İçeriğe geç

Korkut Ata Ne Söyledi Kitap Alıntıları – Kolektif

Kolektif kitaplarından Korkut Ata Ne Söyledi kitap alıntıları sizlerle…

Korkut Ata Ne Söyledi Kitap Alıntıları

Masallar; çocukları büyütmek, büyükleri avutmak için söylenir.
Her insan kabı kadar batar bu dünyaya.
Kıyas yapamayanın merhameti mi olurmuş.
En uzun yaşayan adalettir.
“Yerli Karadağların yıkılmasın! Gölgelice kaba ağacın kesilmesin! Kan gibi akan görklü suyun kurumasın! Kanatlarının ucu kırılmasın! Kadir Mevlam seni Namerde muhtaç etmesin! Koşarken ak-boz atın sürçmesin!”
Öz kalplerinin tellerine dokunmuş ak savaşçıların ruhundan süzülerek gelen kadim bir akisti duyulan sanki. Zamanı dondurmaya gücü yetecek kadar kadim. Etrafa yayılan seda, eski bir hikâyeye doğru akıyordu. Ait olduğu tüm obaları dolaştıktan sonra kulaklarımıza düşen oğuzun ulu avazıydı bu. Korkut Ata’m varsıl söylesin, yoksul sofraları hiç durmadan 40 gün 40 gece şenlensin.

Uzaklardan bir kopuz sesi duyuldu.

Gönüllerinin ak evleri kara oldu. Vesvese bir dipsiz kuyu oldu onları boğdu. Gözleri kör oldu.
Güzelle çirkinin yer değiştirdiğini, akıllıyla delinin karıştığını görünce ümidi kırıldı.
Ne etmek gerekir? Oklarımız sur yıkmaz bizim. Had bilmek gerekir.
Ve dediği gibi şairin: Herkes aynalarından bir sonsuzluk öğrenir.
Gök ırak, yer katı
Masalları çok severim dedi. Masallar dedim. Çocukları büyütmek, büyükleri avutmak için söylenir.
Adamın tavan yapmış özgüvenine saygı duydum. Ne de olsa kendince haklı sebepleri vardı.
Çıkarken yokuşunu varoluş çizgisinin
Zaman tamircilerine uğruyorum.
Osman Konuk
Ölümsüzlüğün peşine düştüm, yanıldım, yaşayan ten değil hikayelermiş bildim.
İşte bana verdiğin emanetler, işte resimlerin, işte hikayelerin Uyan!
Omuzlarımdan tuttu sarstı Titredim, bir daha sarstı, kara gözleri ışıl ışıldı. Sebebini anlamıyordum, farklı bakıyordu.
-Bu hikaye gerçek mi?
-Hikayenin yalanı olur mu?
-Ama bize bambaşka anlatıldı?
-Onu mu soruyorsun?!
-Evet
-Her hikayenin, her şehrin bir zamanı vardır.
Gülüşünde bir acılık vardı. Gizli bir keder. Derin bir nefes aldı, üfledi O gün, daha fazla anlatmadı.
Sözümü kesme; çünkü hikaye, bir kez kesildi mi artık başı sonundan ayırt edilmez. Bir daha ne zaman tamama erer bilinmez. Üstelik, o yarım, tamamlanmamış haliyle hayalet gibi anlatıcısını delirtene kadar takip eder.
Anlattı. Her görüşmemizde biraz daha Hangi otu hangi dozda vereceğini çok iyi bilen bir şifacı gibi
Hikaye sestedir, yazıda değil. Anlat sen anlat, hem birbirimizi tanımanın, hatırlamanın yolu hikayeler anlatmaktan geçer. Yalandır, hayaldir, esatirdir deyip geçme, her hikayeci anlattığı hikayeye kendini de ekler.
Önce korktum evet, ama nasıl olduysa tanıştık, sohbet ettik, dertleştik ons yardımcı olmayı teklif ettim. Sonra anladım ki yardıma ihtiyacı olan benim.
Gözünden iri bir damla yaşın düşmesine ve yüreğinden kopup gelen aha engel olamadı.
Elleri ıslaktı. Gözyaşıyla ıslaktı. Ellerini neden bilmem benim yüzüme sürdü. Gözlerim açıldı.
Açtım gözümü. Kördüm ama görüyordum. Ne yapacağımı da biliyordum.
Yola nereye varmak için çıktıysan oraya varırsın dedi içimden bir ses bana.
Ben giderim, gitmezsem kim gider
Ben varırım, varmazsam kim varır

Ben ölürüm ölmezsem kim ölür

Onun gibi konuşuyorsun ama aslında başkasısın. Hikayeyi unutmuşsun, köksüz kalmışsın ki dalın kuru meyve ham.
Ona bir şey vereceğim, ondan bir şey alacağım.
Bende olanı ona vereceğim, bende olmayanı ondan alacağım.
Ben neden anlattım sana bu hikayeyi. Nasibini al, kaderini yaşa diye.
Yoktu, olsaydı ona da ağlardım. Hem daha da çok ağlardım. O bana ödünç gözyaşı da verirdi.
Koşmak için ayağa kalktım ama ayaklarım beni taşımadı. Yere yığılıp kaldım.
Ama aslında bana acımazlardı. Kıyas yapamayanın acıması mı olurmuş.
Demek ki, madem kanlı canlı bu ihtimal, can evinden vurarak, yeniden ve yeniden, bu ihtimali yok etmeliydi, ebediyen ortadan kaldırmalıydı.
Faydasızdı muhakkak anlatışı, ama anlasa anlasa ve anlatsa anlatsa, bir bu adam anlar ve anlatırdı olup biteni.
Doğdu doğalı daha tenine bir iğne ucu bile batmamışken kelimeler etlerini doğruyor, kanını yere akıtıyor.
Kelimeler içindeki duvarlara çarpa çarpa yankılanıyor, bin kılıç kuvvetiyle saplanıyor, daha da acı vermek için burgaçlanıyordu. Ruhunun yeni tanış olduğu bu azabı tarif edemiyordu.
Hani, ne eksikti sözlerinde Neredeydi o eksik söz? Tastamamdı her söz, her şey Noksanlık aslında onun sözlerinde de değildi. İki kişi vardı eksik olanı bilen, ikisi de anlatmamıştı, hiç kimseye
O yerinden kalkmadan, yerinden kalkan, o kara koç atına binmeden ata binen, o kanlı kafir eline varmadan varıp baş getiren bir yiğit bahadır kız istiyordu.
Gök gürleyecek sanıyordu bunu söyleyince, yer yarılacak ve içine düşecek, sular azgın tasmalar geçirecek boğazına. Ama bir sessizlik vardı.
Kaderi yalnız dua değiştirir, diye bağırdı arkamdan.
Yürümeye başlayınca bütün sesler kesildi, dünya nefesini tuttu.
Daha önce hiç böyle bir şey olmamış gibi birden silinip gittiler. Onlara dair geriye, yalan yanlış anlatılan bir sürü efsaneden başka bir şey kalmadı.
Ama gerçeği öğrenmek işin büyüsünü bozar.
Bölük pörçüktü zihni. Sırası şaşmış, neyin nereye ait olduğu belli değildi.
Bata çıka ilerliyorduk ama yönümüz yön değildi.
Gökten düşen yağmuru toprak bile kabul etmiyor, sinesine çekmiyordu.
Ağır ol oğul, kimin kimi taşıdığını Allah bilir.
Özümü anla oğul, sözümü dinle oğul. Sana anlatacak hikayelerim, verecek nasihatlerim var.
O muazzam sessizlik her daim kulağımda, kimse bir şeyler söylemedikçe geçmeyecek. Ama kim ne diyebilir.
Mevsimlerin, sessiz sedasız geçişini ben bilirim, toprağın yavaş yavaş çekilişini
Kimse hikayesini anlatmadı, destanını okumadı yahut arkasından ağıt yakmadı.
Zerrece tamahım yoktur şu dünya malına
Rızkımı veren Huda’dır, kula minnet eylemem.
Nesimi
Akçeden, ülkeden, şandan daha değerli, en parlak, en doğurgan ve en köklü olan şey nedir?
En uzun yaşayan adalettir.
Acun namerde kalmaz, oba töresiz olmaz, en uzun yaşayan adalettir.
Kibirleriyle zehirlediler
Şimşekler çakar gözlerine, ak yağmurlar yağar ömrüne
Gökyüzüne celallenir. Biraz dinlenir, kızgın güneş gibi yakıcı öfkesini buz gibi sular akıtan serin dağ pınarlarına yaslar
Söz ola kestire başı, söz ola ki, birleştire 40 ayrı fırkayı.
Tozu dumana, yolu ummana, imkansızı olur’a katıp durmuş yıllarca
Baktı ve kalbini avuçlarındaki rüyaya teslim ederek sordu; daha değerli ne ola ki?
Kainatın yaratıldığı o ilk günün hayretini taşıyordu sanki ellerinde, adam.
Günbegün büyüyen, arşa değen, arzı titreten bir rüyaya şahid sadece. Şahid. Çok evvelden. Evvel zaman içinden.
Her insan kabı kadar batar bu dünyaya.
Akçeden, ülkeden, şandan daha değerli, en parlak, en doğurgan ve en köklü olan şey nedir?
Ahali, mavi börü gözleriyle bakan veliye bu kez kalpten gürledi.
En uzun yaşayan adalettir.
Çok susar,az söylerdim
Hani dediğim erenler/Dünya benim deyenler/
Ecel aldı,yer gizlendi/Fani dünya kime kaldı/
Gelimli,gidimli dünya/Sonucu ölümlü dünya.
”Zerrece tamahım yoktur şu dünyanın varına,
Rızkımı veren Huda’dır,kula minnet eylemem. ”
Yiğit odur ki anlatılan her şeyden ders çıkarsın! Peki söyler misin sen dersini aldın mı, yiğit!

Düşündüm, anladım, iman ettim, açtım gözümü.
Kördüm ama görüyordum!

Güzelle çirkinin yer değiştirdiğini, akıllıyla delinin karıştığını görünce ümidi kırıldı.
Amin
Kadir Allah seni namerde muhtaç etmesin!Ak sakallı babanın yeri, ak pürçekli ananın yeri cennet olsun!
En sonunda arı imandan ayırmasın!
Amin diyenlerden Allah razı olsun!
Ak alnında beş kelime dua kıldık, kabul olsun!
Allah’ın verdiği umudun kırılmasın!
Derlesin, toplasın, günahlarını Muhammet Mustafa (s.a.v) yüzü suyuna bağışlasın!
Allah tarafından bin bir yetenekle bezenmiş, bu bezenmişliğin yükünü her daim omuzlamış
Kişiliği güzelliğinden epey önce gelir.
Yüzü de aynı kalbi gibi günlük güneşliktir.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir