İçeriğe geç

Kötülük Çiçekleri Kitap Alıntıları – Charles Baudelaire

Charles Baudelaire kitaplarından Kötülük Çiçekleri kitap alıntıları sizlerle…

Kötülük Çiçekleri Kitap Alıntıları

Tokat bende, yanak bendedir!
Ölü de ben, öldüren de ben!
Çark ve çarka gerilmiş beden,
Yara bende, bıçak bendedir!

Kendi yüreğimin vampiri,
-O büyük sürgünlerdenim ben
Artık bir daha gülemeyen,
Hep gülmeye yargılı biri!

“Delinin düşü güzeldir, bilgeninkinden!”
Seven yürek geniş ve siyah hiç’e kin duyar,
Aydınlık bir geçmişin izlerini içeren!
Güneştir pıhtılaşmış kanında hep can veren..
Ey ışıyıp duran Ruh, bu yüzden hep muzaffer,
Hayalin o ölümsüz parlak güneşe benzer!
“Dünyada doğru ne var ki,
Ele verir her zaman, düzgün çekseniz de siz,
Orda insan bencilliği .
İyilik dolu melek, bilir misin nedir kin,
O hain yumruklan, acı gözyaşlarını,
Öç, çıkarttığı zaman cehennem çağrısını
Ve başına geçince öz yetilerimizin?
İyilik dolu melek, bilir misin nedir kin?
Arada sırada güçsüzlüğümü
Sürüklerken çok güzel bir bahçede,
Duyumsadım, alaylı bir şekilde,
Güneş parçalamaktaydı göğsümü;
Ve ilkbahar ve çayır çimen bir de
Öyle kırdılar ki benim kalbimi,
Doğa’nın kendini bilmezliğini
Cezalandırdım bir çiçek üzerinde.
Giydiğin delidolu fistanlar
Belirtisidir rengârenk ruhunun;
Ey beni çılgına döndüren çılgın,
Senden tiksinirim sevdiğim kadar!
Şarkınız Diriliş’tir, onlar Ölümü kutsar;
Şakıyıp yürürsünüz ruhum uyandığı an,
Alevi hiçbir güneşle solmayan yıldızlar!
“Ölümden daha tatlı bir uykuya varsam,
Uyuyuversem! Benim neyime yaşamak.”
“Buyruk verme zehri buyurganı kudurtan.”
“Kendi aklına vurgun, geveze insanoğlu!”
“ Ve bitmezdi isteğin bize verdiği ağrı!”
“Anıların gözünde yeryüzü nasıl dardır!”
“Çocuğa evren, doyma bilmezliği kadardır.”
“Çok kimseden uzaktır Put’unu tanımak,
Bu alnını, göğsünü çekiçleyip giden.”
Bağ bozumu bitmeyegörsün yüreğimizde,
Bir yük olur yaşamak.
Eğer yaşanmakta olana başkaldırıyorsanız ve gençseniz, yaşadığınız her ne olursa olsun serüvendir.
Ölümcül iştahlı bir aşçıyım ya
Kaynatıp yediğim kendi yüreğim.
Siz de bu pisliğin olursunuz bir eşi,
Bu kokuşmaların, iğrenç,
Gözlerimin yıldızı, ömrümün güneşi,
Siz meleğim, tutkum, er geç!
Devletler, kontrollerine aldıkları muhalefet hareketlerini, ayaklanmaları ya da devrimleri, dışında kaldıklarından daha kolay engeller.
Bütün bir uzak dünya, ölmüş gibi, yok gibi,
Ve ölümlü gözler, parıltısında, ancak,
Benzeridir ölgün, donuk birer aynanın!
ister gece ile bir yalnızlık içre olsun,
İsterse bir sokakta kalabalıkta kalsın,
Havada bir meşale gibi oynar hayali.
Ne dersin garip kişi, bu akşam saatinde,
Ya sen, kalbim, ne dersin, vaktiyle yağmalanan,
En güzele, en iyiye ve en sevgiliye,
Tanrısal gözle sana tekrar çiçek açtıran?
Sana veriyorum ben bu dizeleri, tâ ki
Adım uzak çağların kıyılarına vursun,
Kafaları bir akşam o düşlerle doldursun,
Sert poyrazın lütfuna uğramış gemi gibi,
Bu yeminler, kokular, bu sonsuz öpücükler,
Dipsiz bir uçurumdan dönecek mi acaba,
Nasıl çıkarsa göğe o gececik güneşler
Denizlerin dibinde hep yıkandıktan sonra?
– Ey yeminler, kokular, ey sonsuz öpücükler!
Bana özgüdür mutlu anlarını çağırmak,
Yaşarım geçmişimi kıvrılıp dizlerinde,
Bir hatıraydı beni aşk için uyandıran.
Yatağın bir uçurum, ondan değerli ne var,
Dinen hıçkırıklarım içinde yitsin diye;
Büyük unutuş durur ağzının üzerinde
Ve öpücüklerinde hep böyle o* akar.
kokunla dolup taşan,
Keder yüklü başımı gömme arzusudur bu,
Solgun bir çiçek gibi, içe çekme arzusu,
Tatlı küf kokusunu ölmüş aşkımdan kalan.
Yırtıcı ve sağır ruh, gel üstüne kalbimin..
Ben kötü keşişe bir mezardır ki ruhum,
İçinde ezelden beri döner dururum;
Süsleyen şey yok bu pis manastırı, bu ini.
Hepimiz asılmış ya da asılacak adamlarız.
Dandy’nin güzelliği, özellikle, hiçbir şeyden heyecanlanmamaya kesin kararlı olmaktan ileri gelen soğuk görünüşte yatar; bulunmuş bir ateş diyebilirsiniz buna, gizli bir ateş, ışık saçabilecekken saçmak istemeyen (CB: OC/1, 907)

Charles Baudelaire

Ve, ne esriten tat, değil mi,
Yavrum! O en güzel, en parlak
Yeni dudaklardan akıtmak,
Aşılamak sana zehrimi!
Bizimkine benzeyen daha başka dinler de, Hep göğe tırmanmaya çalışan; ayık bayık Uzanmış nazlı gibi kuştüyü bir minderde,
Kıl ve çivi üstünde zevk arayan Kutsallık;
Güzel bir kadındır o, havası çok zengin, Brakır saçı şarabında sürüklensin. Pençeleriyle aşk, zehriyle batakhaneler Teninin granitinde körelir gider. Guler Olüm’e, umursamaz Sefahar’ı,

O ifritler, hep kazır biçerler ya eti,
Azgın oyunlarında el sürmediler hiç
Sert görkemine bu sağlam gövdenin, bu dinç.
Tanrıça gibi yürür, sultanca dinlenir;
Zevk anlayışı Muhammet inancıyla bir, Ve, insan soyunu çağırır gözleriyle
Dolup taşan kollarına göğüsleriyle.
Inanır, iyi bilir ki o kısır erden
Yine de dünyanın gidişine gereken,
Vücut güzelliği bir yüce armağandır
Ki her utançtan, alçaklıktan bağışlatır.
Araftan haberi yok, bilmez Cehennem’i,
Ve kara Gece’ye girme vakti geldi mi,
Bakakalacak Ölüm’ün yüzüne, dingin,
Bir bebek gibi,-ne pişmanlık duyup ne de kin.
(1843)

Bugün uzayda öyle bir görkem!
Ne dizgin, ne üzengi, ne de gem,
Binip gitsek şarabın atına
Tanrısal, masalsı gök katına!
Umut, gençlik, yaşam boşaltırsın içlere, –
Ve onur, hazine bütün dilencilere,
Ki bizi yengin ve eş kılar Tanrılara!

(1857)

Onun çekici, kara büyüsünü,
Cehennem alayı telaşlarını,
Zehir şişesini, gözyaşlarını,
Zincir ve iskelet gürültüsünü!

– Özgürlüğüm, yalnızlığım işte bu!
Bu akşam körkütük sarhoş olunca,
Yere yatacağım boylu boyunca, Yüreğimde ne pişmanlık ne korku,

Ve bir köpek gibi uyuyacağım!
Uçar gibi üstüme gelen, kaba,
Ağır tekerlekli koca araba,
Taşla, çamurla dolu tıklım tıklım,

Ya çiğneyip geçer suçlu kafamı
Ya biçer gövdemi tam ortasından,
Şu Tanrı’yı hiçe sayışım ondan,
Kutsal Yazgı, Şeytan umurumda mi!

(1843)

Tokat bende, yanak bendedir!
Ölü de ben, öldüren de ben!
Çark ve çarka gerilmiş beden,
Yara bende, bıçak bendedir!
Yeter, uslan artık hüznüm, rahat tut yüreğini, akşam olsun diyordun, bak işte, kararıyor gün
yoğun, karanlık bir hava kaplıyor bütün kenti, kimine barış iniyor gökten, kimine hüzün.
Bu anlaşılmaz hayalet süs diye bulmuş,
Iskelet alnına kabaca oturtulmuş,
Karnavalı düşündüren ürkünç bir tacı,
Delice at sürer, yok mahmuzu, kırbacı,
An da bir hayalet, ürkütücü beygir,
Saralı gibi burnundan salyalar gelir.
Boşluğa atılır ikisi de dörtnala,
Sonsuzluğu çiğneyip çılgın toynaklarla.
Atlı alev saçan bir kılıç döndürür de
Atın ezdiği adsız topluluklar üstünde, Denetleyen bir prens gibi konağını,
Dolanır sonsuz, soğuk ölüm toprağını,
Orada, ak ve donuk bir güneş altında,
Dünkü ve bugünkü bütün halklar yatmada.

(1857)

Müzik

Müzik beni deniz gibi kavrar çoğu kez!
Solgun yıldızıma doğru ben
Sisten bir tavan altında, bitip tükenmez
Bir boşlukta açarım yelken;

Göğsüm öne doğru çıkmış ve ciğerlerim
Yelken bezi gibi şişerken,
Dalga yığınlarının üstünden geçerim,
Gecenin gizlediği benden;

Çırpınan bir geminin bütün tutkuları
Titreşir içimde, derinde;
Uygun esen yel, fırtına, boğuntuları

Geniş burgacın üzerinde
Sallar beni. – Kimi kez de o büyük, durgun
Aynası umutsuzluğumun!

(1857)

Saymak isterim sana, yumuşacık buyücü! Gençliğini süsleyen her güzelliği, gücü; Betimlemek güzelliğini,
Çocukluğun sende olgunluğa yükseldiğini.

Havayı süpürüp yürürsün bol eteğinle,
Nasıl açılırsa bir güzel gemi engine,
Yelkenleri gergin, bir güzel
Uyum eşliğinde, yavaş, salıntılı, tembel.

O yuvarlak boyun, dolgun omuzlar üstünde Başın bilinmedik bir alımla süzülür de,
Sen görkemli çocuk, gidersin
Öyle dingin bir görünüşle yolunda, yengin.

Saymak isterim sana, yumuşacık büyücü! Gençliğini süsleyen her güzelliği, gücü; Betimlemek güzelliğini,
Çocukluğun sende olgunluğa yükseldiğini.

Öne taşıp kumaşı iten göğsün, o gergin
Ve görkemli göğsün bir güzel dolaptır senin,
Ki tutar bütün şimşekleri

Kabarık, parlak kanatlarla, kalkan benzeri;
Uçları pembe silahlı, çıldırtan kalkanlar!
Bir dolap ki içinde ne hoş, tatlı gizler var,
Nice yüreği, nice aklı
Delirtecek şaraplar, meyler, kokular saklı!

Havayı süpürüp yürürsün bol eteğinle,
Nasıl açılırsa bir güzel gemi engine,
Uyum eşliğinde, yavaş, salıntılı, tembel.
Yelkenleri gergin, bir güzel

O soylu bacakların, ittikleri etekler
Altında, kıvrandırır ne karanlık istekler,
İki büyücüdür, çevirir,
Yoğururlar derin bir kapta kara bir iksir.

Senin hiçe sayan kolların genç herkülleri
Pırıl pırıl boa yılanlarından kalmaz geri,
Yarar sanki sıkıp ezmeye
Âşığını, gönlüne damgası çıksın diye.

O yuvarlak boyun, dolgun omuzlar üstünde Başın bilinmedik bir alımla süzülür de,
Sen görkemli çocuk, gidersin
Öyle dingin bir görünüşle yolunda, yengin.

(1857)

Kara katili Sanat’ın ve Yaşam’ın, Öldüremezsin sen belleğimde benim Zevkim olan kadını, gücüm, güvenim!

(1860)

Güneş bir tülle peçelendi. Tıpkı öyle, Yaşamımdaki Ay! Sen de gölgelerle dol;
İster uyu, ister tütün iç; asık, suskun ol, Sıkıntının büsbütün dibine dal şöyle.

Bu sende sevdiğim! İster misin ya, söyle, Gölgeden çıkan tutulmuş yıldızca, kol kol, Çılgınlık yerlerinde gezmek şöyle bir yol,
Peki! Çık kınından, güzel hançer, çık böyle!

Gözlerini tutuştur lambalar önünde!
İstekler tutuştur densizlerin gönlünde!
Öyle tat verir ki bana sevincin, yasın;

Sen ne istersen ol, kara gece, kızıl tan; Ürpermeyen bir yerim yok ki haykırmasın: Tapıyorum sana ben, ey sevgili Şeytan!

(1858)

Bacaklarını dikmiş bir kadınca, azgın,
Ateşli, zehir dökerek,
Açıyordu buğular kaynaşan bir karın
Öyle edepsizce, gevşek.
O anda yitirmiş usunu böylece.
Örtmüş o parlak güneşi bir tülle gece.
Bir vakitler dirlik, düzen barınağı,
Gözler kamaştıran o som tapınağı,
O zekâyı sarmış bir büyük kargaşa.
Tutmuş sessizlikle gece baştan başa
Anahtarı yitik bir zindan yerine.
Dönmüş başıboş sokak köpeklerine,
Ve, karıştırarak yazları kışlarla,
Geçti mi kırlardan bomboş bakışlarla, Yıpranmış bir nesne gibi çirkin, murdar, Ardından alayla gülermiş çocuklar.

(1850)

Çok yaşadım o geniş revaklar altında ben
Ki deniz güneşleri binbir ateşle bezer,
Ve akşamüstü bazalt mağ’ralarına benzer Kılardı görkemli, dev sütunları hep birden.

Dalgalar, suya vurmuş göğü sürüyüp gezer, Katardı ne gizemler, yücelikler getiren
Öyle eşsiz uyumlar zengin ezgilerinden
Gün batarken gözümü saran renklere yer yer.

Dingin hazlara verdim orada zamanımı, Görkemlerle çevrili, denizle, gökle, yerle
Ve kokular içindeki çıplak kölelerle,

Palmiye dallarıyla serinletir alnımı
Ve büyük bir özenle derinleştirirlerdi
Beni yiyip bitiren gizli, onulmaz derdi.

(1855)

Budala! Onun baskısından
Çabamız kurtarsaydı seni,
Öpmen diriltirdi yeniden
Vampirinin pis cesedini!”
Yalvardım o keskin hançere
Özgürlüğümü alsın diye,
Ve dil döktüm kalleş zehire
Alçaklığım son bulsun diye.
Ah! Zehir de, hançer de bana
Değer vermeyip dediler: “Sen
Layık değilsin kurtarılmaya
O kötücül esaretinden,
Bahtını kıskanırım o iğrenç hayvanların
Sersemce bir uykunun içine dalabilen,
Zamanın çıkrığıdır bu kadar ağır dönen!
ey güzelim! öpücüklerle sizi
Yiyen kurda anlatın,
Koruduğum tanrısal özünü, biçimini
Perişan aşklarımın.
Bir garip musikisi de vardı bu dünyanın
Akarsu ve yel gibi,
Tohum gibi, uyumlu olarak harmancının
Kalburdan geçirdiği.
Şekiller soluyordu, hiç farkı kalmayarak
Bir düşten, bir taslaktan,
Unutulmuş tuvalde, bir sanatçı olarak
Anıyla tamamlanan.
“Anımsa ki Zaman hırslı bir kumarbazdır,
Hilesiz kazanır, her elde! Budur yasa.
Ruhum, hatırlasana gördüğümüz o şeyi..
Aylak ruhum gitti gider
Uzak bir göğe.
“Zevkler, ilişmeyin, bir küskün, bezgin cana.”
O yalnız en yalın ışıktan yapılacak,
Kutsal ocağından çıkarılıp ilk tanın,
Ve ölümlü gözler, parıltısında, ancak,
Benzeridir ölgün, donuk birer aynanın!
Öpüp dişleyen zavallı çapkın gibiyiz Bereli göğsünü geçkin bir orospunun, Bulduğumuz kaçamak zevki, uzun uzun, Susuz portakalca sıkmasını biliriz.
Günahlarımız inatçı, gevşek tövbemiz;
İç döker, acısını çıkarırız bol bol,
Ve dönerken sevinç verir bize batak yol, Kirlerimiz pis yaşlarla yıkanır deriz.
Canavar gözlü meleklerce
Döneceğim odana gece
Ve gölgeler içinde, sana
Sokulacağım usulcana;

Gezecek teninde, esmerim
Aydan da soğuk öpüşlerim
Ve yılanın okşayışları
Ki tırmanır çukurdan ağrı.

Kurşun rengi sabah geldi mi
Bomboş bulacaksın yerimi,
Gün boyu buz gibi kalacak.

Yaşamınla gençliğinle sen
Hep sevgi görürsün ellerden,
Benim işimse korku salmak.

Venüs! Bir tek simgesel darağacı buldum
Adanda, görüntümün ipe çekildiği
Ver de bana, Tanrım! bakma yürekliliği,
İğrendirmesin beni bedenimle ruhum!
Kralı gibiyim yağmurlu bir ülkenin,
Zengin, ama güçsüz, genç, yine de çok geçkin,
İğrenmiş yerlere eğilen lalalardan
Köpekleri var gözünde ne bir hayvan.
Ne av eğlendirir onu ne şahin artık,
Ne balkonu altında ölen kalabalık.
“Kısa görev! Bekleyen mezardır; doymaz mezar!”
Dualarınız, dilekleriniz bile cinayetlerle dolu!
Gerçek tehlike sizsiniz, o zıt yapılarınız.
“Ama bir tiyatro ki gönlüm, uğradığı yok bir şeyin, coşku veren!”
“Bilir misin pişmanlığı, ki yürektir hedef, zehirli okları için!”
“Ölümcül iştahlı bir aşçıyım ya
Kaynatıp yediğim kendi yüreğim.”
“Aşkla yaralı gönül, ne derin kin saklar!”
Üç beş yerine parlak güneşler vuran
Karanlık bir fırtına oldu gençliğim;
Bitik bahçemde yıldırımla yağmurdan
Tek tük pembe yemiştir bütün derdiğim.
Ve ara sıra, yazın, zararlı güneşlerin
Yorgun düşürüp onu, kırlara gittiğinde,
Uyumak gölgesinde yatıp göğüslerinin,
Huzurlu bir köy gibi bir dağın eteğinde.
Arzu ederdim elbet vücuduyla ruhunun
Korkunç oyunlarında geliştiğini görmek,
Ve gözlerinde yüzen nemli sislerle, onun
Kalbinde loş bir alev sakladığım bilmek

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir