İçeriğe geç

Kötü Bir Şaka Kitap Alıntıları – Italo Svevo

Italo Svevo kitaplarından Kötü Bir Şaka kitap alıntıları sizlerle…

Kötü Bir Şaka Kitap Alıntıları

Gelecekten hiçbir şey beklemezken, nasıl bu kadar mutlu olabiliyorsunuz?
Bir de Gaia’nın hâlâ canını sıkan o Allah’ın cezası edebiyat vardı.
Brauer’e göre yazar doğmak bir talihsizlikti, hiç günahları olmadan kaderin böyle bir oyununa gelen kimseler, daha talihli kişiler tarafından her bakımdan desteklenmeyi, kollanıp gözetilmeyi hak etmekteydiler.
Canları küçük bir teraziydi, bir kefesinde korku vardı terazinin, öbür kefesinde açlık.
Nerede yaşam filizlenip boy veriyorsa, orada az sonra ister istemez oluk oluk kan akacağını anlatmak istiyordu.
Hayat birkaç kemiğini kırmıştı kırmasını ama çok önemli iki organına dokunmamıştı: kendine saygısı ve başkalarının ne düşündüğüne duyduğu saygı.
“ Sözlerle açılmış bir yarayı kapatmak için sözlerden çok daha fazlasına ihtiyaç vardı.”
Sözlerle açılmış bir yarayı kapatmak için sözlerden çok daha fazlasına ihtiyaç vardı.
“Uçmamı sağlayan pislik benimle birlikte yükselir .”
“Dile getirilmemiş doğrular , söze dökülmüş doğrular kadar somut değildir .”
“Yaşayarak , canlı kalarak kandırdığı şey ölüm değil, hayattı.”
“Bir insan hayatı yeryüzündeki en soylu şeyleri kendisi için ilaç niyetine kullanacak kadar değerli değildir .”
“İstenmeden yapılan bir hakaretin etkisini silmenin tek yolu vardır . Durumu hiç anlamamış görünmek ve hakaret anlamı çıkabilecek sözlerin karşısındaki tarafından farkına varılmadığını sanıyormuş gibi davranmak.”
“Bir kimsenin kendi yazdıkları kendi sesine , her zaman başkalarının yazdıklarından daha uyumludur.”
“ – O ekmekle bir insanın hayatını kurtarabilirsin.
– Ama o ekmek elliden fazla kuşu mutlu ediyor .”
“Erken yatarak ,yediğim her lokmaya dikkat ederek , aslında hayatı mı aldatıyorum,yoksa ölümü mü?”
Sözlerle açılmış bir yarayı kapatmak için sözlerden çok daha fazlasına ihtiyaç vardı.
İnsanın yazdıklarını gizlemesi kolaydır, dalkavuklardan ve
yayıncılardan sakınmak yeter. Ama yazmadan yaşamaya insan nasıl katlanır?
Kimi durumlar vardır, açıklamalar yapmak
her şeyi daha da kötüleştirmekten başka işe yaramaz.
komşusunun yaralı bir tarafını gördü mü, oraya pençelerini geçirmeye can atar..!
Bir düşüncenin kafamızı ne kadar süre meşgul ettiğinin
pek önemi yoktur; düşünce bir kere aklımızdan geçmeyegörsün, bir daha hiç unutmayız.
Eğer yaşanmakta olana başkaldırıyorsanız ve gençseniz, yaşadığınız her ne olursa olsun serüvendir.
Sözlerle açılan bir yarayı kapatmak için sözlerden çok daha fazlasına ihtiyaç vardı.
İlk kez anlıyordu ki, yaşayarak, canlı kalarak kandırdığı ölüm değil, hayattı; onun gibi sefil, çaresiz bir yaratık için hiçbir yararı olmayan hayat.
İstenmeden yapalan bir hakaretin etkisini silmenin tek yolu vardır:
durumu hiç anlamamış görünmek ve hakaret anlamı çıkabilecek sözlerinin karşısındaki tarafından
farkına varıldığı sanıyormus gibi davranmak.
İnsan uzun uzun düşündükten sonra kendi haklarının neler olduğunu anlayabiliyor, başına gelen talihsizlikleri
açık seçik görebiliyor, bu da etrafındaki gelişmeleri
algılamasını biraz yavaşlatıyor.
Sözcük okumak dikenli bir çalılıktan içeri doğru araba sürmeye benzer.
Gelecekten hiçbir şey beklemezken, nasıl bu kadar mutlu olabiliyorsunuz?

Biz, içinde yaşadığımız andan başka bir şey değiliz.

Sen hep geleceği düşünerek yaşıyorsun, bizden mutlu musun?

Devletler, kontrollerine aldıkları muhalefet hareketlerini, ayaklanmaları ya da devrimleri, dışında kaldıklarından daha kolay engeller.
Tembel okur yığınlarının, önce, onların
okuyacakları kitapları seçen bir ya da birden çok üstün beyinden etkilenmesi gereklidir.
Bir kimsenin kendi yazdıkları, kendi sesine, her zaman başkalarının yazdıklarından daha uyumludur.
Armağanlarına gereğince ilgi gösterilmediğini görmek kadar insanı üzen başka ne vardır bu dünyada?
Daha önce kendi yapıtını yüksek sesle okumamıştı hiç. Sesten, ritimden, iyi ayarlanmış duraklardan, tempoda zekice yapılan değişikliklerden neler neler kazanıyordu
kitap!

Oysa, aceleci okurlar kitap okurken sözcükleri mırıldanmaya bile üşeniyorlardı,
göremeyecekleri bir şey kalmasından telaş eden turistler gibi bir noktadan öbürüne hızla
koşuşturuyorlardı.

— O ekmekle bir insanın hayatını kurtarabilirsin!
— Ama o ekmek elliden fazla kuşu mutlu ediyor.
Bir kimse her gün aynı eylemlerde bulunursa, günün
birinde bu eylemlerde kendisi için saklı olan küçük
yararları nasıl ele geçireceğini öğrenebilirdi.
Bu yüzden, düzenli bir yaşam biçimi sıradan kişilere asla gönül rahatlığıyla tavsiye edilemez.
Bir türlü anlayamadım gitti, diyordu gülerek,
Erken yatarak,yediğim her lokmaya dikkat ederek, aslında hayati mi aldatıyorum, yoksa ölümü mü?
Bir kuşun önüne, yiyemeyeceği büyüklükte ekmek parçaları atmışlar.
Kuş, bir-iki gün bunları gagalayıp durmuş canla başla,
ama pek bir şey koparıp yiyememiş.
Giderek durum iyice kötüleşmiş,
çünkü ekmek gün geçtikçe kurumuş,
zavallı minik kuşun da karnını doyurma umudu büsbütün kaybolmuş.
Uçmuş gitmiş oradan, içinden de şöyle geçirmiş:
Aptalın birinden yardım görmek bir felaket sayılar.
Nerede yaşam filizlenip boy veriyorsa,
orada az sonra ister istemez
oluk oluk kan akacağını
anlatmak istiyordu.
Hayat birkaç kemiğini kırmıştır kırmasına, ama çok önemli iki organına dokunmamıştı: kendine saygisi ve başkalarına
ne düşündüğüne duyduğu saygı.
Olaysız bir hayat sağlığa yararlıdır, ama ona lezzet katacak bir Çeşnide gerekir.
BaZı olaylar yıldızlara benzer, kendi göklerindeki başka yıldızların parlaklığından görünmez olurlar.
Zavallı Giulio bilmiyordu ki, istenmeden yapılan bir hareketin etkisini silmenin tek yolu vardır: durumu hiç anlamamış görünmek ve hakaret anlamı çıkabilecek sözlerinin karşısındaki tarafından farkına varılmadığını sanıyormuş gibi davranmak.
Çünkü bazı olaylar yıldızlara benzer, kendi göklerindeki başka yıldızların parlaklığından görünmez olurlar.
Herkes bilir ki, şiddetli fiziksel acı, bütün akıllı hayvanlarda bir tür kişisel suçluluk duygusu uyandırır.
Bir şahinin pençesine yakalanmış minik bir kuş son nefesini vermek üzereymiş, hıncını açığa vurmak için tek bir çığlık atacak vaktir varmış. Ama o kısacık çığlıkla benliğini bulduğunu hissetmiş. Küçük ruhu huzura kavuşmuş, yaptığından gurur duyarak Güneşe doğru yükselmiş ve mavi gökyüzünde kaybolmuş. Evet, gerçekten bir teselli kaynağıydı bu. Bizim ruhlarımız nasıl cennete aitse, kuşların ruhlarının da öylesine ait oldukları mavi gökyüzünde kanat çırpıyordu Mario’nun düşünceleri.
Sözlerle açılan bir yarayı kapatmak için sözlerden çok daha fazlasına ihtiyaç vardı. Giulio’nun yaşadığı hayatın yaşanmaya değmez olduğu doğruydu; bunun için, bu doğru bir kere dile getirildikten sonra, artık görmezlikten gelinemez, yok sayılamazdı. Dile getirilmemiş doğrular, söze dökülmüş doğrular kadar somut değildir. Ama bir kere söze dökülmeyegörsünler, artık ne kadar çok söz de söylense silinip atılamazlar.
İlk kez anlıyordu ki, yaşayarak, canlı kalarak kandırdığı ölüm değil, hayattı; onun gibi sefil, çaresiz bir yaratık için hiçbir yararı olmayan hayat.
Ha! Demek edebiyat eseriyle karşılaşınca acı bir ilaç içer gibi suratını ekşitiyorsun. Düpedüz hakarettir bu! İyileşmeye çalışmak iyi güzel ama, bunun da bir sınırı var.Bir insan hayatı, yeryüzündeki en soylu şeyleri kendisi için ilaç niyetine kullanacak kadar değerli değildir.
Biz edebiyattan bir şey anlamayan akılsızlar, ne okuduğumuzu kesin olarak bilmek isteriz. Durmadan sözcükleri değiştirirsen, sayfanın tümünden kuşku duymaya başlarız sonra.
Zavallı Giulio bilmiyordu ki, istenmeden yapılan bir hareketin etkisini silmenin tek yolu vardır: Durumu hiç anlamamış görünmek ve hakaret anlamı çıkabilecek sözlerinin karşısındaki tarafından farkına varılmadığını sanıyormuş gibi davranmak.
İnsan uzun uzun düşündükten sonra kendi haklarının neler olduğunu anlayabiliyor, başına gelen talihsizlikleri açık seçik görebiliyor, bu da etrafındaki gelişmeleri algılamasını biraz yavaşlatıyor.
Beklemek bir serüvendir, ama talihsiz bir serüven
”Biz, içinde yaşadığımız andan başka bir şey değiliz ” dediler
Hasta kardeşinin zamanını yatakla kanepe arasında geçirdiği oda dünyada en çok sevdiği yerdi, huzuru orada buluyordu çünkü. Sanıyordu ki, odadaki sessizlik, herkesten uzakta oluşudur orayı sevmesinin nedeni; ama gerçek neden, daha talihli kimselerin özellikle gürültülü yerlerde buldukları bir şeydi.
Mario, uykusunda, gönlündeki tutkuları gizlemek için gün boyu taşıdığı ağır maskeyi kaldırıp atabiliyor, iç geçirmelerle, haykırışlarla şöyle demek istiyordu sanki; ”Ben sandıkları kadar değersiz değilim! Sandıkları kadar değersiz değilim! ” Dolayısıyla uyku, gönlündeki dileklerin sığınağıydı.
Ama bu durum o kadar düzenli tekrarlanıyordu ki, uyurken çıkardığı garip seslerin acılar içinde kıvranan ruhunun dışavurumu olduğunu düşünüyordu insan ister istemez.
Doğa’daki belli yerlerde yaşamını sürdüren ya da sağda solda gezip dolaşan yaratıkları tamamlayan bir öğeydi kuşlar; bir sözcüğün üstündeki aksan ya da müzikteki bir işaret gibi onların üzerinde bulunuyorlardı. Onlar Doğa’nın en neşe dolu dışavurumudur, diyordu Mario.
Çünkü Mario düş kuranların içgüdüsünü taşıyordu: Düşünü hayatın katı gerçekleriyle karşı karşıya getirmeme içgüdüsü.
Hayat birkaç kemiğini kırmıştı kırmasına, ama çok önemli iki organına dokunmamıştı: Kendine saygısı ve başkalarının ne düşündüğüne duyduğu saygı. Bunlar olmadan da ün denen şeyin keyfi çıkarılamaz. Bir doyum duygusu hep vardı içinde, hayatının sıkıcı tekdüzeliğini hafifleten bir duygu.
Olaysız bir hayat sağlığa yararlıdır, ama ona lezzet katacak bir çeşni de gerekir; Mario’nun hayatına tat katan da gururunu okşayan hayalleriydi.
Bir kuş kurşun yarası almış. Kalan son kuvvetini, büyük bir patlamayla vurulduğu yerden uçarak uzaklaşmaya harcamış. Uça uça karanlık bir ormanın ta ortasına varmış, orada son nefesini verirken şöyle mırıldanmış:
Kurtuldum

Italo Svevo – Kötü Bir Şaka

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir