İçeriğe geç

Köy Hekimi Kitap Alıntıları – Honore de Balzac

Honore de Balzac kitaplarından Köy Hekimi kitap alıntıları sizlerle…

Köy Hekimi Kitap Alıntıları

…boğulmak üzere olan bir bedbahtın sarıldığı cılız söğüt dalı kadar zayıf bir umut!
…kaynağını onun bana bakan gözlerinden alan sonsuz bir sevinç.
Sevdiğimiz varlığın yanında bulunduğumuz halde, duygularımızı ona ifade etmek hakkına malik olmayınca, kalbimizde taşan heyecanlarımızı, çeviren eşya vasıtasıyla naklederiz.
Her ne kadar, bir defa edindikleri dostları bir daha terketmeyen, fakat ilk karşılaşmada soğuk bir nezaket gösteren kimselere mahsus davranışla karşılandıysam da, sonraları bana dostça muamele ettiler.
Eğer bir müddet sonra başıma felaketler gelmeseydi, yavaş yavaş meziyetlerimi tamamıyla kaybedecek ve ihtirasların pençesinde birer oyuncak haline gelen kötü alışkanlıklarımın etkisiyle mahvolup gidecektim.
İftiraları yalanlamayı gururuma yediremiyor, hakkımda uydurulan övücü maceraları ise koltuklarım kabararak kabullenmekte kusur etmiyordum.
Gerçekten hangi kıyafete bürünürse bürünsün, insanlar becerikli kimselere karşı daima saygı gösterir. İnsanlar için her yerde ve her şeyde kanun, varılan sonuç, tuttuğunu koparan insandır.
Kendi kendimi tebrik ettiğim iyi niyetimden ötürü kendi gözümden düştüm.
Kendini küçük gören insan yalnız yaşayamaz.
Nefretini bana biraz olsun belli etmedi. Onun bu tevekkülü, bu hoşgörülülüğü beni perişan etti.
Çabucak elde edilen zevkler beni tatmin etmez, mutluluğun tadını çıkarmaktan hoşlanırım.
Kendine manasız bir güvenle dolu olan bu tembellik beni sadece bir sersem haline getirmekten başka bir işe yaramıyordu.
Bazen, kendi kuvvetimi gözümde büyütüyor ve sarsılmaz bir iradeye sahip olduğumu sanıyordum; bazen de karşıma çıkan en küçük bir engel yüzünden, gerçekte düşmemem gerektiği şekilde aşağılara düşüyordum.
İnsanın yaratılışında bulunan ihtiras duygusu, kendisini besleyecek vesileler ve fırsatlar olmadığı için sönüp gider, onun yerini cimrilik alır.
Muzdarip kalplerden, dostların esirgemedikleri teselli edici sözlerden bile mahrum yaşadım.
İşte siz, müsaadesini almadan, hatta sebebini dahi bilmeden, kendime dost edindiğim insanlardan birisiniz.
Birini denemek, bir nevi casusluk sayılmaz mı, hiç değilse kuşkulanmak olmaz mı?
Bazen ne kadar iyi top sürersen sür, topu sadece kendinde tutmaktan zarar gelir.
Sizde, kendi kendileriyle barış halinde olan kimselerin müsamahası var.
Yalnız yaşayan insanların hayatı belki de en pahalıya mal olan hayattır. Hem verimsiz yaşamak da sosyal bir hırsızlıktır.
On yaşındayken İstanbul’a ayak bastım. Ülkenin en büyük şehrindeyim ve danışacak, sığınacak kimsem yoktu. Başkasının kâbusu olur ama benim için ucu nereye gideceği bilinmeyen bir macera
Izdırap ifadesi vardı ama keder namına bir şey yoktu.
İkisi de ömürleri boyunca durmadan çalışmış, birlikte cefa çekmişti; paylaşacak çok acıları az sevinçleri olmuştu, mutsuzluklarını artık kanıksamış gibi bir halleri vardı, tıpkı bir mahpusun hücresine alıştığı gibi.
Sosyal toplulukların temeli, daima aile olacaktır. Yasalar ve iktidar orada başlar, itaat etmeye orada alışılır.
Toplum, yalnız ahlaki fikirlerle yaşamaz; varlığını devam ettirebilmesi için düşünceleriyle bağdaşacak ahengi sağlaması lazımdır.
Bir yarı aydın, yarı faziletli, yarı ahlaksız, yarı cahil sınıf vardır. İşte hükümetleri en çok uğraştıran bu sınıftır.
Kötülük yapmakla iyilik yapmak arasında, insanın vicdanında duyduğu huzur veya huzursuzluktan başka fark yoktur, yani zahmet bakımından her ikisi de birdir. Eğer hırsızlar dürüst hareket etmiş olsaydı, asılacakları yerde milyoner olurdu.
İnsanları birbirlerine menfaatlerle bağlamaya çalıştım.
Gelecek, sosyal insanındır.
Sessizce, gösterişsiz yapılan iyiliğe kimse aldırış etmez.
Fikir alanında ilerlemek sağlık alanında ilerlemeye bağlıdır.
Refaha ulaşmanın en kestirme yöntemi, yol inşa etmektir.
İhtiyaçsız milletler fakirdir.
Belki de köylü, bir mahpusa benzer. Ruhundaki kuvvetleri dağıtmaz, onları bir fikir üzerine toplar ve bu sayede büyük bir duygu kudretine erişir.
Çeşitli seçim bölgerinden gelen adamların kanun anlayışı bir olamaz, halbuki kanun dediğimiz şey birdir. Fakat ben daha ileri gidiyorum. Er veya geç, bir Millet Meclisi daima bir adamın hakimiyeti altına girmeye mahkûmdur ve krallar, hanedanlar yerine, çok pahalıya mal olan başbakanlar meydana gelir.
Kanun bir takım kaidelere itaat ister; her kaide ise, tabii örf ve adetlere aykırıdır; halk, kendi aleyhinde kanun yapar mı hiç? Hayır. Çoğu zaman, kanunların tutumu, örf ve adetlerin aksine olmak lazım gelir. Kanunları halkin isteklerine uygun çıkarmak, örneğin Ispanya’da, gericiliğe ve tembellige taviz vermek olmaz mı? Böyle bir gidiş, Fransa’yı parçalayan kardeş kavgalarına sürüklemez mi? Kırk yıldan beri seçim bölgeleri kanunların yapilmasına burunlarını soktular da ne oldu? Kırk bin küsur kanun oldu. Bir memlekette kırk bin küsur kanun olunca, o memlekette kanun yok demektir. Her devrin yüzden fazla üstün zekası olmadığına göre, beş yüz dar kafalı adam bütün bu uzak görüşlere sahip olabilir mi? Hayır.
Tanrı, hırsızı çaldığı şeyin değerine göre cezalandırmaz.Hırsızı cezalandırır.
Kalpten gelen samimi duygular her yerde aynı değil midir?
Ama unutuyorsunuz ki şu yeryüzünde yaşayan insanlar melek değildir, hepimiz mükemmel varlıklar değiliz.
Verimsiz yaşamak da sosyal bir hırsızlıktır.
Dürüst insan olmak yetmez, dürüst görünmek te gerekir
İnsan kalbindeki uçurumlardan bahset
Halbuki bizim inanç yerine menfaatlerimiz var
Bizim zamanımızın hastalığı büyüklük, mevki ihtirasıdır.
Eğer bir millet ihtiyarlamışsa, eğer aydınlar ve tartışmalar onun iliklerine kadar çürütmüşse, görünüşte ne kadar hür olursa olsun, bu millet diktatörlüğe gidiyor demektir.
Duygular nadir oldukları nispette kuvvetli oluyorlar.
Onarılmaz bir hatanın utandırıcı sonuçlarından kurtulmak gerekince sıradan insan utanca aldırmaz ve yaşar; akıl ve düşünce sahibi zehri içer ve ölür.
Güzel bir havada en önemsiz gürültü neşelidir.
Ama kapalı havada doğa sessiz değil dilsizdir.
seçmen kitlesinin en büyük kısmını teşkil eden, en kalabalık olan, yâni en az aydın olan kısmı galip gelecek, sosyal düzenin zirvelerini yenecek, zira oyların değerlerine göre değil sayılarına göre sonuç alınan bir sistemde başka türlü olmasına imkân olmayacak.
Yoksul için hırsızlık ne bir cürüm, ne bir cinayettir; yalnız öç almadır.
Aslında bu dünyada her şeye karşı, bilemezsiniz, ne değin kayıtsızım.
Kötülüğün gür bir sesi vardır, alelade ruhları körükler ve onlarda hayranlık uyandırır, hâlbûki iilk uzn zamn duylmz.
–İnsanlar, dinin çizdiği yoldan ayrılmakta çok şey kaybettiler. Ne kadar mükemmel olursa olsunlar, yeni siyasî sistemlerin, vaktiyle dinler sayesinde insanların meydana getirdikleri şaheserleri yapmalarına imkân yoktur.
– Neden? diye sordu.
– Çünkü, herşeyden önce, seçim denilen şey, bir prensip olmak itibariyle, seçmenler arasında mutlak bir eşitliği gerektirir: bunların eşit sayılar olması şarttır; geometrik bir terim kullanmak için söyledim, yoksa modern siyaset hiçbir zaman sayı eşitliğine ulaşmayacaktır. Sonra, büyük sosyal işler ancak hislerin kuvvetiyle meydana gelebilir, yalnız bu kudret insanları birleştirebilir, oysa modern filozof kanunları şahsî menfaat üzerine dayamıştır, bu ise fertleri ayırmaktan başka bir şey yapmaz. Eskiden, bugünkünden çok, milletler arasında, halkın ıztıraplarına bir ana şefkatiyle ilgi gösteren iyiliksever insanlar vardı. Bunun için değil midir ki, orta sınıfa mensup rahipler, maddî kuvvete karşı koyuyorlar ve milletleri düşmanlarına karşı savunuyorlardı. Sonraları kilisenin malı mülkü, arazisi oldu, ama bu maddî varlıklar yüzünden zamanla nüfuzu azaldı. Gerçekten, rahibin imtiyazlı mülkü olunca, baskı yapan bir kimse durumuna düşüyor; Devletten maaş alırsa, memur oluyor, vakti, kalbi, hayatı ona borçludur; vatandaşlar onun faziletlerini bir görev sayıyorlar, ama rahip fakir olursa, Tanrı’dan başka bir dayanağı bulunmazsa, müminlerin kalbinden başka bir hazinesi olmazsa, o zaman misyoner olur, havari mertebesine yükselir, iyilikseverliğin hükümdarıdır. Velhasıl, din adamı fakir olduğu müddetçe itibardadır, zenginleşirse gözden düşer.
—Belki, dedi, bir milletin diğer bir milletle harbetmesini doğuran maddi menfaatleri ortadan kaldırmak, daha doğrusu bir anlaşmaya vardırmak mümkündür, oysa din yüzünden çıkan savaşların sonu gelmez.
her kasabada daima bir takım karışıklıklar oluyor; fakat bizde pek nadir. Eğer birçok köylülerimiz kendi topraklarını sürerken komşu tarladan bir karış toprak almaktan, yahut ihtiyaçları olursa başkasının korusundan çalı çırpı toplamaktan çekinmiyorsa, bu hareketler, şehirlilerin işledikleri günahlara kıyasla zem-zemle yıkanmış sayılır. Bunun için, ben bu vâdide yaşayan köylülerin çok dindar olduklarına eminim
—Çalışmak dua etmektir. Ama, dinin kuralları unutuluyor, oysa toplumlar bu prensiplere dayanarak yaşar.
—Ya vatanseverlik, onu ne yapıyorsunuz? dedi
—Vatanseverlik, dedi, insanlara geçici duygular ilham eder, bu duyguları devamlı yapan dindir. Vatanseverlik, bir an için şahsî menfaatlerini unutması demektir, halbuki din, insanı kötü eğilimlere sürükleyen kuvvetlere karşı başlı başına bir sistemdir.
Çalışmak, dua etmektir.
Fakirlerin parasına tenezzül etmekten Tanrı beni korusun!
Şu hayvanlar yamandır doğrusu, insanların ruhunu anlarlar! Sevildiklerini derhal hissederler.
Tanrı’nın yarattığı bütün bu insanlar arasında, benim zavallı kalbimi dinlendirebilecek bir tek iyi kalp bulamıyordum! Gökyüzünün maviliğinden başka dostum yoktu.
akşamları herşey uykuya dalar, ama ben uyumam! Kederlerim depreşir, efkâr dağıtmak üzere çayımı içerim. Çay, insana asabî bir sarhoşluk verir, beni uyutur, bu da olmasa yaşamama imkân yok. Hâlâ bir çay içmemekte ısrar ediyor musunuz?
Kötü bir mahsulün sebeplerini araştırıp gideren bir çiftçi, memleketine bir hekim kadar iyilik yapmış sayılır; biri insanların yaralarını sarıyorsa, öteki de vatanın yaralarını tedavi ediyor demektir.
Tanrı’nın yüce varlığındaki huzur beni aldatmasına imkân olmayan bir umuttu.
İnsan, kendisini öldürebilecek cesareti bulduktan sonra, aynı cesareti yaşamak, mücadele etmek için de bulabilmelidir, ıstırap çekmekten kaçmak bir kuvvet değil, zaaftır; hem korkarak hayatına son vermek, günahların en büyüğü değil midir? Tanrı: «Ne mutlu ıstırap çekenlere?» dememiş miydi? Artık intiharı haklı gösterecek bir tek sebep kalmamıştı benim için
«Ölmek, buna ne gülünür, ne ağlanır.»
Evet, hakkınız var, ilk aşk ölünceye kadar unutulmaz. Ben artık kalbi tertemiz bir genç kız değilim, ileride kocama ruhu bâkir kalmış bir eş olamayacağım.
Sevdiğimiz varlığın yanında bulunduğumuz halde, duygularımızı ona ifade etmek hakkına malik olmayınca, kalbimizde taşan heyecanlarımızı etrafımızı çeviren eşya vasıtasıyla naklederiz.
Aşk iki taraflı bir bencilliktir. Biz, başka birisinin varlığında, kendi kendimizi severiz. Mamafih, zamanın akışı içinde, her ne kadar her sevişen çiftin aşklarını ifade ediş tarzları başka-başka ise de, buna rağmen aşk yine belirtilerinde aynı usule bağlıdır.
Kalp herşeye hâkimdir, hiçbir şey onu avutamaz.
İnsan yaşlandıkça, düşüncelerin olaylar üzerindeki etkisini daha iyi takdir ediyor.
Alelâdelik, hayatın her saatinde insana yeter; toplumun âdeta günlük kıyafetidir; dehâ, yaratıcılık, ancak bazı günlerde kullanılmak üzere saklanan mücevherlerdir.
Bugün artık insanların canı sıkılıyor ve en saçma sözlerde ciddiyet arıyorlar. Nefret ettiğimiz halde itaat ettiğimiz terbiyeli, ama soğuk ve değersiz adamların önünde eğilmek zorunda kaldığımız korkunç bir devir!
Evlilikte aşkı ben başkalarından ayrı anlıyor, ve onun yüceliğinin pek çok karı kocanın mahvına sebep olan şeylerde gömülü olduğuna inanıyordum. Birtakım aşağılık hareketlerle duyguların bozulmaması için, müşterek hayatın samimiyetindeki ulvîliğin büyüklüğünü hissediyordum. Fakat bu ilâhi evliliğe erişebilmek için birlikte çarpan kalpleri nerede bulmalı?
Kimbilir, belki mutlak mutluluk dediğimiz şey, insan neslinin tükenmesine sebep olacak bir canavardır.
Yetişmesi, gelişmesi için üzerinde emek sarfedilecek ne güzel bir bitkiydi bu!
Tanrı’ya hep Babamız diye dua eden bu yavru, bir sabah bana «Neden anamız demiyoruz?» diye sormasın mı?

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir