden uçup gitmeyi beceremiyorum. Ve hep o pervane ya da kelebek ya da her neyse onun gibi düşünüyorum: “Hayat ne kadar kısa! Hayat ne kadar kısa!”
hatırlamak mı! sanki onu unutabilirmişim gibi!
“yalnız başınıza kalıp yaşam hakkında düşünceye daldığınızda, her zaman hüzün duyduğunuz doğrudur.
“insan geceleri niye kendini farklı hisseder? herkes uyurken uyanık olmaktan niçin heyecan duyar? saat geç, çok geç! gene de her geçen an daha uyanık hisseder, sanki yavaş yavaş, neredeyse her soluğuyla, yeni, olağanüstü, gün ışığı dünyasından çok daha coşku ve heyecan dolu bir dünyaya uyanır insan.”
kendini salıvereceksin, hayatın gelgitleriyle mücadele etmeyeceksin, hayatı geldiği gibi yaşayacaksın- yapılması gereken buydu işte. yanlış olan bu gerginlikti.
işte böyle yaşamalıydı insan- umursamadan, aldırmadan
Kendini salıvereceksin, hayatın gelgitleriyle mücadele etmeyeceksin, hayatı geldiği gibi yaşayacaksın.
.
Olmak için yetenekli olduğum her şey olmak istiyorum.

.

“Kendini salıvereceksin, hayatın gelgitleriyle mücadele etmeyeceksin, hayatı geldiği gibi yaşayacaksın – yapılması gereken buydu işte. Yanlış olan bu gerginlikti.”
İnsan geceleri niye kendini o kadar farklı hisseder? Herkes uyurken uyanık olmaktan niçin o kadar heyecan duyar?
Kendini salıvereceksin, hayatın gelgitleriyle mücadele etmeyeceksin, hayatı geldiği gibi yaşayacaksın – yapılması gereken buydu işte. Yanlış olan bu gerginlikti.
Biz ne dilediğimizi bilmeyen dilsiz ağaçlarız dedi üzgün çalılık
“Yalnız başınıza kalıp yaşam hakkında düşünceye daldığınızda, her zaman hüzün duyduğunuz doğrudur. Bütün o heyecan ve coşku birdenbire sizi bırakıp kaybolur ve sanki o sessizlikte biri adınızı seslenir, siz de adınızı ilk kez duyarsınız.”
“Hatırlamak mı! Sanki onu unutabilirmişim gibi!”
“İnsan alışıyor. İnsan her şeye alışır.”
“Ne güzel şeydi bu! Bir dalga daha geliyordu. İşte böyle yaşamalıydı insan —umursamadan, aldırmadan, kendini koyvererek.”
“Haydi söyle bana, benim hayatım ile sıradan bir mahkumun hayatı arasında ne fark var? Benim görebildiğim tek fark, kendi kendimi hapsediyorum ve kimse de beni hapishaneden çıkarmayacak. Bu, diğer seçenekten daha da tahammül edilemez bir durum. Çünkü kendi isteğimin, irademin dışında içeriye zorla —hatta tekme tokat— atılacak olsam, kapıya kilit vurulunca ya da her halükarda beş yıl kadar bir süre içinde bu durumu kabullenir, sinekler nasıl uçar konusuna kafa yormaya veya gardiyanın koridorda kaç adım attığını saymaya, yürüyüşündeki değişikliklere dikkat etmeye başlardım. Oysa şimdi, kendi isteğiyle bir odanın içine uçmuş bir böcek gibiyim. Duvarlara çarpıyorum, pencerelere vuruyorum, tavanı zorluyorum, bu dünyada yapılabilecek ne varsa hepsini yapıyor, sadece yeniden uçup gitmeyi beceremiyorum. Ve hep o pervane ya da kelebek ya da her neyse onun gibi düşünüyorum: Hayat ne kadar kısa! Hayat ne kadar kısa!”
“İnsan geceleri niye kendini farklı hisseder? Herkes uyurken uyanık olmaktan niçin heyecan duyar? Saat geç, çok geç! Gene de her geçen an daha uyanık hisseder, sanki yavaş yavaş, neredeyse her soluğuyla, yeni, olağanüstü, gün ışığı dünyasından çok daha coşku ve heyecan dolu bir dünyaya uyanır insan.”
Kendini salıvereceksin, hayatın gelgitleriyle mücadele etmeyeceksin , hayatı geldiği gibi yaşayacaksın – yapılması gereken buydu işte . Yanlış olan bu gerginlikti
Tek başına yaşamak yalnızlıktır.
Kendini salıvereceksin, hayatın gelgitleriyle mücadele etmeyeceksin, hayatı geldiği gibi yaşayacaksın -yapılması gereken buydu işte . Yanlış olan bu gerginlikti . Yaşamak- yaşamak!
Ne güzel şeydi bu! Bir dalga daha geliyordu. İşte böyle yaşamalıydı insan umursamadan , aldırmadan kendini koyvererek.
Ömrünün en güzel yıllarını sabah dokuzdan akşam beşe kadar bir iskemleye tüneyip el alemin muhasebe defterini işlemek! İnsanın bir ve tek yaşamını bu biçimde harcaması çok saçma, öyle değil mi? Yoksa ben rüya mı görüyorum?
Köpeğin mavi gözü göğe bakıyordu, bacakları dört yana açılmıştı; intihara karar verdim de ezecek bir arabanın çıkagelmesini bekliyorum dercesine umutsuz iç çekişi duyuluyordu arada bir.
“Her zaman olduğu ve her zaman olacağı gibi pazartesi günü işe gitmek bana son derece aptalca, son derece cehennem azabı gibi geliyor,” dedi. “Ömrünün en güzel yıllarını sabah dokuzdan akşam beşe kadar bir iskemleye tüneyip el alemin muhasebe defterini işlemek! İnsanın bir ve tek yaşamını bu biçimde harcaması çok saçma, öyle değil mi? Yoksa yoksa ben rüya mı görüyorum?”
 Yalnız başınıza kalıp yaşam hakkında düşünceye daldığınızda, her zaman hüzün duyduğunuz doğrudur. Bütün o heyecan ve coşku birdenbire sizi bırakıp kaybolur ve sanki o sessizlikte biri adınızı seslenir, siz de adınızı ilk kez duyarsınız.
İşte böyle yaşamalıydı insan- umursamadan, aldırmadan, kendini koy vererek. Kendini salıvereceksin, hayatın gelgitleriyle mücadele etmeyeceksin, hayatı geldiği gibi yaşayacaksın – yapılması gereken buydu işte. Yanlış olan bu gerginlikti. Yaşamak – yaşamak! Kendi güzelliğiyle alay edercesine güneş ışığının keyfini çıkaran bu mükemmel sabah usulca fısıldıyor gibiydi: “Neden olmasın?”
Yaşam, sadece üç sandalye, üç masa, üç mürekkep hokkası ve bir pencere teli için uygun bir sahne uygun bir dekor değildir.
İşte böyle yaşamalıydı insan – umursamadan, aldırmadan.
Biz ne dilediğimizi bilmeyen dilsiz ağaçlarız
İnsanı çıldırtan, gizemli soru işte bu. Neden uçup gitmiyorum?
Zayıfım ben Zayıf. Dİrencim yok. Güvencem yok. Kısacası, yol gösterecek bir ilkem yok diyelim.
insan geceleri niye kendini o kadar farklı hisseder? Herkes uyurken uyanık olmaktan niçin o kadar heyecan duyar? Geç oldu- çok geç! Gene de her geçen an daha uyanık, sanki yavaş yavaş, neredeyse her soluğunda, yepyeni, olağanüstü, gün ışığı dünyasından çok daha çekici ve çok daha heyecan dolu bir âleme uyanıyormuş duygusunu yaşıyorsun. Ve neden kendini bir komplocu, gizliden iş çeviren bir fesatçı gibi gören tuhaf bir duygu içindesin?
Ne güzel şeydi bu! Bir dalga daha geliyordu. Işte böyle yaşamalıydı insan – umursamadan, aldırmadan, kendini koyvererek.
“İnsan geceleri niye kendini farklı hisseder? Herkes uyurken uyanık olmaktan niçin heyecan duyar? Saat geç, çok geç! Gene de her geçen an uyanık hisseder, sanki yavaş yavaş, neredeyse her soluğuyla, yeni, olağanüstü, gün ışığı dünyasından çok daha coşku ve heyecan dolu bir dünyaya uyanır insan.”
“Hadi söyle bana, benim hayatım ile sıradan bir mahkumun hayatı arasında ne fark var? Benim görebildiğim tek fark, kendi kendimi hapsediyorum ve kimse de beni hapishaneden çıkarmayacak. Bu, diğer seçenekten daha da tahammül edilemez bir durum. Çünkü kendi isteğimin, irademin dışında içeriye zorla -hatta tekme tokat- atılacak olsam, kapıya kilit vurulunca ya da her halükarda beş yıl kadar bir süre içinde bu durumu kabullenir, sinekler nasıl uçar konusuna kafa yormaya veya gardiyanın koridorda kaç adım attığını saymaya, yürüyüşündeki değişikliklere dikkat etmeye başlardım. Oysa şimdi, kendi isteğiyle bir odanın içine uçmuş bir böcek gibiyim. Duvarlara çarpıyorum, pencerelere vuruyorum, tavanı zorluyorum, bu dünyada yapılabilecek ne varsa hepsini yapıyor, sadece yeniden uçup gitmeyi beceremiyorum. Ve hep o pervane ya da kelebek ya da her neyse onun gibi düşünüyorum: “Hayat ne kadar kısa! Hayat ne kadar kısa!”
Kendini salıvereceksin, hayatın gelgitleriyle mücadele etmeyeceksin, hayatı geldiği gibi yaşayacaksın – yapılması gereken buydu işte. Yanlış olan bu gerginlik. Yaşamak – yaşamak!
İnsan geceleri niye o kadar farklı hisseder? Herkes uyurken uyanık olmaktan niçin o kadar heyecan duyar?
Oysa şimdi, kendi isteğiyle bir odanın içine uçmuş bir böcek gibiyim. Duvarlara çarpıyorum, pencerelere vuruyorum, tavanı zorluyorum, bu dünyada yapılabilecek ne varsa hepsini yapıyor, sadece yenidrn uçup gitmeyi beceremiyorum. Ve hep o pervane ya da kelebek ya da her neyse onun gibi düşünüyorum. Hayat ne kadar kısa! Hayat ne kadar kısa!
Evet, yaşama karşı asıl burukluğu buydu; anlayamadığı şey buydu. Durup durup sorduğu, boşu boşuna yanıtını beklediği soru buydu. Çocuk doğurmanın, bütün kadınların ortak yazgısı olduğunu söylemek kolaydı. Ama doğru değildi bu.
Hatırlamak mı ! Sanki onu unutabilirmişim gibi!
Anlıyorsunuz ya, kimsenizin olmaması korkunç zor. Başkalarının insafına kalıyorsunuz.
Yalnız başınıza kalıp yaşam hakkında düşünceye daldığınızda, her zaman hüzün duyduğunuz doğrudur. Bütün o heyecan ve coşku birdenbire sizi bırakıp kaybolur ve sanki o sessizlikte biri adınızı seslenir, siz de adınızı ilk kez duyarsınız.
İnsan geceleri niye kendini o kadar farklı hisseder? Herkes uyurken uyanık olmaktan niçin o kadar heyecan duyar? Geç oldu – çok geç! Gene de her geçen an daha uyanık, sanki yavaş yavaş, neredeyse her soluğuyla, yepyeni, olağanüstü, gün ışığı dünyasından çok daha çekici ve çok daha heyecan dolu bir aleme uyanıyormuş duygusunu yaşıyorsun. Ve neden kendini bir komplocu, gizliden iş çeviren bir fesatçı gibi gören tuhaf bir duygu içindesin?
Kendini salıvereceksin, hayatın gelgitleriyle mücadele etmeyeceksin, hayatı geldiği gibi yaşayacaksın – yapılması gereken buydu işte. Yanlış olan bu gerginlikti. Yaşamak – yaşamak!
Hatırlamak mı! Sanki onu unutabilirmişim gibi!
Başkalarını etkileme gücünüz olduğunu bilmek büyüleyici bir duygudur.
Biz ne dilediğimizi bilmeyen dilsiz ağaçlarız.
İnsan geceleri niye kendini o kadar farklı hisseder? Herkes uyurken uyanık olmaktan niçin o kadar heyecan duyar? Geç oldu – çok geç! Gene de her geçen an daha uyanık, sanki yavaş yavaş, neredeyse her soluğuyla, yepyeni, olağanüstü, gün ışığı dünyasından çok daha çekici ve çok daha heyecan dolu aleme uyanıyormuş duygusunu yaşıyorsun.
Özgürlük gibisi yok!
Gelip geçici, bir anlık, bir solukluk sükûnetin dışında, yanıp kül olmaya hazır bir evde ya da her gün yeniden batan bir gemide olmaktan farksızdı yaşamları.
İşte böyle yaşamalıydı insan. Kendini salıvereceksin, hayatın gelgitleriyle mücadele etmeyeceksin, hayatı geldiği gibi yaşayacaksın – yapılması gereken buydu işte. Yanlış olan bu gerginlikti.

Kendi güzelliğiyle alay edercesine güneş ışığının keyfini çıkaran bu mükemmel sabah usulca fısıldıyor gibiydi: Neden olmasın?

“Güneş ne kadar yakıcı olursa olsun, umursamazdı; güneşe doymazdı. Ne var ki güneş hiç de onu ısıtıyor gibi değildi.”
Ve Yaşam bir rüzgâr misali gelip onu yakaladı, sarstı; gitmesi gerekiyordu. Hep böyle mi olacaktı? Hiç kaçış yol muydu?
” Biz ne dilediğimizi bilmeyen dilsiz ağaçlarız ”
” Kendini salıvereceksin, hayatın gelgitleriyle mücadele etmeyeceksin, hayatı geldiği gibi yaşayacaksın – yapılması gereken buydu işte ”
Bu alıntıyı eklemeyi unutmuşum 🙂
Hadi söyle bana benim hayatim ile sıradan bir mahkumun hayatı arasinda ne fark var?Benim görebildiğim tek fark,kendi kendimi hapsediyorum ve kimse beni hapishaneden çıkarmayacak.Çünkü kendi isteğimin irademin dışında içeriye zorla-hatta tekme tokat-atılacak olsam,kapıya kilit vurulunca ya da her halükarda beş yıl kadar bir süre içinde bu durumu kabullenir,sinekler nasıl uçar konusa kafa yormaya,gardiyanın yürüyüşündeki değişiklere dikkat etmeye başlardım.Oysa şimdi kendi isteğiyle bir odanın içine uçmuş bir böcek gibiyim.Duvarlara çarpıyorum,pencerelere vuruyorum,tavanı zorluyorum,bu dünyada yapılacak ne varsa hepsini yapıyorum,sadece yeniden uçup gitmeyi beceremiyorum.Ve hep o pervane ya da kelebek ya da her neyse onun gibi düşünüyorum:’Hayat ne kadar kısa!Hayat ne kadar kısa!Yalnızca tek bir gecem ve tek bir günüm var,bir de şuradakı o keşfedilmeyi,incelenmeyi bekleyen tehlikekerle dolu koca bahçe var.
Linda hasır şezlongta yatarken kendini yaprak gibi hafif hissediyordu.Ve yaşam bir rüzgar misali gelip onu yakaladı,sarstı:gitmesi gerekiyordu.Hep böyle mi olacaktı?Hiç kaçış yok muydu?
Kendini salıverceksin,hayatı gelgitleriyle mücadele etmeyeceksin,hayatı geldiği gibi yaşayacaksın-yapılması gereken buydu işte.Yanlış olan bu gerginlikti işte.Yaşamak-yaşamak!Kendi güzelliğiyle alay edercesine güneş ışığının keyfini çıkaran bu mükemmel sabah usulca fısıldıyor gibiydi:Neden olmasın?
Kendini salıvereceksin, hayatın gelgitleriyle mücadele etmeyeceksin, hayatı geldiği gibi yaşayacaksın – yapılması gereken buydu işte.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir